Silahlı grupların “ılımlı” veya “terörist” diye ayrıştırılma çabası, Suriye’deki siyasi çözüme katkı sağlayabilecek bir girişim olarak sunulsa da pratikte uluslararası tarafların terörist aklama mekanizması şeklinde işliyor.
Suriye iç savaşında belirleyici rolü olan kritik gelişmelerden birisi de, 30 Eylül 2015 tarihinde Rusya’nın savaşa resmen müdahale etmesiydi.
ABD ve Batı’nın Rusya’nın müdahalesine tepki vermesi beklenirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 18 Aralık 2015'te oy birliği ile 2254 sayılı kararı kabul etti.
ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya aldıkları ortak kararla, Suriye'de acil bir ateşkesin sağlanması ve ülkede siyasi çözüme ulaşılması çağrısında bulundular.
Bu karar da Suriye iç savaşındaki kritik gelişmelerden ikincisi oldu. Zira, 2254 sayılı karar ile sivil hedeflere yönelik saldırıların acilen son bulması ve Ocak 2016'da ateşkes ve siyasi çözüme ilişkin görüşmelerin başlatılması çağrısı yapıldı.
Ancak, 'terörist' olarak görülen ‘Irak ve Şam İslam Devleti’ (IŞİD) ile El-Nusra Cephesi ateşkesin dışında bırakılarak, bu gruplara yönelik saldırı ve savunma amaçlı eylemlerin devam edeceği belirtildi.
Rusya’nın resmen müdahale ettiği 30 Eylül 2015 ile BMGK’nin 2254 sayılı kararının alındığı 18 Aralık 2015 tarihleri arasında bir yerde, tam olarak 24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağını düşürmemiz nedeniyle, Suriye sahnesinde bulunmadığımız bir dönemde atılan bu kritik adım, bugün bile İdlib konusu tartışılırken sık sık ve çoğu kez yanlış bir şekilde kullanılan “ateşkes” kavramının aslında ne anlama geldiğini açıklamak açısından büyük önem arz ediyor.
Zira, BMGK’nin 2254 sayılı kararı ile beklenen ateşkesin sağlanmasına yönelik adımlar ancak, Türkiye’nin aktif olarak sahaya döndüğü 2016 Ağustos ayı itibarıyla başlayabildi.
Fırat Kalkanı harekatıyla, Rusya’nın oluru ve teşvikiyle sahaya dönen Türkiye’den beklenenler arasında, teröristlerle ılımlı silahlı muhalefet arasındaki çizginin kesin bir şekilde ayrılması da vardı.
Suriye iç savaşına, vekilleri aracılığıyla aktif olarak katılan Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Rusya ve İran’ın destek ve çabalarıyla ateşkes yolunda her zamankinden daha iyimser bir hava oluşmaya başlamıştı.
Türkiye’nin de aktif desteği ve katkısıyla 2016 yılı sonundan önce Suriye’de bir ateşkes ilan edileceğine inananların sayısında artış oldu.
Karlov suikastı ve bir gün sonra Moskova’da imzalanan 20 Aralık 2016 tarihli Moskova Mutabakatı, bir yandan BMGK 2254’ye atıfta bulunarak, ‘Irak ve Şam İslam Devleti’ ve El-Nusra Cephesi ile savaşa devam edileceğini belirtirken diğer tarafta hem Astana sürecini başlatıyor hem de Suriye’nin bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve egemenliğine duyulan saygı ve bağlılığı dile getiriyordu.
23 Aralık 2016’da, 12 silahlı muhalif grubu kapsayan Suriye muhalefeti, Rusya, Türkiye ve İran’ın katkılarıyla, Astana’da Esad’ın temsilcisi, Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşşar Caferi ile dolaylı yoldan görüşmeler yaptılar.
Nihayet, 28 Aralık 2016’da Türkiye ve Rusya, Suriye’de ülke çapında bir ateşkes planı üzerinde anlaştı. 30 Aralık 2016 gece yarısı 00.00’da yürürlüğe giren ateşkes anlaşması YPG’yi kapsamıyordu ve elbette İŞID ve Al-Nusra Cephesi de kapsam dışındaydı…
Bu ateşkes anlaşmasına taraf olan başlıca silahlı gruplar şunlardı:
Sham Legion
Ahrar al-Sham
Jaysh al-Islam
Free Idlib Army
Levant Front
Jabhat Ahl al-Sham
Suriye iç savaşında sağlanan bu son derece önemli ateşkes ilanı üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Rusya ve Türkiye’nin çabalarıyla 31 Aralık 2016’da, 2336 sayılı kararını aldı.
Bu karar, BMGK 2254’e atıfta bulunularak, Astana’da Suriye hükümeti temsilcileri ile Suriye muhalefeti arasında yapılacak toplantıların, Suriye’deki kalıcı barışı ve siyasi çözümün önemli bir parçası olacağı belirtildi.
Nitekim 23 -24 Ocak 2017 tarihlerinde ilk Astana toplantısı gerçekleştirildi. İlk toplantıya, toplantının organizatörü ülkeler olan Rusya, Türkiye, İran dışında, “ılımlı silahlı muhalefet”, Suriye devleti temsilcisi ve hatta ABD temsilcisi de gözlemci olarak katılmıştı.
İlk toplantı sonunda açıklanan mutabakat metninde, Suriye’de ateşkesin korunması için üçlü bir mekanizma kurulması yer alıyordu. Nitekim, 2017 Mayıs ve Eylül ayındaki Astana toplantılarıyla kurulan çatışmasızlık bölgeleri, işte bu mekanizmanın hayata geçirilmesi anlamına geliyordu.
Tüm Astana protokollerinde, tüm Astana liderler zirveleri sonuç bildirgelerinde ve Eylül 2017 tarihli Soçi Mutabakatı’nda bahsi geçen ateşkes, yukarıda izahına çalışılan ateşkestir.
Ilımlı silahlı muhalefet kimlerden oluşuyor?
Hatırlanacağı üzere, Mayıs 2015’te, Halep’te 21 muhalif grup “Fetih Ordusu" adı birleşerek kentin kontrolünü sağlamak için ortak operasyon merkezi oluşturduklarını açıklamıştı.
Nureddin Zengi Hareketi,
Mücahitler Ordusu (Ceyşu'l Mücahidin),
101'inci Tümen,
13'üncü Tümen,
Ahraru'ş Şam İslami Hareketi,
İslam Ordusu (Ceyşu'l İslam),
Şam Cephesi (Cebhe eş-Şamiye)
gibi muhalif grupların oluşturduğu Fetih Ordusu'nun İdlib ve Cisr eş-Şuğur'dan sonraki hedefinin Halep kentinin tümünün "kurtarılması" olduğu belirtilmişti.[1]
Bunlardan Ceyşu'l İslam (İslam Ordusu) Suudi Arabistan’ın vekil gücüydü. Ağırlıklı olarak doğu Guta'da bulunuyorlardı. Bir dönem büyük bir gücü olan bu örgüt, doğu Guta 2018 yılında temizlendikten sonra adeta buharlaşıverdi.
Örgüt elemanlarının bir bölümü ulusal uzlaşma yasasından yararlanıp silah bıraktı, bir bölümü de yeşil otobüslerle İdlib'e gitmeyi tercih etti.
Şimdilerde “ılımlı” diye nitelenen Ahrar Şam adlı örgüt, hem ideolojik hem de örgütsel olarak şu an “terörist” diye nitelenen hem Nusra Cephesi ile hem de IŞİD’le aynı kökene sahip.
Örgütün kurucusu Ebu Halid es-Suri, el-Kaide Lideri Usame bin Ladin'in ve onun halefi Eymen Zevahiri’nin Suriye temsilcisiydi. Ebu Halid Suri, 21 Şubat 2014’te IŞİD tarafından Halep’te öldürdü.
Suriye’deki örgütlerin “ılımlı” veya “terörist” diye nitelenmesi, o örgütlerin ideolojisiyle veya örgütsel kökenleriyle ilgili değil; onları kullanan uluslararası tarafların politik çıkarlarıyla ilgili bir durum.
Zira şu an “ılımlı” diye nitelenen örgütler de “terörist” diye nitelenen örgütler de ideolojik ve örgütsel olarak aynı kökenden geliyor. Aşağıdaki ayrıntılar da hem bu gerçekliğin hem de İdlib’deki mevcut durumun anlaşılmasını kolaylaştırıyor.
Düşman kardeşler
Mayıs 2013 yılında saflar ayrışıncaya kadar IŞİD Lideri Ebubekir Bağdadi, El-Kaide’nin Irak temsilcisi, Nusra Lideri Ebu Muhammed Colani de Suriye temsilcisiydi.
Ancak, Ebubekir Bağdadi Nisan 2013’te Nusra Cephesi ile birleştiklerini ve o zamana kadar da adı ‘Irak İslam Devleti’ olan örgütünün adını ‘Irak-Şam İslam Devleti’ (IŞİD) diye değiştirdiğini açıklaması el-Kaide bağlantılı tüm örgütlerin bölünmesine, hatta iç savaşa girişmesine sebep oldu.
Zira, Nusra Lideri Ebu Muhammed Colani, Bağdadi’nin birleşme açıklamasını reddedip el-Kaide lideri Eymen Zevahiri’ye bağlılığının devam ettiğini belirtirken, Eymen Zevahiri de kendilerinden habersiz alınan bu birleşme kararını onaylamadığını vurguladı.
Bağdadi’nin el-Kaide’nin Irak kolunun, Colani’nin ise Suriye kolunun sorumlusu olarak kalmasına hükmetti.[2]
Ancak, Ebubekir Bağdadi, Eymen Zevahiri’nin kararını tanımadı; o tarihten sonra diğerleriyle savaştı; 2014’te ise kendi hilafetini ilan etti.
IŞİD ve Nusra’dan sonra bir diğer el-Kaide türevi örgüt olan Ahrar Şam’ın Nusra ile kardeşlikten düşmanlığa dönüşen hikayesinin merkezinde ise Türkiye var.
Şu an “ılımlı” diye söz edilen Ahrar Şam ile “terörist” diye nitelenen Nusra Cephesi, 2015’te İdlib’i ele geçiren ‘Fetih Ordusu’ adlı silahlı gruplar koalisyonunu bünyesinde yer alıyordu.
‘Fetih Ordusu’, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından oluşturulmuş ve 2015’te İdlib’i ele geçirmişti.
Birbiriyle savaşan grupları ‘Fetih Ordusu’ adı altında birleştirmenin temel amaçlardan biri, 11 Eylül 2014’teki Cidde toplantısında IŞİD’le mücadeleyi öncelik olarak belirleyen ve Suriye’deki vekalet savaşından çekilen ABD’yi yeniden savaşın liderliğe zorlamaktı.
Bu amaç, o dönemde Amerikan basınına demeç veren ‘bir Körfez kaynağı’ tarafından şöyle ifade edilmişti:
“ABD’nin bizimle beraber hareket etmesini sağlamanın tek yolu dişimizi göstermemizse, diş gösteririz. Ve Sünni dişi azılıdır.”[3]
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin bu açıdan son derece kritik ve zekice bir zamanlamayla gerçekleştiği söylenebilir.
Zira Rusya’nın 30 Eylül 2015’te askeri müdahaleyi başlattığı günlerde, İdlib’i ele geçiren Fetih Ordusu’nun Nusra Cephesi’ne bağlı militanları Hafız Esad’ın doğum yeri olan Kırdaha köyüne kaç kilometre kaldığını gösteren tabela resimleri yayımlıyordu.
Rusların müdahalesi tüm sahayı değiştirdi, Fetih Ordusu’nun saldırı pozisyonu savunmaya dönüştü. Aralık 2016’da Halep kurtarıldı ve ABD’nin yeniden savaşa ikna edilmesinden umudu kesen Türkiye, zorunlu olarak Rusya ile yakınlaştı ve Astana sürecine katıldı.
Böylece İdlib’deki Fetih Ordusu’nun “ılımlı” ve “terörist” diye ayrıştırılması süreci fiilen başlamış oldu.
Adını “Şam’ın Fethi Cephesi” şeklinde değiştiren Nusra Cephesi, Halep’in düşmesinden gerekli yardımı yapmayan Türkiye’yi ve Türkiye ile birlikte hareket ederek Astana’ya katılan Ahrar Şam gibi grupları suçladı.
Böylece Fetih Ordusu’nda iç savaş başladı. Nusra ve Ahrar Şam Fetih Ordusu’nun iki büyük grubuydu. Diğer gruplar da bu ayrışma sürecinde ya Ahrar Şam’ın veya Nusra’nın safına geçtiler.
Daha önce de ifade edildiği gibi, Nusra’nın safına geçenler Heyet Tahrir Şam (HTŞ); Ahrar Şam’ın safına geçenler ‘Suriye Kurtuluş Cephesi’, Türkiye’nin hem Suriye’nin diğer bölgelerinde hem de Libya’da kullandığı gruplar ise ‘Suriye Milli Ordusu’ oluverdi.
Tabii bu kutuplaşma sürecinde karşı kamplar arasında geçişler de olabildi veya yeni bir kamp da oluşabildi.
Örneğin “Ceyşu’l Ahrar” (Özgürler Ordusu), “Ceyşu’s Sünne” (Sünnet Ordusu), “Livau’l Hak” (Hak Sancağı) ve “Ensaru’d- Din” (Dinin Yardımcıları) ve Nureddin Zengi Tugayları Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) adıyla Nusra’nın safındaydı. Ancak, mesela Nureddin Zengi, “Livau’l Hak” ve “Ceyşu’l Ahrar” daha sonra HTŞ’den ayrıldı.
Türkistan İslam Partisi ve Nusra’yı el-Kaide’den ayrılmakla suçlayıp gerçek el-Kaide’nin kendisi olduğunu savunan Hurraseddin (Dinin Muhafızları) ise HTŞ bünyesinde olmamakla birlikte Astana’ya yaklaşım bakımından HTŞ ile aynı safta yer alıyor.
HTŞ'nin savaş açtığı Astana görüşmelerine katılan ve Ahrar Şam safında yer alan gruplar ise şunlardı:
‘Sukuru’ş Şam’ (Şam Kartalları),
‘Ceyşu’l Mücahidin’ (Mücahitler Ordusu),
‘Cephetu’ş Şamiyye’ (Şamlılar Cephesi),
‘Festakim Kema Ummiret’ (Adını Kuran’daki bir ayetten alıyor anlamı Emrolunduğu gibi dosdoğru ol),
‘Suvvaru’ş Şam’ (Şam Devrimcileri)
18 Şubat 2018'te “Nureddin Zengi” ile “Ahrar Şam” HTŞ’ye karşı “Suriye Kurtuluş Cephesi”ni kurmuştu.
Nureddin Zengi her ne kadar tıpkı IŞİD gibi kafa kesse de (mesela Filistinli bir çocuğun kafasını kameralar önünde kesmişlerdi) bir dönem ABD’den TOW da dahil silah yardımı alıyorlardı.
Bu çatışmalarda tarafsız kalan “Feylaku’ş Şam” (Şam Kolorduları veya diğer adıyla “Sham Legion”) “Ceyşu’n- Nasr” (Zafer Ordusu) ise “Ceyşu’l İdlib el-Hür” (Free Idlib Army), Birinci Sahil Tümeni, İkinci Sahil Tümeni, Fevcu’l Evvel, Ceyşu’s Sani, Şuhedau’l İslam Deraya”, “Fırkatu’l Hurriye” ve 23. Fırka ile birlikte 28 Mayıs 2018'de “Ulusal Kurtuluş Cephesi”ni kurdu.
Türkiye ile Rusya arasında gerginlik yaşandığı bir dönemde, Mart 2016'da Türkiye destekli gruplar yeniden yapılanma yoluna giderek Havar Kilis Operasyon Odası adlı bir oluşumu gerçekleştirmişlerdi.
Bu oluşumun iki ana bileşeni vardı: Birisi ÖSO, diğeri de Halep'in Fethi adlı daha önce Halep'te savaşmış grupların oluşturduğu çatı örgüt. Bu yeni yapılanmada, Sultan Murat Tugayı, Hamza Tugayı, Fastakim Birliği ve Mutasım Tugayı gibi Suriye'nin kuzeyinde faaliyet gösteren farklı gruplar ÖSO çatısı altında bir araya geldi.
Bu grupların, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile sahada iş birliği yapmaları ve birlikte hareket etmeleri de Ağustos 2016'daki Fırat Kalkanı Harekatı'nda başladı.
ÖSO'dan Suriye Ulusal Ordusu'na
Türkiye destekli ÖSO'nun yeniden yapılandırılma sürecinin en son halkası da 30 Aralık 2017'de kurulan "Suriye Milli Ordusu" oldu. Suriye Milli Ordusu, ÖSO'ya bağlı yaklaşık 30 alt grubun birleşmesinden oluşturuldu.
ÖSO çatısı altında Zeytin Dalı Harekâtı'na katılan veya destek veren gruplardan bazıları şöyle:
Sultan Murat Tümeni: Adını Osmanlı İmparatoru İkinci Murat'tan alan örgüt, 2013 yılında kuruldu. Üyeleri arasında Türkmenler ve Araplar var. Ağırlıklı olarak Halep bölgesinde, Halep'in Fethi çatı örgütü altında faaliyet gösterdi.
Halep'in yeniden Suriye hükümetinin kontrolü altına geçmesinin ardından Fırat Kalkanı Harekâtı'na katıldı.
İnternet sitesine göre, şu anda 5 bin civarında üyesi olduğunu söylüyor. Halep operasyonu sırasında hem Uluslararası Af Örgütü hem de Birleşmiş Milletler tarafından sivilleri öldürmekle suçlanan örgütler arasında yer alıyor.
Feylak el Şam (Şam Lejyonu): 19 farklı İslamcı örgütün bir araya gelmesiyle 2014 yılında kuruldu. Suriye'deki Müslüman Kardeşler'e yakın bir örgüt olduğu belirtiliyor. Fırat Kalkanı'nın ardından Zeytin Dalı Harekâtı'na katıldı.
Örgütün komutanı Yasser Abdul Rahim, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada, ÖSO'nun hedefini YPG tarafından kontrolü altındaki "16 Arap köyünü ve kasabasını geri almak" olduğunu ve Afrin şehrinin merkezine girmeyi planlamadıklarını söyledi.
Ahrar el Şarkiye: Nusra Cephesi'nden ayrılan Ebu Marya El Kahtani tarafından 2016 yılında kuruldu. Fırat Kalkanı Harekâtı'na katıldı. Ancak bu dönemde, ABD askerlerinin bu bölgeye gelmesine tepki göstererek, harekattan ayrıldı. Yapılan açıklamada, ABD'nin YPG'ye destek vermesine tepki gösterildi.[4]
Bugün İdlib’deki gruplar iki ana kategoride sınıflandırılıyor.
A) Terörist sayılanlar: HTŞ, Hurraseddin (Dinin Muhafızları) ve Türkistan İslam Partisi. Rusya medyasında yer alan haberlerde, bu örgütlerin, Şubat 2020’deki İdllib savaşında Türkiye ile birlikte hareket ettikleri ifade edildi.
B) Ilımlı sayılanlar: Şu an “Suriye Milli Ordusu” adıyla Türkiye tarafından Libya da dahil her yerde kullanılan örgütler.
Bugün İdlib’deki terörist ve ılımlı silahlı muhalefet ayrımı keskin olarak yapabilmek mümkün değildir.
Örneğin, 2 bin dolar maaşla, Suriye Milli Ordusu mensubu olarak Libya’ya gönderildiği ifade edilen gruplar içerisinde, Hafter güçleri tarafından yakalananlardan bazılarının Al-Nusra bazılarının ise Sultan Murat Tugayları mensubu olduğuna öne süren videolar yayımlanıyor.
Yine, Rus medyasında yer alan haberlerde, Türkiye’nin ılımlılık payesini cömertçe dağıttığına değiniliyor.
Öte yandan, Rusya’nın Suriye’deki ‘Tarafları Uzlaştırma Merkezi’ günlük bültenlerinde, ‘silahlı illegal gruplar’ kavramını kullanırken, bunları ‘Türkiye’nin kontrolünde olan’ ya da ‘Türkiye’nin kontrolünde olmayan’ silahlı illegal gruplar şeklinde ayırıyor.
Suriye’deki silahlı gruplar hem ideolojik hem de örgütsel olarak el-Kaide kökenlidir veya Suudi Arabistan, Katar ve İhvan nüfuzu sebebiyle selefi cihatçı bir karakter taşımaktadır.
Dolayısıyla bu grupların “ılımlı” veya “terörist” diye ayrıştırılma çabası, Suriye’deki siyasi çözüme katkı sağlayabilecek bir girişim olarak sunulsa da pratikte uluslararası tarafların terörist aklama mekanizması şeklinde işlemektedir.
Silahlı bir grubun “ılımlı”sının ne demek olduğu, Suriye’de gerçekten “ılımlı” bir silahlı grubun olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu; ancak eğer bu ayrıştırma Astana’da hazırlanmakta olan siyasi çözüme katkı sunmak için yapılıyorsa öncelikle bu grupları ayrıştırması rolü üstlenen tarafların Astana’daki siyasi çözüme inanması gerekiyor.
Öte yandan, Rusya’nın önde gelen ve resmi niteliği de olan yayın organlarında şu yoruma da yer veriliyor:
“Astana’da Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve ulusal egemenliğine bağlılık imzası atarken “rejim”in İdlib’e veya Fırat’ın doğusuna egemen olmasına izin vermeyeceğini vurgulayan Türkiye’nin “ılımlı” silahlı grupları, siyasi çözüme ortak etmeye çalıştığına inanmak güç.”
[1] TRT Haber, 11 Mayıs 2015. 21 Muhalif grup "Fetih Ordusu" oluşturdu
[2] YDH, 9 Kasım 2013. IŞİD’i ilga eden Zevahiri mi el-Cezire mi?
[3] Cumhuriyet, 13 Nisan 2015. İşte Esad’ı devirme planı
[4] BBC Türkçe, 30 Ocak 2018. Özgür Suriye Ordusu nedir: 2011'den 2018'e örgütün yaşadığı dönüşüm