Türkiye ve Kürt meselesi uzmanlarından İranlı yazar yazı dizisinin bu bölümünde KYB Lideri Celal Talabani’yi değerlendiriyor.
YDH- Türkiye ve Kürt meselesi uzmanlarından İranlı yazar Muhammed Hadi, Kuzey Iraklı Kürt liderlerin Kürt sorununu komşu ülkelere karşı bir koz olarak kullandığını belirttiği dizi yazısının bu bölümünde KYB Lideri Celal Talabani’yi değerlendiriyor.
Iraklı Kürt Liderler ve Komşulara Karşı Kullanılan Kürt Kartı
2. Bölüm: Celal Talabani
Baas rejimi ordusunun 1991’de Irak Kürdistan’ından çekilmesinden ve bu bölgede Kürt partilerin hakim olmasından sonra PKK, tedricen Türkiye’nin güneydoğusundan, Irak Kürdistan’ının kuzeyindeki ve kuzeydoğusundaki Hakurk, Gare, Metin ve Haftanin civarına yerleşerek bu yöredeki köyleri kontrolü altına aldı.
Kuzey Iraklı Kürt yetkililer, özellikle de Mesut Barzani liderliğindeki KDP, PKK’nın bu bölgedeki faaliyetlerini kendi nüfuzuna ve hakimiyetine karşı bir rakip olarak gördü. Öte yandan Türkiye’deki İncirlik üssünde bulunan Batı koalisyonuna bağlı askeri güçlerin Irak’taki Baas rejimine karşı Kuzey Irak’taki Kürtleri desteklemesi, Türkiye’deki sınırların bölgenin ekonomisi üzerindeki rolü ve bu sınırların Kürt bölgesini Avrupa’ya ve dünyaya bağlayan konumu sebebiyle KDP ve KYB’ye bağlı peşmerge güçleri, Türkiye’nin lojistik desteğiyle 1993 yılında PKK’ya karşı saldırı başlatmaya mecbur oldu.
Bu arada KDP, Türkiye’nin koordinasyonu ve yardımıyla PKK’ya ciddi darbeler vurdu ve bu durum PKK’nın askeri faaliyetlerini azaltmasına ve militanlarını Baas rejiminin kontrolü altında bulunan yerlere kaydırmasına sebep oldu.
KDP ile KYB arasında 1994’ün Mayıs ayında kanlı çatışmaların başlamasıyla KDP, PKK ile savaşan güçlerini tedricen azaltarak KYB ile savaş yapılan cephelere yoğunlaştırdı. PKK da hem “düşmanımın düşmanı dostumdur” prensibinden hem de KYB ile düşünsel ve ideolojik paralelliğinden dolayı silahlı faaliyetlerini KDP’nin bölgelerinde yoğunlaştırdı ve KDP’nin iddiasına göre PKK, KYB ile birlikte ortak düşman olan KDP’ye karşı askeri ve istihbarat alanında işbirliği yaptı.
PKK’nın KYB ile askeri, istihbarat ve propaganda alanlarındaki işbirliğinden dolayı ciddi bir tehlike hisseden KDP Lideri Mesut Barzani, PKK ile mücadele adı altında Türkiye’den daha fazla mâlî ve askeri lojistik destek almaktan başka çare bulamadı.
KDP, PKK ve KYB ile artan eş zamanlı çatışmalar sırasında Irak Kürdistan’ının kuzeyinde ve kuzeydoğusunda kendi hâkimiyet alanında bulunan yerlere Türkiye’nin girişine izin vererek KYB’ye karşı savaşında Türkiye’den geniş ölçekte lojistik ve istihbarat desteği aldı ve bu süreç 1998’e kadar sürdü. KDP, Türkiye ile ortak düşman olan PKK ve KYB’ye karşı işbirliği yaparak kanlı bir savaşa girişirken PKK da Irak Kürdistan’ının kuzey ve kuzeydoğusundaki sarp tepelerdeki mevzilerini koruyarak komuta karargâhını KYB’nin kontrolünde bulunan Kandil Dağı civarına taşıdı.
1998 ortalarında KYB, coğrafi açıdan Baas rejimiyle KDP kuşatması altında içinde bulunduğu çıkmazı değerlendirerek İran’ı kendisi için tek irtibat ve destek yolu olarak gördü ve Türkiye ile ilişkileri iyileştirmeye, Türkiye ile KDP arasındaki ekonomik ve askeri ilişkileri engellemeye karar verdi.
Binaenaleyh, KYB yetkililerinin Ankara’ya yaptığı çok sayıdaki ziyaret ve müzakere sonucu KYB ile Türkiye ilişkileri düzelmeye başladı ve iyileşen ilişkilere paralel olarak KYB ile Türkiye arasında güvenlik alanında işbirliği gelişti ve KYB de kendi kontrolü altında bulunan bölgelerde özellikle Kandil’de PKK’ya yönelik baskılarını arttırdı.
Bir müddet sonra KYB ile PKK arasında propaganda savaşı ve siyasi gerginlik başladı. Nihayet, Celal Talabani liderliğindeki KYB, 2001 yılında Türk ordusunun verdiği askeri ve istihbarat desteğiyle Kandil Dağı’nda PKK’ya karşı askeri harekâta girişti. Bu dönemde Türk ordusunun kendisine verdiği desteğin azaldığını, buna karşın rakibi, KYB’ye verdiği desteğin arttığını gören KDP, KYB’ye karşı PKK’ya dolaylı destek vermeye başladı. Böylece PKK da iki büyük Kürt partinin rekabetinden yararlanarak ciddi darbeler almaktan kurtulmuş oldu.
PKK askeri ve siyasi örgütlülüğünü bir şekilde korumayı sürdürürken, PKK Lideri Abdullah Öcalan Türkiye tarafından ele geçirilmiş ve Türkiye, KYB’nin yardımıyla PKK’ya ağır bir darbe vurmak istemişti. Fakat KYB’nin PKK’ya karşı tavrından ve KYB liderlerinin PKK’ya ilişkin taleplerinden onların PKK’yı yok etmek istemediği anlaşılıyordu. KYB liderlerinin asıl istediği, PKK’nın askeri ve siyasi faaliyetlerini açıkça yapmasını önlemek ve Türkiye’den aldığı askeri ve siyasi destekten yararlanmayı sürdürmekti.
Irak’taki iki büyük Kürt grubu KDP ve KYB’nin PKK ile sürdürdükleri 8 yıllık savaştan şu sonuç çıkarılabilir: Iraklı Kürt gruplar, Türkiye’nin rahatsızlığına sebep olmayacak ve Iraklı Kürt gruplarının büyük çıkarlarını tehlikeye atmayacak şekilde PKK’nın kendi bölgelerindeki faaliyetlerini kontrol edilebilir bir noktada tutmak istiyorlardı. Onların bu konudaki kırmızıçizgisi, Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanabilecekleri PKK’nın iyice zayıflatılmaması veya tümden yok edilmemesiydi.
ABD’nin Irak’a yönelik propaganda ve siyasi faaliyetlerinin zirveye çıktığı 2002 yılında yani Irak’a saldırının eşiğinde KYB süratle PKK ile ateşkes yaptı ve askeri güçlerini PKK ile çatışma hattından Baas ordusuna karşı savaşacağı bölgelere, özellikle Kerkük’e kaydırdı. Böylece Irak ordusuna karşı savaşta, ABD ordusuna yardıma hazır hale geldi.
ABD’nin Irak’ı işgal edip Saddam’ı devirmesinden sonra PKK, Bush hükümetindeki Yeni Muhafazakârların Türkiye’nin ABD’ye Irak’a saldırma konusunda izin vermemesinden dolayı duyduğu rahatsızlıktan memnun oldu ve örgüt yapısını değiştirerek Türkiye, İran, Irak ve Suriye’ye karşı faaliyet gösterebilmek için 4 parti kurdu.
Propaganda çalışmalarını ve Türkiye’ye ve İran’a karşı silahlı eylemlerini KYB’nin kontrolünde bulunan Kandil’den ve KDP’nin kontrolünde bulunan Hakurk, Gare, Metin ve Haftanin’den yönetmeye başladı. Binaenaleyh 2004 yılından bugüne kadar Irak Kürdistan’ı, yeniden PKK’nın propaganda çalışmalarının ve PKK’ya bağlı Türkiyeli, İranlı ve Suriyeli militanların silahlı eğitimlerinin merkezi haline geldi.
PKK’nın geçtiğimiz bahardan itibaren Kuzey Irak’tan Türkiye ve İran’a karşı genişleterek sürdürdüğü silahlı faaliyetleri, iki ülkenin silahlı kuvvetlerini PKK’nın Kuzey Irak’tan kendi sınırlarına yönelttiği terörist saldırılarına karşı mücadeleye sevk etti. Bu şartlar içinde PKK’nın komşu ülkelere yönelik saldırılarında Irak Kürdistan’ını kullanmasına bazen sessiz kalan bazen de onay veren Iraklı Kürtler, İran ve Türkiye’nin PKK saldırılarına karşı bölgeye yığınak yapmasına şiddetli tepkiler gösterdiler ve Irak meclisindeki Kürt parlamenterler aracılığıyla Bağdat hükümetini Türkiye ve İran’la karşı karşıya getirmeye çalıştılar.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani, Türk ordusunun 1 Mayıs’taki askeri hareketliliğine açıkça tepki göstererek Irak televizyonundan şu açıklamayı yaptı: “Irak, Saddam zamanında Türkiye ve diğer komşu ülkelerle yapılan ve bu ülkelerin Irak’a sınır ötesi operasyon yapmasına izin veren anlaşmayı lağvetmiştir.”
Açıklamasını, “biz Saddam Hüseyin zamanında yapılan güvenlik anlaşmalarını tanımıyoruz” şeklinde sürdüren Talabani’nin bundan kastı şu anlaşmaydı: Saddam Hüseyin 1980’li yılların başlarında Ankara’yla bir anlaşma yapmıştı ve bu anlaşmaya göre Türk Silahlı Kuvvetleri, muhalif silahlı grupları takip etmek için Irak topraklarına girebiliyordu.
Talabani, Irak’la Türkiye arasında yapılan ikili güvenlik anlaşmasını tanımadığını ilan ediyordu; ama kendisi de 1993 yılında Barzani ile birlikte, 2001’de de tek başına Türk ordusunu PKK ile savaşmak için davet etmişti. Zira o dönemde Türkiye’nin Kuzey Irak’taki varlığını, kendi çıkarına uygun görürken şimdi Türkiye’nin buradaki varlığını Kürt çıkarlarına aykırı görüyordu.
Iraklı Kürt gruplar, Türkiye ve İran’ın PKK’nın terörist saldırılarından korunmak için attıkları askeri adımlara karşı ABD’yi de tahrik etmeye çalıştılar ve ABD’li komutanları Irak, İran ve Türkiye sınırına getirerek kendi deyimleriyle Türkiye ve İran’ın omuz omza yürüttükleri saldırıları ABD’lilere ispat etmek istediler. Böylece Amerikalıların Türkiye üzerinde siyasi baskı kurmasından istifade etmek istedilerse de bu konuda çok fazla başarı sağlayamadılar.
PKK’nın Kuzey Irak’tan yürüttüğü terörist faaliyetler karşısında Türkiye ve İran’ın Irak sınırına büyük ölçekte askeri yığınak yapması üzerine Talabani, 15 Haziran 2006’da Barzani ile Selahaddin kentinde bir görüşme gerçekleştirdi ve görüşme sonrasında şu açıklamayı yaptı: “Görüşmenin konusu, Türkiye ve İran’ın PKK bahanesiyle Irak sınırlarına ve Kürdistan bölgesine yönelik saldırılarıdır. Merkezi hükümet bu konudaki itirazını ilan etmiş ve Dışişleri Bakanı’nı Irak’taki Türk ve İran büyükelçilerini çağırarak Irak’ın bu konudaki itirazını onlara iletmekle görevlendirmiştir.” Talabani sözlerini şöyle sürdürdü: “Irak hükümeti adına şunu ilan ediyorum: Biz Saddam Hüseyin yönetimi ile Türkiye arasında imzalanan ve Türkiye’ye Irak sınırlarını geçme izni veren anlaşmaya bağlı değiliz.”
Talabani bu tutumu takınırken, kendi kontrolü altındaki bölgede Türkiye’nin askeri varlığından ve faaliyetlerinden dolayı en büyük zararı gören Kürdistan Bölge Başkanı ve KDP lideri Mesut Barzani sükût ediyordu.
Türkiye’nin PKK ile ilgili olarak Irak Kürdistan’ı üzerinde oluşturduğu askeri ve siyasi baskılar, nihayet, Irak hükümetini PKK’nın Bağdat’taki bürolarını kapatmaya ve Irak’taki tüm faaliyetlerini yasaklamaya zorladı. Talabani de 3 Ağustos 2006’da Bağdat’ta düzenlediği bir basın toplantısında “silahlı grupların Irak topraklarından istifade ederek komşu ülkelere saldırmasını sona erdirmek için ciddi bir karar aldık ve bu konuda Türkiye’ye garanti verdik” dedi.
Talabani ayrıca iddialarını sürdürerek “bazı PKK yanlısı grupların (PKK’ya bağlı Iraklı bir Kürt grubu olan Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’ni kastediyordu) bürolarını kapattık” diye konuşuyordu. Ama aynı gün Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi lideri Faik Gulpi, İtalyan AKİ haber ajansına verdiği demeçte “şu ana kadar bize büroların kapatılmasına ilişkin herhangi bir tebligat yapılmadı” demişti. Nitekim söz konusu parti şu ana kadar da faaliyetlerine devam etmektedir.
Türkiye’nin PKK’nın Kuzey Irak’tan yaptığı saldırılara karşı koymadaki ciddi kararı, ABD’nin ve Bağdat hükümetinin muhalefeti ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a muhtemel girişiyle birlikte buradaki nispi istikrarın bunalıma dönüşecek olması, George Casey’nin Barzani ile 20 Temmuz 2006’daki görüşmesinden hemen sonra ABD’nin PKK’nın terörist faaliyetleri konusundaki görüşünü açıklaması üzerine, Iraklı Kürt liderlerin alelacele PKK’nın komşu ülkelere, özellikle de Türkiye’ye yönelik terörist faaliyetlerini durdurmaya mecbur olmasının sebepleri oldu.
PKK merkezinin kapatıldığının Talabani tarafından açıklanmasından bir hafta sonra bölge basınında Neçirvan Barzani’nin, PKK’nın üst düzey yetkililerinden biri olan Murat Karayılan’la görüştüğüne ilişkin haberler yayınlanmaya başladı. Neçirvan Barzani, bu görüşmede Karayılan’dan Türkiye’ye saldırılarında Irak Kürdistan’ını kullanmamasını istemişti.
Bu görüşmenin dikkate değer bir diğer yönü de Neçirvan Barzani’nin PKK güçlerini korumak istemesi sebebiyle Karayılan’dan Irak Kürdistan’ını terk etmesini veya silah bırakarak eylemlerini durdurmasını istememiş olmasıydı.
Talabani’nin PKK’nın Bağdat’taki bürolarının kapatıldığını ve bunların Irak toprakları üzerinden komşu ülkelere yönelik yaptıkları eylemlerin durdurulduğunu açıklamasından bir gün sonra KYB Siyasi Büro Üyesi ve Kürdistan Federal yönetimi Başbakan Yardımcısı Ömer Fettah, Türkiye’de yayınlanan The Anatolian News gazetesine verdiği demeçte PKK’lıların Irak Kürdistan’ında serbestçe dolaşabildiklerini yalanlamış, “Irak’taki mevcut şartlarda PKK’ya operasyon yapmayı uygun görmüyoruz. Böylesi bir şey, Kürdistan Yerel Yönetimi ve merkezi hükümet açısından uygun değil” demişti.
Ömer Fettah sözlerini şöyle sürdürüyordu: “Eğer PKK’ya savaş ilan edersek yeni bir cephe açmamız gerekecek; ama şu an böylesi bir şeye ihtiyacımız yok. Böylesi bir durum, bölgedeki istikrarı bozar.”
Talabani ile çok yakın bir ilişki içinde olan Ömer Fettah, PKK’ya karşı askeri yollarla müdahalede bulunmanın Kürtler için yaratacağı sorunlara değinerek bu yüzden barışçı yollarla çözüm aradıklarını söyledi. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’nin 150 kişilik listede bulunan PKK yetkililerinin tutuklanması için Türkiye’ye söz vermesine de değinen Ömer Fettah, Kürdistan Bölge Yönetiminin PKK üyelerinin tutuklanması ve Türkiye’ye teslim edilmesi konusunda herhangi bir planının bulunup bulunmadığını bilmediğini söyledi.
KYB ve Kürdistan Bölge Yönetimi yetkililerinden Ömer Fettah’ın sözlerinden de açıkça anlaşıldığı üzere Talabani’nin PKK’nın bürolarının kapatıldığına ve komşu ülkelere yönelik faaliyetlerinin engellendiğine dair açıklamalarına rağmen, Kürdistan Bölge Yönetimi yetkilileri, PKK’ya yönelik askeri müdahalenin Irak Kürdistan’ındaki istikrarı bozacağı gerekçesiyle PKK’nın komşu ülkelere yönelik silahlı eylemlerini durdurmaya niyetli değildi.
10 gün sonra Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, basına verdiği demeçte Irak hükümetinin PKK’nın faaliyetlerini yasaklamasından duyduğu memnuniyeti belirterek Irak Kürdistan’ındaki yetkililerden bu konuda Türkiye ile işbirliği yapmalarını istedi ve PKK’nın Kuzey Irak’ta faaliyet göstermesine izin vererek Kürdistan yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilere zarar vermemelerini talep etti.
Celal Talabani, Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla BM Genel Kurulu toplantısına katılmak üzere gittiği ABD’de 19 Eylül 2006’da ABD Başkanı George Bush ile görüştü. PKK’nın Kuzey Irak’taki faaliyetlerinin merkezî hükümet tarafından yasaklandığının resmen ilan edilmesi ve ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Ortadoğu ve Irak Temsilcisi Meghan L. O'Sullivan'ın PKK’nın Irak’taki merkezlerinin kapatıldığı yönündeki açıklaması dikkate alındığında Bush ve Talabani görüşmesinin ana konularından biri de bu meseleydi. Fakat aynı günlerde Avesta adlı internet sitesi Celal Talabani’nin özel temsilcisinin Irak Kürdistan’ında PKK yetkilisi Murat Karayılan’la bir görüşme yaptığını bildiriyordu.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani, ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında 25 Eylül 2006’da ABD’deki ulusal radyo kanalı NPR’ye verdiği demeçte komşu ülkeleri Irak’ın iç işlerine karışmakla suçlayarak onları bu işe son vermeye çağırdı. Talabani, program sunucusunun “bu ülkelerden kastınız İran ve Suriye midir?” şeklindeki sorusuna “İran, Türkiye… Kuveyt hariç, Ortadoğu’daki tüm ülkeler…” şeklinde cevap verdi. Talabani sözlerini “Onlardan Irak’ın iç işlerine karışmaya son vermelerini ve Irak’ın bağımsızlığına ve hakimiyetine saygı göstermelerini istiyorum” diye sürdürdü.
Program sunucusunun: “Eğer bunu yapmazlarsa ne olur?” şeklindeki sorusuna da Talabani: “Aksi takdirde biz de bu ülkelerdeki muhalifleri destekleriz, onların bize yaptığı gibi biz de onlara sorun çıkarırız. Irak, komşu ülkelerdeki muhalifleri destekleyebilir. Biz, İran’da, Türkiye’de ve Suriye’de bunu yapabiliriz” diye cevap verdi.
Talabani, birkaç gün sonra da 30 Eylül 2006’da el-Irakıyye televizyonunda komşu ülkelerle ilgili olarak ABD’nin NPR radyosunda söylediklerine benzer sözleri tekrarlayarak şunları ifade etti. “Bizim liderlerimizin sonsuza kadar sessiz kalması zor. Sözlerim komşu ülkelere bir uyarıdır. Komşu ülkelerdeki kardeşlerimiz şunu göz önünde bulundurmalıdır ki eğer Irak da isterse bu adımı oralarda atabilir.”
Program sunucusunun “eğer onlar bu tutumlarını sürdürürse Irak ne yapabilir?” şeklindeki sorusuna da Talabani, “Birçok şey yapabilir. Onların yapabildiklerini biz de yapabiliriz. Ama biz şartların bu noktaya varmasını istemiyoruz. Biz meselenin barışçı bir şekilde diyalogla halledilebileceğini umuyoruz. Nitekim İranlı kardeşlerimizle onların müdahaleleri konusunda görüştük ve tüm meseleleri hallettik” diye cevap verdi.
Talabani, komşu ülkeleri sadece muhalif kartıyla tehdit etmedi, yabancı ülkelerin Irak’a müdahalesini önleme gerekçesiyle ABD güçlerinin Irak’ta uzun bir süre daha kalmasını söz konusu ederek, komşu ülkelerle ilişkileri herkesin düşündüğünden çok daha fazla bunalımlı bir hale getirebileceğini gösterdi.
Talabani Newsweek’le yaptığı röportajda da muhabirin “ABD’nin Kürdistan’da üsler kurmasını destekliyor musunuz?” şeklindeki sorusunu “Evet, yabancı ülkelerin iç işlerimize müdahalesini önleyebilmek için uzun bir süre daha ABD güçlerine ihtiyacımız olacak. 10 bin asker ve bir hava üssü yeterli olacaktır” diye cevapladı.
Talabani bu görüşünü, 25 Eylül 2006’da Washington Post gazetesine verdiği demeçte şu şekilde açıklıyordu: ”Sanırım uzun bir süre yabancı müdahaleleri önleyebilmek için ABD askerlerine, muhtemelen de bir askeri üsse ihtiyacımız olacak.”
Talabani 26 Eylül 2006’da da ABD’deki Woodrow Wilson Satratejik Araştırma Merkezinde yaptığı konuşmasında da “ABD askerlerinin sembolik sayıda olsa bile komşu ülkelerin Irak’a saldırısını önleyeceğini düşünüyorum” diyordu.
Irak Cumhurbaşkanı 27 Eylül 2006’da el-Cezire televizyonuna verdiği demeçte ABD askerlerinin Irak’ta daimi olarak kalmasını isteyen görüşlerine tepki gösteren Iraklı parlamenterlere de “Ben hâlâ kurulacak bir askeri üste sınırlı sayıda ABD askerinin bulunmasının yabancı ülkelerin Irak içine müdahalesini önlemek için zaruri olduğunu düşünüyorum” diyordu. Talabani aynı görüşünü 25 Eylül’de Sawa radyosuna verdiği demeçte de savunmuştu.
Talabani’nin bu açıklamaları, Türkiye’de ve Irak içindeki siyasi gruplarda tepkiyle karşılandı. Türkiye Başbakanı R. Tayip Erdoğan, Talabani’nin açıklamalarına tepki göstererek şunları söyledi: “Bu açıklamaları üzerinde düşünülmeden söylenmiş sözler olarak görüyorum, bu sözleri Talabani'nin bulunduğu makama uygun bulmuyorum. Sayın Talabani'nin açıklamaları çirkindir. Her halde bunu sürçülisan olarak söylemiştir ve de düzeltecektir diye düşünüyorum.”
Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de Newsweek’e verdiği demecinde Talabani’nin sözlerini akılsızca sözler olarak tanımlayarak “Talabani artık bir grubun lideri değil, bir devlet başkanıdır. Dolayısıyla sözlerine dikkat etmek zorundadır” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “ABD Irak’tan çekildikten sonra Talabani komşularıyla birlikte yaşamak zorunda kalacak.”
Bölgedeki medya kuruluşlarının ve komşu ülke liderlerinin tepkileri yükselirken Celal Talabani, 1 Kasım 2006’da ABD Kongresi’nden gelen bir heyetle görüştükten sonra düzenlediği basın toplantısında Irak’ın hiçbir ülkeyi tehdit etmediğini, komşu ülkelerle ilgili daha önce söylediği sözlerin ise yanlış anlaşıldığını söyledi.
Talabani yaptığı açıklamada “Biz Irak’ın teröristler için bir sığınak haline gelmesine asla izin vermeyeceğiz” derken, aynı gün Talabani’nin temsilcisi de Ankara’da Talabani’nin açıklamalarıyla ilgili olarak Türk basınında çıkan haberleri yalanladı ve “biz de muhaliflerinin komşu ülkelere saldırmasına yardım ederiz cümlesi doğru değildir. Talabani bu sözleri söylememiştir” dedi.
Talabani daha sonra da İran basınına verdiği demeçlerde de ABD’de kendisinin sözleri olarak nakledilen açıklamaları yalanladı ve sözlerinin muhabirler tarafından yanlış anlaşıldığını belirtti. Talabani açıklamalarını yalanlamaya ve komşuların endişelerini gidermeye çalışırken, 3 Mayıs 2006’da Arap gazetecilerle Süleymaniye’deki evinde yaptığı görüşmede “Suriye terörizmin, İran tehlikenin, Türkiye ise tehdidin kaynağıdır” diyor ve ABD’nin Irak’taki varlığının işgal olmadığını belirtiyordu.
Talabani ayrıca ABD’nin Irak’tan ayrılması konusunda da uyarıda bulunuyor ve “biz ABD’nin çekilmesi sonrasında oluşacak risklere katlanamayız, 200 bin İran gücü, oluşacak boşluğu doldurmaya çalışacaktır” diyordu.
Talabani’nin komşulara karşı muhalif kozundan yararlanma ve dış müdahaleleri önleme gerekçesiyle ABD’nin Irak’ta uzun süreli kalmasını sağlamaya yönelik tutumu incelendiğinde onun bundan kastının İran, Suriye ve Türkiye olduğu anlaşılmaktadır. Zira Ürdün, Suudi Arabistan ve Kuveyt’in Irak’ta aktif muhalif güçleri bulunmamaktadır. Irak’ta kendilerine muhalif grupların bulunduğu ülkeler yalnızca İran, Suriye ve Türkiye’dir.
Irak Kürdistan’ında Türkiyeli, Suriyeli ve İranlı Kürt gruplar, Halkın Mücahitleri, İran’a muhalif bölücü Arap akımları bulunmaktadır ve Kürt olmalarından ötürü Talabani’nin bu üç ülkenin Irak Kürdistan’ındaki muhalifleriyle ilişkileri iyi durumdadır.
Bu durumda şu sonuca varılabilir: Talabani’nin tehdidi, özellikle muhalif Kürt kartından istifade ederek Türkiye, İran ve Suriye’ye yöneliktir. Talabani bu çerçevede de bu üç ülkenin bireysel veya toplu tepkisini –çünkü İran, Türkiye ve Suriye bu konuda daha önce de işbirliği yapmıştı- önlemek için ABD’nin Irak Kürdistan’ında uzun süreli bir ABD askeri üssü kurması için zemin yaratmaya ve ABD’den Kürdistan jandarması olarak yararlanmaya çalışmaktadır.
Diğer bir mesele de Talabani’nin ABD’de bulunduğu sırada Talabani tarafından gündeme getirilen ve Türkiye’de de tepkiyle karşılanan PKK ile ateşkes meselesiydi. Irak Cumhurbaşkanı Talabani Neewsweek’le 25 Eylül’de yaptığı söyleşide şöyle diyordu: “Türk askeri birlikleri Irak sınırında konuşlanmış bulunuyor; ama henüz Irak topraklarına girmediler. Biz, çatışmalara son vermesi konusunda PKK’yı ikna ettik. PKK birkaç gün içinde resmen ateşkes ilan edecek.”
Talabani, 26 Eylül 2006’da Woodrow Wilson Stratejik Araştırma Merkezinde yaptığı basın toplantısında da “Türkiye’nin topraklarımıza girmek gibi bir niyetinin olduğunu sanmıyorum. Türk yetkililerin PKK ile sorunları var, biz de bu konuda onlara yardımcı olabiliriz, PKK’yı Türkiye’ye düşmanlık etmekten vazgeçirebiliriz” diyordu.
PKK’nın Talabani tarafından ateşkes ilan etmeye razı edildiğine ilişkin haberin yayınlanmasının ardından PKK lideri Abdullah Öcalan, 27 Eylül 2006’da İmralı cezaevinde avukatlarıyla yaptığı görüşmede örgütünden ateşkes ilan etmesini istedi. Nihayet PKK Başkanlık Kurulu Üyesi Murat Karayılan, 30 Eylül 2006’da Irak Kürdistan’ında düzenlediği bir basın toplantısında PKK’nın ateşkes ilan ettiğini açıkladı.
Bu çerçevede PKK’nın ateşkes ilanı konusunda ABD’nin tutumu da oldukça dikkate değerdi. ABD’nin PKK konusunda temsilci olarak atadığı emekli General Joseph Raltson 27 Eylül 2006’da düzenlediği basın toplantısında Talabani’nin PKK’nın ateşkes ilan ettiği yönündeki açıklamasıyla ilgili olarak şöyle diyordu: “Bu haberde kullanılan ateşkes ifadesi Türk tarafını endişelendirmiştir. Belki de tercüme hatası yapılmıştır. PKK terörist bir örgüttür. Silahlarını bırakmalı ve şiddeti reddettiğini açıklamalıdır.”
Fakat PKK’nın ateşkes ilan etmesinden sonra ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinden bir heyet, Demokratik Toplum Partisi (PKK’nın Türkiye’deki siyasi kolu) ile görüşüyor ve ABD elçiliğinin siyasi sorumlusu ve heyet başkanı Jeffrey Collins, görüşme sırasında “ABD ateşkes ilanını olumlu bir adım olarak görmektedir; ama daimi ve barışçı bir çözüm yönünde ilerleme sağlanabilmesi için, PKK’nın silahlarını bırakması gerekir” diyordu.
Bundan birkaç gün sonra da ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sean Mccormack, “ateşkes bizim açımızdan da kabul edilemez bir şeydir. Bizim açımızdan PKK terörist bir örgüttür ve kayıtsız şartsız silah bırakmalıdır” diyordu.
Türk yetkililer, PKK tarafından yapılan ateşkes ilanından hoşnut olmadıklarını ve bunu kabul etmediklerini bildirdiler. Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Biz terörist bir örgütle müzakere yapmayız” dedi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı da 26 Eylül 2006’da bir cumhurbaşkanının (Celal Talabani) terörist bir örgütle görüşmesinin kabul edilemez olduğunu, teröristler için tek yolun silahlı eylemleri bırakmak olduğunu açıkladı.
Terörizmle mücadele konusunda Türkiye’nin temsilcisi olan emekli General Edip Başer de Celal Talabani’nin ateşkes yapması için PKK’yı ikna ettikleri yönündeki açıklaması konusunda “Biz, Talabani’yi ve Barzani’yi yıllardır tanıyoruz, onlar yıllardır bu sözleri söylüyorlar. Bu sözlerin güvenilirliği tartışmalıdır. Ne ateşkesi… Biz PKK’yı bizim ordumuzun muhatabı olan bir başka ordu olarak görmüyoruz ki onun ateşkesini kabul edelim. PKK terörist bir örgüttür. Biz tek bir şeyi kabul ederiz o da PKK’nın kayıtsız şartsız silahlarını bırakması ve terör eylemlerine son vermesidir” dedi.
PKK’nın ateşkes ilanı ile ilgili sözlerine ilişkin tepkiler henüz yatışmamıştı ki Celal Talabani, 1 Ekim 2006’da Yunan Elfterotipia gazetesine verdiği demeçte Irak’taki PKK’lıların Türkiye’ye dönmek için genel af beklediklerini söyleyerek şöyle dedi: “PKK’nın Kandil Dağı’ndan uzaklaşması Türkiye’ye bağlı. Bu insanların normal hayata dönebilmesi için Türkiye’nin genel af çıkarması gerekir. Ben bu işin zorluğunun farkındayım; ama sanırım Türkiye’deki siyasi çevreler de artık bundan başka çözüm yolu olmadığını görmektedirler. Buna sadece ordu karşı çıkıyor.”
Türkiye Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Milliyet gazetesine verdiği bir demeçte PKK’ya af ilanını reddederek “Böyle bir şey kabul edilemez, dağlara sığınmış teröristler silahlarını bıraksalar bile nasıl siyasi faaliyet yapabilirler” diyordu.
Türkiye’nin Iraklı Kürtlerle PKK konusundaki sorunu yalnızca onların PKK’ya verdiği siyasi destekten ve propaganda desteğinden ibaret değildi. Türk yetkililer, Iraklı Kürt grupların PKK’ya silahlı destek vermesinden de endişe ediyordu.
Türkiye İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, bu konuya değinmiş, Türkiye’nin ABD Konsolosu Nabi Şensoy da haziran sonlarında Washington Times gazetesine yaptığı ziyarette PKK’nın ABD’nin müttefiki olan Iraklı iki Kürt partiden silah ve lojistik destek aldığını belirterek ABD’nin buna müdahale etmesini istemiş, Kürt yönetiminin Peşmerge Bakanı Yardımcısı (KYB üyesi) Cafer Mustafa ise bu iddiaları yalanlamıştı.
Fakat bu konuda en doğru ve en önemli şeyleri American Enterprise Institute uzmanlarından ve Pentagon’un eski müdürlerinden Michael Rubin Irak Kürdistan’ına yaptığı geziden döndükten sonra 19 Temmuz’da Hürriyet gazetesine verdiği demeçte söylemişti.
Irak’ın muhtelif yerlerinde incelemeler yapmak üzere Pentagon tarafından görevlendirilen Rubin, Barzani’nin kontrolündeki Hac Umran bölgesinde çok sayıda PKK’lı silahlı gücün bulunduğunu belirterek PKK’nın Avrupa’dan topladığı paralarla Mesut Barzani liderliğindeki KDP’den silah satın aldığını, Barzani’nin de büyük paralar alarak Türkiye’ye silah ve patlayıcı sokulmasına göz yumduğunu ifadede etmişti. Rubin ayrıca Barzani’nin Ankara’nın PKK ile müzakere etmesini de desteklediğini söylüyordu.
Talabani’nin son bir yıllık tutumu incelendiğinde onun Kürt muhalif kartını kullanarak komşularını tehdit ettiği ve komşu ülkelerin müdahalesini engellemek gerekçesiyle ABD’ye Irak Kürdistan’ında daimi bir üs vermeye çalıştığı görülmektedir. Talabani, bir taraftan PKK’yı ateşkes ilan etmesi konusunda ikna ettiğini söylemekte, ardından da Türkiye’den genel af ilan etmesini istemektedir.
Türkiye’nin hatta İran’ın ABD’ye ve Bağdat’taki merkezi hükümete PKK’nın Irak’taki terörist faaliyetleri konusunda yaptığı siyasi baskılar dikkate alındığında, ABD’nin Kuzey Irak’ta yeni bir ciddi bunalımı önleme iradesinden (Irak’ın diğer bölgelerindeki güvenlik sorunları ABD’yi esir almıştır) kış mevsiminin yaklaşmasından ve kışın Kürdistan’ın sarp geçitlerinde silahlı eylemler düzenlemenin zorluğundan dolayı ateşkes önerildiği ve PKK’ya silahlı eylemlerini yeniden organize etmesi için fırsat verilerek geleceğe dönük olarak Kürt gruplardan komşulara dönük bir tehdit olarak yararlanılacağı ortaya çıkmaktadır.
Fakat Talabani, komşuları tehdit etmeden önce komşu ülkeler üzerinde muhalif Kürt gruplarından yararlanarak baskı kurabileceğini göstermiş ve PKK’yı ateşkese ikna ederek yapıcı bir arabulucu inisiyatifi üstlendiğini ortaya koyarak ateşkesi değerli ve etkili bir adım olarak ortaya koymuş oluyordu.
Öte yandan siyasi hayatı boyunca, özellikle de son yıllarda muhtelif siyasi akımlar nezdinde kabul gören bir şahsiyet rolü oynamaya çalışan Talabani, bu kez de Irak Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye ve PKK arasında arabulucu rolü oynamak istedi. Böylece PKK’yı Ankara’nın baskılarına karşı korumaya, onları Türk siyasi hayatına sokmaya ve bu şekilde Türkiye’nin gelecekteki siyasi hayatı üzerinde etkili olmak için zemin hazırlamaya çalıştı.
Bu durumda hem PKK Talabani’nin rolüne ve konumuna bağlı kılınacak hem de Türkiye içinde PKK konusunda bazı yetkililerden farklı düşünen Türk politikacıların desteği kazanılarak Talabani ile Türkiye arasındaki ilişkiler konusunda faydalı sonuçlar elde edilecekti.
Kürt iç politikasına gelince… Bağdat’a gidip Irak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturarak Kürdistan’daki sahneyi Barzani’ye bırakan Talabani, komşu Kürtleri himaye etme politikasıyla hem Kürt ideallerinin bayraktarı olma rolünü Barzani’nin tekelinden almış, hem de Irak içindeki gelişmelerde, Kürtlerin değil Irak’ın milli çıkarlarını koruduğu gerekçesiyle kendisine yöneltilen eleştirilerden kurtularak kendisinin tüm Kürtlerin (bölgedeki Kürtlerin) savunucusu olduğunu göstermiş oluyor.
ABD’nin Kuzey Irak’taki terörist Kürt gruplar karşısındaki tutumu da dikkate değerdir. 11 Eylül’den sonra “ya bizden yanasınız ya da teröristlerden yana” söylemiyle terörle mücadelede vasat bir çizgide durmadığını ortaya koyan ABD, şimdi terörist Kürt grupları karşısında vasat çizgide duran bir tutum takınıyor.
Propaganda düzeyindeki politikaları çerçevesinde terörizmle mücadele konusunda demeçler veren ve Irak topraklarının terör için kullanılmasına karşı olduklarını söyleyen Amerikalılar, Irak’a hakim olmalarına ve iki büyük Kürt parti üzerinde inkar edilmez bir etkiye sahip olmalarına rağmen, Kuzey Irak’ta bulunan Türkiye, İran ve Suriye karşıtı terörist Kürt gruplara karşı engelleyici hiçbir adım atmamaktadır.
Komşuların terörist Kürt gruplara karşı askeri müdahaleye hazır olduklarını açıklaması durumunda ise Amerikalılar, Irak’ın komşularını Irak’ın egemenliğine ve bu ülkenin toprak bütünlüğüne saygılı olmaya davet etmektedir. ABD kendi sorunlarını askeri güç kullanarak çözerken, Irak’ın komşularından güvenlik sorunlarını barışçı yollarla çözmesini istemekte, onlardan bu konuda diplomatik ve siyasi yollarla müzakere etmelerini ve bölgesel işbirliğinden yararlanmalarını beklemektedir. ABD, Irak’ın komşularının Kuzey Irak’taki terörist Kürt gruplara karşı askeri güç kullanmasının tehlikeli ve başarısızlıkla sonuçlanacak girişimler olduğunu düşünmektedir.
O halde Iraklı Kürtlerin, komşu ülkelerdeki muhalif Kürt grupları açıkça destekleme konusunda bu kadar cüretkar olmasının sebebinin, ABD’nin bölge ülkelerindeki Kürt meselesine yönelik özel yaklaşımından kaynaklandığını söylememiz boşuna değildir.
Zira Irak’ın işgal edilmesinden ve ABD’nin bu ülkeye hâkim olmasından önce Irak Kürdistan’ının askeri, siyasi, ekonomik ve lojistik olarak Türkiye’ye muhtaç olmasından dolayı Iraklı iki büyük Kürt parti, rakibine karşı Türk ordusunun desteğini yanına alabilmek için rakibinin PKK’yı desteklediğini söylemeyi kendisi için bir iftihar olarak görüyordu. Fakat bugün bu partiler, ABD’nin Irak’taki varlığından ve kendilerini komşulara muhtaç görmemelerinden dolayı, kendilerini Kürt hareketinin bayraktarı, bölgedeki Kürt haklarının savunucusu olarak görüyorlar.
Bu çerçevede işi öyle bir noktaya vardırdılar ki Kürdistan bölgesi için önerilen anayasanın 40. maddesinde “siyasi sığınmacı, kaçtığı ülkeye zorla geri verilemez” ifadesine yer verdiler. Böylece diğer ülkelere muhalif Kürt gruplar, Irak Kürdistan’ında siyasi sığınmacı olarak tanımlanmış, yasal ve dokunulmaz bir statüye kavuşmuş ve Kuzey Irak’ta hiçbir sorunla karşılaşmadan rahatça faaliyet gösterme hakkı kazanmış olmaktadır. Buna karşılık Irak anayasasının 21. maddesinde uluslar arası bir cinayet işleyen veya terörle suçlanan kimselere sığınma hakkı verilmemektedir.
Sonuç olarak denilebilir ki Iraklı Kürtler, komşu ülkelere muhalif olan Kürt grupları daima desteklemiş, aralarında ihtilaf hatta çatışma yaşanması durumunda bile onların zayıflatılmasına veya bütünüyle yok edilmesine izin vermemişlerdir.
Komşu ülkelerin yetersiz ve çaresiz kalması durumunda ise Kürtlerin bölgedeki haklarının yerine getirilmesinden ve Kürt devletinden söz etmişlerdir. Onların muhalif Kürt gruplar konusundaki adımları ciddi olarak değerlendirildiğinde ise komşu ülkelere karşı ya ateşkes ve genel af konuları gündeme getirilmekte (Talabani’nin söz konusu ettiği gibi) ya da askeri yöntemlerin başarısızlığından ve barışçı yöntemlerin uygulanmasından söz edilerek (Barzani’nin ifade ettiği gibi) bölgedeki Kürt gruplar komşu ülkelerin tepkilerine karşı korunmaktadır.
Baztab’dan çeviren: Alptekin Dursunoğlu