• 01/08/09 - 01:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Aşura günü yaptığı konuşmanın önemli bir kısmını yine Gazze’de yaşanan gelişmelere ayırdı. Nasrullah, aşura günü münasebetiyle yaptığı konuşmada şunları söyledi:




    YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Aşura günü yaptığı konuşmanın önemli bir kısmını yine Gazze’de yaşanan gelişmelere ayırdı. Nasrullah, aşura günü münasebetiyle yaptığı konuşmada şunları söyledi:

     

    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile başlıyor, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'adır diyor, son peygamber olan efendimiz Abdullah oğlu Ebu’l- Kasım'a Allah'tan salât ve selam diliyorum.

     

    Allah'ın selamı ve salâtı peygamberimizin temiz Ehlibeytine ve seçkin ashabına ve bütün gönderilmiş peygamberlerle olsun diyor, efendimiz Allah'ın elçisinin kızı Fatıma'ya torunu Eba Abdallah Hüseyin'e ve Hüseyn'in ashabına selam ediyorum. Es Selamu Aleyk Ya Hüseyn ve evladu’l Hüseyn ve ashabu’l Hüseyn.

     

    Aziz kardeşlerim Allah'ın selamı ve bereketi sizlerle olsun.

    Aşura'nın gününde Hüseyin’in (a.s) torunu, zamanın sahibi, yeryüzünde Allah'ın halifesi İmam Mehdi'ye selam olsun, bütün müçtehit ve fıakihlerimize selam olsun, özellikle Ayetullah Uzma İmam Seyyid Ali Hameni'ye selam olsun. Bütün iman etmiş kadın ve erkeklere selam olsun.

     

    İmam Hüseyin'in (a.s) açtığı yol tıpkı bu gün olduğu gibi tarih boyunca da İslam ümmeti için bir cihat yolu olmuştur ve bu cihat yolu içerisinde şehit olmak önemli bir yer tutmuştur ve Hüseyin'in sesi, Müslümanların kulaklarında, kalplerinde ve akıllarında asil İslami yol ve gerçek bir çağrı olarak halen çınlamaktadır.

     

    O gün Hüseyin kendisiyle birlikte olanlara bir deve alıp gidin dediğinde onlar Hüseyin'e, “sen öleceksin de biz yaşayacak mıyız?” dediler. Sonra da “bizi öldürseler, sonra yakıp küllerimizi havaya savursalar, sonra tekrar dirilsek, sonra tekrar öldürüp külümüzü tekrar havaya savursalar hatta bunu bin kere yapsalar da seni yalnız bırakmayacağız” dediler.

     

    O büyük hanımefendi Hz Zeyneb, çok kısa bir sürede kardeşini, kardeşinin çocuklarını ve sevdiklerini kaybettiğinde rıza ve sabır talep etmekten başka bir şey yapmadı. Hüseyin şehit olduğunda onun yanına oturmuş ve sabırla ve metanetle Allah'tan bu şehitleri kabul etmesini talep etmekten başka bir söz etmemişti.

     

    Yanına oturmuş, başını gökyüzüne kaldırmış ve “Allah'ım bu kurbanı kabul et” demişti. Bu kurban düşmanlarına zelil olarak el uzatmak bize yakışmaz diyen, zalimlerle birlikte yaşamaktansa ölmek bizim saadetimiz olur diyen kişiydi. Bu kurban “zillet bizden uzaktır, bunu Allah, resulü ve müminler yasaklamıştır” diyen şehitlerin efendisi Hüseyin'di.

     

    Kerbela’da dillendirilen bu sözler, Hüseyin'in, Zeyneb'in ve o gün orada olanların sözleriydi. Bu sözler bizim fikri, toplumsal, kültürel, ruhi, vicdani ve şahadet aşkımızın temelini oluşturan asil İslami mektebin inşai sözleriydi.

     

    Aziz kardeşlerim Kerbele'da akıtılan bütün kanlar bir amaç için akıtıldı. Hüseyin’in (a.s) kıyamı kan dökücü, Allah'ın sınırlarını tanımaya, mücrim bir sultana meşruiyet vermemek içindi. Zira Hüseyin'den ona biat ederek onu meşrulaştırması istenmekteydi. Belki bu ufak bir kelime sarf edilecekti; ancak Hüseyin bunu kabul etmedi, çünkü o zalimin suçuna ortak olmak istemiyordu.

     

    Onun yerine şehit olmayı seçti; çünkü kendisi ve onunla birlikte olanların kanının arşı titreteceğini biliyordu. Kendisi ve kendisi ile birlikte olanların kanı Allah'ın dinini perde yapan tagutların tahtını sarsacak ve onların hâkimiyetini kuvvetlendirmelerine mahal vermeyecekti.

     

    Nitekim bu, gerçekleşti de Hüseyin adıyla devrimler gerçekleşti. Neticelerini bir tarafa bırakırsak Abbasilerin devrimi bunlardan biriydi.

     

    Aziz kardeşlerim ve bacılarım biz bu gün insanlarını yurtlarını gasp eden, mukaddesatı çiğneyen, kan döken, çocuk öldüren, hamile kadınları öldüren, katliam yapan bu Siyonist oluşum karşısında Hüseyin'in yaptığı gibi onu tanımayalım.

     

    O bizden bunu talep etmektedir; ancak sonuçları ne olursa olsun, ne kadar kurban verirsek verelim biz bu Siyonist zalimleri tanımayalım.

     

    Bu Siyonistlerin koruyucusu olan Amerika bizden kılıç ve ateş zoruyla dahi olsa bu oluşumun meşruluğunu kabul etmemizi istiyor; ancak İslam ümmetinin büyük bir çoğunluğu bunu kabul etmemektedir ve etmeyecektir de.

     

    Bu gün Gazze'de kardeşlerimizin yaşamaya mecbur bırakıldıkları hal bu oluşumun vahşi ve ırkçı yönünü ortaya koymaktadır ve bütün bu yaşananlar bu Siyonist oluşumun tanınmaması gerektiğini bir kat daha güçlendirecek bir etken olarak tarihe girmelidir.

     

    Aziz kardeşlerim ve bacılarım Gazze'de bu yaşananlardan sonra gelinen bu merhalede İsrail ile tabi ilişkilerin kesilmesi ve bu yapılanların gerçekliğinin bir katliam olduğunun itiraf edilmesi ümmetin halklarının yapması gereken en basit vecibelerindendir.

     

    Dün Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez Filistin halkına destek vermek için İsrail konsolsunu ülkesinden kovdu. Venezüella Amerika'nın çok yakınında bir ülke; ancak Chavez bunu insani bir kaygı ile yapmıştır ve bu yaptığı İsrail elçisini hala ülkesinde barındıranlara bir tokat niteliği taşımaktadır.

     

    Zira bu adamlar İsrail elçisini ülkelerinden çıkartmak gibi bir şeyi akıllarına bile getirmemektedir. Bu gün Arap halklarına liderlik edenlerin Filistin'e nasıl destek verileceği konusunda bir Latin Amerikalı liderden ders alma günüdür.

     

    Aziz kardeşlerim ve bu siyonist oluşum öldürdüğü kadın ve çocuklar için ödüllendirilmemeli cezalandırılmalıdır. Sizi temin ederim ki mensubu olduğumuz ümmet, bu siyonist oluşumu ve liderlerini cezalandıracaktır. Arap liderler İsrail ile anlaşma halinde olsa bile Arap halkları kesinlikle böyle bir hal üzere değildirler.

     

    Arap hükümetlerinin görevi bu gün İsrail ve Gazze arasında ara buluculuk yapmak değil, Gazze halkının ve direnişin yanında olmaktır. Arap hükümetlerinin görevi; İsrail'in kabul edildiği takdirde Filistin halkını zelil duruma düşürecek şartlarını kabul etmesi yönünde direnişe baskı yapmak yerine, İsrail saldırısının durması ve direnişe uygulanan ambargonun kalkması gibi hedeflerini gerçekleştirmesi için ona yardım etmektir.

     

    Dün Mısırlı bir yetkili Güvenlik Konseyi'ni protesto edercesine Güvenlik Konseyi'nin görevini yerine getirmesi için 650 tane şehit ve 2500 tane yaralı mı olması gerek diyerek iyi bir söz söyledi. Bu iyi bir çıkıştı. Fakat ben de bu Mısırlı yetkiliye şunu sormak istiyorum; acaba zafer için direnen Filistin halkına yardım adına, Mısır'ın gerçek ve nihai şekilde Rafah sınır kapısını açmak için 650 şehit ve 2500 yarılı mı olması gerekiyor? Yani Güvenlik Konseyi'ne sorduğu sorunun yarısını biz de kendine soruyoruz.

     

    Yani onlardan İsrail'e savaş açmaları talep edilmiyor, onlardan sadece Refah kapısını açmaları talep ediliyor. Dün arkadaşlar bana Mısırlı bir gurup avukatın beni Uluslar arası Ceza Mahkemesine dava ettiklerini söylediler. Davanın nedeni de savaşın ilk günlerinde yaptığım konuşmada şerefli Mısır halkına ve kahraman Mısır subaylarına Rafah sınır kapısını açması yönünde hükümete baskı yapmalarını söylemem imiş. Bu hükümete karşı askeri darbe yapmaya çağrı imiş.

     

    Bu sadece Rafah sınır kapısının açılması için yapılmış bir çağrı idi. Ancak elbette bu çağrı Lübnan'da, Kana'da, Cebaliye'de, Filistin'de hatta Mısır askerlerine yapılan katliamdan vicdanları titremeyen insanlar için pek bir anlam ifade etmeyecektir.

     

    Gazze'deki mazlum ve mustazaf insanlarla dayanışma adına yaptığım bu çağrı nedeniyle bana açılan dava dünya da ve ahirette de benim için bir övünç kaynağı olabilir ancak. Biz Temmuz Savaşı’nda Araplardan bize yardım etmelerini istemedik, bunun yanında bazıları bizim akan kanlarımıza ortak bile oldular. Ancak bu gün Gazze halkına yardım etmelerini onlara arka çıkmalarını, onlara hayat hakkı tanımayanlara ve ortaklarına erdemli bir duruş sergilemelerini talep ediyoruz.

     

    Yine dün Amerika'daki siyonist bülteninden haber aldığımız (dün bu konularda uzun uzadıya sözler edildi) kadarıyla, verilen demeçlerden anlaşılacağı üzere, siyonistlerin ve Amerika'nın hedefi hem Gazze'de hem de Batı Yaka'da Filistin meselesini bitirmek ve ortadan kaldırmak. Bu sözlerden anlaşıldığına göre iki devletin bir arada var olma imkanı kalmadığı için Gazze tarafı Mısır'a Batı Yaka ise Ürdün'e verilmek isteniyor.

     

    Bu Siyonistlerin ve Amerika'nın gerçek planıdır. Geçmişte iki devletin bir arada var olması adına söylenilen sözler bir serap ve aldatmaca idi. Onlar Filistinlilere, üzerinde devlet kurabilecekleri bir yer vermek istemiyorlar ve sorunun çözümünü Filistin'in toptan tasfiyesi olarak görüyorlar. Bu nedenle bütün Filistinli gurupların Hamas, el Fetih, İslami Cihat ve diğer bütün gurupların ulusal bir birlik oluşturmaları gerekiyor. Çünkü onları tasfiye etmek ve ortadan kaldırmak istiyorlar.

     

    Bu mesele artık Hamas'ın İslami Cihat'ın şu ya da bu gurubun meselesi olmaktan çıkmıştır, bu nedenle Gazze'deki direnişi desteklemek için bütün grupların sırt sırta vermeleri gerekmektedir.

     

    Aziz kardeşlerim 2006'da Lübnan'da bu güne kadar Gazze'de verilen mücadele ve direniş kahramanca bir azim ve sebat ile verilmiş bir mücadeledir. Bu iki mücadele savunma stratejisi hakkında açıklığa kavuşturulması gereken bütün tartışmaları açığa kavuşturmuştur.

     

    Zira dünyanın en güçlü ordularından biri küçük bir bölgede ambargo altında mütevazı imkanlarla; ancak derin bir inanç ve sebat ile direnen insanlar karşısında hedeflerini gerçekleştirmek noktasında aciz kalmıştır. Buradan düşmana karşı direnmenin tek yolunun halk ile el ele vermiş içi içe geçmiş silahlı bir direnişin olduğu çok açık olarak ortaya çıkmaktadır.

     

    Aziz kardeşlerim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi devletlerin aldıkları kararlara bakın, bunlar İsrail'in Filistin'de yaptığı katliamı kınamaktan aciz olduğu gibi, BM'ye bağlı bir okula yapılan saldırıyı kınamaktan bile acizler.

     

    Bundan önce BM karargahında yapılan ve yüz kişin öldüğü Kana katliamı ve ikinci Kana katliamını da kınayamamışlardı. BM çoluk çocuk kadın katliamı yapılan olayları bile kınamaktan aciz iken bu kurumun mustazaf halkları korumasını beklemek ne kadar doğru ve insaflı olur?

                     

    Aziz kardeşlerim bu gün olanlar hepimizi ilgilendirmektedir, bölgede ve Lübnan'da bütün gözler sizin üzerinizdedir. Bu gün çok dakik ve hassas bir merhalede bulunmaktayız. Bizler uygulanmak istenen projenin boyutlarını ve bu yolda yapılan anlaşma ve işbirliğinin ne kadar derinlere kök saldığını bilmiyoruz. Durum bütün ihtimallere açıktır, bu nedenle sürekli uyanık, tetikte ve ani gelişmelere hazırlıklı olmalıyız.

     

    Dün Olmert'in Sarkozy'ye, “Bu gün Hamas yarın Hizbullah” dediği nakledildi. Ben Lübnan'da yenilmiş olan Olmert'e buradan “Sen ne Filistin'de ne de Lübnan'da bir şey yapamazsın demek istiyorum.

     

    Günlerdir, haftalardır, Gazze saldırısından önce ve Gazze saldırısından sonra düşmandan tehditler duyuyoruz. Yok bizi bir günde yok edeceklermiş, yok bir saatte yok edeceklermiş, yok masa üstünde yok edeceklermiş, yok masa altında yok edeceklermiş. Onlara biz buradayız ne zaaf ne de korku gibi bir hal üzere değiliz, uçaklarınız ve tehditleriniz bizi korkutmuyor demek istiyorum.

     

    Biz bütün ihtimallere karşı hazırlıklıyız. Eğer bizim topraklarımıza evlerimize girecek olurlarsa Temmuz Savaşı’nda gördükleri, şimdi göreceklerinin yanında çok hafif kalacak. Biz buradayız, silahlarımızı bırakmayacağız meydandan kaçmayacağız, direnişimiz dökülen kanların ve verilen kurbanların unvanıdır.

     

    İsrail'e Lübnan sınırı konusunda güvence veren bütün seslerden, İsrail'in genelde Lübnan'ı özelde ise Lübnan direniş hareketi Hizbullah'ı tehdit eden sözlerine bir karşılık duymayı hep ümit ettim. Neden Siyonistler konuştuğunda bir cevap duymuyoruz. Fakat Gazze'de kardeşlerimizin öldürüldüğü ve Lübnan'ın tehdit altında olduğu bir zamanda, bazı ihtimallerden bahsedildiğinde birileri hemen İsrail'e garanti vermek gibi bir telaşın içine düşüyor.

     

    Aziz kardeşlerim Aşura'nın onuncu gününde bu gelişmelerin yaşandığı bir zaman diliminde, bizler Hüseyni bir ruha, Hüseyni bir basirete, Hüseyni bir kabullenişe, onun Allah'ın yazdığına olan sabrına, şehadet aşkına, direniş ve cihattaki sebatına muhtacız.

     

    Bizler geçmişte olduğu gibi Hüseyin'in yanında iken olduğu gibi, ruhumuzu şehadet yoluna kurban verebiliriz. Bizler bizden öncekilerin yaptığı gibi, çocuklarımızı ve sevdiklerimizi inançlarımız uğruna, izzetli ve şerefli bir yaşam uğruna şehit verebiliriz. Aradan geçen yıllar gittiğimiz yolun ve düşünce biçimimizin doğruluğunu kanıtlamıştır.

     

    Halkımız ve halkımız anneleri ve onların evlatları sarsılması mümkün olmayan bir ruh inşa eden sloganımızı her gün tekrar etmekteler; “Lebbeyke Ya Hüseyn!”

     

    Bazıları onunla anlaşsa da İsrail bizim ve ümmetimizin düşmanıdır. İsrail'in koruyucusu olan Amerika ümmetimizin düşmanıdır ve öyle de kalacaktır.

     

    Bu gün burada bulunan herkese, düşmana izzetle ölmek ve zilletle yaşam arasında bir tercihe zorlandığında izzetle ölmeyi tercih eden bir ümmet olduğunu gösteren bu topluluğa teşekkür ediyoruz.

     

    Allah'ın rahmeti ve bereketi sizinle olsun.