İsrail'in askeri doktrini, İran ve onun vekilleri olan Hizbullah ve Hamas ile karşı karşıya gelmesinde periyodik olarak 'savaşlar arasında savaşlar' olduğunu varsayar. Fakat bu doktrin başarısız oluyor: Her bir savaş turunda İsrail'in stratejik konumu daha da aşınıyor.
"Savaşlar Arası Savaş" doktrini, son on yılda İsrail'in ulusal stratejisinin anahtar kavramı haline geldi. Bu açık uçlu askeri mücadele, İsrail-Filistin cephesindeki herhangi bir diplomatik girişime uygun bir alternatif sağladı.
İsrail ve Hamas arasındaki son gerilim gösteriyor ki, diplomatik bir çerçeve olmadığında, bu askeri strateji İsrail için dayanılabilir bir gerçeklik oluşturmada büyük oranda sınırlı.
"Savaşlar Arası Savaş" stratejisi, İsrail'in -ister Hamas, ister Hizbullah, isterse İran Devrim Muhafızları olsun- Direniş Ekseni ile çatışmasında birkaç yılda bir önemli, geçici bir gerilim yaşamaya mahkûm olduğu varsayımına dayanıyor.
Amacı, gerilimi olabildiğince uzun süre ertelemek ve bir sonraki tura hazırlık olarak bu arada İsrail'in stratejik konumunu güçlendirmek.
Ancak bu strateji, son yıllarda geniş kapsamlı hedeflerine ulaşmada başarısız oldu. Her bir savaşta İsrail'in konumunu daha da aşındırdı.
Hamas, Filistin içinde güçlendikçe ve İsrail uluslararası sahnede zayıfladıkça, İsrail'in durumu her gerilim turunda daha da kötüleşiyor.
Bu, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ‘Koruyucu Kenar Operasyonu’ (2014) sırasında iddia edilen İsrail’in savaş suçlarını soruşturma kararıyla fazlasıyla netleşti. Son zamanlarda yaşanan gerginlik, İsrail'deki Yahudi-Arap ilişkilerinin dokusunda da derin bir yırtılmaya neden oldu.
Ayrıca, İsrail ordusunun operasyonel başarılarına rağmen, Hamas ve İslami Cihad, İsrail'in sivil cephesine hem nicelik hem de nitelik açısından zarar verme kapasitelerini artırdı. Savaş turları sırasında gerçekliği şekillendiren "Savaşlar Arası Savaş" yerine, savaş turlarının kendisi bütün gerçekliği şekillendiriyor.
Bununla birlikte, "Savaşlar Arası Savaş"ın asıl kusuru, stratejinin operasyonel hedeflerine ulaşmadaki başarısızlığında değil, İsrail’in siyasi liderliği tarafından diplomasi yerine temeldeki mantığın benimsenmesidir.
"Savaşlar Arası Savaş", gerçekliği şekillendirmek için gerçek bir girişimden kaçınırken, her ne pahasına olursa olsun statükoyu koruma ve belirli bir kötüye gidiş tarihini kabullenme mantığını dikte eder. İşlerin daha da kötüye gitmeyeceği en iyi senaryo ile gerçeği dondurmaya yönelik çaresiz bir girişimdir.
İsrail’in güvenlik kademeleri tarafından tehdidin niteliğindeki bir değişikliğe yanıt olarak tasarlanan bir plan olan "Savaşlar Arası Savaş", düşmanların motivasyonlarını etkilemekten ziyade yeteneklerini sınırlamayı ve kısa vadeli düşüncelerini etkilemeyi amaçlamaktadır.
Bu başarısızlık için güvenlik kademelerini suçlamak zor; askeri bir geçici önlem olarak bu strateji, hiçbir zaman çatışmanın sistemik koşullarını değiştirmeyi veya uzun vadeli siyasi teşvikler sağlamayı amaçlamadı.
"Savaşlar Arası Savaş", uzun vadeli politika vizyonu veya arzusundan yoksun bir siyasi liderliğe bağlı bir güvenlik kurumu tarafından tasarlandı. Ulusal bir çalışma planı olarak kabul edilmesi, İsrail hükümetlerinin son on yılda benimsediği çözümcülük karşıtı yaklaşıma birebir uyuyor.
Netanyahu hükümetleri, ister İsrail'in C Bölgesi'ni ilhakı, isterse Hamas'a karşı veya devletin Arap vatandaşlarıyla ilişkisine karşı tutumu olsun, sürünen bir gerçeklik yaratarak, kararlardan kaçınma kararını bir stratejiye dönüştürdü ve uzun vadeli çözümlerin tartışılmasından özenle kaçındı.
Son yıllardaki önemli diplomatik gelişmeler, Başkan Trump'ın "Yüzyılın Anlaşması" ve ‘İbrahim Anlaşmaları’ bile İsrail barış girişiminin bir ürünü değildi. Sadece koşulların getirdiği fırsatlardan istifade ettiler.
"Savaşlar Arası Savaş" sahte bir proaktiflik duygusu yaratır. Operasyonel riskleri ortadan kaldırmada askeri yaratıcılığı ve inisiyatifi kutsayan, ancak siyasi kademenin diplomatik önlemlerden kaçınmasını sağlayan bir politikadır.
Böylece, devlet adamları ve dış politika yapıcılar yerine, askeri eylemde başarılı olan, ancak stratejik bir politika gündemi ve hatta belirli politika hedeflerinin yokluğunda değerli başarılarını defalarca boşa harcayan bir terörist avcılar ülkesi haline geldik.
Bu proaktiflik yanılsaması, her savaşta çöker. Biz statükoyu korumaya çalışmakla meşgulken; İran, Hamas ve Hizbullah bir sonraki tur için koşulları öğreniyor, bu koşullara adapte oluyor ve onları geliştiriyor.
Diplomatik felç, İsrail'i, çatışmanın geleceği için kritik olan bir anda yakalıyor - bir yandan benzeri görülmemiş bir dizi bölgesel fırsat, diğer yandan ulusal-Filistin arenasında önemli bir risk seviyesi.
Ortak çıkarlar İsrail'e bölgedeki devletlerle (özellikle Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve BAE) ortaklığını Filistin Otoritesi ile müzakere sürecini canlandırmak için bir kaldıraç ve Gazze'nin ekonomik kalkınması süresince geçici bir çatışma önleme aracı olarak kullanma fırsatı sağlıyor.
Ancak İsrail, Mahmud Abbas döneminin şafağı ve Batı Şeria'da bir terör altyapısının kurulmasını ve Filistin Özerk Yönetimitopraklarından terör saldırılarının yeniden başlamasını engelleyen olağandışı İsrail-Filistin güvenlik koordinasyonuyla da karşı karşıya.
Arap ortakları tarafından terk edilen ve İsrail hükümeti tarafından zayıflatılan, siyasi olarak zayıf, bölünmüş bir Fetih'in yeni gerçekliği, Filistin Yönetimi ile devam eden güvenlik koordinasyonuna kara bir gölge düşürüyor ve Hamas'ın Batı Şeria'da iktidarda olma ihtimalini artırıyor. Bir sonraki çatışma turu, İsrail'e Batı Şeria'da aktif bir yeni cephe sunabilir.
On yıllık gönüllü bir felçten sonra, İsrail şimdi bir kez daha diplomasiye öncelik vermeli ve Filistinlilerle barış teklifini yenilemelidir.
İsrail, bölgesel ve yerel değişikliklerden yararlanmaya devam ederken, tekrarlanan gerilim politikasına siyasi bir alternatif sunmalıdır.
İsrail, yerleşim faaliyetlerini durdurmak ve Kudüs ve çevresindeki topluluklardaki gerilimi azaltmak için ortak mekanizmalar oluşturmak da dahil olmak üzere Filistin Yönetimi ile ilişkileri için yeni bir siyasi plan oluşturmalıdır.
Böyle bir girişim, Abbas'ın halefleri ile ilişkiyi istikrara kavuşturacak, Filistinlilere umut verecek ve İsrail ile sürekli güvenlik koordinasyonunu sağlayacaktır.
Nihayetinde ise, tarafların liderleri arasında güven inşası ve İsrail-Filistin barış sürecinin yeniden başlaması için temel teşkil edebilir.
Bu bağlamda İsrail, bölgesel devletleri, Filistinlilerle yenilenen diplomasiye entegre ederek ‘İbrahim Anlaşmalarını’ beraberliği bozan stratejik bir araca dönüştürmelidir.
Böyle bir hareket, İran ve vekillerine karşı savunma ittifakları oluşturmak ve Suudi Arabistan'ı normalleşme anlaşmalarına dahil etmek gibi ek stratejik alanları kapsayacak şekilde bölgesel iş birliğini derinleştirmek için de faydalı olacaktır.
Yenilenen bir siyasi süreç çerçevesinde İsrail, Gazze’nin kalkınması için ortak bir uluslararası çaba sarf etmelidir.
Son on yılda birçok fikir ve girişim ortaya atıldı. Ancak İsrail'in ve uluslararası kamuoyunun bu konuya olan ilgisi, her bir çatışma turundan sonra genellikle iki veya üç hafta sürer ve ardından kamuoyu dikkatinin yön değiştirmesiyle birlikte geri plana düşer.
Gazze sakinlerinin yaşam kalitesini iyileştirmeyi siyasi süreçle ilişkilendirmek, uzun vadeli İsrail, Filistin ve uluslararası mutabakat yaratacaktır.
"Savaşlar Arası Savaş" son on yılda dinamik bir tehdit arenasında katlanılabilir bir İsrail’in varoluşu için gerekli minimum değer olarak hizmet etti.
Ancak bu askeri stratejinin İsrail'in güvenliğini sağlamadaki kısıtlılığı, son haftalarda Gazze'den ta kuzey sınıra kadar yankılanan şu mesajın altını çiziyor: Direniş Ekseni ve onun vekillerine karşı kararlı bir mücadelenin (struggle)yanı sıra, İsrail'in daha fazla savaşı önlemek için vermesi gereken asıl mücadele (campaign), barış mücadelesidir. (campaign)
Haaretz gazetesinden çeviri: YDH
Dr. Gil Murciano: Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü'nde (SWP) İsrail dış ve güvenlik politikası konusunda uzman ve İsrail Bölgesel Dış Politikalar Enstitüsü Mitvim'in yeni CEO'su.