"Burada birileri gerçekleri gizlemeye ve halkı yanıltmaya devam etmek istiyorsa, açıkça söylemek gerekir ki durum hiç de iyi değil ve bir iç savaşın patlak verme ihtimali çok yüksek, hem de oldukça yüksek."
YDH - Lübnan'da iç savaş sona erdikten sonra, İsrail güneydeki işgalini sürdürmek için yeni müttefik arayışına girdi. 1993 ve 1996’daki çatışmalar sonrasında Batılı güçler, Lübnan’da direnişi durdurmaya yönelik siyasi ayak oyunlarına başladı, fakat bu girişimler Suriye’nin müdahalesiyle engellendi. 2000 yılında Hizbullah’ın güney Lübnan’ı kurtarması Siyonist rejimi ve Batı’yı şaşırttı; bu noktadan sonra İsrail, Lübnan içindeki bazı taraflarla iş birliğini güçlendirdi ve direnişin rolünü sona erdirme çabalarına hız verdi. 2006 Temmuz Savaşı sırasında Lübnan’daki iç ayrışma daha da derinleşti; bazı gruplar direnişin başarısız olmasını beklerken, direnişe karşı yoğun bir kampanya başlattılar. El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin'e göre bugün de Lübnan’da benzer bir ayrışma devam ediyor. İsrail ve yerli müttefikleri, Hizbullah’ı askeri ve siyasi olarak zayıflatmaya çalışırken, normalleşme yanlıları ise bu hedefe ulaşmak için fırsat kolluyor.
Fransa'nın son dönemde Lübnan'da olası bir kaos ve iç savaşa sürüklenme ihtimaline dair yaptığı uyarıya pek çok kişi kayıtsız kaldı.
Mesele, bu uyarının Fransa gibi merkezi bir ülkeden gelmiş olmasına rağmen ilgi görmemesinde değil, aksine kaos yaratmak isteyenlerin bu konuyu önemsememesinde yatıyor.
Hatta, bu kesimlerin bazıları bu ihtimalin varlığını bile reddederek Lübnan'da kimsenin iç savaş başlatmak istemediğini savunuyor!
Bugünlerde yaşanan tartışmaları izleyenler, kimsenin geçmişten ders almadığını kolayca fark edebilir. Az sayıda siyasetçi, Fransa Savunma Bakanlığı gibi uluslararası ve resmi bir kaynaktan gelen bu uyarının arka planını ve boyutlarını incelemeye çalıştı.
Bunu yapanlar da net yanıtlar bulamayıp endişeyi daha da artırdılar. Lübnan güvenlik kurumları, ülkede büyük bir gerilim olduğuna dair bazı göstergeler olduğunu kabul ediyor ama bu durumun çabucak bir iç savaşı tetikleyecek bir tehdit olmadığını belirtiyor.
Fakat burada asıl önemli olan, bazı kesimlerin halkı, sadece Hizbullah’ın iç savaşa girebilecek tek güç olduğuna inandırmaya çalışması. Halbuki bu kesimler, Lübnan’da her hanede silah bulunduğunu kabul eden kişiler ve aynı zamanda daha önce bazı Arap ülkelerin büyükelçileri, savaş çıkarsa binlerce genç savaşmaya hazır olduğuna dair temin eden kişiler.
Hatta bazı siyasi çevreleri, Hizbullah ile çatışma hararetlenirse ellerinde azımsanmayacak bir güç olduğu konusunda ikna etmeye çalıştılar.
Lübnan'daki siyasetçilerin en büyük sorunu, zorlu gerçekleri inatla inkâr etmeleri ve kendi görüşlerini açıkça dile getirmemeleridir.
Bu yüzden, bu siyasiler Lübnan’daki tüm sorunların kaynağının sadece Hizbullah olduğunu iddia ediyorlar. Onlara göre Hizbullah’tan kurtulunca tüm sorunlar çözülecek, anayasa düzgün işleyecek, ekonomi toparlanacak ve tüm kentlerde, köylerde debki (halk dansı) festivalleri düzenlenecek. Hatta sadece Tevbe ve İhlas surelerini okuyarak Lübnan’a para yağacak!
Esasında, saf olanlar ve art niyetliler, Lübnan halkını yanıltmak için büyük bir yalan operasyonu yürütüyor. Lübnan’daki siyasi ayrışmanın bugünün meselesi olmadığını, Lübnan’ın sınırlarını bize Avrupalı sömürge valilerinin çizdiği günden beri süregeldiğini görmezden geliyorlar.
Sömürgeci güçler bize sınırlarımızı belirleyip, nasıl yaşamamız gerektiğine karar verdiklerinde; kimlerin iktidar, servet ve güç sahibi olacağına da onlar hükmetmişti.
Bu, ülkemizi, farklı mezheplerin nüfuz mücadelesine açık bir arenaya dönüştürdü. Üstelik, daha tehlikeli bir unsur olarak işgalci İsrail'i kurulup, "Biz Arap değiliz," söylemleri yükselmeye başladığında, biz de büyük meselelerde -özellikle İsrail tehdidiyle nasıl başa çıkılacağı konusunda- yeni bir ayrışma sürecine girdik.
Bugün, İsrail'in Filistin ve Lübnan’da yürüttüğü imha savaşının ortasında, artık yalanlara ayıracak zaman yok.
Eğer burada birileri gerçekleri gizlemeye ve halkı yanıltmaya devam etmek istiyorsa, açıkça söylemek gerekir ki durum hiç de iyi değil ve bir iç savaşın patlak verme ihtimali çok yüksek, hem de oldukça yüksek.
Eğer herkes kendi bakış açısından, canavarla yan yana geçirdiğimiz 76 yıllık tarihi yeniden okumaya karar verirse, İsrail'in Lübnan’a hiçbir zaman iç ortakları olmadan savaş açmadığını anlayacaktır.
İsteyenler, İsrail ve bazı Lübnanlı örgütler arasındaki ilişkilerin tarihine dair tüm belgeleri inceleyebilir. Bu belgeler, bu iş birliğinin İsrail devleti kurulmadan önce başladığını doğruluyor (Bu konuda bilgi almak isteyenler, İbraniceden Arapçaya çevrilen Labirent kitabına göz atabilirler; bu kitap, Siyonist kurumlarla Lübnanlı taraflar arasındaki ilişkileri anlatıyor).
İlk sonuçlardan biri, düşmanın 1949'da Hula’da gerçekleştirdiği katliam oldu. Dönemin Lübnanlı yöneticileri bu katliama kayıtsız kaldı ve sınır bölgelerinde yaşayanları iş, eğitim ve güvenlik arayışıyla kuzeye göç etmeye zorladı.
Düşmanla iş birliği yapanlar, 1958 olaylarının sonuçlarından endişe duydular ve 1967’de Arapların savaşı kaybetmesiyle sevinç yaşadılar.
1973 Savaşı’ndan sonra yeniden endişeye kapıldılar, fakat 1978’de Enver Sedat İsrail’e teslim olup gittiğinde ve İsrail ordusu Lübnan’a girip “güvenlik kuşağını” kurduğunda rahat bir nefes aldılar.
Bu noktada, bazı Lübnanlı taraflar İsrail’le olan tarihi ilişkilerini açıkça göstermeye başladılar. Ayrışma, 1982 yılında zirveye ulaştı; Lübnanlı İsrail işbirlikçileri düşmana destek verip onun vahşi suçlarına ortak oldular.
Bu işbirlikçilerin coşkusu, Beşir Cumeyyil’in cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve ardından kardeşi Emin’in yerine geçmesiyle zirveye ulaştı.
Fakat, her zaman olduğu gibi, sadece istek veya baskıyla başarıya ulaşamayacaklarını fark edemediler. Nihayetinde, hayalleri başka bir iç savaşın başlangıcı olarak sona erdi.
İç savaş sona erdiğinde İsrail, güney Lübnan’daki işgalini sürdürme amacındaydı ve bu kez yeni bir yöntemle müttefik arayışına girdi.
1993 Temmuz Savaşı sırasında, Amerikalılar ve Fransızlar, İsrail'le başa çıkmak için Lübnan'a farklı bir formül dayatmaya çalıştılar, ancak Hafız Esad bu girişimi başlangıçta engelledi.
Aynı senaryo 1996'daki Nisan Savaşı’nda da tekrarlandı; Batı, direnişin mücadelesini devam ettirmesini engelleyecek yorumlar getirmeye çalıştı. Ancak 2000 yılında direnişin ülkeyi kurtarma gücü İsrail ve müttefiklerini şaşırttı.
Özgürleşmeden sonra, İsrail Lübnan’daki bağlantılarını güçlendirerek güvenlik alanında daha aktif bir rol üstlendi.
Amerikalılar ve Fransızlarla iş birliği yaparak bazı Lübnanlıları, direnişi görevini tamamlamış bir müteahhit gibi görmeye ikna etmeye çalıştı ve artık “hizmetten alınması gerektiği” fikrini yaymaya başladı.
Bu adım, asıl sorunun İsrail değil, Suriye'nin varlığı olduğu fikri üzerine yoğunlaştı. Lübnan, o günlerden itibaren 2006’ya kadar süren yeni bir karmaşanın içine çekildi.
Bu süreçte İsrail, Amerikalılar ve Arap ve Lübnanlı müttefiklerinin çıkarına “Hizbullah sorununu” çözmek için yeniden harekete geçti.
Hatırlamak istemeyenler için, 2006 Temmuz Savaşı sırasında bile (ABD kaynaklı WikiLeaks belgelerine bakılabilir) Lübnan’daki ayrışma, bugünkünden çok daha sert bir şekilde ortaya çıkmıştı.
Direnişin gösterdiği dirayet, şehitlerin defnedilmesini ve yerinden edilenlerin evlerine dönmesini beklemeden, direnişe karşı büyük bir harekât başlatanları hüsrana uğrattı.
Bu kesimler, direnişin silahlarını her ne pahasına olursa olsun elinden almaya çalıştılar.
Mayıs 2008’de direnişin özel iletişim ağına dönük saldırının, İsrail'le ilişki kurmak isteyen ve direnişe karşı olan Lübnanlıların yürüttüğü projenin bir parçası olduğuna şüphe yoktur.
Bugün de ayrışma açık bir şekilde gözler önünde. Direnişin düşmanları, İsrail’in hedeflerini gizlemeye çalışsalar da bu çabalar sonuç vermiyor.
İsrail’in hedefi yalnızca Hizbullah’ı askeri bir güç olarak yok etmek değil; aynı zamanda onun siyasi, toplumsal ve halk desteğini de ortadan kaldırmak.
Böylece, normalleşme yanlıları yeniden sahneye çıkarak “Sivrisinek fil ile güreşmeye kalkmış,” diyen kötümser söylemi yaymaya hazırlanıyorlar.
Çeviri: YDH