Pierre Piccinin’in “Suriye: İmkansız ''Devrim'' Bütün propagandaların ve yorumlamaların ötesinde...” başlıklı önemli yazı dizisinin ilk bölümünü yayımlıyoruz.
YDH- Suriye’de yaşanan olayları yerinde inceleyen Fransız tarihçi ve siyaset bilimci Pierre Piccinin Aralık 2011 ve Ocak 2012 arasında Suriye'de bulundu.
Pierre Piccinin’in 5 Şubat’ta Rotius International’de yayımlanan “Suriye: İmkansız ''Devrim'' Bütün propagandaların ve yorumlamaların ötesinde...” başlıklı önemli yazı dizisinin ilk bölümünü yayımlıyoruz.
Pierre Piccinin aralık 2011 ve ocak 2012 arasında Suriye'de bulundu. Tarihçi ve siyaset bilimcisi ülkede hüküm süren meselelere olduğu kadar uluslar arası konulara da yeni bir ışık tutacak. Önyargısız ve hem Şam'ın hem de rakiplerinin propagandalarından uzak, aynı zamanda uluslar arası medyanın ve Batılı başkentlerin de görüşleri gölgesinde kalmayan bir yazı dizisini takip ediyor olacaksınız.
Bu gri bölgenin içlerine ilerledikçe, karmaşık ve kargaşayı anlamak için analiz ve şehirlerin durumunu anlayabileceksiniz.
Tunus ve Mısır hükümetleri çekişmeler ve çatışmalar karşısında teslim olmuşken (ya da öyle yansıtıyorken), NATO Libya lideri Muammer Kaddafi'yi devirmek için bu durumdan faydalanmışken, hatta daha da ileriye gidersek Bahreyn'de olduğu gibi zorla desteklenmişken ve hatta Cezayir, Gürcistan ve Fas'ta reform vaatleri cirit atıyorken, bir istisna olarak Yemen'de Ali Abdullah Salih'in belirgin derecede geri çekilmesine rağmen, günbegün bu kaosun içine çekilen Suriye'de kimsecikler bu şairane 'Arap Baharı' abasını üstüne atmak istemiyor hala!
Aslına bakılırsa geçen temmuzda yapmış olduğum ilk gözlem gezim sırasında da dikkat çektiğim üzere, Beşar el-Esad'ın Baas hükümeti 15 Mart 2011 tarihinden beri -bazen şiddeti artan- karışıklıklarla boğuşmaktaydı.
Temmuz ayında bütün ülkeyi bir uçtan diğerine kat ettim: güneyde Deraa ve Süveyda'yı, ülkenin içini, kuzeyde Halep'i ve güneyde Fırat'ın üzerinde, Irak sınırında bulunan Deyrizor'u da gözlemlemiş oldum böylece.
Bu seferki ziyaretimde ise özellikle Humus ve Hama yönetimi altındaki ait Şam şehrine, ülkenin can alıcı noktasına odaklanmak istedim.
Amaçlarımdan biri de Suriye'deki vatandaşların %10'luk bölümünü oluşturan Hıristiyan nüfus ile tanışmaktı. Bu Noel arifesinde, 'Arap Baharı'nı batıran ilk İslami dalgayla karşı karşıya gelen ilk kişileri görmek istedim. Olaylar karşısındaki hislerini ve giderek yükselen İslami akım, isyancıların başını çeken ve selefilerin de kanıtladığı üzere şiddeti etkili olan Müslüman Kardeşler ile ilgili endişelerini anlamaya gayret ettim.
Esasında Hıristiyanların, Saddam Hüseyin'in 2003 yılında devrilmesinden beri Irak'ta yaşanan olaylar gözlerinin önünde gerçekleşti.
Hıristiyan cemaati kendilerine karşı gerçekleştirilen düzenli saldırıların hedefi oldu. (O zamandan beri on binlerce Iraklı Hıristiyan asker ülkesinden kaçarak Suriye'ye sığınıyor.) Aynı şekilde Mısır'daki Hıristiyanların durumu da malum: Tahrir Meydanı'nda gördüğümüz Hıristiyan-Müslüman kardeşliği ve dostluğu yalnızca bir yıl sürdü ve artık çok uzak bir geçmişe gömüldü. Binlerce Kıpti Hıristiyan sınır dışı edildi, sürgüne gönderildi...
Böylece birkaç Hıristiyan aileyle görüşme fırsatı buldum. Hatta cemaatlerinden birkaç simayla da tanıştım: Rum Ortodoks Patriği Hazim Bey, Qara'da bulunan Saint Jacques le Mutile manastırı[1] sorumlusu Agnes Mariam de la Croix Anne-ki Suriye Hıristiyanlarının en renkli simalarındandır- ya da aynı şekilde Şam'daki Notre-Dame katolik kilisesi rahibi Peder Elias Zahlawi gibi... Temmuzda bir diğer önemli kişilik olarak Deir-Mar-Mousa manastırında Peder Paolo ile tanışmıştım.
Endişelerinde haklılar, kendi açılarından özellikle de Katar ve Suudi Arabistan'ın dış müdahalesiyle oluşan İslami nefretle karşı karşıyalar. Bunun ötesinde Hıristiyanların büyük çoğunluğu kurumların demokratikleştirilmesini yararlı görse bile Baasçı rejim ile bütün dini azınlıkların haklarını korumayı garanti eden bir laik rejimi bir araya getirmiş oluyorlar.
Bir diğer asli amacımsa muhalefet, ya da daha doğru ifade etmek gerekirse 'muhaliflerle' iletişime geçmenin bir yolunu bulmaktı...
Eğer mart ayındaki gösteriler barışsever ve kitlesel olsaydı isyanlar zayıflardı. Hem baskı olgusundan, hem de Suriye toplumunun mozaiğini oluşturan birçok topluluğu endişelendiren muhalefetin gitgide artan etkisi karşısında reddedilen radikal İslamcılıktan.
İsyanlar bundan sonra hemen şekil değiştirdi: iktidara karşı olan değişik akımlardan kimi gruplar şiddete başvurmaya başladı.
Polis güçlerine hatta orduya karşı Murat el-Numan ve Türk hududu boyunca uzanan Jisr-el-Şugur bölgesinde bulunan Baas partisinin merkez ofisinin yakılması ve polis karakollarına yapılan baskınlar gittikçe büyüyen bir tepkinin göstergesiydi. Temmuz ayında, özellikle Humus'ta ilk silahlı çeteler görülmeye başladı.
O zamandan bu yana durum karmaşıklaştı ve bölgesel manada garip bir kargaşa batağına saplandı, tüten iç savaş dumanları larvasından hiç çıkmayacak olan kurtçuklar gibiydi.
Eğer sürgündeki muhalefet derin bölünmelerinin üstesinden gelemezse, izafi bir çoğunluk bununla birlikte Müslüman Kardeşler tarafından idare edilen Suriye Ulusal Konseyi (CNS) bünyesinde bulunmaktaydı. (Yine de kimse bu konseyin kaybolmaya yüz tuttuğunu iddia etmiyordu.)
Merkezi İstanbul'da bulunan CNS Türkiye'ye askeri müdahale çağrısı yapmış ve Libya'daki Ulusal Geçiş Konseyi benzeri bir yapılanma gibi Suriye'nin meşru hükümeti olarak tanınmak istemişti. Aşırı solcu milliyetçi Kürtler tarafından idare edilen bir diğer ana muhalif grup Demokratik Değişim Milli Komitesi (CNCD) ise Uluslar arası kamuoyunda birlik resmi çizmek istediklerinden 2011 yılının aralık ayı sonuna doğru CNS ile geçici bir anlaşmaya vardı.
Bölgede birçok heterojen akım bir arada bulunuyor: Başta Hama ve Humus'ta vatandaş örgütleri, aynı zamanda selefilerden oluşan ve Suriye'de orayı burayı yakıp yıkan ve özellikle Katar ile Suudi Arabistan gibi dış mihrakların desteklediği küçük gruplar gibi.
Oysa hükümet kendisine göre Hizbullah milisleri ile İranlı askerlerin yardımına güvenmekte. Aynı şekilde birçok ajanın halihazırda bulunduğu mühim bir Rus desteği de göze çarpıyor (Şam'dan ayrılıyorken havaalanına girişte bütün arabalar büyük bir itina ile aranıyorken Avrupai mizacımı görüp beni canlı bir 'Rusya!' haykırışıyla karşıladılar ve pasaportuma bakmaksızın yolu açtılar).
Diğer yandan kendilerini 'Özgür Suriye Ordusu' olarak ilan etmek isteyen ve Suriyeli asker kaçaklarından oluşan ancak Suriye hükümetine göre rejim karşıtlarından ve Suriye üniforması giymiş yabancılardan müteşekkil bir diğer askeri hareket de varlığını gösteriyor.
Sonuçta bu raporla genelde hakim medya tarafından seçilen bakış açısına bir karşı görüş getirmek niyetindeyim. Böylece Suriyeli otoritelerin ve Suriye toplumunda bile sayıları hayli fazla olan tarafgirlerinin Batılı medya tarafından göz ardı edilen bakış açısını yansıtma riskini almaya karar verdim.
Katar televizyonu el-Cezire'nin yayınlarını tereddütsüz devralan ve bu yayınları Müslüman Kardeşler ile beraber çalışmakla kötü nam salmış Suriye İnsan Hakları Gözlemcisi (OSDH) tarafından yayan bir Batılı medyadan söz ediyoruz burada.
Bu rapora bir giriş niteliği olarak şahsıma gerekli görünen bir husus var ki o da Suriye'ye ne muhalefetin ne de iktidarın bir girişimiyle geldim ve birinin ne öbürünün propagandasını yapmakla yükümlüyüm.
Temmuz ayında 'arkeolojik araştırma' bahanesiyle turistik vize almayı başarmıştım. Benim için büyük bir sürpriz olmuştu; hiç zorlanmadan bir araç kiralayabilmem ve herhangi bir kontrole takılmadan bütün Suriye'yi dolaşabilmem.
Bu ilk seyahat süresince yayımlamış olduğum ilk gazete makalelerim batılı medyanın yansıttığı 'devrim' Suriye’si imgesinden farklı bir çerçeve çizmekteydi.
Aynı zamanda muhalefet propagandası tarafından uygulanan çeşitli aldatmacaları da çözdüm. Bu yüzden diktatörlüğü desteklemekle suçlandım ve şiddetli eleştirilere maruz kaldım. Özellikle editoryal çizgisini meseleye geri döndürmek istemeyen medya ve Arap dünyasındaki üniversitelerden uzmanlardı bu suçlanmaların başkahramanları, ki bu bilim insanlarının başlarındakilere ait metodolojik ve etik bir sorunsalın belirtisi olduğundan bu durum bana kaygı verici hatta endişe verici göründü.
Belki de bu yüzden Suriye hükümeti -bu sefer niyetimi bildikleri halde- topraklarına girmem için izin verdi ve ülkeye girebilmek yabancı basın için hala pek kolay değilken, daha rahat gözlem yapabilmem adına beyaz bir kart verdi.
Aslında yasaklanan iletişim savaşının kaybetmekte olduğunun farkına vardıktan sonra, olayların başlamasından hemen sonra toprakları üzerinde bulunan yabancı gazeteciler için ekim ve kasım aylarında bir açılım gerçekleştirdi Suriye hükümeti.
Ancak bu deneyim çabucak negatife döndü. Zira birkaç istisnai durum dışında ''okurlarını yanlış yönlendirmemek'' (büyük bir Fransız gazetesinin baş redaktörünün kişisel iletişimi) endişesini taşıyan hakim medya aylardan beri takip ettiği editoryal çizgisini değiştirmeksizin CNS ve OSDH'nin propagandasını yapmaya devam etti. Bu sefer durumu yerinde ''gözlemleme'' hakimiyeti de vardı üstelik.
Söz konusu olan bu hareket özgürlüğü ve bağımsızlığım sahada teslim olduğum şartlara bağlıydı: Hükümetin kontrolü olmadan gözlemlerimi sürdürmek. Davet edilen gazetecilere dayatılan rehberli tur programı hiç de ilgi çekici değildi, olaylara tarafsız ve eksiksiz bir görüş edinmek için yetersizdi.
Bundan sonra baasçı hükümetin hoşuna gitmeyecek bir rapor hazırladım; ancak birçoğumuzun inanmak istediği gibi bileşenleri pek de ''demokratik'' olmayan muhalefet için de memnuniyet verici bir rapor değildi.
Muhalefetin toplumcu ya da dini kuşkuları da yoktu, ülkeyi iç savaşa sürükleyebilecek sonuçlara sebep olacak dış mihrakların üstesinden gelmiş bileşenleri -hükümetten daha çok- eleştirilerle karşılanacak şiddetli yöntemlere başvurmaktan çekinmiyorlardı.
Hama ve Humus şehirleri istisna olmak üzere ülke genelde sakin seyrediyor. Bu iki şehir de isyanların ana merkezi, tabii Türk ve Lübnan sınırında bulunan ve dış müdahaleye görece daha açık olan daha az önemli yerleşim alanları da mevcut.
Başkan'la aynı topluluğa mensup Alevilerin üst tabakasındaki askerlerden oluşan Suriye ordusu -ki Aleviler rejimin en bağımsız azınlıklarıdır- hükümete sadık bir yol izlemekte:
Tunus ve Mısır'da olanın aksine -bu ülkelerde askerler protestocular arasında kardeşlerini, amcalarını, akrabalarını görebilmekteydiler- Suriye'de çoğunlukla farklı topluluklardan gelen isyancılar ve askerler arasında hiçbir kan bağı gerçekten mümkün değil.
Humus'ta günden güne daha iyi örgütlenen ve halihazırda şehrin ki mahallesini kontrol altına almayı başarmış muhalefetle tanışma fırsatı buldum. Temmuz ayında orada burada otoritenin simgelerine karşı saldırılarda bulunan birkaç gençlik çetesinden söz edebilirdik oysa ki...
Hatta Humus'taki asilerin sözcüsü olmuş Alevi bir aileden gelen Suriyeli ünlü aktris Fadwa Süleyman ile tanışma imkanım da oldu.
Çeviren: Simge Özdemir
[1] Bahsi geçen ''Deyir Mir Yakub'' manastırı Siirt merkezine 3 km. uzaklıktadır (Ç.N.)