Bizler 7 Ekim'den bu yana savaşın akademik ve medya boyutlarına odaklandık ancak Filistinlileri savunmak için yaptığımız ve katkıda bulunduğumuz her şey, zaman, coğrafya, kurbanların sayısı ve somut talep açısından bu kadar spesifik olan bir soykırımı çözemez ve hatta ele alamaz.
YDH- Filistinli akademisyen Makram Khoury-Machool, el-Meyadin'de yer bulan ''The Gaza Strip: From the Nakba tent to the CleansOcide, one personal story'' başlıklı makalesinde, etnik temizlik zulmüyle yerinden edilmiş insanlar için ev ihtiyacının çadır kavramıyla somutlaştığını, Gazze Şeridi'nde sürmekte olan mezalimden etkilenenlere yardım ve destek sağlamak üzere bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini vurguluyor. Yürekten bir dil kullanan akademisyen, yazı boyunca basit bir çadırda kökleşen anavatan bağlılığının altını çiziyor.
***
Gazze Şeridi örneğinde çadır, anavatandan başka bir toprak üzerinde tasarlanmış bir bez parçası değildir. Gazze Şeridi'ndeki çadır, Filistinliler iç etnik temizlik sonucu bir yerden başka bir yere taşınsalar bile, çadır, her ne kadar istikrarsızlığın sembolü olsa da kendini bir şekilde anavatana bağlar. Çadır ipi adeta Filistinliyi toprağına bağlayan göbek bağıdır.
Gazze Şeridi'nden 3 bin 600 km uzakta ikamet ediyor olmam, Siyonist işgal tarafından diğer pek çok Filistinliyle birlikte Gazze Şehri'ndeki evlerini terk ederek Şerit'in güneyindeki Refah şehrine gitmek zorunda bırakılan Filistinli dost bir ailenin panik halinde yardım istemek için hemen bizimle iletişime geçmesini engellemedi.
Bana, bulundukları bölgeye yakın bir yerin bombalandığını ve onlara yarın öğleden önce buradan ayrılmaları gerektiğini bildirdiklerini söylediler yardım isterken.
Kaosun en yoğun tarafına geri dönmeden önce size biraz arka plan bilgisi vermek için kısa bir ara vereyim.
Haberleri, ilk elden deneyim sahibi olan ve geçtiğimiz Ekim ayının başından bu yana Gazze Şeridi'nde etnik temizlik sonucu işlenen suçların sonuçlarıyla sürekli karşı karşıya kalanlara kıyasla farklı algılıyoruz.
Dost olduğumuz ve Netanyahu'nun hedef tahtasına koyduğu bir aile ölüm kalım meselesiyle karşı karşıya.
Etnik temizlikten önce bu konu üzerinde bu kadar yoğun düşünmüyorduk, ancak aniden Gazze Şeridi'nde yüzlerce arkadaşımızın kaldığını fark ettik. Bazıları yaralandı, bazıları öldürüldü, bazıları hala enkaz altında (ya da belki de kalıntıları artık Gazze iskelesinin bir parçası), bazıları aylardır hiçbir yaşam belirtisi göstermiyor ve bazıları da bugüne kadar defalarca yerlerinden edildi.
Gazze Şeridi'ndeki Filistinli halkımızın günlük yaşamıyla olan ilişkimiz çok boyutlu olup çeşitli cephelerde sürekli olarak sınanmaktadır. Filistinli olmamın bir şekilde önemi var ama daha geniş ahlaki bağlamda pek bir önemi yok. Yine de, etik kaygısı güden bir entelektüel olarak en feci insani felaketlerde halkımın yanında durmayacaksam, ne zaman duracağım?
Bizler 7 Ekim'den bu yana savaşın akademik ve medya boyutlarına odaklandık, ancak Filistinlileri savunmak için yaptığımız ve katkıda bulunduğumuz her şey, zaman, coğrafya, kurbanların sayısı ve somut talep açısından bu kadar spesifik olan bir soykırımı çözemez / ele alamaz.
Bu dünyada, bombaların tehdidi altında bile olsa, bir iyilik hareketi farkındalık yaratır ve doğru zamanda yapılırsa bir hayat kurtarabilir. Hiç harekete geçmemekse bütün bir aileyi yok edebilir.
Bir an için, akademik ve medya katkılarıyla ilgili tartışmalardan kaçınalım ve Mayıs 2024'ün ortasından bu yana karşı karşıya olduğumuz mezalime meydan okumak için meselenin derinlerine bakalım.
Netanyahu ve suç çetesi tarafından işlenen etnik temizlik ve soykırım (CleansOcide) suçları nedeniyle en önemli “insanlığın çöküşünün göbeği” haline gelen Gazze Şeridi'nde televizyonlarda yayınlanan suçlar nedeniyle dünyanın tüm gözlerinin Gazze Şeridi'ne çevrildiği ve dünyanın dört bir yanındaki yüz milyonlarca insanın sinir sisteminin gerildiği küresel olarak gözlemlendi.
Kuşkusuz, Gazze'deki Filistin toplumu en önemli olanı çünkü en kısa sürede işlenen en yoğun suçların kurbanıdır onlar ve bu insanlığa karşı suçlar, küçük, sınırlı bir coğrafi alanda yoğunlaştı.
Filistin ve Gazze Şeridi ile dayanışmanın dünya çapında haberleştirildiği doğrudur, ancak bu haberleştirme, ekranlardaki kan selinin etkisine rağmen, yabancı ve uzak kalmakta ve kesinlikle kişisel ya da özel ayrıntılara girmemektedir.
Medyanın yoğun ilgisi nedeniyle herkesin unuttuğu ya da dikkate almadığı bir şey var. Etnik temizliğin, “sürgünde”/diasporada olan izleyicilerin, arkadaşların ya da akrabaların sosyal ve psikolojik durumları üzerindeki etkisi, örneğin etnik temizliğin bizim gibi iliğinden damarına kadar davasına bağlı olan ancak şu anda Batı dünyasında ikamet eden insanlar üzerinde yıkıcı bir etkisi vardır.
Krizin hikâyesine dönecek olursak: Aylar önce Gazze Şeridi'nden göç etmek zorunda kalan bir aile bizimle temasa geçti. Bazılarının öldürüldüğünü, bazılarının yaralandığını ve bazılarının da Refah'a gitmek zorunda kaldığını belirtelim.
Eşi bana şunları söyledi: ''Dün gece bize yakın bir bölgede bombalama oldu ve kısa bir süre önce işgal bizi yarın, kesinlikle öğleden önce Refah'ı terk etmemiz gerektiği konusunda uyardı. Gazze Şeridi'nin merkezine gitmeliyiz, örneğin Deyr el-Belah'a doğru. Ailemizle oraya nasıl gideceğimizi ve yiyeceksiz ve içeceksiz kalıp kalmayacağımızı bilmiyoruz ama kesinlikle barınaksız kalacağız. Benim, çocuklarım ve eşim için açlıktan önceki en büyük zorluk geceyi “açıkta” geçirmemek.''
Burada tahmin etmeye çalışmayı bıraktım ve bunun yerine ona, “Lütfen, İngiltere'den acil neye ihtiyacınız var?” diye sordum.
“Sığınmak için bir çadıra ihtiyacımız var” dedi. Bunu söyledikten sonraki saniyeler içinde hafıza şeridimde yuvarlanan sahnelerin hızı şimşek çakmasından daha hızlıydı.
1948'de Nakba'nın yaşandığı aylar boyunca, karadan ve denizden çeşitli sürgünlerden, her şeyin mevcut olduğu bir yerden, örneğin Yafa'dan, hayatın bir çadırın tozuna indirgendiği bir yere gelene kadar geçen “Nakba'nın Doruğu” sahnelerini gördüm.
Yafa, Remle, el-Lydd, Yabnah, Mecdel ve diğerlerinden Gazze Şeridi'ne sürülen on binlerce Filistinlinin yanı sıra, Nakba'nın zirvesinde Gazze Şeridi ve özellikle Lübnan'da yüz binlerce Filistinli mülteci için çadırlar, çadırlar ve daha fazla çadır kuruldu.
76 yıl sonra, bu ve diğer (yaklaşık 1,5-2,5) milyon Filistinli, küresel insani gelişme göz önüne alındığında daha da acı olan aynı deneyimi yaşamaktadır. Temizlikler dönemindeki bu zorunlu iç göç korkunçtur, çünkü geriye kalan binaların çoğu, eviniz olmasa bile, ya tamamen ya da kısmen yıkılmıştır ve İslam öncesi şair Tarfa bin Al-Abd'in hayranı değilseniz ve sevgilisi Khawla'nın kalıntılarına aşık değilseniz, genellikle ikamet için uygun değildir. Peki ya bu sizin başınıza gelseydi?! Uyuduğunuz yerde nefesinizden çıkan karbondioksit evin duvarlarına ve tavanına yapışsaydı da başınıza kiremitlerin tozu düşseydi, ne olurdu?
“Bugünlerde bombardıman, açlık, susuzluk ve yerinden edilme tehdidi altında bir çadır edinmenin yolları nelerdir?” diye sordum. Bu genç anne bana cevap veremeden düşüncelerim birbirine karıştı ve en büyük arzumu bir çadıra indirgeyen Siyonist bir füzeye bağlandı.
Olsun. Hayatta kalmak için bizim zamanımızın ihtiyacı da bu.
Böylece, yerinden edilme geçici bir “duraklama” yeri haline geldi! Bu istikrarsızlık, kendisine yabancılaşmış Filistin kimliğinin bir parçası haline geldi.
“Ne yazık ki acı olan şeylerden biri de yardım olarak gelen çadırların bir kısmının ihtiyaç nedeniyle pazarlarda 2 bin 500 şekel ile 4 bin şekel (bin dolar) arasında değişen yüksek fiyatlara satılması. Gerçek şu ki, bu çadırlar piyasada, özellikle de sıradan insanların bulunduğu karaborsada satılıyor.” dedi genç anne.
Hal böyleyken, iki aydır Gazze'ye çadır girmedi ve mevcut çadırların hepsi eski.
Onu duymaya devam etsem de dinlemeyi bıraktım. Düşüncelerim onlara yardım edebilecek birilerini aramak için dolaşmaya başladı. O ise yine durmadı ve “Biz (nakit) para istemiyoruz ama bize çadır sağlayabilecek kişileriniz ya da tanıdığınız kurumlar olduğunu düşündük” dedi.
Kendi kendime etnik temizliğe dahil olan suçların bize, yardım etmek isteyenin ille de sınırın ötesindeki komşumuz olması gerekmediğini kanıtladığını söyledim!
Gazze Şeridi'nin en büyük çilelerinden birini yaşayan Filistinli bir aileden, benim gibi tesadüfen İngiltere'de yaşayan Arap ve Yafa kökenli bir Filistinliye böyle bir talep nasıl gelebilirdi?
Koşullar öyleydi ki 37 yıl önce (genç bir gazeteci olarak çalışırken) ilk Filistin İntifadası'nın patlak verdiğini duyurdum. Yeryüzündeki onca yer arasında yüzümden vuruldum ve dünyadaki onca yer arasında Gazze Şeridi dışında kanım dökülmedi. Dahası, Şifa Hastanesi'nde tedavi gördüm!
Hikayelerimiz böyleyken göbek bağımız koparılamaz, çünkü travma hala gözlerimizin önünde yaşanıyor.
Para göndermek mümkün olsaydı, gönderirdik. Geçişler açık olsaydı, komşu sınır bölgelerinden birinden bir çadır gönderirdik. Gazze Şeridi'nde çadır satan bir dükkan olsaydı, bir çadır satın alır ve nakliye garantisi verirdik.
Böylece, çadırlarda bombalanarak ve hedef alınarak katledilen insanların sayısı arttıkça artmasına rağmen çadır hayatta kalma hayalini sağlamaya başladı. Şu anda çadırın (yerinden edilmenin değil) ideal çözüm olduğuna kendini ikna etmeye çalışan bir insan gibi zihnimizde tekrarladık: Hayatta kalmak, yani bir çadırda, ve barış içinde yaşamak için zamanımızın ihtiyacı, yani bir çadır mı? Olsun.
İsa Filistin'in Beytüllahim kasabasında bir çadırda doğmamış mıydı? Çadırdan ve çadıra dönüyoruz, şu anda, çadır vatanımızın topraklarında olduğu sürece çadırda sabitiz.
Netanyahu'nun Gazze Şeridi sakinlerini Sina'ya sürme arzusuna rağmen, bunu büyük sayılarda uygulamayı başaramadı. Gazze Şeridi söz konusu olduğunda çadır, anavatan dışındaki topraklarda tasarlanmış bir bez parçası değildir.
Ailenin talebini takiben, ofisimizde uğraştığımız tüm işleri bırakıp hemen küresel, bölgesel ve yerel kurumlara ve yerlere giderek on Filistinli için bir çadır bulma konusunda yardım istedik.
Bu küçük-büyük talep, Filistin ve Gazze Şeridi hakkında konuşanlar arasındaki çok katmanlı yapıyı, çıkarları ve gündemleri ve sadece slogan atanların, övünenlerin ve Filistinlilere hizmet etmekten söz edenlerin zayıflığını ortaya çıkardı.
Bu deneyim, 24 saatten kısa bir süre içinde bazı insanların dürüstlüğünü ve diğerlerinin kurnazlığını, bir grubun tembelliğini ve diğerlerinin umutsuzluğunu, bazılarının yüzeyselliğini ve diğerlerinin etnik temizliği bir bütün olarak sömürdüğünü ortaya koyduğumuz sert bir sınavdı. Güçlü kurumların basit yardımlar sağlama konusundaki zayıflığını yakından gördük.
Mantıklı konuşarak kendime şunu sordum: İsrail işgali herkese boyun eğdirmeyi ya da gözdağı vermeyi başardı mı?
Geçen Ekim ayından bu yana birçok kez olduğu gibi yine uykusuz bir geceydi. Gözlerim hep açıktı ve zihnim sallantılıydı. Gece geç saatlerde, belli bağlantıları ve iyi lojistik yolları olduğunu düşündüğüm ve yardım edebilecek birini hatırladım.
İsteğimi önce kendisine bildirmeden onunla temasa geçtim, hemen yanıt verdi. Ona acil ihtiyacımı açıkladım. Hemen yanıtladığım normal teknik sorulardan sonra bana “Lütfen bana aileden sorumlu bir kişinin adını ve telefon numarasını gönderin” dedi.
Sizce harekete geçecek ve devam edecek mi? Ertesi sabah hikâyeyi hatırlayacak mı? Ona derhal harekete geçilmesinin çok önemli olduğunu belirten bir mesaj daha gönderdim!
Sabah sekizde, Londra saatiyle, aile bana belirli bir temsilcinin sabah altı buçukta, Filistin saatiyle, yani Refah'tan Gazze Şeridi'nin merkezine göçten saatler önce kendileriyle telefonla iletişime geçtiğini ve “Sizin için bir çadırımız var!” dediğini söyledi.
Kurşun vızıltılarının gergin nefes alışlar ve sevinç gözyaşlarıyla karıştığını duyunca, bunun nasıl uygulanabileceğini merak etmekten kendimizi alamadık. Burada beklenmedik bir kargaşa yaşandı, çünkü asistan ilk kişiye isminin listede olmadığı için işlemin tamamlanamayabileceğini bildirdi! Ben başka bir hattayken, ofis müdürüm hemen ilk kişiyle iletişime geçti ve konuyu açıklığa kavuşturdu.
Ailenin ve bizim sadece iki saatimiz kalmıştı. Henüz Refah'tan çıkarılmamışlardı ve çadırı teslim almamışlardı. Bir saat daha geçti. Anne ve babaya ulaşmaya çalıştım ama cevap alamadım. Çadır olmadan mı yerlerinden edildiler? Cep telefonu bakiyelerini dolduracak paraları var mı? Çocukları yolda ne yapıyor? Bir saat kaldı. Bağlantımız kesildi. Cep telefonunun şarjı mı bitti? Refah ve Deyr el-Belah arasındaki bölgede internet çekmiyor mu?
Ofisimiz amacı olmayan bir arı kovanı gibi oldu, bu durumda bal çadır oluyor. Bir meslektaşımız ciddi bir şekilde “Ne olduğunu öğrenmek için bir drone göndermeliyiz” dedi. Kısa mesajların göz kasları ve sinir sistemi üzerindeki etkisini gösteren birkaç dakika içinde yüzler solgunlaştı ve tansiyon yükseldi.
Dört saat sonra aileden şu mesajı aldık: “Sevgili dostumuz. Çadırı az önce teslim aldık. Size yürekten binlerce teşekkür: sevgi, gurur ve saygıyla.”
Ofisimizdeki bazı kişiler ağlarken bazıları da yüzlerinde yoğun bir sevinç ifadesiyle gülümsüyordu. Bir başkası yüksek sesle “Başardık!” diye bağırdı.
Kendi kendime dedim ki; İsa Filistin'in Beytüllahim kasabasında bir çadırda doğmamış mıydı? Çadırdan ve çadıra dönüyoruz, şu anda, çadır vatanımızın topraklarında olduğu sürece çadırda sabitiz. Gazze ile göbek bağımız kopmadı ve Gazze Denizi'nin kumları üzerinde bir çadırdan daha güzel bir barınak yok.
Meysûn bint Bahdal el-Kelbiyye'nin (ilk Emevi halifesi ve Emevi hilafetinin kurucusu Muaviye ibn Ebi Süfyan'ın eşi ve ikinci Emevi halifesi Yezid ibn Muaviye'nin annesi) tüm olayı “izlediğini” ve ev kelimesini çadırla değiştirdiğimiz şiirinin iki dizesini okuduğunu hissettim:
''İçinde rüzgarların estiği bir çadır, bana ulu bir saraydan daha evladır.''
Ben de seçenek olarak yalnızca vatanımı istiyorum, sahip olduğumuz vatan ne kadar da onurlu bir vatandır.
***
Çeviri: YDH