Kuzey Irak, bir güvenlik sorunu mu, stratejik bir sorun mu?

Türkiye açısından birincisi güvenlik bunalımına, ikincisi de stratejik kaygıya sebep olan iki Kuzey Irak’tan söz edilebilir.

Resmi çevrelerde ve kamuoyunda ortaya konan tepkiler, Türkiye’nin Kuzey Irak sorununu bir güvenlik sorunu olarak mı yoksa stratejik bir sorun olarak mı tanımladığını anlamaya yardımcı olmuyor.

 

Güneydoğuda terör eylemleri gerçekleştiren PKK’nın Kuzey Irak’ta barınma imkânı bulması ve Kandil Dağı’nı bir karargâh olarak kullanması, Türkiye’nin Kuzey Irak’ı bir güvenlik sorunu olarak gördüğü değerlendirmesine sebep oluyor.

 

Bununla birlikte Türkiye’nin ABD işgalinden sonra Irak’ın siyasi yapısında yaşanan değişikliklerle ilgili ortaya koyduğu tutum, Kuzey Irak’ın Türkiye tarafından stratejik bir sorun olarak algılandığını da düşündürüyor.

 

Binaenaleyh Türkiye Irak işgali öncesinde Kuzey Irak’ta federatif bir yapı kurulmasını savaş nedeni sayacağını açıklamış ve başta Kerkük meselesi olmak üzere Kuzey Irak’la ilgili gelişmelere, seyirci kalmayacağını açıkça ilan etmişti.

 

Bu çerçevede Türkiye açısından birincisi güvenlik bunalımına, ikincisi de stratejik kaygıya sebep olan iki Kuzey Irak’tan söz edilebilir:

 

1-PKK’ya barınak sağlamasından veya daha iyimser bir ifadeyle PKK varlığına sorun çıkarmamasından dolayı, Türkiye’nin terörle mücadelesini etkisizleştiren bu açıdan da Türkiye’nin güvenlik sorununun kaynağı olarak nitelenen Kuzey Irak.

 

2-1991-2003 tarihleri arasındaki fiili varlığına yeni Irak anayasasıyla hukuki bir nitelik kazandıran; halen sahip olduğu federal statüyü, gelecekte bağımsız bir statüye dönüştürme arzu arzusunu gizlemeyen ve Irak anayasasının 140. Maddesiyle Kerkük’ü elde ederek bağımsızlığa giden yolun ekonomik altyapısını kurmak isteyen, dolayısıyla da bölge ülkelerinin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturduğu için stratejik bir sorun olan Kuzey Irak.

 

Türkiye, Irak’ın işgal edilmesinden sonra çoğu kez Kuzey Irak konusunda 2. Maddede söz konusu edilen stratejik kaygılarını dile getirdi. 1. Maddede ifade edilen güvenlik kaygılarını ise duyduğu stratejik kaygıyı ABD nezdinde kabul edilebilir kılmak için yardımcı bir araç olarak kullandı.

 

Binaenaleyh, PKK’nın son saldırılarına kadar Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili stratejik kaygıları ve bu yönde attığı adımlar, güvenlik kaygılarından ve bu çerçevede uyguladığı politikalardan çok daha vurgulu bir şekilde ortaya konmuştu.  

 

Örneğin, ABD’nin Irak’ı işgale hazırlandığı dönemde Türkiye, Kuzey Irak’ta federal yapının kurulmasını, kırmızıçizgi olarak ilan etmiş ve bunu bir savaş sebebi olarak ortaya koymuştu. Türkiye, Irak’taki anayasa sürecini etkileyebilecek bir rol oynayamadı ve Kürdistan Federal Yönetiminin oluşumunu engelleyemedi ise de, Kuzey Irak konusunda stratejik kaygılarını ABD’ye yüksek sesle duyurmaya devam etti.

 

Bu çerçevede Irak’ın toplam petrol rezervlerinin yüzde 40’ına sahip olan Kerkük’ün Kürdistan Bölgesi’ne bağlanmasının hukuki zeminini oluşturan Irak anayasasının 140. Maddesinin uygulanmasına her fırsatta itiraz etti, hatta Kerkük’ün Kürdistan Bölgesi’ne dâhil edilmesi için başlatılan süreci bir “oldubitti” diye niteleyerek buna seyirci kalmayacağını ilan etti.

 

Kuzey Irak’la ekonomik ilişkilerini geliştirmesine rağmen, Kürdistan Bölge Yönetimi’ni tanımadı, hatta Bölgesel Yönetim’le partisel ilgisinden dolayı Irak’ın merkezi hükümetinin Cumhurbaşkanını dahi muhatap almadığını gösterdi.

 

Türkiye, Kuzey Irak konusundaki endişelerinin stratejik gerekçelerden kaynaklandığını açıkça ortaya koyan bu adımlarına rağmen, stratejik müttefiki olan ABD’den destek bulamadı; Washington, Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili bu stratejik kaygılarını “Irak’ın iç işleri” gerekçesine sığınarak duymazdan geldi.

 

Kimileri, Washington’un Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili stratejik kaygılarına cevap verecek adımlar atmamasını, işgal sırasında ABD askerlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin veren 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddedilmesinin intikamı olarak yorumladı.

 

Kimilerine göre, Irak’ta istediği siyasal yapıyı kuramayan ABD, şu an bu ülkedeki en yakın müttefiki olan Kürtleri karşısına almak istemediği için bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olan Türkiye’nin beklentilerini ertelemeyi tercih ediyor. 

 

Meseleyi ABD’nin Büyük Ortadoğu veya Yeni Ortadoğu projesi çerçevesinde yorumlayanlar ise Kuzey Irak’ın Ortadoğu’da harita değişikliği planı yapan ABD açısından taşıdığı önemi vurgulayarak ABD’nin 1999’da idam edilmemesi şartıyla PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye vermesinin, Türkiye’nin elinden terörle mücadele ve güvenlik kozlarını almaya dönük bir adım olduğunu ve Washington’un Türkiye’yi –şimdilik federal- Kürt devletini kabullenmeye zorladığını belirtiyor.

 

PKK’nın son saldırılarına kadar, Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili stratejik kaygıları, güvenlik kaygılarının önünde gözüküyordu ve ABD de yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili beklentilerini görmezden gelmeyi yahut sürüncemede bırakmayı tercih ediyordu.

 

PKK’nın son saldırılarının, Türkiye’ye güvenlik ve terörle mücadele söylemini her şeyin üstünde tutan ABD nezdinde önemli bir koz verdiği göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin bundan sonra Kuzey Irak’la ilgili olarak güvenlik kaygılarını stratejik kaygılarının önünde tutan bir söylem geliştirmesi rasyonel bir tutum olarak gözüküyor.

 

Kuzey Irak’la ilgili olarak sadece güvenlik kaygılarını dile getiren, bölge ülkeleri ve uluslar arası toplumla bu çerçevede işbirliği imkanları geliştiren bir Türkiye;

 

1-Terör mağduru bir ülke olarak bölgesel ve uluslar arası destek bulabilecek,

2-Kuzey Irak’la ilgili gelişmelerde inisiyatif sahibi olabilecek,

3-Kürdistan Bölge Yönetimi üzerinde baskı kurabilecek,

4-Terörist unsurlara karşı askeri müdahale seçeneğini uygulamakta sorun yaşamayacakken;

 

Kuzey Irak konusunda stratejik kaygılarını, güvenlik kaygısının önünde tutan ve Kürdistan Bölge Yönetimi’ni askeri müdahalede hedef olarak ortaya koyan bir Türkiye ise;

 

1- İşgalci niyetler taşımakla suçlanan,

2- Uluslar arası hukuku çiğneyen,

3-Uluslar arası ve bölgesel güçleri karsına alan,

4-Irak merkezi hükümetine ve Kürdistan Bölge Yönetimi’ne işgal mağduru pozisyonu kazandıran,

5-Terörist unsurlara yönelik askeri operasyonları bile bölgesel bir tecavüz olarak algılanan

6-Bölgede ve uluslar arası alanda yalnızlaşan bir devlet görüntüsü verebilecektir.

 

PKK’nın son eylemleriyle Türkiye’yi ikinci türden pozisyon almaya tahrik ettiği ve içerideki bazı çevrelerin de hükümetle siyasi hesaplaşma adına PKK’nın bu tahriklerine ironik bir şekilde katkı sunduğu söylenebilir.

 

Terörün, egemen siyasi sistemin “öteki”ne meşru siyaset zemininde yer vermemesinden kaynaklandığı yargısı, PKK’nın başvurduğu son terör saldırılarını açıklar nitelikte gözükmüyor.

 

Zira, Kürt ulusalcılığının siyasi temsilcisi olarak nitelenen DTP’yi parlamentoya taşıyan son seçimlerin, başta anayasa değişikliği olmak üzere ülkede siyasi, kültürel ve bireysel özgürlüklerin önünü açacak reformları güçlü bir şekilde gündeme getiren bir siyasi konjonktür yarattığı biliniyor.

 

Sorun belli bir etnik kesimin kültürel ve siyasi haklarının elde edilmesinin meşru mücadelesi ise siyasi kanalların bu mücadelenin temsilcilerine açıldığı; düşünce, inanç, kültür ve siyaset alanında hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi için her kesimden güçlü bir talebin ve güçlü bir siyasi iradenin bulunduğu bir ortamda teröre başvuruluyor olması, sorunun bir hak ve özgürlük elde etme mücadelesi değil, sahip olunan siyasi feodalliğin korunması mücadelesi olduğunu düşündürüyor.

 

Son seçimlerde doğu ve güneydoğu illerinde gözlemlenen oy dağılımının “Kürt halkının temsilciliği” iddiasında bulunan aktörleri rahatsız ettiği, gelişen özgürlük ve refah ortamının önümüzdeki yerel seçimlerde bu iddia sahiplerinin siyasi feodal konumunu büsbütün zayıflatacağı gerçekçi bir tespit olarak gözüküyor.

 

Bölgedeki nüfuzunu sahip olduğu ideolojiye ve kültürel yahut siyasi programa değil, uygulanan güvenlik politikalarının yarattığı “mazlum” imajına borçlu olan Kürt ulusalcılığının siyasi feodalleri, son yaşanan gelişmelerde ortaya koydukları şiddet yanlısı tutumla terörden beslendikleri yargısını doğrular gözüktüler.

 

Bununla birlikte son PKK saldırılarının ardından bölgede olağanüstü hal ilan edilmesini, 1990’lı yıllarda uygulanan güvenlik politikalarının benzerlerinin uygulamaya konmasını ve Türkiye’nin güvenlik operasyonlarını, Kürdistan Bölge Yönetimi’ni de kapsayacak şekilde genişletmesini destekleyenlerin de Kürt mudillerininkine benzer bir feodal konum mücadelesi verdiği söylenebilir.

  



Makaleler

Güncel