Eğer durdurulmazsa “Büyük İsrail” gerçek olacak

img
Eğer durdurulmazsa “Büyük İsrail” gerçek olacak YDH

«Siyonist rejim hiçbir zaman sınırlarını ilan etmedi, bunun nedeni de her zaman sınırlarını genişletmeye çalışmış olmasıdır. İsrail rejimi varlığı boyunca, çeşitli Arap uluslarına ait toprakların farklı bölümlerini işgal etmesini haklı göstermek için sürekli olarak farklı tarihi ve dini iddialar kullanmıştır.»




YDH- El-Meyadin’deki Robert Inlakesh imzalı makale, Arap devletleri ile İsrail arasındaki tarihsel ve güncel etkileşimleri inceleyerek, özgürlüğün garanti altına alındığı sonuçların elde edilmesinde güç ve direnişin rolünü vurguluyor. Inlakesh, İsrail yayılmacılığı ve buna karşı Arap devletleri ve hareketleri tarafından uygulanan stratejiler hakkında eleştirel bir bakış açısı sunarak İsrail'in hiçbir zaman sınırlarını ilan etmediğini ve genişleme arayışını sürdürdüğünü hatırlatıyor.

***

Elde ettiği bir dizi başarıdan cesaret alan İsrail rejimi, toprak kontrolünü komşu Arap ülkelerine doğru genişletmeye çalışıyor ve çok az karşı koyma görüyor.

Ürdün ve Mısır şu anda silahlı bir saldırıyla karşı karşıya değilken, İsrailli bakanlar ve resmi sosyal medya sayfaları bu tür ‘devralmaların’ kitaplarda yer alabileceğine işaret ediyor.

Suriye'de eski Cumhurbaşkanı Beşşar Esed hükümetinin düşmesinin ardından geride kalan iktidar boşluğu ve ülkeyi koruyacak bir ordunun olmaması İsrail'in derhal işgaline izin verdi. Siyonist Varlık, Suriye Arap Ordusu'nun askeri teçhizatını yok etmek için hızlı bir şekilde şimdiye kadarki en büyük hava harekâtını başlattı ve bunu ülke genelinde aralıklı hava saldırılarıyla takip etti.

İsrailliler Golan Tepelerini tamamen işgal etti, güney Suriye'deki en önemli altı su kaynağını ele geçirdi, Kuneytra çevresindeki bölgelerde yaşayan vatandaşları evlerinden kovdu ve hatta Dera'ya doğru ilerledi. İsrail tankları artık Şam'a sadece 20 kilometre mesafedeki Katana gibi bölgelere kadar konuşlanmış durumda ve hava saldırıları da zaman zaman Suriye başkentindeki hedefleri vuruyor.

Suriye'deki bu işgal bir ayı aşkın bir süredir devam ediyor ve Heyet Tahrir El Şam liderliğindeki yeni hükümete bağlı güçler tarafından tek bir mermi bile atılmadı. Bunun yerine Şam'da iktidara gelenler Siyonist rejimle normalleşmenin ipuçlarını verdiler; HTŞ’nin yeni seçilen belediye başkanı Mahir Mervan açıkça İsrail işgaline bahaneler üretti ve ilişkilerin normalleştirilmesini önerdi.

Buradan çıkarılacak sonuç, sadece yeni HTŞ rejimini ve onun tutumunu öne çıkarmak değil, kim olursa olsun Siyonistlerle işbirliği yapmanın ve zayıflığın, herhangi bir Arap ülkesinin nüfusunun aleyhine toprak kayıplarına yol açtığını göstermektir.

1967 Haziran'ında İsraillilerin Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze, Sina ve Golan Tepelerini işgal etmeye karar vermelerinin tek bir nedeni vardı, o da bunu yapabilme kabiliyetleriydi. Bu savaş sırasında tarihi bir fırsat ortaya çıktı.

1973 yılında dönemin Suriye ve Mısır Cumhurbaşkanları Hafız Esed ve Enver Sedat, işgal altındaki topraklarını geri almak için ortak bir operasyon başlattılar ancak sonuçta başarısız oldular.

Suriye ilişkileri normalleştirmeyi reddederken, Mısır normalleşmeyi büyük miktarda ABD yardımı ve Sina'nın iadesi ile takas etti.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) İsraillilerle Beyrut dışında savaşmayı denedi ancak Siyonist rejimin 1982'de Lübnan'ı işgal edip yaklaşık 20 bin Filistinli ve Lübnanlıyı öldürmesinin ardından ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. İsrailliler daha sonra Güney Lübnan'ı işgalleri altına aldılar.

Oldukça zayıflamış olan FKÖ izole edildi ve ardından Kuveyt'in işgali sırasında eski Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in yanında yer alarak ölümcül bir hata yaptı. Bu sırada FKÖ, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze'de devam etmekte olan, başlangıçta yerel olarak yönetilen ancak artık Kuveytli mali destekçilerini kaybetmiş olan İntifada'ya umutsuzca öncülük etmeye çalışıyordu.

Siyonistler Filistin İntifadası nedeniyle bir krizle karşı karşıyaydı, halkla ilişkiler cephesinde darbeler alıyorlardı, önemli miktarda askeri kaynağı ayaklanmayla mücadeleye yönlendiriyorlardı ve bu durum ekonomileri için son derece maliyetliydi.

Bu durum 1993-1995 Oslo Anlaşmalarına yol açtı ve bu anlaşmaların sözde İki Devletli bir çözüme yol açması gerekiyordu. Ancak Siyonistler zayıflamış bir FKÖ ile anlaşmaya bağlı kalmışlardı ve taahhütlerini yerine getirmek zorunda değillerdi. “Nihai statü müzakereleri” çöktüğünde, 2000 yılında İkinci İntifada patlak verdi ve nihayetinde 2002 yılında ‘Savunma Kalkanı Operasyonu’ ile işgal altındaki Batı Şeria'daki direnişin yok edilmesine yol açtı.

ABD ve İsrailli müttefikleri daha sonra eski Filistin Yönetimi (FY) Başkanı Yaser Arafat'a güvenlik güçlerini yeniden yapılandırması ve reforme etmesi için baskı yaptı ve bu reformlar daha sonra FY Başkanı Mahmud Abbas döneminde tam olarak uygulandı.

Bu güçler İsrail işgal ordusuyla güvenlik koordinasyonunu yürütecek ve Batı Şeria'da silahlı direnişin ortaya çıkmamasını sağlayacaktı.

Ancak Filistin Yönetimi Washington ve Tel Aviv'in taleplerini dinledikçe ve bunun bir şekilde “İki Devletli bir çözüme” yol açacağını umdukça, Siyonistler müzakerelerden tamamen uzaklaştı ve daha da saldırgan bir yaklaşım benimsedi.

Bugün geldiğimiz noktada İsrailliler, Filistin Yönetimi'nin ne istediğine pek aldırış etmeden işgal altındaki Batı Şeria'yı açıkça ilhak etmeye çalışmaktadır.

Arap Devletleri ve siyasi partilerinin İsrail rejimiyle olan ilişkilerindeki tarihsel deneyimleri, olumlu bir sonuca ulaşmanın tek yolunun güç ve kazanımlar elde etmek için kaldıraç kullanmak olduğuna dair açık bir eğilim göstermektedir.

Hizbullah bunu 2000 yılında İsraillileri Güney Lübnan'ı işgal etmekten vazgeçmeye zorladığında kanıtlamış, 2006 yılında da işgal güçlerini topraklarından temizlemiştir.

2000'li yılların başında Hizbullah'ın silah ve insan gücü bakımından 2024'teki savaşa girerken bile bugünkü savaş gücünün yakınında bile olmadığını belirtmek önemlidir. Yine de kararlılığı ve İsrailli işgalcilere önemli kayıplar verdirme kabiliyeti, Siyonistlerin Lübnan'a saldırmaktan geri durması için yeterliydi.

Lübnan'a karşı herhangi bir saldırı başlatma konusundaki bu tereddüt, Hizbullah'ın onlardan daha güçlü olduğuna inandıkları için değildi, Genel Sekreter Şehit Seyyid Hasan Nasrullah'ın dediği gibi, Hizbullah ile Siyonist rejim arasında askeri açıdan bir eşitlik yoktur, ancak grubun kararlılığı, derin doktrini ve ölümcül darbeler vurma konusundaki kararlılığı İsraillilerin geri çekilmesine ve onlara meydan okumaya cesaret edememesine neden oldu.

Hamas ve Gazze'deki diğer Filistinli silahlı gruplar örneğine bakacak olursak, hiçbir zaman İsrail ordusunu kesin olarak yenme kabiliyetine sahip olmadılar, ancak direnme kabiliyetine sahipler.

İsrail'in 16 ay süren kapsamlı işgali ve soykırımından sonra bile direniş sürüyor ve işgalciye kayıplar verdirmeye devam ediyor.

Lübnan'daki mevcut durum, İsraillilerin 60 günlük ateşkes uygulama süresinin ardından Lübnan topraklarında kalmaktan açıkça bahsettikleri bir durumdur. Bunun nedeni birçoklarının iddia ettiği gibi Hizbullah'ın “çok zayıf” olması değildir. Aksine, Siyonistlerin orada kalmaya istekli olmaları, siyasi gerçekliği en azından şimdilik buna izin veren bir gerçeklik olarak okumalarından kaynaklanıyor. Bununla birlikte, bu çekilmenin savaşı yeniden başlatmadan gerçekleşmesi ihtimali vardır, ancak düşmanlıkların yeniden başlaması olasılığı son derece yüksektir.

Suriye'de hiçbir direniş söz konusu değil. Dolayısıyla Siyonistler, sahadaki askerleri yeni HTŞ liderliğine gülen videolar kaydederken ve ülkenin güneyini işgal etmenin ne kadar kolay olduğu için onlarla alay ederken gerçek hedeflerini gerçekleştiriyorlar.

Bu durum, Siyonist varlıkla ilişkilerini normalleştiren Mısır ve Ürdün için bir uyarı niteliğinde olmalıdır.

Şu anda İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu “topyekûn zafer” olarak adlandırdığı vizyonun peşinden gidebileceğine inanıyor ve bu vizyonun içinde yayılmacılık da var.

Siyonist rejim hiçbir zaman sınırlarını ilan etmedi, bunun nedeni de her zaman sınırlarını genişletmeye çalışmış olmasıdır.

Siyonist rejime ait resmi “Israelarabic” sosyal medya hesapları, yayılmacı çabalarını yansıtan içerikleri açıkça yayınlıyor; böyle bir paylaşım “Yahuda ve İsrail’in’’ tarihi bir temsilini içeriyor. Bu paylaşım İsrail'in Ürdün, Lübnan ve Suriye toprakları üzerinde hak iddia ettiğini ima ettiği için Amman ve Abu Dabi'den eleştiri aldı. Ancak gözden kaçan şey, “Yahuda”nın tarihi topraklarına ilişkin tanımlamaların, bugün Mısır Sina'sının bir parçası olan bölgeye doğru genişlediğini de göstermesiydi.

İsrail rejimi varlığı boyunca, çeşitli Arap uluslarına ait toprakların farklı bölümlerini işgal etmesini haklı göstermek için sürekli olarak farklı tarihi ve dini iddialar kullanmıştır. İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve diğer çeşitli Siyonist yetkililer ve hareketlerin “Büyük İsrail” modelinden, İngiliz Filistin Mandası'na hangi toprakların dahil edilmesi gerektiği tartışmalarına kadar her şey var.

“Büyük İsrail”, Siyonist rejimin Nil ve Fırat nehirleri arasında faaliyet gösterecek şekilde genişlemesi gerektiğini savunmak için Yahudi dini gerekçelerini kullanmaktadır. Bu argüman 1950'lerde Britanya Siyonist Federasyonu tarafından geliştirilmiş ve yayılmıştır.

1948'e kadar Filistin'in bir parçası olarak kabul edilmesini haklı çıkarabilecek teknik bir gerekçeye dayanarak Mısır Sina'sı üzerinde hak iddia etmeye çalışmıştır.

İngiliz Filistin Mandası'nın Sina'yı kapsamadığı gerçeğine rağmen, İsrailliler, Türkiye'nin 20'li yıllarda Sina üzerinde hukuki hak iddia etmesine dayanarak, Sina'nın artık “İsrail”in bir parçası olabileceği fikrini ileri sürdüler.

İsrailli propagandacıların yürüttükleri her yasadışı işgali meşrulaştırmak için başvurdukları zihin jimnastiği, makarna yemeklerinin, falafelin, şavarmanın, domateslerin ve burritoların İsrail'e ait olduğunu iddia etmelerine benziyor.

Bunun nedeni gaspçı bir varlık olmalarıdır, yapmayı seçtikleri her şey için gerekçeleri değişkendir, yani toprak genişlemesi konusu uğruna herhangi bir toprak gaspı için bir gerekçe bulacaklardır.

Örneğin, Sina'da bir toprak şeridini ele geçirmek “güvenlik nedenleriyle” olabilirken, Ürdün topraklarının işgali kutsal kitabın bir yorumuna bağlı olabilir.

Eğer bundan kurtulabileceklerine inanırlarsa, İsrailliler Ürdün, Mısır, Suriye ve Lübnan'dan toprak ele geçirecek ve işgallerini tarihi Filistin'in tamamına dayatacaklardır. Bunu durdurmanın tek yolu, aynı anda farklı cephelerden gelen amansız direniştir, çünkü hiçbir cephe tek başına onları kesin olarak yenemez.

Batı Şeria'nın ilhakı Siyonist rejimi memnun etmeyecektir, çünkü vizyonunu yeniden tanımlama sürecindedir, saldırganlık yayılacak ve etrafındaki rejimler boyun eğse bile, hepsi bu saldırganlık tarafından tüketilecektir.

Çeviri: YDH