• 01/10/10 - 01:00
  • Yazar: Mesih Muhaciri
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- Mir Hüseyin Musevi’nin son bildirisini yayımladığı için hükümetten kapatma uyarısı alan Cumhuri-i İslami gazetesi başyazarı Mesih Muhaciri, ülkede yaşanan siyasi bunalım konusunda 10 maddelik bir çözüm analizi yapıyor.




    YDH- Mir Hüseyin Musevi’nin son bildirisini yayımladığı için hükümetten kapatma uyarısı alan Cumhuri-i İslami gazetesi başyazarı Mesih Muhaciri, ülkede yaşanan siyasi bunalım konusunda 10 maddelik bir çözüm analizi yapıyor.

     

    Hüccetulislam Mesih Muhaciri, “Yol Açık” adlı makalesinde şunları söylüyor:

     

    Yabancıların iradesi, İran’ın bağımsız, gelişmiş ve özgür bir ülke olmasını engelleme yönünde olsa da bu irade ancak 1979 yılı şubatına kadar yürürlükte olabildi. 11 Şubat 1979’da İslam Devrimi’nin zafer kazanmasıyla ABD’nin İngiltere’nin ve uluslar arası siyonizmin o zamana kadar İran’da sürdürdükleri hakimiyet kesildi ve İran halkının iradesi onların iradesinin yerini aldı.

     

    Bu değişiklik, bu şeytani güçlere pahalıya mal olmuş olsa da, onlar İran üzerinde yeniden nüfuz kurabilmek için hiçbir komplodan geri durmadı. Fakat büyük bir bina olarak yükselmesi için temelleri İmam Humeyni tarafından sağlamlaştırılan İslam Cumhuriyeti nizamı, bu tür komplolarla sarsılabilecek ve zarar görecek bir şey değildi.

     

    Bu gerçeklik İmam Humeyni tarafından sürekli olarak: “Yabancı güçler İslam Cumhuriyeti nizamına herhangi bir zarar veremez” şeklinde ortaya konurdu; ama İmam daima bu nizamı içeriden tehdit eden tehlikelere karşı da uyarırdı.

     

    İhtilaf, ayrılık, konformizm, dünyaya düşkünlük, kötümserlik, güç tutkusu ve bencillik, İmam’ın tehlike fabrikasının hammaddeleri olarak zikrettiği ve herkese de onlardan uzak durmasını tavsiye ettiği şeylerdi.

     

    Şunu açıklıkla söylemeli ve kabul etmeliyiz ki, bugün bu tehlike ortaya çıkmış ve herkesi de tehdit etmektedir ve biz istesek de istemesek de kabul etsek de etmesek de tehlike zilleri çalmaktadır. Tehlike, zili çalmakta ama içeri girmek için izin istememekte; kapının açılmasını beklememektedir. Hatta kapı kapalıyken bile içeri girebilmektedir. Bununla birlikte hala geç olmuş değildir ve ona karşı koyma fırsatı hala bulunmaktadır, elbette o Bilge Pir’in uyarılarına dikkat eder ve nasihatlerine uyarsak.

     

    İlk tavsiye şudur: Hiç kimse kendini aklamaya ve karşı tarafı kusurlu göstermeye çalışmamalıdır. İkincisi, taraflar hata yaptıklarını kabul etmelidir. Üçüncüsü, hatanın ölçüsünün tayini için pazarlık yapılmamalıdır. Hangi tarafın ne büyüklükte hata yaptığının bir önemi yoktur; önemli olan hatanın kendisini kabul etmektir. Dördüncüsü, herkes, bu hatanın telafisi için çalışmalı ve bu iş için ciddi bir irade göstermelidir. Beşincisi, herkes nizamın korunmasını esas almalı ve bu hedefin gerçekleşmesi için gerekli hoşgörü ve fedakarlığı göstermelidir.

     

    Bugün meselenin portresini görmek son derece önemli ve hayatidir. Meselenin portresini tanımaksızın veya onu silerek bu tehlike hissedilemez. İki taraf da umutsuz olmamalıdır; sorunun çözümüne yönelik adım atabilmek ve bunu başarabilmek için umutlu olmak gerekir.

     

    Bugünkü meselenin portresi özetle şöyledir:

     

    1-Halk, çeşitli münasebetlerle yeri geldikçe İslam Devrimi ile ve İslam Cumhuriyeti ile birlikte olduğunu; İran’ın bağımsızlığını ve kendi inançlarını korumak için her bedeli ödemeye hazır olduğunu göstermiştir. Son aylarda yaşanan olayların mahiyetine girmeksizin hepimiz şu gerçeği bütün benliğimizde hissettik ki mesele kutsallara, ilke ve esaslara gelince tüm halk, sahneye çıkmakta ve bunları korumak için hiçbir çabayı esirgemeyeceğini göstermektedir.

     

    2- Yine bu halk, kendisinin de ifade ettiği gibi kavgalardan bıktığını ve bu keşmekeşin devamına tahammül etmeyeceğini göstermiştir. İran halkı; ülkenin bağımsızlığını, dinini, inançlarını ve kutsallarını korumak için sonsuza kadar sahnede kalabilir ve bundan da asla bıkıp yorulmaz; ama şu an gözlemlendiği gibi yetkililerin, siyasilerin ve aydınların birbirine düşmesinden, ülkenin imkanlarının bu yolda telef edilmesinden ve düşmanların bundan dolayı sevinmesinden bıkıp usanır ve bunun devam etmesine de tahammül edemez.

     

    3- Halk, bıkıp yorulduğu gibi tehlikeyi de hisseder. Son haftalardaki kavgalar o kadar arttı, şiddetlendi ve sertleşti ki bu durum herkesi kaygılandırdı. Belli bazı kişilerin alkışlamalarına ve heyecan göstermelerine bakmayın. Geniş halk kitleleri, kavganın taraflarının birbirini karalamasından, birbirine “Yezid, İbn Ziyad, Ömer bin Sa’d ve Şimr” diye isimler takmasından dolayı endişeleniyor ve kendi arasında “yoksa gelecekte bir iç savaşa ve kardeş katline mi şahit olacağız” diye soruyor. Akil adamların bu tehlike ilanını ve endişeleri ciddiye alması ve bunun ortadan kaldırılması için çareler düşünmesi gerekiyor.

     

    4- Kutsallara yönelik küstahlıklar ve hakaretler oldukça arttı, bu durumun ülkenin ve halkın hayrına olmadığından şüphe yok. Hiç kimsenin dini ve milli kutsallara yönelik hakaret ve küstahlıklardan memnuniyet duymaması gerekiyor. Akmaya başlayan bu sel durdurulmazsa hiçbir ayrım yapmadan herkesi kendisiyle birlikte götürür. Bu küstahlıklar bir anda ortaya çıkmadı, bunlar birtakım yanlış davranışların bir sonucudur. Bu yıkıcı selin durdurulabilmesi için bir an önce bunların kökleri bulunmalı ve yok edilmelidir.

     

    5- Bugün birçoğunun dilinde, kaleminde, hoparlörlerinde ve maalesef bazı cuma minberlerinde tanık olduğumuz şiddet yaratan söylem, hiçbir şekilde İslam Cumhuriyeti’nin şanına yakışmamaktadır. İslam Cumhuriyeti nizamı, ahlaki ve kültürel bir nizamdır. Mümince ve mütedeyyince davranışlarla toplumu ahlaka, saygıya, edebe, metanete, kardeşliğe ve vahdete sevk etmek gerekir. İftiraya, saygısızlığa, tehdide, ihtilafa ve tefrikaya değil. Bugün bazı dillerin, kalemlerin, hoparlörlerin söylemi kandan ibarettir ve böylesi bir söylem İslam Cumhuriyeti nizamının kutsallığından uzaktır. Öfke ve kızgınlıkla hırlayarak karşı tarafın üzerine yürümenin, birinin diğerini cuma minberinden “yeryüzünde fesat çıkaran” diye nitelemesinin, filan hoparlörün katl fetvası yayımlamasının, tekfir edip fasık diye damgalama furyası başlatılmasının hangi İslami ölçüyle bağdaşır yanı bulunmaktadır? Acaba şimdiye kadar hiçbir kitapta okumadığımız yeni bir İslam mı zuhur ediyor?

     

    6- Ülkemizde itiraz kültürü bulunmuyor. İtiraz edenlerin hakları resmi olarak tanınmadığı gibi, itirazcılar da itirazın kurallarına riayet etmiyor. Gerektiği yerde kendi tutumunu açıkça ortaya koymak yerine sürekli aynı şeyi tekrar ediyor, kırmızıçizgileri geçenleri kınamıyor. Karşı taraf ise itirazcı, çeşitli meselelerle ilgili itirazlarını ve bakış açısını ortaya bile koyamadan onu Amerikancı, İngilizci, münafık, rejim karşıtı, İmam Hüseyin muhalifi diye damgalıyor. Münafıklara, Amerika’ya, İngiltere’ye karşı açık bir tavır alıp bildirisine « السلام عليك يا اباعبدالله اني سلم لمن سالمكم و حرب لمن حاربكم و ولي لمن والاكم وعدو لمن عاداكم »   diye yazınca da “gördünüz mü işte o, Ömer İbn Sa’d’ın kampında yer alıyor!” diyorlar. İtiraz kültürü bizde bu şekilde hesapsız kitapsız oldukça ve taraflar bunun kurallarına bağlı kalmadıkça biz, İslam İnkılabı’nın ideallerinin hayat bulduğuna tanık olamayacağız.

     

    7- Birer kültür yaratıcısı olması gereken; toplumda aklın, hukukun, dindarlığın, ahde bağlılığın yerleşmesine çalışması gereken basın ve medya yöneticileri, birer problem kaynağı haline gelmiş bulunuyor. Devlet radyo televizyonu, ülkeyi hiç kimsenin karşı yönde hareket etmeye hakkı olmayan tek yönlü bir cadde olarak görüyor. Basından sorumlu yetkililer, itirazcı bir şahsın nizamı savunan, Amerika’ya, İngiltere’ye ve münafıklara tepkisini ve nefretini dile getiren bir bildirisi bir gazetede yayımlandı diye o gazeteye, yeşil renkli manşet kullandığı için uyarı gönderiyor. Adeta bu hazretlerin “niyet okuma cihazları” var ve bu sayede manşeti yeşil renkte atan gazetenin teknik bölümünün hedefinin Muaviye yeşili mi Alevi yeşili mi olduğunu keşfedebiliyorlar!

     

    8- Tasfiye siyaseti, bugün en üst düzeydeki dini, milli ve siyasi şahsiyetlere kadar ilerledi. Bu kılıç daha nereye kadar kesmeye devam edecek? Bu ne biçim bir düşüncedir ki hatta bir taklit merciini bile bu tasfiye kılıcının menzilinde görüyor. Onu dinlemek yerine, onunla ilmi tartışmalar yapmak yerine, onu ve fetvalarını eleştirmek yerine onun mercilik salahiyetine sahip olmadığını ilan etmeyi tercih ediyor. Biz Ayetullah Sanii’nin bazı siyasi tutumlarına ve bazı fetvalarına katılmıyoruz; ama bu şekildeki müdahale siyasetini ulemanın ve İslam Cumhuriyeti’nin faydasına görmüyoruz. Devlet televizyonunda bir şahsın böylesi bir konuyu söz konusu etmesi; Sayın Sanii’yi, Sayın Şeriatmedari ile mukayese ederek bundan, “orada mercilik salahiyetinin olmadığının ilan edilmesi doğrudur o halde burada da doğrudur” şekline bir sonuca varması, ya bilgisizlikten ya da kendini bilgisizliğe vurmaktan kaynaklanıyor. Çünkü Sayın Şeriatmedari, 1950’li yıllarda Şah’ın sarayı ile irtibatlıydı. İslam İnkılabı’ndan sonra da “Halk-ı Müslüman” gailesini yarattığı ve Kutbizade darbesine katıldığı için işlediği bu büyük suçlardan dolayı mercilik salahiyetinden yoksun diye nitelendi. Böylesi bir olayı bugünlerde yaşananlarla mukayese etmek -hem de devlet televizyonundan, resmi basından ve meclis hoparlöründen- anasından doğarken ölmüş çocuğu bile güldürmez mi? Böylesine sorumsuzca bir adım atmak yerine onu kazanmak için yoğun çaba gösterilse veya sorunlar ilmi eleştirilerle çözümlense mesele şimdiki gibi herhangi bir zarara sebep olmadan faydalı bir şekilde halledilmiş olurdu. Bu beylerin yaptıklarının sonucunda Sayın Sanii’nin mukallitlerinin sayısının arttığını biliyorsunuz. Tıpkı devlet televizyonunun tek taraflı gitmesinin uydu televizyonlarının ve yabancı radyoların müşterisini arttırması gibi…

     

    9- Ülkede iktidar sahibi bir akım, bugün yalnızca savaş tamtamları çalıyor ve barış için yapılan her girişimi mahkum edip dışlıyor. Bu akımın icatları şunlar oldu. Herkesi birbirine düşürdü, saldırıların nizamın temellerine yönelmesine sebep oldu, kendini sloganların ve saldırıların menzilinden uzak tuttu ve bulanık suda balık avlamak için de sürekli fırsat kollamaktadır. Cüretle şunu iddia etmek mümkün ki, bu kavga fırınına sürekli odun atmakta olan bu akımın hedefi, nizama, Allah’ın dinine, Peygambere ve halka hizmet değildir. Bu akımla ilgili sözler daha sonraya kalsın.

     

    10- Bugün ihtilaf ateşi evlerin içine kadar girmiş bulunuyor, babalarla oğullar arasında, oğullar ve kızlarla anneler arasında ve kardeşler arasında şiddetli bir düşmanlık oluşmuştur. Bu ihtilaf hatta İlkecilerin cephesinin içine kadar nüfuz etmiştir. Bu ifratçı akım, bu cephenin içindeki tanınmış kişilerin sorunun çözümü ve vahdetin sağlanması konusundaki her akıllıca sözünü mahkum etmekte onu söyleyeni de türlü iftiralarla suçlamakta ve karalamaktadır. İşte tehlike budur!

     

    Bugün toplumdaki meselenin portesini kısaca özetleyerek şu gerçeği vurgulamak istiyoruz: Bu karmaşık ve bunalımlı duruma rağmen yolun açık olduğuna inanıyoruz. Tam da bu zorlu şartlar atında akil adamlar, sahneye çıkıp sorunun çözümüne el koymalıdır.

     

    Sorunun çözümü için eksenin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Eksen, İslam Cumhuriyeti anayasasının da temelini oluşturan velayet-i fakih olmalıdır. Biz, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamenei’nin vahdet ekseni olduğuna inanıyoruz, herkes velayet-i fakih şemsiyesi altında tedbir ve dirayetle amel etmeli ve tüm sorunları ele almalıdır. Biz, tüm önde gelenlerin, aydınların seçkinlerin hatta itirazcı liderlerin bu durumu sona erdirmeye çalışmak için Rehber’in arkasında durmaları gerektiğine inanıyoruz. Bu, yapılabilecek bir iştir; ancak biraz cesarete, tedbire ve fedakarlığa ihtiyaç bulunmaktadır. Velayet-i fakih, İslam Cumhuriyeti nizamının temel direğidir. Bugün İran halkının düşmanları bu nizamı ve onun temel direğini yıkmak için seferber olmuştur. Bu hassas dönemde akil adamların gafleti hiçbir zaman telafi edilemeyecek büyük bir zarara sebep olacaktır. Şiddet ve tasfiye, sorunları halletmeyeceği gibi, durumu daha da karmaşıklaştıracaktır. Çözüm yolu yalnızca tedbirdir ve bu yol açıktır.

     

    Çeviren: Alptekin Dursunoğlu

     

    http://www.jomhourieslami.com/1388/13881019/index.html