Kötü seçenekler sunma açısından en kötüsü Suriye’dir. Kuzeydoğuda ABD tarafından koşula bağlı olarak desteklenen ve Kürtler ile bazı Araplardan oluşan koalisyon sayılmazsa Suriye gerçekte kaybedilmiş durumdadır.
YDH-Anthony H. Cordesman, CSIS için yazdığı makalede Amerika’nın Batı Asya’daki başarısızlıklarına değinerek Washington’un bölgedeki rolünün sadece yıkıcılıkla sınırlı kaldığını itiraf ediyor.
ABD’de art arda üçüncü hükümet döneminde de taktik anlamda pek çok önemli zaferler elde edilmektedir. Ayrıca geniş anlamda büyük bir zafere doğru yol alındığı iddia edilmektedir. Ancak ABD yönetimi henüz savaşların herhangi birisini bitirecek ya da istikrar ve barış getirecek bir strateji açıklayamamaktadır.
Yeni yönetim de öncekiler gibi çatışmanın taktik seviyesine odaklanmış ve bunu bir strateji olarak adlandırmıştır. Ancak savaşları daha uygun koşullarda bitirebilecek net bir stratejiye sahip olmakta başarısız kalmıştır.
Daha da ötesi mevcut hükümet önceki hükümetin savaşın sivil tarafını göz ardı etme politikasını büyük oranda kabul etmiştir. ABD’nin mevcut yönetimi büyük isyanlar ve iç savaşlara sınırlı terör hareketleri muamelesi yapmaktadır.
Net bir sivil-askeri stratejisi, istikrar operasyonları için planları ya da kalıcı bir barış getirecek bir yönetim ve kalkınma düzeyi için seçenekleri yoktur. Genel bir stratejisi yoktur. Aslında yarım bir savaş vermektedir.
Kazanarak kaybetmek: Afganistan
Afganistan’da Taliban’ın son saldırıları ABD’nin bir yıpratma savaşı ile karşı karşıya olduğu gerçeğini göstermektedir. Ayrıca askeri bir başarı kazanması da garanti değildir. Bunun yanında Afganistan’daki siyasi bölünmüşlük ile uğraşma, liderlik sorununu çözme ve halka ekonomik ilerleme ile yolsuzluklardan temizlik sunma konularında belirgin bir stratejisi yoktur.
ABD daha etkin Afgan birlikleri oluşturma konusunda bir dereceye kadar ilerleme kaydetmiş ve Afgan ordusuna yeterli eğitim ve personel desteği vererek önemli yardımlarda bulunmuştur. Hava desteğini de artırmıştır.
Çatışmalara mühimmat kullanılarak verilen hava desteği 2015 yılında 411 sorti iken 2017 yılında ise bu sayı 1248 olmuştur. Diğer bir ifadeyle gerçek mühimmat kullanılan sorti sayısı 2008 yılında ayda 100’ün altındayken 2018 yılının ilk beş ayı itibariye 500’ün üzerinde çıkmıştır.
Bununla birlikte son çatışmalara bakılarak bahsi geçen adımların ülkeyi daha güvenli hale getirmediğini ve Taliban’ın bazı bölgelerdeki nüfuz ve denetimini yavaşça genişletmesini durdurmadığını göstermiştir.
Pakistan da bir sorun olmayı sürdürmektedir ve İran ile Rusya’nın Taliban ile kendi başlarına mücadele etmeye hazır oldukları görülmektedir. ABD ve Afgan yönetimlerinin kaybettiği söylenemese de herhangi bir zafere doğru ilerlediklerine dair elde net bir delil de yoktur.
ABD tüm bunlardan başka savaşın sivil tarafında çok daha büyük yanlışlara imza atmaktadır. Afgan ulusunun inşası ile ilgili bütün büyük çalışmalar durdurulmuş görünmektedir ve halen devam ettirilen sınırlı istikrar çabaları ile sivil-askeri operasyonlarda muhtemelen önemli kesintilere gidilecektir. Ülkeyi yönetmekte başarısız kalmış bir devlet için bu uygun bir yaklaşım değildir.
Afganistan’ın zayıf ve bölünmüş merkezi hükümeti Devlet Başkanı Gani yönetiminde kısmen bir ilerleme kaydetse de bir sonraki seçimde öncekinden daha büyük bir başarı elde edip etmeyeceği belli değildir. Ya da ülkede Taliban’ın nüfuzunu artırıp kalpleri ve akılları gerçekten ele geçirerek halk desteğine sahip olduğu bir seviyeye ulaşmasını engelleyecek birleşik, dürüst ve etkili bir hükümetin iş başına gelip gelmeyeceği de belli değildir. Afganistan böyle bir yönetime umutsuzca ihtiyaç duymaktadır.
On yedi yılın ardından ABD’nin Afganistan’da Taliban’ın kendilerinde önce yorulup hükümetin sunduğu şartlara göre müzakere etmesini umut etmek ya da ülkeyi bölüp Taliban’a merkezi hükümete kıyasla büyük bir parça vermek dışında gerçek bir stratejisi yoktur. ABD savaşın nasıl biteceği bir yana neden bitmesi gerektiği sorusunu da cevaplamaktan acizdir.
Kazanarak kaybetmek: Suriye
Afganistan gibi diğer bir tipik örnek de Suriye’dir. Suriye savaşı Esad’ın zaferine dönüşmüştür. ABD, IŞİD yarı devleti ya da hilafetini büyük oranda mağlup etmiş; ancak diğer yandan Esad’ı güçlendirmiştir.
Devlet terörü, Rus hava gücü ve İran ile Hizbullah’ın destekleri bir araya gelince Esad rejimi adeta yeniden hayat bulmuştur. Suriye nüfusunun yüzde 75’i Esad rejiminin idaresi altındadır ve bu oran gün geçtikçe artmaktadır.
Suriye’de terörün bitirilmesi konusunda ne söylenirse söylensin son istatistiklere göre IŞİD 2012 ile 2017 yılları arasında Suriye ve Irak’ta gerçekleşen terör eylemlerinin yüzde 30’undan daha azında sorumluluk sahibidir.
Esad rejiminin eylemleri bir kenara konsa bile Suriye’deki terör saldırılarında IŞİD’in payı yüzde 31’dir. Daha da ötesi Esad rejimi ülkenin kuzey batısında bulunan İdlib’deki muhalif kalıntılarına yönelik büyük bir savaşa hazırlanmaktadır. Öte yandan Türkiye de Suriye’de sahadaki ABD destekli mücadelede kilit bir role sahip olan Kürtlere aktif biçimde müdahale etmektedir.
Suriye’nin savaşın başlamasından önce çok daha gelişmiş bir ülke olduğu göz önüne alınırsa savaşın sivil yönü Afganistan’dakinden bile kötüdür.
Dünya Bankası’nın yaptığı araştırmaya göre Suriye ekonomisi harap olmuş durumdadır. Birleşmiş Milletler de bu yılın başlarında ülkenin yaklaşık yarısının savaştan etkilenme riski ile karşı karşıya olduğu tahmininde bulunmuştur.
Suriyeliler ülkenin yeniden nasıl inşa edilip savaş yaralarının sarılacağı ve ihtiyaç duyulan paranın nasıl bulunacağı konusunda görüş birliğine varsalar bile hiç kimse ne kadar paraya ihtiyaç duyulduğunu tahmin edememektedir.
Daha da kötüsü Dünya Bankası’nın araştırmalarına göre Suriye kalkınma anlamında on yıl kaybetmiştir. Ekonomisini düzeltip halkın ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve Araplar, Kürtler, Sünniler ve diğer gruplar ile bölgeler arasındaki nefreti bitirip büyük siyasi ve ekonomik bölünmüşlüğü giderebilmesi için ihtiyaç duyabileceği üst düzey yardımlar için güvenilir bir kaynak da mevcut değildir.
ABD burada da savaşın neden bitirilmesi gerektiği ya da kalıcı bir barışın sağlanıp sağlanamayacağı sorularını cevaplayamamaktadır. Aslına bakılırsa ABD stratejisinin görünen tarafı daha çok IŞİD’e yönelik taktiksel zaferlere odaklanmış görünmektedir.
Bu stratejide Suriye’nin geri kalanı yok ya da bazı resmi müzakereler aracılığı ile sihirli bir biçimde huzurlu ve istikrarlı bir hale gelecekmiş gibi düşünülmektedir. Afganistan’dan farklı olarak Suriye’deki ABD destekli askeri güçlerin gelecekteki yapısını ya da ülkenin güvenliğini şekillendirecek bir plan çerçevesi bile yoktur. Bir istikrar planı ya da anlam ifade eden sivil-askeri operasyonlar hiçbir zaman var olmamıştır. ABD burada yarım bir savaş dahi vermemektedir. Belki düşmanın üçte biri ile savaştığı söylenebilir.
Barış açıklamaları ve görüşmelerine gelince isyanlar ve Kürt yerleşim bölgeleri ile bölünmüş bir ülkede gerçek ya da kalıcı bir barış sağlanamaz. Yine de Esad’ın nihai zaferi bile çoğunluğu yönetime karşı düşmanca hisler taşıyan, 400 bin sivilin hayatını kaybettiği, varil bombaları ve kimyasal silahlarla terörize edilen ve milyonlarca kişinin göç etmek ve hatta ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı Sünni çoğunluk üzerinde hakimiyetini sürdürmek isteyen bir Alevi diktatörlüğü anlamına gelecektir.
Ayrıca İsrail, Türkiye ve Suriye’nin Arap komşularını Rusya ile İran ve Hizbullah nüfuzu ile uğraşmak zorunda bırakabilir. IŞİD ve aşırılık yanlısı başka Sünni direniş gruplarının bir şekilde yeniden doğmasının kaçınılmazlığı da başka bir tehdit olabilir.
Kazanarak kaybetmek: Irak
Ve Irak. ABD Irak’taki ikinci döneminde 2003 ile 2011 arasında yaptıklarına kıyasla askeri anlamda daha doğru işler yapmaktadır. 2015 yılından itibaren, Afganistan savaşında olduğu gibi, Irak’ta da çatışmaya hazır kara kuvvetleri oluşturmaya odaklanmıştır.
Daha sonra bu kuvvetleri gerçek savaşlarda desteklemek amacıyla eğitim ve destek güçleri göndermiştir. ABD ayrıca hava kuvvetlerinin büyük desteği olmadan Afganistan’da Taliban ya da Irak ve Suriye’de IŞİD ile mücadelede başarı şansı olmadığını kabul etmiştir.
Askeri taraf
Nihai sonuç bir başarıdır. En azından IŞİD ile mücadelede örgütün Irak’ın kilit şehirlerini işgal etme tehlikesi ve “hilafeti” ortadan kaldırılmıştır. Aynı zamanda bu başarının bir maliyeti de vardır: İran’ın Irak’taki askeri ve güvenlik rolü büyük oranda artmış olup Şii ve Sünni milisler de güçlenmiştir.
ABD Irak silahlı kuvvetlerini İran’a karşı caydırıcı olabilecek ya da onu yenebilecek bir kapasitede yeniden yapılandırmaya gitmemiştir. Diğer yandan Bağdat’taki merkezi hükümete bağlı Arap güçler ile Kuzeydeki Kürt Peşmerge güçleri arasındaki gerilim 2018 yılı içerisinde büyük bir çatışmaya dönüşmüş ve sonuçta hükümet güçleri Peşmergenin işgal ettiği büyük bölgeleri geri almıştır. Ancak Arap ve Kürt güçleri her zaman olduğu gibi bölünmüş durumdadır.
Bir kez daha askeri seviyedeki başarı büyük oranda taktiksel bir başarıdır ve kalıcı bir barışın askeri tarafında başarılı olmak için belirgin bir stratejiye sahip görünmemektedir. Burada da Başkan’ın 2019 Mali Yılı için Kongre’ye yaptığı talepte kendini gösteren kapsamlı ABD yaklaşımını incelemek faydalı olacaktır. Bu talepler incelendiğinde yeni Ulusal Savunma Stratejisinde bulunandan çok daha fazla ayrıntı görülecektir.
ABD yönetimi herhangi bir sivil yardım talebini minimuma indirse de üç savaşın tamamı için Savunma Bakanlığına ayrılan bütçede 2018 Mali Yılındaki 60,1 milyar dolardan 2019 Mali Yılı için 64,2 milyar dolara artış talebinde bulunmuştur. Bu miktar 2008 Mali Yılındaki rekor olan 187 milyar doların ise çok gerisindedir.
Öte yandan 2019 Mali Yılı bütçe talebi ile Savunma Bakanı ve üst düzey ABD’li yetkililerin açıklamalarına bakılırsa sahadaki Afgan, Iraklı ve Suriyeli güçlere doğrudan eğitim ve yardım konularına ayrılan pay artacaktır.
ABD’nin her bir ülkedeki müttefik muharebe birliklerine gönderdiği yardım asla tam olarak açıklanmamıştır. Ayrıca Savunma Bakanlığının deniz aşırı ülkelere gönderilen askeri ve sivil personel hakkındaki aylık raporlarında Afganistan, Irak ya da Suriye’ye gönderilen personelden bahsedilmemektedir. Ancak 2019 Mali Yılı bütçe talebinde ABD’nin Afganistan, Irak ya da Suriye’de konuşlanan ortalama askeri personel sayısını toplam 12 binde tutmayı planladığı belirtilmiştir. Bu sayının 3 ila 6 bini de “geçici” personel olacaktır.
2019 Mali Yılı için ön görülen söz konusu personel 2008 Mali Yılındaki 187 bine kıyasla az olsa da 2017 Mali Yılındaki 8 bin personele göre daha fazladır. Savunma Bakanlığı yüklenici ya da sivillerin sayısında dikkat çekici bir artış ortaya koymasa da diğer düzeylerde yapılacak yardımlarda da önemli bir artış görülmüştür. Ayrıca bütçe savunmaları da Savunma Bakanlığı raporlarını Dışişleri Bakanlığının deniz aşırı önleyici faaliyetleri ile ilişkilendirmekten uzaktır.
ABD Hava Kuvvetleri Merkez Komutanlığı raporları da hava kuvvetlerinin yerel kara birliklerine destek amaçlı faaliyetlerinde büyük bir artış olduğunu göstermektedir. Irak ve Suriye’de gerçek mühimmatın kullanıldığı sorti sayısı 2014 yılında 1411 iken 2015-2017 yıllarında bu sayı yıllık 10 ila 12 bin olarak gerçekleşmiştir.
2018 yılında söz konusu sayılarda sert bir düşüş yaşanmıştır. Ancak bu düşüş Musul’un yüzlerce sortinin ardından kurtarılması ve hem Irak hem de Suriye’de IŞİD’in ağır yenilgiler almasının ardından gerçekleşmiştir.
2019 Mali Yılı bütçe önerisinde denizaşırı önleyici harekatlarına ayrılan savaş harcamaları payı konusunda üç savaşın her biri için bir plan ya da strateji eksikliği göze çarpmaktadır. Yani sonraki yıllarda ne yapılacağı belirsizdir.
Gelecek Yıl Savunma Planında 2020-2023 Mali Yılları için bir strateji tanımlaması ya da gerçek dünya bütçe tahmini yapılmamıştır. ABD yönetimi bütçe talebinde bulunduğundan beri böyle bir girişimde bulunmamıştır. Ya da Irak silahlı kuvvetlerini yapılandırmak, İran nüfuzunu kırmak, Rusya’nın silah satışını azaltmak ya da anayasal yönetim ve yerel güvenlik için ulusal çapta sistemler yaratmak konusunda bir plan sunmamıştır.
Sivil taraf
Savaşın sivil tarafına gelince ABD IŞİD ile mücadele sırasında zarar görmüş bölgelerin yeniden inşasının maliyeti ya da Irak halkının ihtiyaçlarını karşılayıp merkezi hükümete desteklerini kazanacak ekonomik reformların çok daha yüksek olan maliyeti ile ilgili Dünya Bankası’nın uyarılarını neredeyse bilinçli olarak göz ardı etmiş görünmektedir.
2014 yılında Afganistan’da ulus inşası çabaları ile istikrar operasyonlarını nasıl terk edip büyük askeri desteğini yeniledikten sonra bile bu çabaları eskisi gibi sürdürmediyse yapısal reformlara duyulan ihtiyacın, savaş maliyetinin ve petrol gelirlerinde yaşanan büyük düşüşün bir araya gelmesiyle oluşan büyük baskı sebebiyle iflasın eşiğinden dönen Irak’ta da 2011 yılında aynı şeyi yapmıştır.
ABD yönetim anlamında dünya sıralamasında en altlarda bulunan Irak’ı daha yukarılara taşımak için de çok az çaba göstermiştir.
Daha sonra otoriter birisine dönüşecek Maliki’nin kazandığı 2010 seçimlerinden daha az bölücü olabilecek 2018 seçimlerinin sonuçlarına etkilemek için, Sünni ve Şiiler arasındaki ayrılığı gidermek için ya da Irak ordusundaki kutuplaşma ve yozlaşmayı engellemek için de neredeyse hiç çaba göstermemiştir.
Durum öyle bir hal almıştır ki ABD’nin savaştığı üç ülke de adeta Dünya Bankası’nın yaptığı sıralamada en altta olma yarışına girmiştir. Yolsuzluk konusunda hem İbadi hem de Gani Irak ve Afganistan’da kısmi ilerleme kaydetseler de Uluslararası Şeffaflık isimli kuruluşa göre Suriye dünyadaki en yozlaşmış üçüncü, Afganistan dördüncü ve Irak da on birinci ülkedir.
Irak seçimlerinin sonucu belirsizliğini korumaktadır ve hem bir koalisyon hükümeti kurma hem de onu işler hale getirme konusunda yaşanan problemler göz önüne alınırsa bu belirsizlik birkaç ay daha sürecektir.
Ancak sonuçların kolaylıkla İran’ı güçlendirebileceği, Şiiler ile Sünniler arasında tekrar bir bölünmeye sebep olabileceği ya da merkezi hükümet ile Kürtler arasındaki çekişmenin sürmesine sebep olabileceği açıktır.
Böyle bir sonuç ABD’nin IŞİD “hilafetine” karşı zaferini İran’ın büyük zaferi ve ABD’nin yenilgisine dönüştürebilir. Ancak ABD yönetiminden hiç kimse önümüzdeki dönemde bu sorunla açıktan ilgilenmeye istekli görünmemektedir.
Sıkıcı gerçekleri kavramak
Bu problemleri ifade etmek onlara çözüm bulmaktan çok daha kolaydır. Zira tüm seçenekler büyük risk ve belirsizlikler taşımaktadır ve hiç birisi tam olarak uygun değildir. Bu seçeneklerin bazıları çatışmaları aşamalı bir şekilde azaltıp bitirmektir.
ABD’nin Afganistan ve Irak’ta devam eden askeri yardım ve desteği için gerekli şartların sürdüğü düşünülürse bu seçeneğin çok fazla ciddiye alınacak yanı yoktur. Zafer ilan edip çekilmek bir seçenektir. Doğru şartları ortaya koyup bu şartlar sağlanamadığı takdirde mantıklı bir açıklama yapıp çekilmek de başka bir seçenektir.
Afganistan
Her bir savaşın ve ülkenin stratejik önemi de göz önüne alınmalıdır. Afganistan uluslararası büyük terör faaliyetlerinin merkezi değildir. Afganistan uluslararası terörizmin merkezi olabilecek ülkelerden sadece birisidir. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi bu ülkenin istikrar ve güvenlik sorunlarını Pakistan, İran, Rusya ve Orta Asya’daki komşu ülkelere taşıyabilir.
Afganistan’daki şartların söylemden gerçeğe evrilmesi ve siyasi birliğin sürdürülmesi, yerel güvenlik güçleri oluşturmadaki başarı ve ekonomik reformların maliyeti zorlayıcı olabilir. Ancak başarısız bir devlet tarafından yönetilen bir ülkede kalmayı sürdürmenin maliyeti çok daha fazladır. Daha da ötesi ABD’nin bu şartlara göre hareket etmek zorunda olmasının siyasi maliyeti Afganların kısmi başarısı ya da nihai mağlubiyeti için verilen ucu açık taahhütlerin maliyetine göre çok daha kabul edilebilir seviyededir.
Bu açıdan bakıldığında Taliban ile bir barış anlaşması yapılarak hükümete dahil edilmesi ya da ülkenin bölünmesi de başka bir seçenek olabilir. Ancak ülkeyi etnik ve mezhebi gruplara bölmek, Taliban’ın baskın bir grup olarak yeniden ortaya çıktığını görmek ya da başka bir iç savaşa sebep olmak gibi muhtemel sonuçlarla karşılaşılabilir. Barış müzakereleri başka yollarla yapılan bir savaş ya da yeni bir çeşit güç mücadelesine sıklıkla dönüşebilmektedir.
Suriye
Kötü seçenekler sunma açısından en kötüsü Suriye’dir. Kuzeydoğuda ABD tarafından koşula bağlı olarak desteklenen ve Kürtler ile bazı Araplardan oluşan koalisyon sayılmazsa Suriye gerçekte kaybedilmiş durumdadır.
Söz konusu destek de özellikle Irak’ın stratejik bir tampon bölge oluşturulması konusunda yardımı hak etmesine bağlıdır. Ancak Türkiye ile Kürtlerin çatışmasına dahil olma ya da temelde ortak çalışma imkanı olmayan ideolojik hedeflere sahip bir Suriyeli Kürt hareketini destekleme anlamına gelecekse ABD’nin yardımı ucu açık olmamalıdır.
ABD ile müttefiklerinin Esad, Rusya ve İran tarafından yönetilen bir Suriye’ye çoğu kalkınma amaçlı olmak üzere insani yardıma devam etmeli mi sorusunun da cevabı belirsizdir.
Aslında ABD’nin yapması gereken Sünni ya da diğer isyancı gruplara İdlib’de şimdi ya da daha sonra yapılabilecek yardım konusunu değerlendirmektir.
Irak
Irak ABD açısından taktiksel zaferlerin büyük stratejik kayıplarla sonuçlanması ve bunun önemli sorunlara yol açması muhtemel en büyük riski taşımaktadır. Irak’ın İran tarafından stratejik nüfuzunu genişletmek için kullanabileceği bir köprü vazifesi gören coğrafi yeri, önemli bir petrol ihracatçısı olması ve Körfez ile dünyaya petrol ihracatının güvenliğini şekillendirmedeki rolü stratejik çıkar açısından onu Afganistan ya da Suriye’ye kıyasla çok daha üst seviyelere taşımaktadır.
Bu da Irak’a uzun süreli askeri ve ekonomik yardım yapmayı diğer yandan da seçim sonrası hükümetin ciddi bir potansiyel stratejik ortak olması durumunda yardım ve destek için gerekli sivil çabaları öncelikli konuma taşımaktadır. ABD aynı zamanda Irak’ın İran’a eğim göstermesi halinde ne olacağını ciddi olarak düşünmesi ve seçenekler üzerinde Arap müttefiklerine danışması gerekmektedir.
Geniş seçenekler
Son olarak ABD daha geniş iki seçenek üzerinde düşünmelidir.
İlk seçenek gerçek ekonomik, yönetimsel ve siyasi reformlar için şartlı yardımlar sunmak için Dünya Bankası ile koordine edilebilecek geniş çaplı bir uluslararası çabalardır. Ulus inşası konusunda ABD’nin liderlik etmesi gerekmez.
Daha tarafsız ve uzmanlaşmış uluslararası bir yapı gelecekte de yarım bir savaş vermemek için en iyi cevap olabilir. Ancak net olan bir şey var ki o da ABD’nin mevcut üç savaşı için, terörün kaynaklarıyla mücadele için ya da Yemen ya da Sahra Altı birkaç ülkede devam eden savaş için sadece askeri olan bir cevap yoktur.
İkinci seçenek de gelecekte terörizm ve kontrgerilla faaliyetleri için yükümlülüklerini şekillendirirken mevcut savaşlardan öğrendiği askeri dersleri göz önünde bulundurmalıdır.
Eğitim ve destek çabaları ile hava gücünün en iyi kombinasyonunu bulmak önemli bir derstir ve ABD’nin Rusya ve Çin gibi stratejik önceliklere odaklanmasına imkan verecektir. Ancak en önemli husus ABD’nin müdahalesine gerçekten ihtiyaç duyulan şartları tanımlamak olabilir. ABD öyle ya da böyle söz konusu üç başarısız devlet savaşına müdahil olmuştur.
Gerçek stratejik dostları desteklemek bir şeydir. Umudun tecrübeye galip gelmesine izin vermek ise tamamen farklı bir şeydir.
Çeviri: Gürkan Bayır