YDH- Susen el-Ebtah, Suudi Arabistan sermayesiyle Londra’da yayımlanan Şarku’l- Evsat gazetesinde kaleme aldığı yazıda Selefi şeyhi Trablusi ile görüşmesi ışığında Selefilerin Hizbullah’la neden bir anlaşma imzalamaya yöneldiğini analiz ediyor.
YDH- Susen el-Ebtah, Suudi Arabistan sermayesiyle Londra’da yayımlanan Şarku’l- Evsat gazetesinde kaleme aldığı yazıda Selefi şeyhi Trablusi ile görüşmesi ışığında Selefilerin Hizbullah’la neden bir anlaşma imzalamaya yöneldiğini analiz ediyor.
Selefi Şeyh ile konuştum ve dedi ki: “Lübnan'daki Sünni cemaat parçalı bir yapıya sahip ve Selefilerde bunların bir parçası”
Selefi Şeyhi Trablusi esefle başını sallayarak dedi ki; “maalesef Selefiler her birinin kendi maslahatları, finansmanları ve ufak hedefleri olan hatta bazıları bazılarına düşmanlık eden ufak topluluklara dönüştüler.”
Trablus’taki İslamcı hareketlerle çağdaş olan ve onun bütün gediklerini bilen bu yaşlı Şeyh'ten Selefi gurupların, özellikle şimdilerde, ezeli düşmanları Hizbullah ile anlaşmak için neden bu kadar çabaladıklarını anlamaya çalıştım. Herkesin bildiği üzere bütün tarafların katıldığı aylardan beri devam eden görüşmeler var.
Yaşanan gelişmeler ışığında şu dört şeyin çok iyi anlaşılması gerektiği çok açık hale geldi.
Birincisi; Selefiler Truva Atı'nın içerisinde daha fazla kalamazlardı. Selefiler Lübnan'da kendilerini ateşin içine atmak yolunda oluşan ittifakın kokusunu aldılar. Bu nedenle ilk barış elini uzatan onlar olmak istediler.
İkincisi; çatışma meydana getirerek bundan nemalanmak isteyen medya dikkate alındı.
Üçüncüsü; Trablus'taki patlama anlaşma yanlılarını anlaşma yolunda daha hızlı adım atmaya itti; çünkü bu olayda suçlayıcı parmaklar İslamcılara yöneldi ve bu da onları endişelendirdi.
Dördüncüsü; Lübnan'da tarafsız kişilerden oluşan ''İyiliğe Davet Kurulu'' var. Bu kurul 14 Martçı ve 8 Martçı İslamcı güçler arasında mekik dokuyan ziyaretler yaptı.
Bu kurul Ramazan ayında yaptığı işi Sünni cemaat tarafından kabul gören ve tarafsızlığı üzerinde genel kabul bulunan Trablus Müftüsü’nün gözetiminde oluşturulacak anlaşma belgesi ile taçlandıracak. Bu diyalog havası çeşitli İslamcı guruplar arasında birlik fikrini kuvvetlendirdi. Tabi bunun kapsamına Şii-Sünni ittifakı da giriyor. Bunun etkilerini Hizbullah ile yapılan bu son analaşmada görmek mümkün.
Şeyh biraz dinleniyor ve devam ediyor:
“Bizim için önemli olan sürekli olduğu gibi daha fazla bedel ödememek. Trablus’ta istihbaratın şehri yaktığı hakkında bayağı bir konuşuldu. Yani yapıyor ve bunu İslamcıların üstüne yıkıyor. Yani herhangi bir yerde patlamalar oluyor, ardından bize yönelik tutuklamalar başlıyor ve hapse atılıyoruz. Biz bunu böyle algılıyoruz. Özellikle Daniyye ve Eşrefiyye ve Nehru’l- Barid olaylarından sonra böyle oldu. Biz hiçbir Sünni siyasi partinin bizi korumasının mümkün olmadığını biliyoruz.”
Şeyhin sözünü son Trablus patlamasını Fethu’-l İslam'ın üyelerinden birinin yapmış olmasına neden ihtimal vermediğini sormak amacıyla kesiyorum. Bomba çok küçük ve ilkeldi ve cemaatin baş düşmanı askerleri hedef almıştı. Ayrıca bu saldırı diğerlerine benzemiyordu. Şeyh hiç tereddüt etmeden bana cevap veriyor:
“Bu saldırı doğrudan öldürmek amaçlı yapılmış bir saldırıydı ve 16 ölü, 46 yaralı vardı. Bomba ilkel olmadığı gibi de çok profesyonel bir saldırıydı. Yer ve zaman iyi belirlenmiş, her şey çok iyi hesaplanmıştı. Bence İslamcı gurupları tecrit edip onları bütün saldırılardan mesul tutmanın anlaşılır bir tarafı yok.”
Şeyh bana bütün İslamcı gurupların altında imzasın olduğu bir “Şer’i Misak”tan bahsetti ve İslamcı gurupların buna bağlı oluklarını söyledi. Ben bunun üzerine bu kadar parçalı olan İslamcıların bu kadar kolay nasıl birleşebildiklerini duyunca şaşırdım. Bunu üzerine Şeyh: “Evet her gurubun kendi çıkarları doğrultusunda bakış acısı olabilir. Fakat iş ciddiye binince bütün gurupları bağlayan hükümler var ve herkes bunları dikkate alır” şeklinde cevap verdi.
Şeyh'e el-Müstakbel ile işbirliği yapan İslamcı gurupların, partinin tam muvafakati olmadan nasıl Hizbullah ile iş birliği yaptığını şaşkınlıkla soruyorum. Bu şaşırtıcı değil mi? Şeyh bana farklı bir şekilde cevap veriyor;
“Orda hâsıl olan bir maslahat vardır. Tersinden düşünelim. Ne kadar İslamcı grup laik el-Müstakbel partisi ile birlikte hareket ediyor?”
Konu Babu’t- Tebbane bölgesinde bütün şehri harabeye çeviren patlamalara geliyor. Şeyh bilgece bir soru soruyor:
“Bu savaşa birçok İslamcı gurup girdi, Alevilerle savaştılar; fakat bu fitne ne zaman bitecek? Ne zaman olaylar siyasi düzleme çekilecek? İslamcı guruplar ne yapıyorlar? Silahlanıyorlar, finansman buluyorlar ve askerileşiyorlar. Ne zaman başkalarını itham etmekten kurtaracaklar?”
Şeyh insanları düşünmeye çağırıyor. Abdunnasır'dan bu yana İslamcılar tecrübe kazanıyorlar; fakat Arap rejimleri onlara karşı suç işleyip haklarını çiğniyor. Peki, onlar Lübnan'da ne yapıyorlar.
“Siyasi ihtilafları düşünsel ve barışçı farklılıklara çevirmekten daha iyi bir şey düşünemiyorum; fakat İslamcı guruplar şu siyasi partilerin çıkarları için kurban ettiği kurbanlık koyunlara dönüşmüş bulunuyorlar.”
Şeyh uzun uzun İslamcı gurupların siyasi kuvvetini azaltan parçalanmasından bahsetti.
“El Mustakbel, Cemaat-i İslami ile ittifak yaparak büyük hata yaptı. Bu onu büyütmek yerine küçülttü.”
Şeyh daha de duygulanarak devam ediyor:
“Cemaat'in tarihi kökleri var, siyasi, bölgesel ve tarihi uzantıları var. Onların temsil ettiği bir halk kitlesi var. El Müstakbel neden onlara yeni bakanlıklardan birini vermedi. El Müstakbel onlara daha önceki seçimlerde de haklarını vermedi. Çoğu İslamcı guruplar içi içe geçmek yerine kutuplaşmaya gittiler. Biz hiçbir İslamcı partinin siyasi alanda söz sahibi olacak birleşmiş bir güç oluşturma peşinde olmadığını biliyoruz.”
Bunun için mi anlaşma arayışlarına giriyorlar?
“Tabi İslam bu günkü Selefilerin anladığının tersine, birleşmeye çağıran bir din”
Şeyh'in yanından ayrılıyorum ve yol boyunca düşünüyorum; bu ülkede bu savaşlar daha ne kadar devam edecek? Halkının savaşlardan uzak olduğu bir ülke inşa etmek bu kadar zor mu? Evet, İslamcılar ve laikler arasında şu an ilan edilmiş bir harp yok; fakat bu savaş hali küllenmiş bir ateş misali mevcut.
Bunun Selefiler ve Hizbullah arasında yapılan ittifakta etkin bir unsur olmasını garipsememek lazım. Bir kaç gün önce “Mirasından yükselen topluluk” başlığıyla sizlerle paylaştığım yazıya dönmek istiyorum. Orada Hizbullah ile başlatılan diyalogun mahiyeti hakkında herkesin anlaması için bir soruşturma yapmıştım. Okuyorum;
“Hizbullah'la daha yaralarımız kapanmamasına, akan kanlar kurumamasına rağmen bir araya geldik çünkü:
Birincisi; alevlerinin ilk başta Selefileri yakacağı fitne ateşini söndürmek istedik, çünkü bundan en çok laikler ve din düşmanları faydalanacaktı.
Geri kalan üç nokta beyanda mevcut ki bunların önemi ilkinden aşağı kalır değil. Şeyh ile konuşmamız sırasında söz onun endişelerine geliyordu. Acaba Lübnan'da İslamcı laik çatışması gün yüzüne mi çıkıyor? Bu ipler kimin elinde?
Çeviren: Emrah Kekilli