• 01/01/70 - 02:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH-Londra'da Arapça yayın yapan Al Quds Al Arabi gazetesinin genel yayın yönetmeni Abdulbari Atwan'ın, Lübnan'daki çatışmanın niteliğini ve tehlikelerini değerlendirdiğini yazısı Yakındoğu haber için tercüme edildi.




    YDH-Londra'da Arapça yayın yapan Al Quds Al Arabi gazetesinin genel yayın yönetmeni Abdulbari Atwan'ın, Lübnan'daki çatışmanın niteliğini ve tehlikelerini değerlendirdiğini yazısı Yakındoğu haber için tercüme edildi.

     

    Lübnan'da bölünme günden güne devam ediyor. Zafer kazanan taraf konumunu gitgide güçlendiriyor. Kurbanların sayısında sürekli bir artış var. Aynı zamanda çözüm fırsatı ihtimali de zayıflıyor. Çünkü diyalog kanalları kapalı. Arabulucular yarı aciz. Çünkü ellerinde tuttukları kartlar zayıf. Karar, Arapların ve birliğinin elinde değil. Sadece bölgenin tamamının dışında.

     

    Muhalefet cephesinin başvurduğu askeri çözüm yöntemi, gerek Lübnanlı gerek bölgesel tüm tarafların eteklerini tutuşturdu. Birincisi sürati nedeniyle. Ayrıca karşı taraf beklenmedik suretle çok kolay çöktü. Hem de kayda değer bir direnç gösteremeden... Zira güç dengeleri açısından ciddi bir eşitsizlik vardı. İkincisi gerçekleşenler sürprizdi.

     

    Ilımlı Arap ekseni ittifakı Lübnan'daki bu krize mezhebi bir kaftan biçme konusunda ısrar ediyor. Bunun için de vurucu televizyon enstrümanıyla birlikte muazzam basın imparatorluğunu örgütlüyor. Amaç bunun bir Sünni-Şii mücadelesi olduğunu vurgulamak ve Sünni Arap çevreyi Lübnan'da yenilgiye uğrayan kardeşlerine yardım etmek güdüsüyle gaza getirmek.

     

    Ancak pratikteki ittifakların doğası bu perspektifi tamamen yalanlıyor. Zira Hizbullah'ın başını çektiği muhalefet oluşumu iktidar oluşumunun içerisindekinden daha fazla Sünni’yi barındırıyor. Hıristiyan ve Dürzi çevrelerse iki taraf arasında eşit olarak bölünmüş durumda. Nitekim Ermeni tarafı için de aynı şey söyleniyor.

     

    Gerçekte bu mücadele Amerika Birleşik Devletleri saflarında duranlarla, onun hegemonya projesine direniş gösteren saflar arasında yaşanıyor. Nitekim aynı güç İsrail'in Arap ümmetine saldırısını destekliyordu.

     

    Amerika'nın tasnifine göre –ki aynı tasnif ılımlı eksen için de geçerlidir- iyi Sünni demek, Amerika'nın politikalarını destekleyen, İran, Hizbullah ve Filistin'deki direniş güçlerine karşı olan demektir. Kötü Sünni ise Filistin ve Irak'taki direnişi destekleyendir. Aynı ölçü, Şiiler, Hıristiyanlar, Ermeniler, Kürtler, Aşuriler, Keldaniler, Sabiiler ve Arap ve İslam dünyasındaki diğer etnik ve mezhebi gruplar için geçerlidir.

     

    * * *

     

    Ilımlı Arap ekseni ülkelerinin sürpriz şekilde kafa karıştırıcı derecede Lübnan'daki Sünnilerin üstüne düştüğünü görüyoruz. Burada Sünnilerden maksat Sayın Sa’ad Hariri ve Fuad Sinyora'yı destekleyen grup. Bu takdir ve övgüye değer bir çaba. Ancak şu soruyu sormak da hakkımız değil mi? Bu seçkinler, Sünni hamileri, Sünnilerin cesetleri kesik başları ve paramparça edilmiş cesetleri ile Bağdat sokaklarına atıldığında neredeydiler.

     

    Şu soruyu sormak da hakkımız değil mi? Bu Sünni hamileri Gazze'de bir buçuk milyon Sünni yemek, ilaç, yakıt, giysi, yedek parça ve yaşam için gereken en basit ihtiyaçları bulamadıklarında neredeydi? Bunların da ötesinde İsrail uçakları gökyüzünden, tankları karadan onları vururken neredeydi? Sonra Beyrut'a düşkün bu Araplar 1982 yılında Beyrut'u işgal ettiğinde, geçtiğimiz Temmuz ayında onu vurduğunda neredeydi?

     

    Beyaz Saray Sözcüsü dün Lübnan'daki duruma dair yüksek kaygılarını dile getirdi. Sözcü, ABD’nin bu çatışmanın arasında kalan masum siviller konusunda kaygılı olduklarını söyledi. Bizler, Lübnanlıların kendisi için sandığa gittiği demokrasiyi hak ettiğine inanıyoruz ve Amerikan sözcünün bu kaygısı konusunda onunla müttefikiz. Ancak kendisiyle sadece Lübnanlıların demokrasiyi hak ettiğine dair ısrarı konusunda anlaşmazlık durumundayız. Mısır, Suriye, Filistin ve diğer Arap halkları da demokrasiyi hak ediyor. Oysa Amerika, çoğuna hükmettiği yolsuzluk içerisindeki diktatör rejimleri destekleme noktasında ısrar ediyor.

     

    Lübnan halkı Amerika'nın sadece kendi müttefikleri tehlike düştüğü zaman kaygılanan politikalarının kurbanı. Amerikan yönetimi, kendi evini yıkanların dışındakilere anayasal meşruiyet tanımıyor. Dolayısıyla Başkan George Bush, Lübnan'daki demokrasinin sembolü Sayın Fuad Sinyora ile görüşecek. Ancak seçilmiş Başbakan İsmail Haniye ile asla görüşmeyecek, tokalaşmayacak da. Bush, Hamas Gazze Şeridi'nde darbe yapmadan önce de yapmadı, sonra da yapmayacak.

     

    * * *

     

    Ilımlı Arap ekseni ülkelerindeki hükümetler, Lübnan'daki iktidar liderlerini provoke ettiği zaman Lübnan halkı konusunda büyük bir suç işledi. Bu noktada Sayın Velid Canpolat'ın açıklamalarını ve basın toplantılarını da hatırlatmadan geçmemek gerekiyor. Kendisi savaşı ve askeri karşılaşmaya meydan okuyordu. Tüm bu provokasyonlar meyvesini verdiğinde de kendisini kışkırtan devletler sadece Arap Birliği Dışişleri Bakanlarını acil toplantıya çağırmak ve mücadele eden taraflarla görüşmeler yapmak üzere arabulucu bir heyeti Lübnan'a göndermekle yetindi.

     

    Lübnan'da muhalefet hatalar yaptı. Hamas hareketinin içerisine düştüğü duruma düştü. Her ikisinden önce Irak lideri Saddam Hüseyin de Kuveyt'i işgal ederek aynı hataya düşmüştü. Tabi ki aralarında büyük farklılık olduğunu biliyoruz. Ancak Lübnan gibi çoğulcu toplumsal yapıya sahip bir ülkede askeri çözüme başvurmanın yanı sıra tehlikeleri vardır. Bu pusuda bekleyen düşmanların elinde gerekçe verir. Belki de bu nedenle askeri çözüm sonrasındaki süreç öncesindeki süreçten daha tehlikeli olacaktır.

     

    Kimileri bu yönteme başvurmanın önleyici darbe niteliği taşıdığını savunabilir. Amacın direnişi arkadan vurmaya çalışan, direnişe iç savaşta darbe vurmak isteyen Amerikan planlarını etkisizleştirmek olduğunu savunabilir. Bunun da İsrail'e, rezil olduğu Temmuz yenilgisinin intikamını almayı kolaylaştıracağını söyleyebilir. Ancak bu görüş birçok açıdan mantıklı da olabilir. Ancak bu tür planlara karşı dururken son dakikaya kadar otokontrol gereklidir.

     

    Amerika ve küçüğüyle-büyüğüyle bölgedeki müttefiklerinin gerekçelerden yoksun kalmayacaklarını ve bunları değerlendirmekten kaçınmayacaklarını iyi biliyoruz. Aynı şey Irak'ta oldu ve Saddam'ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddia edildi. Ancak tetikte olmak ve en üst düzeyde uyanık kalmak gerekmektedir. Özellikle de Lübnan muhalefeti en fazla silaha sahip en güçlü gruptur. Arap ve İslam dünyasında en fazla desteğe sahip olan gruptur. Bunun devamlılığı İsrail saldırısına karşı koymayı sürdürebilmek için gerekli olan güvencelerden birisi de budur.

     

    İktidar yanlısı televizyon binalarının vurulması da hataydı. Sivillerin de vurulduğu söyleniyor. Hizbullah savaşçıları İsrail'in son saldırısı sırasında en güzel asayiş örneğini sergilemişlerdi. Liderleri, yerel ve Arap muhaliflerine karşı görülmemiş bir göğsü geniş tavır sergilemişti. Sabırlı ve hikmetli davranmıştı. Söylemlerde en ince edebi tabirlere başvurulmuştu. Basın özgürlüğü olan bir ülkede muhalif sesi susturmaksa kesinlikle doğru bir adım değil. Bu Hizbullah'ın demokratik sürece uyacağından şüphelenenlerin hanesine yazılan bir puan olarak kayda geçecektir.

     

    * * *

     

    Direnişin silahı toprakları işgal eden düşmanların karşısında her zaman için elde bulundurulmalı. Amerikan ve İsrail'in projelerine hizmet etmek üzere görevlendirilmeyi kabul etmiş bazı Lübnanlı liderlerin ümit ettiği gibi bu silah, Beyrut sokaklarına çekilmemeli.

     

    Son günlerde yaşanan olaylar reel güç dengelerini ortaya koydu. Tarafların doğal durumu meydana çıktı. Bu durum, tüm taraflar arasında gerçek ve ciddi bir diyalogun başlamasına yardımcı olabilir. Ortak yaşamın asgari düzeyi, zararların azaltılması ve sivillerin korunması bu diyalogun zeminini oluşturabilir. Eğer çözüme ulaşılmazsa bile kan akıtılmasını önleyecek bir ateşkes sağlanabilir. Hayat doğal seyrine geri döner ve bölgedeki durum daha bir netleşir. Zira Lübnan dosyası, Amerika'nın savaşlarının sonuçlarının toparlanmasına bağlı ve İran'ın gücünün belirmesine çok güçlü bir biçimde bağlı.

     

    Ümitli olmamız oldukça zor. Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelerde çıkan önceki savaşlar bize çatışma fitili bir kez ateşlendiğinde söndürülmesinin zor olduğunu öğretmiştir. Bu nedenle tüm ihtimaller masadadır. Özellikle de Amerikan savaş gemileri Akdeniz’e gönderildiği göz önünde bulundurulursa. Bunun amacı, güç gösterisi yahut Suriye-İran şer eksenine karşı İsrail'in merkezi bir rol oynayacağı yeni bir savaş başlatmak olabilir.

     

    Amerika bölgedeki savaşlarından hiçbirini kazanabilmiş değil. Lübnan'a yönelik askeri müdahalelerinin çoğu başarısız oldu. İsrail ordusu, alçaltıcı bir şekilde sadece Lübnan'daki direnişe yenildi. Aynı senaryonun herhangi bir Amerika yahut İsrail'in herhangi bir Lübnan saldırısında tekrarlanması uzak bir ihtimal değil. Ilımlı eksen ülkelerinin, rakiplerine karşı bölgesel savaşlarında daima Amerikan tanklarının ortaya çıkmasına güvenmesi esef verici bir durumdur. Şu anda da İran, Suriye, Hizbullah ve Filistin direnişine karşı kışkırtmalar başlamıştır.

     

    Bölge bir savaşa doğru gidiyor. Amerikan Başkanının bugün başlayacak ziyareti belki de bunun başlangıç sireni olacak. Şüphesiz ziyaretin işgal altındaki Kudüs'ten başlayıp, Mısır'a geçerek, Suudi Arabistan'da son bulacak olması bir tesadüf değil!

     

    Çeviri: Yakindoguhaber