Bölge ülkeleri açısından sadece Filistin söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir ‘zorunluluk’ sorunu yok; irade(sizlik) sorunu var.
Batı dünyası 7 Ekim’den sonra siyasi, ekonomik hatta askeri açılardan alarm durumuna geçerek İsrail’in arkasında saf tutarken Arap ve İslam dünyası, 7 Ekim’den beri Gazze’de savaş yokmuş gibi davranıyor.
Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail hakkındaki soykırım tedbir kararına rağmen küresel etkiler yaratabilecek ekonomik ve siyasi potansiyellere sahip olan Arap Birliği, İslam İşbirliği Örgütü ve Körfez İşbirliği Konseyi, Gazze soykırımını sürdüren ve destekleyen taraflarla ilişkilerini olağan şekilde sürdürüyor.
Arap ve İslam dünyası, Gazze’de yaşananları ‘olağan’ görmeyen Direniş Ekseni’nin savaşa çeşitli düzeylerdeki katılımını ise küçümsüyor; onların müdahalelerini doğrudan veya dolaylı yollarla engellemeye çalışıyor.
Arap ve İslam ülkelerinin bu davranışı kamuoyları tarafından da yadırganmıyor. Kamuoyunun büyük bir kısmı devletlerinin Gazze’de her şey normalmiş gibi davranmasını anlayışla karşılıyor. Bu anlayışı ise ‘zorunluluklar’ ile gerekçelendiriyor.
Başka konularda ‘bağımsız’ ve farklı kararlar alabilen bölge ülkeleri neden sadece Filistin konusunda ‘zorunluluklara’ teslim!
Peki gerçekten Arap ve İslam dünyası Gazze’de soykırım yapan İsrail ve bu soykırımı destekleyen ABD ve Batılı müttefikleri karşısında çaresiz mi? Onların Gazze savaşı yokmuş gibi davranması gerçekten ‘zorunlulukların’ sonucu mu?
İran ve Suriye dışındaki Arap ve İslam ülkelerinin Amerika ve İsrail ile ilişkilerinin düzeyi biliniyor. Dolayısıyla bu ülkelerin bazı davranışları Amerika’ya olan bağımlılıkları ile yani ‘zorunluluklar’ ile izah edilebilir.
Ancak aynı ülkelerin Filistin’le ilgili olmayan konularda davranış değiştirebildiği dikkate alındığında ‘zorunluluklar’ neden sadece Filistin konusunda bu kadar belirleyici? Sorusu da akla geliyor.
Örneğin Suudi Arabistan Amerika’ya olan mutlak bağımlılığına rağmen Ukrayna savaşı başladıktan sonra petrol üretimini arttırması için Washington’dan yapılan baskılara boyun eğmedi.
Suudi Arabistan, Washington’un tüm baskısına rağmen üretimi arttırıp petrol fiyatlarının düşmesini sağlayarak petrol ihracatçısı Rusya’ya ekonomik darbe vurmayı reddetti. Rusya ve Çin’le ilişkilerini geliştirdi daha da ötesi, Çin’in aracılığıyla İran’la ilişkilerini normalleştirdi.
Amerika’yla ‘stratejik müttefik’ olmakla övünen Türkiye,[1] NATO üyeliğine ve Washington’un itirazına rağmen Rusya’dan S-400 satın aldı. Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı NATO’daki diğer müttefikleriyle aynı safta durmadı.
Birleşik Arap Emirlikleri Amerikan tepkisine ve hatta ilişkilerde kriz tehdidine rağmen Şam’da konsolosluk açtı.[2]
Bu örnekler, bölge ülkelerinin bazı konularda ‘zorunluluklara’ rağmen ‘bağımsız’ ve farklı kararlar alabildiğini gösteriyor.
Peki başka konularda ‘bağımsız’ ve farklı kararlar alabilen bölge ülkeleri neden sadece Filistin konusunda ‘zorunluluklara’ teslim!
Bölge ülkeleri açısından sadece Filistin söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir ‘zorunluluk’ sorunu yok; irade(sizlik) sorunu var.
Bölge ülkeleri Arap Birliği, İslam İşbirliği Örgütü ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi küresel etkiler yaratabilecek potansiyellere sahip olan kurumlara sahip.
Sanaa merkezli Yemen hükümeti, bölge ülkelerinin ve bu kurumların sadece petrol ve deniz taşımacılığı silahıyla Gazze’deki soykırımı bir günde durdurabilecek imkanlara sahip olduğunu tüm dünyaya gösterdi.
Yemen’in İsrail rejimine uyguladığı abluka, ‘Filistin’in kendini savunma hakkı var’ argümanıyla ve sadece petrol ambargosu ile bölge ülkeleri tarafından desteklenseydi, İsrail ve Amerika, Gazze soykırımını bir hafta sürdüremezdi.
O halde bölge ülkeleri açısından sadece Filistin söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir ‘zorunluluk’ sorunu yok; irade(sizlik) sorunu var.
Direnişin zaferi sadece İsrail’in hezimeti olmayacak
Peki bu iradesizliğin sebebi ne? Cevap çok açık: Hamas’ın zaferinden korkan sadece İsrail değil; bölge ülkeleri de bundan endişe ediyor. Bu yüzden de İsrail’in Gazze’de öngördüğü hedefleri gerçekleştirmesi için olabildiğince uyumlu davranıyor.
Hamas kazanırsa İsrail’in kaybedeceğini sadece İsrailliler söylemiyor. Bu konuda tüm dünyada görüş birliği var.
Ancak Hamas kazanırsa sadece İsrail’in değil bölgedeki dostlarının da kaybedeceğini İsrail Ulusal Güvenlik Enstitüsü (INSS) bile söylüyor.
Netanyahu hükümetinin Gazze savaşı planını savunan makalede planın açıklanmış hedefi şöyle ortaya konuyor:
“Kabine tarafından tanımlandığı şekliyle Gazze'deki savaşın amaçları Hamas'ın askeri ve idari altyapısının yok edilmesi ve tutsakların serbest bırakılmasıdır.”[3]
İsrail’in açıklanan bu hedefler doğrultusunda Hamas’ın askeri altyapısını yok edememesi, Gazze’de yeni bir idari düzen kuramaması ve esirlerini kurtaramaması, Hamas’ın zaferi olarak tanımlanıyor.
Hamas’ın zaferinin sonuçları ise şöyle açıklanıyor:
1- Direniş Ekseni’ne meyilli olan Filistinliler ve Arap kamuoyu Hamas'ı destekler.
2- İsrail, 1948’den beri varlığının temelini oluşturan caydırıcılığını kaybeder.
3- Tüm Direniş Ekseni İsrail vatandaşlarının hayatını çekilmez hale getirir.
4- Zaferden dolayı Hamas Arap ve Filistin halkından geniş destek alacağı için Filistin Yönetimi meşruiyetini tamamen kaybeder.
5- Filistin Yönetimi ayakta kalmayı başarsa bile, Filistin halkı bunu İsrail'e teslimiyet olarak algılayacağından, herhangi bir uzlaşmayı artık kabul etmez.
Özetle, Amerika’nın İsrail rejiminin güvenliği için ihtiyaç duyduğunda masaya getirdiği gerçeklikten yoksun ‘İki Devletli Çözüm’ün müşterisi kalmaz. Filistin ve Arap kamuoyu, Direniş Ekseni’nin tezine yönelir.
İkinci ‘Kerame’ korkusu
İsrail Ulusal Güvenlik Enstitüsünün bu öngörüleri soyut ve farazi kaygılardan ibaret değil. Bunların tarihsel gerçekliği var. İsrailliler, bölge devletlerinin aksine tarihi sadece 'kahramanlık hikayeleri' olarak okumadıkları için Gazze savaşı ile Kerame savaşı arasında doğrudan ilgi kurabiliyorlar.
Dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, Kerame’deki el-Fetih askeri altyapısını yok etmek için Mart 1968’de saldırı başlattı. Tıpkı şimdiki gibi orantısız bir güçle saldıran İsrail ordusu Kerame’de ağır kayıplar vererek çekilmek zorunda kaldı.
Elbette Kerame savaşında da Filistin tarafının kaybı İsrail’inkinden fazlaydı; ancak Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını saatler içerisinde mağlup ederek 6 günde hayal bile edemeyeceği büyüklükte topraklar işgal eden İsrail rejimi, Kerame’ye girememişti.
O güne kadar destek almak için gittiği Arap başkentlerinden bazen kibarca çoğu zaman kabaca kovulan Filistin direnişinin temsilcisi el-Fetih bir anda bölgesel güç oluverdi.
1956’dan beri el-Fetih’ten hiç kimseyi kabul etmeyen “Arap dünyasının lideri” Cemal Abdunnasır, Kerame Savaşı’ndan bir hafta sonra Arafat’ı Kahire’ye davet etti.
Direnişin Kerame’de kazandığı zaferin ardından sadece bir ay içerisinde Arap dünyasının her bir yerinden 100 bin kişi İsrail’e karşı savaşmak için el-Fetih’e katılım başvurusunda bulundu.[4]
Suudi Arabistan Kralı Faysal, el-Fetih liderlerini kabul ederek onlarla görüştü. Ürdün Kralı Hüseyin, direnişçilerin tahrip ettiği bir İsrail tankının üzerinde fotoğraf çektirerek “Hepimiz fedaiyiz” diye slogan attı.[5]
İsrailliler bile Kerame Savaşı’nın Filistinliler açısından bir “moral zaferi” olduğunu kabul etti.[6]
El Fetih’le Suriye arasındaki ilişkilerden duyduğu kaygıyla Filistin meselesini kendi kontrolüne almak için 1964’te FKÖ’yü kurduran Nasır, FKÖ’nün kapılarını el-Fetih’e açtı. Bu ise el-Fetih’i Arap rejimlerinin dahi şüpheyle baktığı bir örgüt olmaktan çıkarıp Filistin halkının yasal temsilcisi kabul edilen FKÖ’nün patronu yaptı.
Tarih perspektifine sahip olanlar Kerame savaşının bu sonuçlarına bakarak Hamas’ın zaferiyle sonuçlanacak Gazze savaşının sonuçlarına dair öngörüde bulunmakta zorlanmıyor.
Gazze savaşının Filistin direnişinin zaferiyle sonuçlanması, işte bu sebeple sadece İsrail’i değil bölge ülkelerini de kaygılandırıyor. Çünkü bölgede artık Cemal Abdunnasır’ın sorunlu dahi olsa rolünü oynamaya talip bir Arap liderliği yok.
Cemal Abdunnasır’ın liderlik rolünden çok daha gerçekçi tezlere ve kurumsal altyapıya sahip olan Direniş Ekseni ise Amerikan yönlendirmesiyle bölge ülkeleri tarafından da tehdit olarak görülüyor.
Dolayısıyla bölge ülkeleri, ‘zorunluluklar’ sebebiyle değil, İsrail’in Gazze’de yenilmesinden duydukları kaygı sebebiyle Gazze’de soykırım yokmuş gibi davranıyor. Hamas’ın zaferini istemiyor.
Çünkü bunun Direniş Ekseni’nin zaferi olacağını biliyor. Amerikan kalpazanlığının ürünü olan ‘iki devletli çözüm’ün müşterisinin kalmayacağını görüyor.
Özetle kendisinin tarih dışı kalacağını hissediyor; bu yüzden de İsrail’e hiçbir sorun çıkarmıyor; sadece elini çabuk tutmasını istiyor.
Zafer nedir Gazze’de Hamas zaferi mümkün mü?
Savaşın galibini öldürülen adam sayısına ve yıkıma göre belirleyenler için Filistin direnişi yenildi, İsrail zafer kazandı. Çünkü birkaç bin İsrailliye karşı 30 bin Filistinli öldürüldü ve Gazze de yok oldu.
Bu, Vietnam savaşında Amerika’yı, Kerame veya Lübnan savaşında da İsrail’i galip sayan bir algı düzeyi.
Amerika’nın eski dışişleri bakanlarından Henry Kissinger’in Vietnam savaşıyla ilgili meşhur bir sözü var: “The guerrilla wins if he does not lose. The conventional army loses if it does not win.”
Yani gerilla savaşı verenler eğer kaybetmemişse savaşı kazanmıştır. Düzenli ordular ise eğer öngördüğü hedefleri gerçekleştirerek kazanmamışsa, savaşı kaybetmiştir.
Gazze savaşını kimin kazandığı, yapılacak ateşkes anlaşmasıyla ortaya çıkacak. İsrail Ulusal Güvenlik Enstitüsü’nün makalesinde de ifade edildiği gibi eğer Filistin direnişinin belirlediği şartlarda bir esir takası ve direniş altyapısının korunduğu bir Gazze yönetimi gerçekleşirse bu sonuç çok açık şekilde İsrail’in yenilgisi ve direnişin zaferi olacak.
Direniş Ekseni neden savaş açmıyor?
Peki madem bölgede Direniş Ekseni’nden başka hiç kimse Filistin için bir şey yapmıyor ve diğer bölge ülkeleri de İsrail’in zaferi için soykırıma sessiz kalıyorsa o halde Direniş Ekseni neden İsrail’e karşı savaş ilan etmiyor?
Bu soru Direniş Ekseni’nin bileşenleri tarafından şu argümanlarla cevaplandırıldı:
Direniş Ekseni zaten savaş halinde. Hizbullah, Lübnan sınırında 8 Ekim’den bu yana İsrail’le savaş halinde. Irak direnişi İsrail ve Amerikan üslerini hedef alıyor. Yemen’deki Sanaa hükümeti güçleri ise Kızıldeniz’i kapatarak İsrail’e abluka uyguluyor. Bu yüzden de Amerika ve müttefikleriyle savaşıyor. İran ve Suriye de devlet olarak bu örgütlere siyasi ve askeri destek sağlıyor.
Ancak bu izah özellikle de İsrail’le ticari ilişkilerini Gazze’de soykırım yokmuş gibi sürdüren rejimlere iliştirilmiş medya tarafından yetersiz bulunuyor ve küçümseniyor. Onlara göre Direniş Ekseni güçleri savaşmıyor sadece gösteri yapıyor.
Elbette Direniş Ekseni güçlerinin şimdiye kadar yaptıkları yetersiz bulunabilir. Onlardan İsrail’i caydıracak şekilde savaşı genişletmesi beklenebilir.
Fakat beklentiler, savaştaki cepheler ve taraflarla orantılı olursa gerçekçi sayılabilir.
Aksa Tufanı savaşının tarafı Filistin direnişi, ileri hattı da Gazze’dir. İran, Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen ise destek hattıdır.
Elbette Direniş Ekseni’nin İsrail’e karşı topyekun savaş ilan ederek, destek hattı olmaktan çıkıp ileri hatta dönüşmesi beklenebilir. Bu durumda sorulması gereken soru şu olacaktır: Peki Direniş Ekseni, savaş ilan edip ileri hatta dönüşürse destek hattı rolünü kimler üstlenir?
Arap Birliği mi? İslam İşbirliği Örgütü mü? Körfez İşbirliği Konseyi mi?
[1] TC Cumhurbaşkanlığı web sitesi, 19 Eylül 2022, “Türkiye ve ABD’nin, iki güçlü stratejik ortak ve 70 yıllık müttefik olarak, aralarında çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur”
[2] AA, 13 Temmuz 2020, ABD-BAE ilişkilerinde kriz işaretleri
[3] YDH, 29 Şubat 2024, İsrail'in Gazze stratejileri, hedefleri ve taktikleri
[4] شهید دکتر مصطفی چمران، لبنان، انتشارات بنیاد شهید چمران، چاپ دهم، مرداد ۱۳۹۸ [Dr. Mustafa Çamran, Lübnan, Tahran: Bonyad-ı Şehid Çamran yy. 1398/ 2019, s. 112,113]
[5] Cengiz Çandar, Direnen Filistin, İstanbul: May yayınları, 1976, s., s. 118
[6] Ian Black, a.g.e., s. 190