YDH- İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesinde imzasız olarak yayımlanan “Türkiye taraflarını seçiyor” başlıklı aşağıdaki makale, İsrail’in Türkiye’nin Ortadoğu’da bağımsız ve etkili bir aktör olmaya başlamasından duyduğu rahatsızlığı yansıtıyor.
YDH- İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesinde imzasız olarak yayımlanan “Türkiye taraflarını seçiyor” başlıklı aşağıdaki makale, İsrail’in Türkiye’nin Ortadoğu’da bağımsız ve etkili bir aktör olmaya başlamasından duyduğu rahatsızlığı yansıtıyor.
İsrail’in kurucularının, bir Arap düşmanlığı deniziyle yalıtılmış Yahudi devletinin kendisini İran ve Türkiye’yle –Araplardan kendilerine has farklılıkları olan Müslüman ülkeleri- aynı hizaya dizebileceğine dair büyük umutları vardı.
Beklenildiği gibi İsrail, yıllarca ihtiyacı olan petrolünün çoğunu Şah’tan temin etti ve Tahran’daki gayri resmi büyükelçiliğimiz Washington temsilciliğimizden sonra bizim için ilk sıradaydı. Türkiye ise 1949’da, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet oldu.
David Ben-Gurion, 1958’de Türkiye’ye gizli bir gezi gerçekleştirdi; ancak bir İsrail başbakanının, Ehud Barak’ın, açıkça ziyareti 1999’a kadar gerçekleşmedi. Türkiye, Arap Birliği’ne başkaldırarak 1996’da İsrail’le bir askeri ortaklık paktı imzaladı.
2002’de, Türkiye’deki İslami eğilimli Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Recep Tayip Erdoğan’ın liderliğinde ezici bir seçim zaferi kazandı. AB üyeliğinin peşinden koşmaya düşkün olan (Türkiye aday üyedir) Erdoğan, partisinin Ankara’nın İsrail’le bağlarını koruyacağını söyledi.
AKP yönetiminde korudu da; ama yakın zamanda, kuşkusuz isteksizleşti. Örneğin 2000-2005 Filistin intifadası sırasında, Erdoğan öngörülmüş bir su ticaretine engel oldu ve büyükelçisini geçici olarak İsrail’e geri çağırdı.
Hamas 2006 Filistin seçimlerini kazandıktan sonra, Türkiye Batı politikasıyla bağını kopartarak Hamas lideri Halid Meşal’e ev sahipliği yaptı. Türkiye, Şam’la ilişkilerini düzelterek, İsrail savaş uçaklarının Türk hava sahasını ihlalini bahane ederek Suriye nükleer tesisindeki 2007 baskınını protesto etti.
Nihayet geçen yıl Türkiye, İstanbul’da İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ı ağırladı. Ankara ve Tahran şu an samimi politik ve ekonomik bağlara sahip. Türkiye’nin Batı’dan açıkça uzaklaşmasına rağmen; Olmert hükümeti yine de Ankara’nın, Şam’la barış görüşmelerinde bir arabulucu olarak görev yapma teklifini kabul etti.
İsrail silahlı kuvvetleri, Dökme Kurşun Operasyonu’nda Hamas’a “karşı saldırı” yapmaya başladığından beri, Türkiye’deki hem hükümet hem de halk İslamcıların arkasında saf tuttu. Cumartesi günü İstanbul’daki İsrail konsolosluğunun önünde binlerce insan toplandı; 200 bin kişi pazar günü İstanbul’daki önemli bir meydanda gösteri yürüyüşü yaptı. Ankara, Diyarbakır, Trabzon, Adana, Bursa ve Şırnak’ta da büyük “Kahrolsun İsrail” yürüyüşleri vardı.
Erdoğan neredeyse, 11 gün önce operasyon başladığından beri Hamas şiddetini yıldırmak için gerçekleştirilen İsrail silahlı kuvvetleri operasyonunu durdurmaya çalışıyor. Kendisi; onu Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Suriye’ye götüren yeni sonuçlanmış bir araştırma misyonundan İsrail’i gösterişli bir biçimde alıkoydu.
Şimdi İsrail’in Gazze’de –söylediğine göre İsrail’in kendisini yıkıma sürüklemesine sebep olacak olan- “insanlık dışı davranışlar” gösterdiğini “keşfetmiş”. Zamanı gelince, Allah’ın “masumların” haklarına tecavüz edenleri cezalandıracağına inanıyor.
Gazze’de yaşanan insanlık trajedisi, bütünüyle İsrail’in hatası: “Hamas ateşkese bağlı kaldı; ama İsrail ambargolar uygulayarak bunu ihlal etti. Gazze’de, insanlar sanki açık bir hapishanede yaşıyorlar. Aslında, bütün Filistin açık bir hapishaneye benziyor…”
Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ekliyor: “İsrail’in yaptığı, vahşetten başka bir şey değildir.”
Erdoğan şüphesiz Hamas’ın Gazze’de güç elde ettiğinden beri yaptığı hiçbir şeyde bir hata bulamayabilir.
Türkiye, Güvenlik Konseyi’nde geçici üyelik koltuğunu daha yeni kazandı ve Ankara Hamas’la Birleşmiş Milletler arasında bağ olacağına yemin ediyor. Konsey’e ateşkes için Hamas’ın şartlarını teslim etme önerisinde bulundu.
Erdoğan aynı zamanda bu tarz bir uzlaştırmanın daha az inatçı bir Filistin politikası yaratmasının ya da ikisinden birinin İsrail’le birlikte yaşamayı taahhüt etmesinin pek mümkün olmamasına rağmen el-Fetih ve Hamas’ı bir araya getirmek için de baskı yapıyor.
Her şeyi hesaba kattığımızda, Türkiye’nin İsraillilere insan hakları konusunda vaaz verme hakkını kazandığına ikna olmuş bulunmuyoruz. Dünyanın ilgisi Gazze’ye yoğunlaşırken, Türk jetleri Kuzey Irak’taki Kürt mevzilerini bombaladı.
Yıllar boyunca, radikal PKK Türkiye’den bağımsızlık kazanma seferberliği peşindeyken on binlerce insan öldürüldü. Irak’taki Kürt siviller devamlı Ankara’nın hava kuvvetlerinin PKK faaliyetlerinin olmadığı sivil bölgeleri vurduğundan şikâyet ediyor.
Bir sonraki İsrail hükümeti; İsrail’in, dolaylı da olsa yok oluşumuzdan bahseden bir ülkeyi arabulucu olarak kabul edip edemeyeceğini düşünüp tartmalı. Bu arada, eğer Türkiye tek taraflılığında ve İsrail karşıtı söyleminde ısrar edecek olursa; Dışişleri Bakanlığı istişarelerde bulunmak için Ankara’daki büyükelçimizi geri çağırmayı gözden geçirebilir.
Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında köprü görevi gören bir yer olmakla İran, Hizbullah ve Hamas –bütün bölgenin dengesini bozma tehdidinde bulunan politikalar- tarafından savunuculuğu yapılan açmazlı İslami politikalar için propaganda yapmak arasında bir seçim yapması gerekiyor.
Çeviren: Zeynep Dursunoğlu
http://www.jpost.com/servlet/Satellite?cid=1231167265137&pagename=JPost%2FJPArticle%2FShowFull