HTŞ rejimi ile SDG arasında, barajın güvenliğinin ortaklaşa sağlanması ve yönetilmesi konusunda bir anlaşmaya varıldı ve SDG'ye bağlı Özerk Yönetim'in bakım atölyeleri, Fırat Nehri üzerindeki Tişrin Barajı'nda ilk bakım çalışmalarını tamamladı.

YDH - Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) bağlı bakım atölyeleri, Fırat Nehri üzerindeki Tişrin Barajı'nda su pompalamak ve elektrik üretmek amacıyla ilk bakım çalışmalarını tamamladı.
Bu gelişmeyle eş zamanlı olarak, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejimi ile SDG arasında barajın devri konusunda bir uzlaşmaya varıldığına dair bilgiler gündeme geldi.
İddiaya göre anlaşma, barajın korunma görevinin HTŞ ile Özerk Yönetim arasında paylaşılmasını, barajın iç güvenliğinin HTŞ’nin, dış çeperinin ise SDG’ye bağlı Asayiş'in sorumluluğunda olmasını öngörüyor.
Bölge basını, "Özerk Yönetim ile HTŞ arasında Tişrin Barajı'nın iki tarafın üzerinde anlaşacağı bir formülle yönetilmesi konusunda mutabakata varıldığını" aktardı.
El-Ahbar gazetesinin aktardığına göre, "Kürt askeri güçlerinin baraj bölgesinden tamamen çekileceği ve bölgenin güvenlik açısından HTŞ rejiminin kontrolüne gireceği" belirtildi.
Barajla ilgili anlaşmanın, HTŞ rejiminin lideri Ebu Muhammed el-Colani (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa) ile SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi arasındaki mutabakatın uygulanmasının devamı niteliğinde olduğu ifade edildi.
Henüz yürürlüğe girmemiş olsa da bu anlaşma, çoğunluğu SDG kontrolünde bulunan petrol ve doğalgaz kuyuları, verimli tarım arazileri veya ülkedeki büyük barajlar gibi Suriye'nin ulusal kaynaklarının nasıl yönetilebileceğine dair ilk taslağı temsil ediyor.
SDG'nin Tişrin Barajı anlaşmasını doğrudan uygulamak istediği ancak Haseke ve Deyrizor'daki petrol ve doğalgaz kuyularının devir mekanizmasını tartışmakta acele etmediği anlaşılıyor.
Bunun nedeni, barajın dört aydan uzun süredir Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarının içeride konuşlu SDG unsurlarına yönelik sürekli saldırılarına maruz kalması ve sahadaki mevcut durumla ilgili değerlendirmeler olarak gösteriliyor.
Söz konusu anlaşma, Beşşar el-Esed hükümetinin düşmesinden bu yana Karakozak Köprüsü ve Tişrin Barajı'ndaki kontrol bölgelerine yönelik yoğun saldırılarla karşı karşıya kalan SDG'yi rahatlatabilir.
Halep kırsalındaki Münbiç şehrini kaybettikten sonra çok sayıda unsurunu ölü ve yaralı olarak veren SDG üzerinde bu saldırılar büyük bir saha baskısı oluşturuyordu.
Anlaşma, SDG'nin tam bir ateşkes sağlamasına olanak tanıyabilir.
Anlaşmanın, HTŞ-SDG mutabakatının uygulanması anlamına geldiği ve bu mutabakatın, tarafların güven artırıcı adımlar kapsamında kapsamlı bir ateşkes sağlamayı hedeflediği belirtiliyor.
Teknik açıdan bakıldığında ise SDG, Tişrin Barajı'ndaki hükümet varlığından faydalanarak, civarındaki sürekli çatışmalar nedeniyle büyük hasar gören barajda kapsamlı bir bakım süreci gerçekleştirmek istiyor.
Bu sayede SDG, hem kendi kontrolündeki bölgelere hem de hükümet kontrolündeki bölgelere eşit şekilde daha fazla elektrik vermeyi ve barajın su rezervinden içme suyu ve tarımsal sulama için yararlanmayı hedefliyor.
Tişrin Barajı anlaşması, uygulanması hâlinde, Tabka şehrindeki Fırat ve Baas barajları ile Haseke ve Deyrizor vilayetlerindeki petrol ve doğalgaz kuyularını da kapsayabilecek benzer anlaşmaların önünü açabilir. Bu tür anlaşmaların, gelirlerin paylaşımı ilkesine dayanması bekleniyor.
SDG'nin kaynakları rejime devretme fikrine karşı olmadığı, ancak gelirlerden en az yüzde 50 gibi önemli bir pay alma şartını koştuğu biliniyor.
Bu talebini Uluslararası Koalisyon ve hatta Suriye hükümetiyle yaptığı resmi toplantılarda dahi dile getiren SDG, bu kaynakların kendi kontrol bölgelerinde yer alması ve son 14 yıllık savaş boyunca bu kaynakları korumuş olmasını gerekçe gösteriyor.
Görünen o ki SDG, HTŞ rejiminin ilerleyen aşamalarda uzman şirketlerle imzalaması beklenen petrol kuyuları ve sahalarına yönelik bakım ve yatırım sözleşmelerinden de fayda sağlamayı hedefliyor.
Bu durumun üretimi artırması ve dolayısıyla SDG'nin mali gelirlerden alacağı payı yükseltmesi bekleniyor. Bu da SDG'nin sivil kolu olan Özerk Yönetim aracılığıyla talep ettiği "ademi merkeziyetçilik" ilkesinin fiili bir uygulaması anlamına gelecek.
Dolayısıyla SDG, verimli tarım arazileri de dahil olmak üzere ülkedeki ekonomik kaynakların çoğunluğunu kontrol etmesini, HTŞ rejimi üzerinde "ademi merkeziyetçiliği" kabul etmesi, Özerk Yönetim'i koruması ve kurumlarını devlet kurumlarıyla ilişkilendirerek fiili bir durum olarak varlığını sağlamlaştırması için bir baskı aracı olarak görüyor.
SDG'nin bu konuda anayasal bir tanınma elde etmeye çalıştığı da belirtiliyor.
Bu gelişmeler ışığında, el-Ahbar'a konuşan konuya vakıf kaynaklar, Tişrin Barajı anlaşmasının ve barajın HTŞ rejimine devredilmesinin, "Özerk Yönetim'in barajdaki personelini koruyacağı ve stratejik Ayn el-Arab (Kobani) şehrinin güvenliğiyle ilgili sonuçları nedeniyle koruma görevlerinin bir kısmını yerine getireceği bir ortaklık temelinde" olacağını belirtiyor.
Kaynaklar, "anlaşmanın, SDG ile Şam arasındaki müzakere sürecini yürüten Uluslararası Koalisyon'un yoğun baskıları sonucunda gerçekleştiğini" vurguluyor.
Aynı kaynaklar, "SDG'nin, gerek Halep'teki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahalleleri anlaşmasında gerekse Halep kırsalındaki Tişrin Barajı anlaşmasında olduğu gibi, Şam ile yaptığı her yeni anlaşmada ademi merkeziyetçilik ilkesini vurgulamaya özen gösterdiğini" ifade ediyor.
Kaynaklar, “Bu iki anlaşma, SDG'nin istediği ademi merkeziyetçiliğin bir modelini oluşturuyor: Bir yandan bölgeleri yönetmek ve korumak için yerli meclisleri ve Asayiş'i korumak, diğer yandan kaynakların yönetiminde ortaklık kurmak ve maddi gelirlerinden pay almak,” değerlendirmesini yaptı.