Gershom Baskin, Open Democracy için kaleme aldığı bu analizde Filistinli mültecilerin geri dönüşü ile İsrail’in bir Yahdi devleti olarak tanınması ön şartları çerçevesinde İsrail-Filistin diyalogunun geleceğini tartışıyor.
YDH- Gershom Baskin, Open Democracy için kaleme aldığı bu analizde Filistinli mültecilerin geri dönüşü ile İsrail’in bir Yahdi devleti olarak tanınması ön şartları çerçevesinde İsrail-Filistin diyalogunun geleceğini tartışıyor.
***
İsraillilerin İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak görmeleri karmaşık bir mesele, bunun yanında dönüş hakkı meselesi İsrail’in diyalog ajandasında en tartışmalı konu olarak mevcudiyetini sürdürüyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun görüşmelerin ön şartı olarak öne sürdüğü İsrail’in bir Yahudi devleti olduğunun kabul edilmesi meselesinin görüşmelerin önüne engel olarak konulmuş kasıtlı bir şart olduğu İsrail’deki sol eğilimli barış kampında birçok kişi tarafından kolayca fark edildi. Ancak maalesef Filistinliler bu tuzağa düştüler, tuzağı anlamadıkları gibi İsrail’in görüşmeler için Filistinli bir muhatap yok şeklindeki anlatımının daha da kökleşmesine yardımcı oldular.
Buna rağmen ne yapılmak istendiğini layıkıyla anlamamakta Filistinliler tamamen suçlu değil. Bir noktaya kadar İsrail’in diyalog ajandasındaki en tartışmalı konu olan mültecilerin geri dönüş hakkının hasıraltı edilmesi için uğraştığı aslında oldukça aşikâr.
İsrail eski Baş Müzakerecisi ve Dışişleri Bakanı Tizipi Livni aynı isteği Kasım 2007’deki Annapolis Zirvesi öncesinde izhar etti. O zaman Başkan Bush’un okuduğundan başka ortak bir açıklamanın yapılmamış olmasının nedenlerinden bir başkası da Livni’nin Filistinlilerin İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak kabul etmesi arzusu olduğunu biliyoruz. (Zaten İsrail’in Yahudiliği meselesi de oldukça karışık ve yanlış anlaşılabilir bir mesele.)
İsrail’in Yahudi Devleti olarak isimlendirilmesi eğer İsrail Bağımsızlık Bildirisi’ne veya Filistin’i Yahudi ve Arap Devleti olmak üzere ikiye ayıran BM’nin 181 sayılı kararına atfen yapılacak olursa, burada İsrail ‘’Yahudi halkının ulus devleti’’ ya da dini temelli bir devlet olarak dinin özünü teşkil ettiği bir yapı diye tanımlanmıyor. Buna karşılık Netanyahu İsrail için “Yahudi halkının devleti” ya da “Yahudi halkın ulus devleti” şeklinde bir tanım yaptı.
Siyonizm başlangıçta Yahudi milletinin sadece dini terimlerle yapılan tanımlarla sınırlandırılmasına karşı yapılmış bir devrimdi. Avrupa’da Fransız Devrimi ile önü açılan ulusal hareketlerin gölgesinde Yahudi aydınlar yaşadıkları ülkelerdeki özgürlük hareketinin dışına itildiklerini fark ettiler.
Belli bir toprak parçası üzerinde tarihi bağlantıları olan organize topluluklar oluşturma çabasının bir parçası oldular, işte Siyonizm Yahudiliğin sesi olma iddiasıyla doğmuş bir harekettir. Aslında Siyonizm bir aidiyet duygusu ve ulusal onur talebinin bir ifadesi idi.
Yahudilerin çok uzun süreden beri başkalarının isteklerinin kurbanı olduğu fikrine odaklanmışlardı. Böylece başkalarının kendi tarihlerini yazmasına müsaade etmektense, kaderlerini kendi ellerine alarak geleceklerini kendileri belirleme kararı aldılar.
Yahudiler kendi kültür mirasına ve kendi köklerine döndüklerinde bunun Kutsal metinlerde var olduğunu anladılar, kutsal metinler üzerinden de kendi tarihi yurtlarına dönme vakitlerin geldiği düşündüler.
Siyonist hareket ise seküler ulusçu bir kültür ve anlatı oluşturarak dini ritüeller, gelenek ve dini hukuktan kurtulma yoluna baktı. Daha sonra doğacak olan dini temeldeki Siyonizm hareketini (ki azınlıkta kalmıştır) hariç tutacak olursak, Siyonistler Yahudileri ulus, halk, kültür ve tıpkı “Fransa Fransızlarındır”da olduğu gibi “İsrail Yahudi’dir” anlayışı mirasına sahip bir toplum olarak niteledi.
İsrail devleti doğduğu ve İsrail Bağımsızlık Bildirisi yayınlandığı günden bu yana İsrail’in kurucuları da İsrail Yönetimi de İsrail’i üniter yapıda bir ulus devlet ya da Yahudilere ait bir dini devlet olarak tanımlama arzusunda ne bulundular ne de bu yönde bir politik plan yaptılar.
Bu, Filistinlilerin İsraillilerin İsrail’i “Yahudi Devleti” ya da “Yahudi insanların ulus devleti” şeklinde görmediklerine dair göz önüne aldıkları nedenlerden biri. Sayın Netenyahu hiçbir zaman devlet içerisinde vatandaş olan yüzde 20’lik kesimin haklarını hasıraltı etmeyi ne düşündü ne de böyle bir şey önerdi.
İsrail hukuk sistemi tarafından da yasadışı ilan edilen Kahana’s Kach gibi bazı uç partileri hariç tutarsak, Siyonist partiler bile İsrail içindeki Filistinli azınlığın varlığını itiraf etmekteler. İsrailliler her ne kadar İsrail içerisindeki Filistinli azınlığı “Ulusal azınlık” olarak tanımlamasa da yine de İsrail’in bir Yahudi Devleti kabul edilerek Filistinlilerin sınır dışı edilmesi gibi bir eğilim hiçbir şekilde işaret vermiş değil. Eğer Filistinliler İsrail’in “Yahudi Devleti” ya da “Yahudi insanların Devleti” olarak kabul edildiğine dair delil getirmek isterlerse “Sadece Yahudi Devleti” iddiası kesinlikle zayıf bir delil olacaktır.
Ancak gelinen noktada, İsrailliler ve Filistinliler yani iki taraf da karşı tarafta barış için gerçek bir muhatap olmadığı duygusuna kapılmış durumda. Filistin’de Hamas’ın seçilmesi ve Gazze’den İsrail’e sürekli atılan füzeler, İsrail kamuoyunda Filistinlilerin kendileriyle barış içinde yaşamak istemedikleri şeklinde bir kanaat oluşturdu.
İsrail kamuoyuna sürekli medya ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla Filistinlilerin kendileriyle barış içinde yaşamak istemediği söylendi. Bu propaganda araçlarında kullanılanları örneklemek gerekirse, Hamas’ın Gazze’de çektiği videolarla, Filistin ders kitaplarından uç noktalarda bazı örnekler zikredilebilir.
Bunun yanında İsrail’ce uydurulmuş bir hikâye olan, İsrail’in eski Başbakanı Olmert tarafından Abbas’a Haremu’ş- Şerif’in tamamının yönetimin verilmesi teklif edilmesine rağmen Abbas bunu reddetmekten çekinmediği gibi bir de utanmadan karşı teklif yapmaktan da rahatsızlık duymamış.
Bütün bu söylenilenlerin tersi Filistin tarafının bakış açısı için de denilebilir ve ispatlanabilir. Zira onlara göre İsrail’in Lübnan’a saldırması, Gazze’ye saldırması, sürekli yeni yerleşim birimleri kurması, duvarın varlığı, tutuklamalar, binlerce Filistinlinin İsrail hapishanelerinde olması İsrail’de barış için bir muhatap olmadığının göstergesi.
Aslında tarafsız olarak olaya yaklaşacak olursak, Filistinlilerin ve İsraillilerin birbirlerine karşı dürüst olmalarını gerektirecek bir neden yok. Uzun süredir karşılıklı güven eksikliğini elde etmek için uğraştılar. Bu da “İsrail’in Yahudi Devleti” olması gibi zorunlu olmayan taleplerin zorunlu talepler olmasına neden oldu. Bu gelinen noktada ise, bu gün Filistinlilerin İsrail’i tehdit ettiği temel nokta Kassam Tugayları’nın bombaları ya da canlı bombalar değil “Nüfus Bombası” olarak karşımıza çıkıyor.
Mültecilerin geri dönüşü söyleminde karşılığını bulan bu mesele İsrail’deki korkunun temelini teşkil ediyor. Zira İsrail’in Yahudiliğini hiçbir şey Filistinlilerin çoğunluk olması ya da Filistinli azınlığın sayısının artması kadar tehdit etmeyecektir.
İsrail sabık Başbakanı Ariel Şaron’un daha önceki bütün yaptıklarına rağmen Gazze’den çekilmesini ya da Olmert’in Barak At Taba’nın arkasına çekilmesi ancak bu nedenle açıklanabilir. Bu nedenle İsrail’in bakış açısına göre mültecilerin geri dönüş meselesi, ancak bir Filistin devletinin var olması durumunda mümkün olabilir. Aksi taktirde bütün barış ümitleri ölecektir.
Bu temel prensip uygulanmadığı müddetçe tahmin edilebilir gelecekte sürdürülebilir bir uzlaşma mümkün olmayacaktır. Yani Filistinliler İsrail’i bir “Yahudi Devleti” olarak kabul etmedikleri müddetçe anlaşma mümkün olmayacaktır.
Filistin ulusal şairi Mahmut Derviş bunu Kasım 1988’de Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nde Yaser Arafat’ın okuduğu Filistin Bağımsızlık Bildirgesi’ne koydu. Sari Nuseybe dışında Filistinli liderler mültecilerinin İsrail’e dönüşünün mümkün olamayacağını gizli toplantıları dışında kamuoyuna açık yerlerde dillendirmekten kaçındılar; ancak bu gerçeğin farkındaydılar.
Buna rağmen Filistinli liderler kamuoyuna yönelik yaptıkları konuşmalarda ve yazılarında mülteciler anahtarlarını üzerlerinde taşısınlar yarın Caffa, Ramle, Rod ve diğer yerlerdeki evlerine geri dönecek diyerek kendi halklarını kandırdılar. Filistinliler gerçek ile ilişkisi olmayan ders kitaplarındaki haritalarında söz konusu yerleri İsrail’in değil de Filistin’in sınırları içerisinde gösterdiler. Peki, okuyucun bunda ne anlaması bekleniyordu? Ya da Filistinlilerin gerçek eğilimleri ne idi?
Benim inancıma göre Filistinli liderler Filistinli mültecilerin İsrail’e geri dönmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorlar. Hatta Filistinlilerin büyük bir çoğunluğu da bunun böyle olduğunun farkındalar; ama kalbi olarak bunu kabul edecek seviyeye gelmediler. Bu bağlamda şu da bilinmeli; “İki devletli çözüm” ile “Geri Dönüş Hakkı” arasında ciddi bir çelişki var.
Akla uygun olan iki devletli çözümü reddetmektir. Benim inancıma göre hem iki devletli çözümü hem de geri dönüş hakkını savunmak akli yetkinlikten yoksun olmaktır. Bu nedenle bunu savunanlar akli yetkinlikten yoksun kişilerdir.
Filistinliler o zaman Filistin’in yüzde 100’ünü istediler, kendilerine yaklaşık yüzde 50’si önerildi, ancak bu gün ancak yüzde 22’lik bir kısmında yerleşimlerine izin veriliyor. Ancak bu durumda Filistinliler sadece durumun kurbanı değiller, kendi kaderlerinin bir noktaya kadar sorumluluğunu da taşıyorlar.
İsrailliler de mevcut durumun ve Filistinliler maruz kaldıklarının büyük bölümünün nedeniler. Yani iki tarafta bu kötü durumda kendi sorumluluğunu kabul etmeliler.
Filistinli mültecilerin uluslararası hukuka göre kuşaklar üstü haklara sahip tek mülteci gurubu. BM’nin kendi haklarına ve ihtiyaçlarına baktığı tek mülteci gurubu. Ne için Filistin yönetimi kurulduktan sonra UNRWA Filistin yönetiminin etkinliği altındaki bölgelerdeki faaliyetlerine devam etti?
Neden mülteciler Filistin yönetimi tarafından kurulan ve yürürlüğe konanın dışında kendi eğitim sistemi ve sağlık sistemlerine ihtiyaç duyuyorlar? Neden Filistin Yönetimi ya da uluslar arası toplum Filistinli mültecileri Filistin Yönetimine entegre etmek için çaba göstermiyor?
İşgal edilen topraklarda her iki Filistinliden biri mülteci olarak nitelendiriliyor. Ben mültecilerin bireysel olarak neden mülteci konumlarını devam ettirmek istediklerini anlayabilirim.
Çünkü ev desteği, yemek, eğitim ve sağlık gibi çeşitli konularda yardım alıyorlar. Ancak iki ayrı sistemin birlikte var olmasının nedeni ne? Yani bu onların bir gün evlerine geri dönecekleri mitini canlı tutmak ve çatışmayı desteklemek değil mi?
Çeviri: YDH
http://www.opendemocracy.net/article/email/the-right-of-return