ABD’de nüfus sayımını icra etmek için üretilen araçlar; Nazi soykırımını, göz hapsini ve devlet destekli ırkçılığı nasıl körükledi ve dijital çağın başlamasına nasıl yardımcı oldu?
Çevirmenin notu: Sosyal medya platformlarındaki sansür vakaları ve veri gizliliğine ilişkin tartışmalar, son aylarda gündemde hatırı sayılır bir yer tutarken, Amerikalı gazeteci Yasha Levine’ın kişisel blog sayfasında kaleme aldığı, 2020 nüfus sayımı konusundaki tartışmaları değerlendiren bu uzun soluklu yazı, konuya merakı olanlar için Amerikan teknoloji endüstrisinin kirli mazisine dair detaylı bir arka plan sunuyor.
Çeviren: Emre Köse
Aralık 1986’nın soğuk bir gününde, Herman Hollerith adındaki Amerikalı bir mucit, Rusya’nın St. Petersburg kentinde bir trene yetişmek için aceleyle koştu. Kürk bir şapka ve kulaklarına kadar iliklenmiş kocaman yakalı kalın, kürk astarlı bir palto giymişti. Palto, ağzını ve büyük sarkık bıyığını kapatıyordu; yüzünün sadece az bir kısmı açıkta etrafa bakınıyordu.
Hollerith, tercihen eşi ve kayınvalidesiyle evde oturan ve icatlarla uğraşan bir hastalık hastasıydı. Seyahatlerden ve en çok da Avrupa’ya seyahat etmekten nefret ediyordu. Bir teknoloji sektörü çalışanının 19. yüzyıldan kalma bir versiyonu gibi, verimlilik konusunda takıntılıydı ve sıradan insanlarla, zaman kaybına neden olan geleneklerden kurtulamadıkları için alay ediyordu. İtalya’dan eşine yazdığı mektupta, “Hepsi binlerce yıl öncesinde yaşıyor. Napoli'den Pompeii’ye giden yolda onları ağaç keserken gördüm ve Pompeii’ye vardığımda, duvarlarda ağaç kesenleri gösteren resimler buldum” demişti.
Mucit, seyahatle ilgili tüm homurdanmalarına rağmen yaşamında epey ilerleme kaydetmişti. Hollerith, henüz 36 yaşındaydı ve New York’ta dul bir anne tarafından mütevazı bir evde büyütülmüştü; ancak haftalarını, dünyanın en acayip hanedanlarından birinden gelen aristokratlarla takılarak geçirmişti. Ve şimdi yeni iş girişimi için verimli ve kârlı bir sözleşmeyle eve dönüyordu.
Birkaç yıl önce Rus Çarı II. Nikolay, bakanlarına Rusya İmparatorluğu’nun ülke çapındaki ilk nüfus sayımını yapmalarını emreden bir kararname çıkardı. 1897 zaman dolumunun yaklaşmasıyla, emri yerine getirmek için çabalıyorlardı. Bunun muazzam ve belki de imkansız bir görev olacağını biliyorlardı.
Rus İmparatorluğu’nun tahminen 100 ila 200 milyon arasında bir nüfusu vardı; bu, size çarın neden bir nüfus sayımı yapmasına gerek olduğunu söyleyebilir. Ülke, Avrupa’dan, Amerika Birleşik Devletleri’nin neredeyse üç katı büyüklüğündeki bir kara parçası olan Asya’nın tamamına yayılmıştı. Tüm bu insanları sayabilmek için, nüfus sayımını gerçekleştirenlerin son derece izole bölgelere gitmesi ve insanları onlarca farklı dilde yoklaması gerekiyordu. Ve zaten bir sıkıntı meydana geldi. Güney Rusya’daki Tatar Müslüman toplulukları, planlanan sayımı, kendilerini Hıristiyan yapmak için çarlık tarafından tertiplenen gizli bir komplo olarak görürken, bazı Rus Ortodoks mezhepleri nüfus sayımını Deccal’in bir işareti olarak gördü ve bu türden bir küfre boyun eğmektense kendilerini diri diri yakacaklarına yemin ettiler.
Saymak işin sadece yarısı. Ayrıca verilerin toplanması ve analiz edilmesi gerekiyordu. Çar, nüfus sayımının olabildiğince modern olmasını arzu etti; yaş, okur-yazarlık, cinsiyet, milliyet, doğum yeri, ikamet ve mesleğe ilişkin bilgiler dahil olmalıydı. Bu, bir bürokratın en kötü kabusuydu.
Sayımın sorumluları, işi makul bir sürede bitirmenin tek çaresinin piyasadaki en ileri teknolojiyi kullanmak olacağını biliyorlardı. Ve 36 yaşındaki Hollerith, burada devreye girdi.
Birkaç yıl önce ABD Nüfus Sayım Bürosu’na çalışan Hollerith, dünyanın ilk işlevsel seri üretilen bilgisayarını geliştirmişti: Hollerith tabülatörü. Büyük bir masa ve şifonyer boyutunda olan bu elektromekanik cihazda, verileri çarpıcı bir hız ve doğrulukla işlemek için delikli kartlar ve akıllıca biçimde düzenlenmiş dişliler, ayırıcılar, elektrik kontakları ve kadranlar yer aldı. Yıllarca sürecek bir şey, bu cihaz ile birkaç ay içinde yapılabilirdi. Bir Amerikan gazetesinin dediği gibi; “Cihazın yardımıyla 15 kadar genç kadın yarım milyon ismi bir günde doğru bir şekilde sayabilir.”
Rusya, Hollerith’in bilgisayar teknolojisiyle ilgilenen tek ülke değildi. New York’ta yalnızca birkaç yıl önce dükkan açmış olmasına rağmen halihazırda dünya çapındaki seçkin bürokratik çevrelerde tanınıyordu. Kanada, Almanya ve Norveç, makinelerini kiralamak için can atıyordu. Avusturya’da bir şirket, tasarımlarını kopyalamaya ve bunları Avrupa devletlerine daha düşük maliyetle sunmaya çalışıyordu.
Hollerith’in tabülatörleri, her tür veri üzerinde çalışabilir ve bilgi yoğun herhangi bir büyük kurumsal işletmeye adapte olabilirdi. Demiryolu ve sigorta şirketleri, kendi özel oluşturulmuş veri çözümlemeleri için Hollerith’in kapısının önünde sıraya giriyorlardı.
Hollerith’in icadı, hızlı otomasyon ve makineleşme dönemi olan İkinci Sanayi Devrimi’nin ruhunu yakaladı. Bu; demiryolları, dev vapurlar, telgraflar, radyo, elektrik, dev fabrikalar, benzeri görülmemiş gerçek zamanlı uluslararası iletişim devriydi. Nakliye planları, tren seferleri, karmaşık bankacılık verileri, aktüeryal tablolar, sosyal yardım programları ve hükümet bütçeleri, insanların gözünün seçebileceğinden daha hızlı çoğalıyordu. Enformasyon mutlak güçtü ve veri işleme sürekli talep görüyordu.
Birkaç yıl içinde Hollerith, nihayetinde ABD’nin bilgisayar endüstrisini kuracak olan bir şirketin multimilyoner sahibi oldu. Rusya’dan döndükten birkaç on yıl sonra, icat ettiği teknoloji, neredeyse bir yüzyıl boyunca bilgi işlem ve bilgisayar teknolojisi ile eş anlamlı hale gelecek küresel bir holding olan International Business Machines ya da IBM'in omurgasını oluşturacaktı .
Hollerith’in IBM’in marka adı altında satılan icadı, dünyanın dört bir yanındaki hükümetlere, ordulara ve şirketlere güç verecek; Soğuk Savaş’a ve 1960’larda internetin doğuşuna kadar rakamları alt üst edecekti. Dünya sadece Hollerith’in tabülatörlerini kullanmadı; onlara bağımlı hale geldi ve onlar tarafından şekillendirildi.
Hollerith, bir dahi olarak alkışlandı. Birçok insan, icadının daha iyi, daha verimli ve daha düzenli bir dünyanın önünü açacak, veriye dayalı daha büyük bir teknoloji devriminin parçası olduğuna inanıyordu. Önde gelen Amerikalı bir istatistikçi, bunun “evrensel adalet” çağını başlatacağını ve “uluslararası savaşları imkansız hale getireceğini” öngördü.
Fakat Hollerith’in bilgisayarları hakkındaki tüm bu ütopik laflara rağmen, teknolojinin karanlık kökenleri bulunuyordu.
'Yeniden Büyük Amerika'yı düşlemek
ABD Nüfus Sayımı, — Anayasa tarafından her 10 yılda bir yapılması özellikle zorunlu kılınmıştır — yalnızca 2020’de bir sonraki sayımın başlaması nedeniyle değil, aynı zamanda geçmişte sık sık olduğu gibi, kaçınılmaz ırksal alt tonlara sahip siyasi bir alevlenme noktası olması nedeniyle haberlere yansıdı.
Mevcut tartışma, Donald Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon tarafından 2020 nüfus sayım formuna bir vatandaşlık sorusu ekleme yönünde tasarlanan bir plan etrafında şekilleniyor. Bu ilk bakışta önemsiz bir detay gibi görünüyor. Ancak, bu eklemenin önümüzdeki on yıl için derin siyasi neticeler doğuracağına dönük yaygın bir fikir birliği var.
Nüfus sayımından elde edilen toplu nüfus verileri, demokratik sistemimizin kritik bir bileşenidir. En önemli işlevi, önümüzdeki on yıl için Kongre temsilini bölüştürmektir; ancak aynı zamanda Seçiciler Kurulu’nun yapısını da belirler ve federal harcamalardaki yüz milyarlarca doların dağılımına yön verir. Vatandaşlık sorusunun eklenmesine yapılan itirazlar, eksik sayımla ilgili endişelere dayanmaktadır. Eski nüfus sayım yetkililerinin büyük oranda paylaştığı korku, insanlardan vatandaşlık statülerini istemenin bazı göçmenleri ve Latin kökenlileri nüfus sayımına katılmaktan hepten kaçmaya zorlayacağıdır. Belirli bir azınlık ya da sosyo-ekonomik grubun sayıma dahil edilmemesi, Temsilciler Meclisi’ndeki koltukların nasıl paylaştırıldığını etkileyecek ve bu da siyasi gücü ve federal kaynakları, bu grupların bulunduğu bölgelerden mahrum bırakacaktır.
Trump yönetimi, vatandaşlık sorusunun, federal hükümetin Oy Hakları Yasasını uygulamasına yardımcı olma ve azınlıkları ayrımcılıktan koruma yönünde hayırlı bir amaç için eklendiğini öne sürdü. Fakat birçok göçmen hakkı savunucusu bu mantığı kabul etmiyor. Vatandaşlık sorusunu, Trump’ın daha geniş göçmen karşıtı gündeminin bir parçası olarak görüyorlar.
Seçilmiş ve Atanmış Latin Memurlar Ulusal Derneği’nin üst yöneticisi Arturo Vargas, durumu şu şekilde ifade etti: “Ticaret Bakanı Wilbur Ross'un vatandaşlıkla ilgili sınanmamış bir sorunun son dakikada eklenmesini zorlama kararı, Latinlerin eksik sayılmasına sebep olacaktır. Bu eylemlerin arkasındaki gerçek motivasyonu bilmesek de etkisini biliyoruz: Bu eylemlerin bir sonucu olarak 2020 sayımı, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Latin nüfusun önemli bir ölçüde eksik sayılması yolunda ilerliyor.”
Diğerleri lafı dolandırmıyor.
Trump yönetiminin söz konusu soruyu eklemesini engellemeye çalışan kuruluşlardan biri olan New York Göçmenlik Koalisyonu'nun politikadan sorumlu başkan yardımcısı Betsy Plum, “Nüfus sayımını denetleyen federal hükümetimizin yüzü olan başkanımız, adaylığını derin bir göçmen karşıtı platforma dayandırdı” dedi. Plum, “Vatandaşlık sorusunun yaptığı şey şu; çok daha geniş bir korkuya neden oldu ve sayımı doğrudan doğruya bu korkunun odak noktası haline getirdi. New York’un Kongre temsilciliği gibi bir mevkinin riski hafife alınamaz” diye ekledi.
Demografik değişimlerin, kuzeydoğu eyaletlerinin birkaç Kongre koltuğunu kaybetmesiyle sonuçlanması bekleniyor ve eklenen bu soru, durumu daha da kötüleştirebilir. Plum, “Bence bu kesinlikle nüfus sayımını göçmenlere karşı silah olarak kullanma amacı taşıyor. Büyük ölçüde New York ve Kaliforniya gibi yerler hedef” ifadelerini kullandı.
Ancak meselenin daha az tartışılan başka bir boyutu var. Nüfus sayımına vatandaşlık sorusu eklenmesi önerisine ilişkin Ticaret Bakanlığı içi belgelerin ince detaylı okumasına dayanarak Trump yönetiminin, muhtemelen sayımın yasal yetkisini aşan bir karar olarak, nüfus sayımını tüm ABD nüfusu için türünün ilk örneği bir vatandaşlık kaydı oluşturmak için kullanmak istediği anlaşılıyor.
2020 sayımını araştırmak için toplanan Ulusal Akademiler Komitesi’ne başkanlık eden eski bir Nüfus Sayım Bürosu direktörü Robert Groves, bana telefonda “Bu, yayınlanan belgelerde detaylandırıldı. Kimse bunu fazla anlamadı ama dünyamızdaki ‘kayıt’ terimi, istatistiksel amaçlar için veri toplama değil, daha ziyade, bu bilgiyi, belirli insanların kimliğini, yaşamlarını etkilemek için kullanma amacıyla öğrenmek anlamına gelir” dedi.
Yönetimin göçmenlik konusundaki tavrı göz önüne alındığında, kapsamlı bir vatandaşlık veritabanı oluşturmak istemesi son derece endişe vericidir. Groves’a göre bu, hukuki normların çiğnendiğini açıkça bildiriyor.
Birden fazla eyalet, Trump yönetiminin planlarına itiraz etti ve nisanda görülmesi planlanan davaları, Yüksek Mahkeme’ye intikal etti. Bu arada, mart ayındaki bir Kongre duruşmasında Demokrat ABD Temsilciler Meclisi mensubu Alexandria Ocasio-Cortez, ABD Nüfus Sayım Bürosu’nu denetleyen, Trump’ın multimilyoner Ticaret Bakanı Wilbur Ross’u hedef aldı. Onu vatandaşlık sorusunu sayıma eklemek için nativist ve beyaz üstünlükçülerle ortaklaşa bir komplo kurmakla ve yetkisinin dışına çıkmakla suçladı. “Bu soruyu dahil etmek için neden yasayı ihlal ediyoruz?” diye sordu.
Mahkemeler nihai olarak ne karar verirse versin, nüfus sayımı konusundaki son tartışma pek de yeni değil. Tarihinin büyük bir kısmına nüfus sayımı — ve bunu gerçekleştiren, anayasal çerçevede yetkilendirilmiş hükümet bürokrasisi — yerlilik, bağnazlık ve “öteki” korkusuyla iç içe geçmiş durumda.
Nüfus sayımının karanlık ve çirkin tarihi, onu Amerika’daki ırk siyasetini benzersiz bir şekilde anlatan bir rüzgar gülü yapıyor. Sayımın 130 yıldan daha uzun bir süre önce bilgisayar çağının gelişiminde eş zamanlı olarak merkezi bir rol oynaması, daha da ileri giderek; bilgisayarların, gözetlemenin ve ırkçı hükümet politikalarının en başından beri nasıl bağlantılı olduğuna bir bakış sunuyor.
Demokrasi uğruna sayım
Hükümetler, kayıtlı tarihin başından beri nüfus sayar. Sayımların tariflerini Eski Ahit’te, Sümerlerin çivi yazısı tabletlerinde ve antik Yunanların yazınlarında bulabilirsiniz. Modernizm öncesi Avrupa’da da sayımlar vardı. Çoğu Amerikan kolonisi de nüfus kayıtları tuttu. Hükümetler, insanları iki ana sebepten dolayı saydı: Devlet gelirlerini artırmak ve savaş açmak. Kimi ve neyi vergilendireceklerini bilmeleri ve silah altına alınabilecek yaşta kaç erkeğin seferber edilebileceğini bilmeleri gerekiyordu. İnsanları saymak için üçüncü ve yeni bir sebep ekleyen de ABD Anayasası oldu: Temsili demokrasi.
ABD hükümetinin kurucu ilkelerini hazırlayanlar 1787’de Philadelphia'da bir araya geldiklerinde ilk mutabık kaldıkları şeylerden biri, nüfusun her 10 yılda bir sayılmasını zorunlu kılan bir maddeydi. Bu on yılda bir nüfus sayımı direktifi, belge hükümetin yapısını detaylandırmaya başlamadan çok önce, anayasanın tepesinde yer alıyor. Anayasayı hazırlayanlara göre nüfus sayımı; vergilendirmeyi ve Kongre’deki siyasi güç dengelerini belirlemesi nedeniyle öne alındı.
Anayasa göre, Temsilciler Meclisi’nde her eyalete paylaştırılan sandalye sayısı nüfusa bağlı olacaktı, bu da hükümetin her eyalette yaşayan insanların tam sayısını bilmesi gerektiği anlamına geliyordu.
İlk nüfus sayımı 1790’da gerçekleştirildi ve o zamanlar Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Thomas Jefferson tarafından denetlendi. Esasında anayasal zorunluluğu yerine getirmek için tasarlanmış basit bir kelle sayımıydı. Tüm bu işin nihayete erdirilmesinin en fazla dokuz ay sürmesi bekleniyordu. Ancak basitliğine ve ülkemizin az nüfuslu olmasına rağmen bütünüyle çizelgelenmesi yaklaşık 2 yıl sürdü. Ve işler buradan sonra daha da kötüleşti.
Her geçen on yılda, sayımın tamamlanması daha da uzun sürdü. Sayımlar hatalarla ve eksikliklerle doluydu, bu da verilerin siyasi amaçlar için manipüle edildiğine dair çirkin skandallara ve suçlamalara sebebiyet verdi. 1800’lerin sonunda bu bürokratik sorun inkar edilemez hale geldi: Nüfus sayımının tamamlanması yaklaşık 10 yıl sürüyordu, bu da sonuçların daha gelmeden güncelliğini yitirdiği anlamına geliyordu.
İlk nüfus sayımı yapıldığında 13 eyalette 3,9 milyon kişi yaşıyordu. 1890’a gelindiğinde ABD, 42 eyaleti kapsadı ve 63 milyonluk bir nüfusa sahipti; yani nüfus, bir asır içinde 16 kat arttı. Daha önce hiçbir ülke bu denli hızlı büyümemişti. Hâlâ işlerini anam babam usulüyle — kalem ve kağıt ile — yapan nüfus sayım çalışanları, işi sürdürmek için çırpınıyordu. Veriler içinde boğuluyorlardı.
Bu arada, hızla artan nüfusu saymak zorunda kalmanın yanında, hükümet yetkilileri sayımı giderek daha fazla soruyla doldurmaya başladılar: Meslekler, okuryazarlık seviyeleri, sabıka kayıtları, tıbbi koşullar, ev sahipliği, ekonomik eğilimler ve insanların ırkı ve göçmenlik durumu hakkında birçok araştırma hakkında veriler.
19. yüzyıl sona ererken, nüfus sayımı yetkilileri, basit bir kelle sayımı olması gereken şeyi, ırksal gözetleme sistemine dönüştürmeye başlamıştı.
Anglo-Amerikan üstenciliği
O zamanlar daha farklı; daha küçük ve çoğunlukla kırsal ve batı hududu boyunca genişleyen bir ABD vardı. İç savaş sona ermişti ve bununla beraber ABD ordusu, kaynaklarını Mississippi'nin batısındaki yerlilerle savaşmaya ve onları yok etmeye ayırmaya başlamıştı. Kıtalararası demiryolları, ülkenin geniş alanlarını birbirine bağlıyordu; zaman ve mekanı daraltıyor ve ekonomik gücü, yeni bir dizi finans ve demiryolu sektörü elitine kaydırıyordu.
Ülkenin demografisi ve ırk politikası da hızla değişiyordu.
Kölelik kaldırılmış ve milyonlarca siyahın özgürce yaşamasına, kendi kaderlerini tayin etmeye çalışmasına ve ülkenin siyasi hayatında rol oynamasına izin verilmişti. Göçmenlik kendini hissettiriyordu. 19. yüzyıla gelindiğinde, ABD’ye serbest göç, büyük ölçüde İngiliz yerleşimcilerin hükmündeydi. Ancak 1850’lerden başlayarak, bu model büyük ölçüde değişmeye başladı. Milyonlarca İrlandalı köylü, bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olan patates kıtlığından kaçmak için ülkeye akın etti. Milyonlarca kişi daha Güney İtalya’nın ezici yoksulluğundan ve Rusya İmparatorluğu’nun doğu topraklarından kaçıyordu. Çinli işçiler, ABD’nin demiryolları inşa etmek için toplu halde batı yakasına geliyorlardı.
Bu akın, yükselişteki endüstriyel oligarşi için bir nimet, hiç tükenmeyen bir ucuz iş gücü kaynağıydı. Fakat aynı zamanda bir siyasi istikrarsızlık kaynağıydı. Yaygın eşitsizlik ve sömürü, değişim talep eden kitlesel halk hareketlerine yol açtı. İşçi protestoları ve grevleri, baş gösteren popülist hareketler ve yoksul çiftçiler tarafından kurulmuş ülke çapında varlık gösteren bir imece örgütü vardı. Sosyalist ve anarşist fikirler yaygın bir iltihak kazandı. Siyah sivil haklar aktivizmi ortaya çıktı.
Amerika’nın müesses nizamı bu istikrarsızlığa, toplumsal huzursuzluğa ve değişime korku içinde baktı. Özgür siyahlar ve Çinli, Yahudi, İrlandalı ve İtalyan göçmen kitlelerini ve onların yırtık pırtık kıyafetlerini, yabancı dillerini, sapık dinlerini, iyi muamele ve siyasi hak taleplerini bir tehdit olarak gördüler.
Çözüm arayışına girenlerin çoğu, ırk bilimi şarlatanlığının çeşitli türevlerine sığındı. Sözümona sosyal Darwinistler; zenginler ve başarılı insanların tartışmasız bir biçimde idareciliği hak ederken, fakir ve dışlanmışların neden olduğu gibi kalması gerektiğini izah etmek için evrim teorisinin çarpık bir versiyonuna yaslandılar. Bu nosyonu bir adım öteye taşıyan öjeni taraftarları, doğal olarak üstün Anglo-Amerikanların, “dejenere” ve göçmen toplamın yüksek doğum oranları nedeniyle yok edilmenin eşiğinde olduğuna tutkulu bir biçimde inanıyorlardı. Bu tehdidin üstesinden gelmek için çocuk yapma konusunda katı kontrolleri; tıpkı çiftçilerin ineklere ve atlara yaptığı gibi kaliteli insan yetiştirmeyi savundular.
Bunlar uç fikirler değildi, ancak Amerikan kültürel ve politik ana akımı tarafından sıkı bir şekilde benimsendi. Öjeni; Theodore Roosevelt, Herbert Hoover ve Calvin Coolidge gibi geleceğin başkanlarından; J.P. Morgan ve Leland Stanford gibi soyguncu baronlara, H.G. Wells gibi yazarlara ve Margaret Sanger gibi ilerici aktivistlere kadar son derece popülerdi.
20. yüzyılın ilk on yılında, 32 eyalet, genetik bozulma tehdidiyle başa çıkmak için kısırlaştırma yasalarını kabul etti; bunlar Yüksek Mahkeme tarafından onaylanan yasalardı. Ve bazıları, genetik bozulma tehdidi konusunda ABD Nüfus Sayım Bürosu yetkililerinden daha fazla endişeliydi.
Saflık polisi
Boston’da zengin bir ailede doğan Francis A. Walker, iç savaşta general olarak görev yaptı, gazetecilikle uğraştı ve daha sonra Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Başkanı olarak nihayetinde etkili bir ilerici çağ ekonomisti ve istatistikçisi şanına erişti.
Walker, profesyonel bir ekonomist olarak, ülkenin değişen demografisine büyük ilgi duyuyordu ve gördükleri karşısında dehşete kapıldı. O zamanlar üst sınıf Amerikalıların çoğu gibi Walker da ülkedeki ilk İngiliz kolonistlerinin gezegendeki en üstün ırk — içinde doğdukları İngiliz ırkından bile üstün — olarak evrimleştiğine inanıyordu.
Ona göre Anglo-Amerikanlar dünyanın ırk piramidinin zirvesinde duruyorlardı. Kendisi ve halkının, “İngilizlerden; Slavlar ya da Keltlerin çok ilerisinde olan Cermen ırkının diğer tüm kollarından daha ileride olan İngilizlerden bile daha önde olduğunu” yazmıştı.
İrlanda ve İtalya’dan gelen yoksul göçmenlerin yanı sıra kaynağı Doğu Avrupa olan Yahudi ve Slav akınının, ABD’nin üstün ırksal mevcudiyetini sulandırdığına ve Amerikan genetik üstünlüğünü bir bozulma ve gerileme çukuruna sürükleme tehdidi taşıdığına inanıyordu. Çevresinde meydana gelen sosyal ve politik huzursuzluklardan bu göçmenleri — “geniş sürüler halindeki barbar köylüleri” — sorumlu tuttu. “Onlar varoluş mücadelesindeki en kötü inkırazları temsil eden; mağlup edilmiş ırkların mağlup olmuş er kişileridir. Erkeklerin özbakım ve özyönetim sorunlarını çabucak ve kolayca halletmelerini sağlayan fikir ve kabiliyetlerin hiçbirine sahip değiller” açıklamasında bulundu.
Sadece “Anglo-Amerikan ırkının intiharı” olarak gördüğü şeyi önlemek için göçün kısıtlanması için uğraşmakla kalmadı, aynı zamanda zorla kısırlaştırmayı da savundu. “Irkımızın kanından, kötü ve bozuk bir maziden miras kalan lekeden daha fazlasını temizlemeliyiz. Fiziksel hastalıklara uygulanan bilimsel tedavi, ruhsal ve ahlaki hastalığı kapsayacak şekilde genişletilmeli ve sağlıklı bir ameliyat ve amputasyon, herkesin hayrına devletin tüm gücüyle dayatılmalıdır” diye yazdı.
Walker, ABD’deki günlük yaşama yaptığı diğer katkılara ek olarak, hem 1870 hem de 1880 yılındaki ABD Nüfus Sayımı’nın baş sorumlusu olarak görev yaptı.
Teknolojinin limitleri
Nüfus sayımı, sayım memurlarına siyah köleleri beyazlardan ayırt ederek sayma ve onlara, beyazların yalnızca beşte üçü kadar bir değer biçme talimatı veren orjinal anayasa maddesinden başlayacak olursak, başından beri ırksal bir enstrüman oldu.
Her on yılda bir yeni “ırk” kategorileri icat edildi ve karışıma eklendi: “Dörtte bir zenci melezi” ve “beşte bir zenci melezi” gibi alt bölümler dahil olmak üzere “köle olmayan zenci kadın ve erkekler”, “melezler” sayıma eklendi. Beyazlar için “yabancı” ve “doğma büyüme” gibi tanımlamalar; Çinli, “Hindu”, Japon kategorileri eklendi. Nüfus sayımı; okuryazarlık seviyeleri, işsizlik istatistikleri ve “sağır, dilsiz, kör” ve “deli ve aptal” olanlar gibi tıbbi rahatsızlıkların da aralarında bulunduğu diğer demografik verileri toplamak üzere yavaş yavaş genişletildi. Hepsi ırklara göre ayrılmıştı.
Bu soruların çoğu gelişigüzel bir biçimde sayıma dahil edildi. O dönemde ülkenin yönetici seçkinlerini saran belirgin ırksal korkunun yansıması olarak açıkça politiktiler.
Demiryolu şirketlerinin Çin’den ucuz, sömürülmeye müsait işçi ithal etmeye başlamasıyla, “Çinli” ırk kategorisi eklendi. “Melez” kategorileri, köleliğin kaldırılmasının ırksal karışmanın tehlikeleri konusunda paniğe neden olmasından sonra geldi. Akıl sağlığı ve ırkla ilgili sorular, ilkin iç savaşın patlak vermesinden hemen önce güneyli bir senatörün ısrarlı talebiyle eklendi. Sonuçlar, kuzey eyaletlerinde yaşayan ve köle olmayan siyahların, köle olarak yaşayan güneyli siyahlardan 11 kat daha fazla “deli” olduğunu gösteriyor gibiydi. Bu tür şüphe uyandırıcı istatistikler, güneyli politikacılar tarafından ırkçı teorileri desteklemek ve köleliğin kaldırılmasına karşı çıkmak için kullanıldı.
Walker’a göre bu erken çabalar, aslında yeterince ileri gitmemişti. Bir ekonomist ve istatistikçi olarak, daha fazla veri toplamak ve bunları işlemek; bu çabayı profesyonelleştirmek ve standardize etmek istiyordu. Bunun gelişigüzel bir bulgu koleksiyonu değil, münasip, bilime uygun bir “ulusal envanter” olmasını istiyordu.
Ancak hayalleri, zorlu bir sınıra göğüs germeyi sürdürdü: Teknoloji. Sayım hâlâ elle yapılıp analiz ediliyordu. İş, yavaş ve sınırlıydı. Gelişmiş çözümleme neredeyse imkansızdı.
Sayımın zorunlu olarak iyileştirilmesi gerekiyordu. İhtiyaç duyulan şey, yetenekli bir mucitti, tablolama ve veri analizini otomatikleştirme yöntemini bulabilecek genç ve hırslı biri.
Herman Hollerith gibi.
Mucit
Hollerith, 1860’ta New York Buffalo’da doğdu. Klasik filoloji hocası olan babası, o daha küçükken öldü ve annesi tarafından büyütüldü. 1879’da Columbia Maden Okulu’ndan mühendislik diplomasıyla mezun olduğunda, Walker tarafından yürütülen 1880 nüfus sayımında ekonomik istatistiklerin derlenmesine yardımcı olması için hemen işe alındı.
Üniversitede yaratıcı bir mühendis olarak ün kazanmış olan Hollerith, yeni işinde, üst düzey nüfus sayım yetkilileri tarafından sayım sürecini incelemeye ve bu süreci hızlandırmak için bir çözüm üretmeye teşvik edildi. 1880 nüfus sayımı tamamlandıktan sonra, MIT’de — yakın zamanda Walker’ın buraya başkan olarak atanmasının ardından — öğretim görevliliği pozisyonu için işinden ayrıldı.
Hollerith, icadının üzerinde çalışmayı sürdürdü ve çok geçmeden sayım sürecini parçalara ayıran bir tasarım üretti. İlk adım, verileri bir makine tarafından okunabilecek bir formata dönüştürmeyi içeriyordu. Bunu, bir kağıt parçasına delikler açarak başardı. İkinci adım ise, verilerin işlenmesini içeriyordu. Bu, bir pim ve kadran kombinasyonu aracılığıyla kağıttaki deliklerin sayısını ve konumunu okuyan bir makine sayesinde gerçekleştirildi. Hollerith, ilk olarak art arda kağıt bantlar — yaygın olarak borsa fiyatlarını telgraf yoluyla iletmek için kullanılan son kağıt şerit icadı gibi — kullanmayı denedi. Fakat neticeden memnun değildi.
Bunu daha sonra mektubunda şöyle açıkladı: “Sorun şu ki, örneğin Çinlilerle ilgili herhangi bir istatistik istiyorsanız, birkaç Çinliyi saymak için kilometrelerce uzunlukta kağıt kullanmak zorundasınız.” Irk konusu, aygıtı üzerinde çalışırken hiçbir zaman aklından çıkmadı.
Nihayetinde çok daha iyi bir fikir buldu: Her bir kişi kendi delikli kartıyla temsil edilecek, bu fikir trene binerken aklına geldi. “Batı’da seyahatteydim ve elimde delikli fotoğraf denildiğini düşündüğüm bir biletim vardı. Seyahat kılavuzu, açık saç, koyu renkli gözler, büyük burun vb. üzerinden bir şahıs tanımı yaptı” diyerek özünde bununla aynı şeyi yaptığını belirtti.
Verilerin şafağı
1890’ın mart ayında Hollerith’in makineleri, Beyaz Saray’a yakın bir mevkiye, Washington D.C.’deki Dokuzuncu Cadde’de yer alan Inter-Ocean binasına kuruldu. Kurulumu bizzat kendisi denetledi, sağa sola koşuşturarak caddeden üçüncü kata gıcırtılı tahta sandıklar taşıyan işçilere emirler yağdırdı.
Mülk, kısa bir süre sonra alelâde bir ofis ortamından 11’inci nüfus sayımının canlı bir merkezi haline getirildi. Yüzlerce yazman burada vardiyalı olarak çalıştı ve sahada toplanan ham nüfus sayım verilerini alıp özel olarak tasarlanmış delgi makineleri kullanarak kartlara aktardı ve daha sonra kartları, tabülatörler ve tasnifçiler üzerinde çalışan başka bir yazman grubuna iletti. Hollerith’in makineleri, tüm gün ve gece boyunca tangırdamaya devam etti ve yazmanlar, terhane çalışanları gibi, tek bir mekana tıkıştırılmıştı.
Gazeteler, muhabirlerini bu fütürist mekanizmalara bakmaları için gönderdiler. Önceki nüfus sayımlarının sefil mazisi nedeniyle basın, beceriksizlik ve başarısızlık tahminleriyle çalkalandı. Yanıldılar.
1890 nüfus sayımı — ülkenin 11’inci sayımı — şimdiye kadarki en iddialı sayımdı. Tüm veriler üzerine, önceki nüfus sayımından 10 fazla, 35 soru içeriyordu: Okuryazarlık seviyeleri, hane halkı büyüklüğü, meslekler, ailelerin mülklerinin değeri ve bunların kiralık mı tapulu mu olduğu. Belki de en önemlisi ırksal boyuttu. Nüfus sayımı, yerli ve yabancı Amerikalılar hakkında istatistikler topladı ve onları birden fazla ırk kategorisine ayırdı: Beyaz, siyah, Çinli, Japon, “medeni Kızılderili” [yani, artık kabile toplumunda yaşamayan bir Kızılderili]. Bu, kabile hayatı yaşayan Amerikalı yerlilerin tam sayısını içeren ilk nüfus sayımıydı. İşsizlik geçmişi, doğurganlık oranları, vatandaşlık durumu, sabıka geçmişi, okuryazarlık ve İngilizce dil yeterliliği ile ilgili verileri istedi.
Irklara göre ayrılmış doğum, işsizlik ve ölüm nedenleri dahil olmak üzere bir yığın yeni istatistiği hesaplamak üzere oluşturulan uzun soru ve talep listesine rağmen, temel nüfus sayımı sadece altı haftada tamamlandı. Diğer tüm veri kategorilerini tablo haline getirip düzenlemeyi bitirmek ve raporları yayınlamak tam dört yıl sürecekti. Bu, önceki yaklaşık on yıl süren nüfus sayımına göre inanılmaz bir gelişmeydi.
Hollerith’in icadını diğerlerinden ayıran sadece hız değil, veriler üzerinde madencilik yapıp bunları eleme ve hatta birden fazla veri göstergesini birleştirme kabiliyetiydi. Kitlesel ölçekte bu türden incelikli bir analiz tamamıyla emsalsizdi ve Hollerith’in makinelerinin, ırk takıntılı siyasi sınıf arasında büyük sükse yapmasını sağladı.
Hollerith’in tablolama makinelerinin kullanımını denetleyen 1890 nüfus sayımı müdürü Robert Porter, makinenin göçmen ve beyaz olmayan nüfusu sayısız demografik değişkene göre ayırma gücünden son derece etkilendi. Özellikle “ırk intiharı” cemaatinin en çok korktuğu üç şeyi analiz edebilmesinden hoşnuttu: Göç oranları, göçmen doğurganlık oranları ve farklı ırklar arasında yapılan evlilikler [ya da sayımın “evlilik koşulu” dediği şey]; bunların tümü yaşa, ırka, okuryazarlık seviyelerine ve vatandaşlık durumuna göre ayrılabiliyordu.
1900 nüfus sayımına başkanlık edecek olan ve uzun bir süre yün endüstrisi lobiciliği yapan Simon Newton Dexter North, Hollerith’in tabülatörlerinin gücüne hayran kalmıştı. Walker ve diğer meslektaşları gibi, göçmenlik ve melezleşme konularına takıntılıydı. Ülkenin üstün Anglo-Amerikan mevcudiyetini sulandırdıklarına ve toplumu istikrarsızlaştırdıklarına inanıyordu.
1914’te, “Bu göç; medeniyetimizi, kurumlarımızı, alışkanlıklarımızı ve ideallerimizi derinden etkiliyor. Buraya yabancı dilleri, yabancı dinleri ve yabancı siyasi teorileri nakletti; yaşama yönelik püriten bakış açısının hızla ortadan kalkmasında güçlü bir etkisi oldu” uyarısında bulundu.
North, onun gibi bürokratların ve istatistikçilerin yeni bir tür — Amerika’nın genetik saflığı için — savaşa girdiğine inanıyordu. Ve Hollerith’in tabülatör teknolojisi hayati bir silahtı, — “çığır açan bir icattı” — bu olmadan bu savaş kaybedilecekti.
Nativist canavarı beslemek
Hollerith’in tabülatör teknolojisi, basit bir kelle sayımını bir gecede [modern] kitlesel gözetimin ilkel bir biçimine epeyce benzeyen bir şeye dönüştürmüştü. Irk saplantılı siyasi sınıfa göre bu çığır açan bir gelişmeydi. Nihayet ulusun etnik yapısını mercek altına alabilirlerdi. Veriler, nativistlerin en büyük korkularını doğruluyor gibiydi: Çulsuz, okuma yazma bilmeyen göçmenler, Amerika’nın kentlerini dolduruyor, tavşanlar gibi ürüyor ve yerli Anglo-Amerikan doğum oranlarını geride bırakıyorlardı.
Nüfus sayımının hemen ardından eyaletler ve federal hükümet, göçü büyük ölçüde kısıtlayan bir dizi yasa çıkardı.
Süreç, göçmenlik ve sınır kontrolünü denetleyen ilk federal ajansı kuran ve Manhattan’ın güney ucundaki kullanılmayan bir adayı göçmenlerin detaylı olarak tarandığı bir merkeze dönüştüren 1891 Göçmenlik Yasası ile başladı. Bu, aralarında kadınların, vatandaşlık almamış yabancılarla evlenmeleri halinde ABD vatandaşlığından çıkarılması hükmünün de dahil olduğu, 1924 Göçmenlik Yasası ile neticelenen yarım düzine önemli göçmenlik yasasının geçiyle devam etti.
Bu yasalar dizgesi, göçmenlik makamlarına, “aptallar, embesiller ve kıt akıllılar”, “antisosyal kişilik bozukluğu” sergileyenler veya “zihinsel veya fiziksel olarak kusurlu olanlar” da dahil hemen hemen herkesi reddetme yetkisi verdi. Anarşistler ve sosyalistler; Asya’nın çoğunu, alt kıtayı, Orta Doğu’yu ve Rusya’nın doğusundaki bazı bölgeleri kapsayan “Yasaklı Asya Bölgesi”nden herkes gibi tamamen yasaklı ilan edildiler. Bu arada, Avrupa ülkelerinden yapılan göçler, 1890 nüfus sayımına — Hollerith’in teknolojisiyle işlem gören ilk nüfus sayımı — dayanan katı sınırlarla engellendi. Bu yeni yasalar, 19. yüzyılın sonlarında geçen ve Çinlileri hedef alan yasalarla birleştirilince, ABD’nin göç oranlarının düştüğü görüntüsünü veren sanal bir duvar oluşturdu.
Hollerith’in icadının sağladığı veriler, sınıfa ve yoksulluğa siyaset ve ekonomi politikasından ziyade ıslah merceğinden bakan ırkçılığa, nativizme ve öjeniye sebebiyet vermedi. Fakat bu korkulara somut bir şekil kazandırdı; bu korkuların giderilebileceği veriler temin etti.
Bazı Amerikan bürokratları için bu veriye dayalı öjenik sistem sadece bir başlangıçtı. 1903’ten 1909’a kadar ABD Nüfus Sayım Bürosu’nun başında olan North, detaylı ırksal verilerin tüm dünyada toplanıp analiz edilebileceği ve insanlığın genetik gelişimine kılavuzluk etmek için kullanılabileceği günün hayalini kurdu.
1918’de Birinci Dünya Savaşı sona ererken Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndaki tüneğinden şunları yazdı: “Genetik açıdan yetersiz sınıfları ve aileleri üreme işlevinden alıkoyma gereksinimi zaruri görülmektedir. Gerçek istatistikçilerin düşü, demografik olguların tüm dünya için aynı temellerde mevcut olacağı bir günün gelişidir. Bu düş gerçeğe dönüştüğünde, kıyas edilebilir uluslararası istatistikler gerçek manada ve her yerde mevcut olduğunda, işte o zaman insan gelişimini belirleyen ve bunu etkili bir şekilde tatbik eden kanunlar hakkında öngörü sahibi olacağız.”
Düşü yakında Avrupa’da gerçeğe dönüşecekti.
Hollerith dünyaya açılıyor
İcadının kısa sürede eriştiği başarı Hollerith’i meşhur ve zengin yaptı. Fakat bu sadece bir başlangıçtı. 1911’de, Tablolama Makinesi Şirketi’ni 2.3 milyon dolara zamanında “Tröstlerin Babası” olarak bilinen kötü şöhretli bir risk sermayedarı olan Charles Flint’e sattı.
Flint, Hollerith’in bütün hisselerini aldı ve şirketini bir kompütasyon tekeli yaratmak için hassas mekanik zımbırtılar yapan diğer birkaç işletmeyle birleştirdi ve bu yeni holdingi, Thomas J. Watson adında genç ve hırslı bir idareciye devretti.
Hollerith, emekliliğinde yavaş yavaş bunamaya başlarken Watson, rekabette üstün gelmek ve erken dönem bilgisayım pazarında küresel bir tekel kurmak için, yaşlanan mucidin bilgisayar teknolojisini insafsızca kullandı. Bunun neticesi, 1911’de kurulan ve bugün IBM olarak bildiğimiz International Business Machines oldu.
Fabrikalara, şirket ofislerine, kent bürokrasileri ve askeri bürokrasilere kurulan tabülatör bilgisayarlar, sadece muhasebe işlemlerini hızlandırmakla kalmadı, aynı zamanda işçilik maliyetlerini de önemli ölçüde düşürdü. İş yerleri ve yerel ve federal hükümet kurumları, Hollerith’in makinelerini kamyonlar dolusu sipariş etti. Sigorta şirketleri, muhasebe ve aktüeryal tabloların hesaplanması için bu makinelere bel bağladı. Demiryolları, bunları yükleri nakletmek ve sefer tarifeleri hazırlamak için kullandı. Bir demiryolu şirketinde, iki kişi tarafından kullanılan tek bir Hollerith makinesi, 20 memurun tam zamanlı işinin yerini aldı. İlerici Çağ’ı kasıp kavuran teknoloji devriminin çarpıcı verimliliği ve otomasyonunun canlı birer örneği oldular.
Bu verimlilik, hiçbir yerde Yeni Düzen’in simge kurumlarından biri olan Sosyal Sigortalar Kurumu kadar belirgin değildi. Başkan Franklin D. Roosevelt, 14 Ağustos 1935’te Sosyal Güvenlik Kanunu’nu imzalayarak, Amerika’nın ilk yaşlı emeklilik programını oluşturdu. Sosyal Güvenlik Kanunu, hem işletmeler hem de federal hükümet için muazzam bir muhasebe ve veri işleme ihtiyacını beraberinde getirdi. İşletmeler, birdenbire çalışanları hakkında kılı kırk yaran kayıtlar tutmak zorunda kaldılar. Maaşları ve sosyal yardımları takip etmeleri ve bu bilgileri federal hükümete dosyalamaları gerekiyordu. Hükümet de sırayla tüm bu verileri işlemek zorunda kaldı. Her bir kişinin ömrü boyunca sigorta hesabına yapılan katkıların takip edilmesi gerekiyordu. Ve ardından milyonlarca Amerikalının emeklilik yaşına geldiklerinde aylık denetimlerinin sonlandırılması gerekiyordu.
Mevzuat yürürlüğe girer girmez işletmeler, federal muhasebe ihtiyaçlarını karşılamak için muntazam tabülatör bordro sistemlerini almak üzere IBM’de kuyruk oldu. IBM’in satış ofislerindeki telefonlar hiç susmadı. Woolworth’un bir yöneticisi, IBM’e sadece Sosyal Güvenlik Kanunu’na riayet etmek için evrakları teslim etmenin şirkete yılda çeyrek milyon dolara [bugünün parasıyla 4.5 milyon dolar] mal olacağı konusunda şikayette bulundu.
IBM, Sosyal Sigortalar Kurumu muhasebesini denetleme sözleşmesini Remington Rand gibi rakiplerini alt ederek kazandı. O dönemde bu ölçekte bir projeyi üstlenebilecek tecrübe ve üretim kapasitesine sahip tek bilgisayar şirketiydi. IBM’in resmi kayıtlarında ifade edildiği gibi, “sosyal sigorta projesi, IBM’i orta ölçekli bir şirketten, bilişim teknolojisinde küresel bir lider haline getirdi.”
Doğal olarak ordu, bu teknolojinin büyük bir hayranıydı. Barış döneminde Savaş Bakanlığı bu makineleri, askere alma verileri ve emekli maaşlarını takip etmek için kullandı. ABD savaşa girdiği sırada IBM’in Hollerith teknolojisi, Müttefik devletlerin askeri gayretlerinin hayati bir parçası haline geldi.
Hollerith’in makineleri, atom bombasının tasarlanmasından asker konuşlandırmanın idaresine kadar savaşın hemen hemen her parçasında yer aldı. Kamyonlara yüklenen özel, “taşınabilir” IBM makineleri; Normandiya, Tunus, Sicilya ve İtalya’da ABD askerleriyle beraber karaya çıktı. Ülke içinde de kullanıldılar.
Pearl Harbor’a yapılan saldırıyı takiben ABD Nüfus Sayım Bürosu, 1940 sayımındaki delikli kartları tekrar çıkardı ve Kaliforniya da dahil olmak üzere yarım düzine eyalette, Japon kökenli Amerikalılar hakkında bina bina listeler oluşturmak için bunları yeniden işledi. En sonunda 130 bin Japon kökenli Amerikalı, zorla toplama kamplarına nakledildi.
O zamanki Nüfus Sayım Bürosu Başkanı James Clyde Capt, oluşturabildikleri verilerle kendinden geçmişti. Misal bir astına, “Veriler, bir toplulukta 801 Japon olduğunu gösteriyorsa ve [yetkililer] bunlardan yalnızca 800’ünü bulduysa, o halde orada teftiş edecek bir şeyler vardır” diye yazmıştı.
Naziler ve sayılar
Hollerith’in tabülatörleri tüm dünyada büyük ilgi gördü. Ama özellikle bir ülke onlara abayı yakmıştı: Nazi Almanyası.
Adolf Hitler, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından yaşanan ekonomik yıkımı takiben iktidara geldi. Ancak Hitler’e göre, Almanya’nın başına bela olan sorun ekonomik veya siyasi değildi. Irksaldı. Mein Kampf’ta belirttiği gibi: “Devlet, ekonomik bir örgütlenme değil, ırksal bir organizmadır.” Almanya’nın şu ana kadarki düşkünlüğünün sebebinin ırksal saflığa yönelmemesi olduğunu öne sürdü. 1933’te Almanya'da sadece yarım milyon Yahudi vardı — nüfusun yüzde 1’inden az — fakat onları, ulusun tüm sorunlarının temel kaynağı olarak seçti.
Hitler ve Naziler, ilhamının önemli bir kısmını ABD’deki öjenik hareketten ve köleliğin ardından ortaya çıkan kurumsal ayrımcı sistemden aldı. Çözümleri, melez dedikleri insanları tecrit etmek ve sonra ulusu, daha fazla kirlenmeden korumak adına Alman halkının ırksal saflığını sürekli olarak gözetim altında tutmaktı.
Tek sorun: Kimin sahiden saf kan olup olmadığının nasıl anlaşılacağıydı.
ABD’nin hazırda bir çözümü vardı. IBM’in Alman iştiraki ilk büyük sözleşmesini, Hitler’in şansölye olduğu yılda yaptı. 1933 Nazi nüfus sayımı, Hitler tarafından Alman halkı için acil bir genetik ayrıştırma olarak kabul edildi. Diğer çok sayıdaki veri göstergesiyle birlikte sayım, Alman kadınların, özellikle de iyi düzeyde Aryan kanı taşıyanların, doğurganlık verilerini toplamaya odaklandı. Sayıma ayrıca dini gözlemci Yahudiler ya da Glaubensjuden özel olarak dahil edildi.
Nazi makamları, 65 milyon kişinin bulunduğu tahmin edilen tüm sayımın yalnızca dört ay içinde yapılmasını istedi. Bu muazzam bir görevdi ve Alman IBM yetkilileri, bunu bitirmek için günün 24 saati çalıştı. IBM ile yapılan sözleşmenin muvaffakiyeti o kadar önemliydi ki CEO Thomas J. Watson, Berlin’de yüzlerce kadın yazmanın 24 saat boyunca 7 saatlik vardiyalarla dönüşümlü olarak çalıştığı dev ardiyeyi gelip bizzat turladı.
Watson, Alman idarecilerin çalışmalarından çok etkilendi. “Dikkate alınması gereken siyasi hususlar” — IBM’in fazladan, Nazi rejiminin gerek duyduğu veri ihtiyaçları için kodladığı tarif — doğrultusunda lazım olan özel olarak büyütülmüş delikli kart formatıyla karmaşık görünen, görünüşte imkansız bir ödevi tamamladılar.
Hitler’in Nazi Partisi, Almanya’da etkisini artırırken, Alman ulusunu arındırmak için her türden ilave verinin toplanması yönünde bir program başlattı. Ve IBM, bu konuda onlara yardımcı oldu.
David Martin Luebke ve Sybil Milton’un, tabülatör makinelerin Naziler tarafından kullanımı üzerine yaptığı bir çalışma olan “Kurbanın Yerini Bulmak”ta, “Her sürgünün ön koşulu, belirli bir bölgedeki kaç Yahudiden ne kadarının Berlin’in kontenjanlarındaki ırksal ve demografik tanımlara uyduğunun tam olarak bilinmesiydi” diye yazdı. “Bu verilerle donanmış olan Gestapo; her ırk, statü ve yaş kategorisinde sınır dışı edilenlerin toplam sayısını dikkate değer bir doğrulukla tahmin edebildiğini çoğu durumda kanıtladı” dediler.
Almanya’nın büyük devlet bürokrasisi ve ülkenin büyüyen toplama kampı/köleci emek rejimiyle birlikte askeri ve yeniden silahlanma programları da veri işleme hizmetlerine ihtiyaç duyuyordu. ABD, 1941 yılında resmen savaşa girdiğinde, IBM’in Alman iştiraki 10 bin kişiyi çalıştıracak şekilde büyümüş ve 300 farklı Alman hükümeti kurumuna hizmet vermişti. Nazi Partisi Hazinesi, SS, Savaş Bakanlığı, Reichsbank, Reichspost, Silahlanma Bakanlığı, donanma, ordu, hava kuvvetleri ve Reich İstatistik Ofisi; IBM’in müşteri listesi uzayıp gidiyordu.
Edwin Black’in, 2001 yılında, IBM ile Nazi Almanyası arasındaki unutulmuş ticari bağları ortaya koyduğu öncü eseri “IBM ve Holokost”ta, “Aslında Üçüncü Reich, Hollerith makineleri için daha önce hiç kurulmadıkları — belki de daha önce hiç hesaba katılmamış olan — ürkütücü istatistik sahaları açacaktı. Hitler Almanyasında doktriner Nazilerin istilasına uğrayan istatistik ve nüfus sayımı ahalisi, ekipmanlarının gerçekleştireceği yeni demografik atılımlarla alenen övünüyordu” diye yazdı. [IBM, Black’in raporlama yönetimini eleştirdi ve Alman iştirakinin savaştan önce ve savaş sırasında büyük ölçüde Nazi kontrolü altına girdiğini söyledi.]
Hollerith tabülatörlerine olan talep o kadar güçlüydü ki IBM, tüm yeni makinelerini hızlıca üretmek için Berlin’de yeni bir fabrika açmak zorunda kaldı. Tesisin ABD’li üst düzey bir IBM yöneticisi ve Nazi Partisi seçkinlerinin katılımıyla düzenlenen vaftiz töreninde IBM’in Alman iştirakinin yöneticisi, Hollerith tabülatörlerinin Hitler’in Almanya’yı arılaştırma ve aşağı ırktan arındırma çabasında oynadığı önemli rol hakkında heyecanlı bir konuşma yaptı.
“Alman kültürel bedenini tıpkı bir hekim gibi hücre hücre inceliyoruz. Her bir kişisel niteliği ufak bir karta işliyoruz. Bunlar cansız kartlar değil, tam aksine sonradan, belirli niteliklere göre saatte 25 bin adedinde dizildiklerinde hayat bulduklarını ispatlıyorlar. Bu nitelikler, kültürel bedenimizin organları gibi gruplandırılmıştır ve tablolama makinemizin yardımıyla saptanacak ve hesaplanacaktır” demişti.
Görünürde Herman Hollerith’in hikayesi ve ABD Nüfus Sayımı, eski bir çağdan kalma tarihi kalıntılar gibi gelebilir. Ancak bu tarih, bilgisayar teknolojisi hakkında tatsız ve temel bir gerçeği ortaya koymaktadır. Bilgisayar çağını hayata geçirmeye yardımcı oldukları için nativizm ve nüfus sayımına teşekkür edebiliriz. Ve 2020 nüfus sayımına dönük mücadelenin açıkça ortaya koyduğu gibi; komşularımızı sayma, kategorilere ayırma ve onları birer istatistiğe dönüştürme dürtüsü, hâlâ bizim canavar mazimizden izler taşıyor.