Mezhep çatışması mı çatışma mezhebi mi?

Bölgedeki siyasi gelişmelerin, çatışmaların veya ittifakların mezhebi bir vurguyla okunması, geniş kitleleri taraf olmaya kışkırtması bakımından kullanışlı bir silah olarak görülüyor.

Ortadoğu ülkelerinde yaşanan siyasi çelişkilerde veya çatışmalarda mezhep faktörünün belirleyici olduğuna dair yaygın bir algı söz konusu.

2003’teki Irak işgalinden sonra giderek yaygınlaşan bu algı; son derece basit bir mantığa dayanıyor ve mezhep kavramı konusundaki yaygın cehalet de bu basit mantığı kitleler nezdinde ‘inandırıcı’ kılıyor.

Ortadoğu’daki siyasi çelişkileri mezhep faktörüyle açıklayan bu algı, zahiren ‘nesnel’ gözüken şu üç argümana dayanıyor.

1- Ortadoğu’da siyasi örgütlenmeler mezhebi mensubiyetlere göre şekillenir.

2- Mezhebi mensubiyetlere göre şekillendiği için siyasi grupların programları ve hedefleri mezhebidir.

3- İzledikleri mezhebi hedeflerden dolayı siyasi örgütler arasındaki çelişkiler de mezhebidir.

Lübnan’da iç savaş, Irak’ta da işgal sonrası oluşan siyasi tablo, birinci maddedeki argümanı doğruluyor gibi gözükse de diğer argümanların bu iki ülke de dahil olmak üzere bölgede hiçbir nesnel gerçekliği bulunmuyor.

İç savaş ve işgal gibi tüm toplumsal kesimleri güvenlik refleksiyle içe kapanmaya sevk eden travmalar, hem Lübnan’da hem de Irak’ta taifeciliğe dayalı siyasal örgütlenme modelleri yaratmış olsa da bu ülkelerde yaşanan çelişkilerin tamamen siyasi olduğu açıktır.

Bir başka deyişle, ne Lübnan’da ne de Irak’ta belli bir etnik veya mezhebi kesimin siyasal süreçlerden dışlanmasından ya da haklarının yok sayılmasından kaynaklanan bir çelişki veya gerilim bulunmuyor.  

Lübnan

İç savaşa son veren Taif anlaşmasıyla Lübnan'da, taifeciliğe dayalı bir siyasal sistem bulunuyor.

Meclisteki 128 sandalye Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında yarı yarıya bölüşülüyor.

64 Müslüman milletvekilinin 28’inin Sünni, 28’inin Şii, 7’sinin Dürzî, 1’inin de Alevî olması yasa gereği. Aynı şekilde Hıristiyanlara ayrılan diğer 64 milletvekilliğinde ise 35 sandalye Marunîlere, geri kalan 29 sandalye de Ortodoks, Katolik, Süryanî ve Ermeni gibi diğer Hıristiyan azınlıklara veriliyor.

Her toplumsal kesimin siyasal katılımının yasal kontenjanlarla sabitlendiği Lübnan’da taifeciliğe dayalı olmayan iki ana ittifak söz konusu.

Refik Hariri suikastı sonrasında oluşan bu ittifaklardan 14 Mart İttifakında Hariri liderliğindeki Sünni el-Mustakbel, Emin Cumeyyil liderliğindeki Hıristiyan Ketaib ve yine Semir Ca’ca liderliğindeki Hıristiyan Lübnan Güçleri adlı partiler bulunuyor.

Şii Hizbullah ve Emel ile Mişel Aun liderliğindeki Hıristiyan Ulusal Özgürlük Hareketi, Bilal Şaban liderliğindeki Sünni Tevhit Hareketi, Dürzi Tallal Arslan ve Viam Vehhab liderliğindeki partiler de 8 Mart ittifakı içerisinde yer alıyor.

Özetle siyasal sistem uzlaşmanın sağlanabilmesi adına taifecilik temelinde kurulmuş olsa da Lübnan’da ittifaklar da çelişkiler de taifecilik temelinde değil siyasal temelde gelişiyor.

Irak

İşgalin ardından 30 Ocak 2005’te başlayan siyasal süreçler, Irak’ta hukuki bir temeli olmasa da tıpkı Lübnan’daki gibi taifeci bir siyasal yapının oluşmasına neden oldu.

Cumhurbaşkanlığının Kürtlere, başbakanlığın Şiilere ve meclis başkanlığının da Sünnilere verildiği Irak’ta Lübnan’da olduğu gibi meclis sandalyelerine ilişkin bir kontenjan belirlenmiş değil.

Nüfusun yüzde 65’ini Şiilerin oluşturmasından dolayı Şii ağırlıklı bir meclis aritmetiği oluşsa da şimdiye kadar bir çoğunluk hükümeti kurulmadı.

Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanı yardımcılıklarında Şii-Sünni Kürt dengesi gözetildi. Tüm siyasi partilere meclisteki sandalye sayıları nispetinde hükümette yer verildi.

Hatta içişleri, dışişleri ve savunma bakanlıkları gibi kilit bakanlıklara da meclisteki ağırlıkları her ne olursa olsun Şii, Sünni veya Kürt gruplardan bakan tayin edildi.

Seçim koalisyonları, 30 Nisan seçimlerine kadar taifecilik temelinde kurulmuş olsa bile hükümet koalisyonları muhalefet kavramını ortadan kaldıracak şekilde tüm grupları iktidara ortak eden bir uzlaşma anlayışıyla gerçekleşti.

Bu gerçekliğe rağmen Lübnan’da Hizbullah ile el-Mustakbel partisi; Irak’ta da Nuri Maliki ile Tarık Haşimi, Usame Nuceyfi, Rafi İsavi veya Salih Mutlak arasındaki siyasi sorunların Şii-Sünni sorunu olarak yansıtılması, bölgedeki siyasi gelişmelerin mezhep temelinde okumasından kaynaklanıyor.

Müdahale için her yol mubah

Bölgedeki siyasi gelişmelerin, çatışmaların veya ittifakların mezhebi bir vurguyla okunması, geniş kitleleri taraf olmaya kışkırtması bakımından kullanışlı bir silah olarak görülüyor.

İlk kez dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından Lübnan’la ilgili çıkarılan 1559 saylı karar öncesinde kullanılan ‘Şii Hilali’ kavramı, mezhep silahının kimler açısından ne ölçüde kullanışlı bir silah olduğu konusunda fikir veriyor.

‘Şii Hilali’kavramı, İsrail’in varlığını reddeden bölgesel ittifakın kendini ifade etmek için kullandığı ‘Direniş Ekseni’ kavramının yerine bu ittifakın bölgeyi tehdit ettiği algısını yaratmak için tedavüle sokuldu.   

Irak’taki siyasi süreçlerin ABD’nin işgal hedefiyle aksi yönde bir tablo ortaya çıkarması, Bağdat’ın Tahran nüfuzuna girmesinden duyulan endişe, BM’de Irak işgaline karşı çıkan Jacques Chirac’ı, Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılması için ABD ile ortak karar taslağı hazırlamaya sevk etmişti.

Ancak “Şii Hilali” kavramı, Batı’dan çok bölgede müşteri buldu. Patenti Chirac’a ait olmasına rağmen, kullanım vurgusu ve sıklığı sebebiyle Ürdün Kralı Abdullah’a mal edildi.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin çokça gündemde olduğu 2005-2006 yıllarında sadece Arap rejimlerinin literatürüne giren bu kavram, Suriye krizi ile birlikte adeta bölge halkları ile İsrail’in ‘ortak kaygısının’ ifadesi olarak gündeme getirildi.

Bölgede belli bir mezhebi kesimin siyasetten dışlandığı ve haklarının yok sayıldığı tek yer, Bahreyn’di; ancak Bahreyn’deki meşrutiyet yanlısı siyasi taleplere de sadece askeri müdahaleyle cevap verildi.

Tarihsel bir olgunun güncel çatışma üretebileceğine inanmak

Kelime anlamı itibariyle gidilen ‘yol’ demek olan mezhep, terim olarak aynı dinin farklı yorumları anlamında kullanılıyor.

Ancak Ortadoğu’da günümüzde yaşanan siyasi çelişkileri mezhep çerçevesinde izah etmeye çalışanlar, bu kavramı sadece tarihsel biçimiyle ve Şiilik-Sünnilik şeklindeki ana kollarıyla sınırlıyorlar.

Mezhep farklılığının günümüzde sadece Şiilik ve Sünnilik şeklindeki iki ana kolla sınırlanması, bunların tarihsel alt kollarının günümüzde siyasal çatışmaya sebep olmamasıyla izah edilebilir.

Ancak Mısır ve Tunus’ta İhvan ve selefi gruplar arasındaki çelişki, aynı mezhebin günümüzde siyasal çatışma üreten farklı yorumlarının bulunduğunu ortaya koyuyor.

Hiçbir nesnel gerçekliği bulunmamasına rağmen Irak, Lübnan ve Suriye’de gerçekte siyasi olan çatışma konuları tarihsel şekilleriyle mezhep diliyle okunuyor.

Mısır ve Tunus’ta ise modern şekilleriyle mezhebi bir dille okunmaya müsait çatışmalar siyasi bir dille okunuyor. Halbuki bu iki ülkedeki gerek İhvan ve gerekse Selefi gruplar, zıt kutuplarda yer almalarına rağmen siyasi anlayışlarını İslam’ın ve Sünniliğin referanslarına dayandırıyorlar.  

Bu durumda şu sorular kaçınılmaz oluyor:

Dine dayalı farklı yorumlar sadece tarihsel oldukları zaman mı mezhep adını alabiliyor?

Tunus ve Mısır’daki İslami grupların bugüne dair meselelerle ilgili dini görüş ayrılıkları mezheple açıklanmazken, tarihte kalmış mezhebi görüş ayrılıkları Irak, Suriye ve Lübnan’da bugün niçin ve nasıl çatışma üretebiliyor?

Mezhep, dindar dahi olsa bir insanın 24 saatinden kaç saatini şekillendiriyor ki yaşadığı coğrafyayı kendisine ve ötekine cehennem edebilecek bir savaş motivasyonu yaratabiliyor?