Filistin'deki Müslümanlar ve Hristiyanlar, Siyonist rejimin baskılarına karşı ortak direnişlerini sürdürüyor. Paskalya vesilesiyle vurgulanan dayanışma, Filistin'in tarihsel olarak çok dinli bir topluluk olarak barış içinde yaşadığı dönemlere atıfta bulunuyor.

Aleksandr Tuboltsev, el-Meyadin için kaleme aldığı “The Age of Change: Geopolitics and Eternal Values” başlıklı makalesinde Paskalya'yı, İsrail işgali altındaki Filistinli Hristiyanlar ve Müslümanların sarsılmaz birliğini onurlandırmak için bir fırsat olarak değerlendirirken küresel ahlaki sorumluluğa ve Batı destekli Siyonist şiddetin sona ermesi çağrısında bulunuyor.
YDH- Dünyadaki yüz milyonlarca diğer Hristiyan gibi, 20 Nisan’da Paskalya Bayramı’nı kutladım. Bu özel günde, Siyonist rejimin sürekli tehditlerine maruz kalan Filistinli Hristiyanların durumunu düşündüm. Filistin’de, Müslüman ve Hristiyan sivillerin Siyonist güçler tarafından barbarca saldırılara uğradığı ortamda, Filistin halkının evlatları arasında gösterilen direniş ve fedakâr inanç örneklerine tanık oluyoruz.
Tarihsel olarak, Filistin; Müslümanlar ile Hristiyanların (Katolik, Ortodoks, Protestan) eşit şartlarda ve karşılıklı saygı içinde yaşadığı çok dinli bir ulusal topluluğun benzersiz bir örneğidir. Siyonist sömürgecilerin genişlemesi başlamadan önce, Filistin topraklarında farklı dinlere mensup yerli Arap nüfusu özgür ve barış içinde bir arada yaşıyordu.
Daha geniş bir tarihsel bağlamdan söz edecek olursak, Orta Çağ'da birçok Hristiyan’ın İslam dünyasında iyi koşullarda yaşadığını hatırlayabiliriz. 10. yüzyılda Bağdat’ta yaşayan Arap Hristiyan filozof Yahya bin Adî, Platon’un eserlerini tercüme etmiş ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Ondan önce, 9. yüzyılda yine Arap Hristiyan olan Huneyn bin İshak, modern Irak’ta göz hastalıkları üzerine önemli eserler yazmıştır. Orta Çağ'ın Bağdat ve Şam saraylarında Müslüman ve Hristiyan bilim insanları sık sık birlikte çalışmış, antik eserleri tercüme etmiş, özgün eserler ortaya koymuş ve bilim dünyasına eşsiz katkılar sağlamıştır.
Bu çalışmaların Avrupa üzerinde de büyük etkisi olmuştur. Avrupa’daki bilim insanları ve düşünürler, Orta Çağ’ın sonlarına doğru Arap felsefesi ve bilimiyle çeşitli kaynaklar aracılığıyla tanışmıştır. Batı Asya'da yazılan ve tercüme edilen eserler, Avrupa'da entelektüel etkinliğin önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu gerçek, Batı’da yerleşmiş olan ve özünde yanlış olan Avrupa merkezcilik kavramını tamamen çürütmektedir.
Eski zamanlardan beri, Çin (Mencius, Konfüçyüs, Zhuang Zhou, Wang Yangming), Hindistan (Çanakya, Adî Şankara), antik Yunan (Pisagor, Platon, Demokritos, Seneca, Herakleitos) ve İslam dünyasının (Gazali, Kindî, Farabi) düşünürleri gibi çeşitli yerlerde bilimsel merkezler ve okullar ortaya çıkmıştır. Batı hiçbir zaman entelektüel bir hegemonya kurmamıştır, çünkü böyle bir hegemonya fiziksel olarak mümkün değildir. Bilgi dünyası her zaman çok kutuplu ve çok renkli olmuştur. Farklı kültürler çevrelerindeki gerçekliği kendi yöntemleriyle yorumlamış ve özgün bilgi metodolojileri geliştirmiştir. Kültürler arası etkileşimler sayesinde farklı halkların düşünsel akımları birbirinden etkilenmiş ve bu süreçler bazen yüzyıllarca sürmüştür.
Örneğin, Çinli düşünür Wang Yangming’in 16. yüzyılda geliştirdiği Yeni Konfüçyüsçülük fikirleri, Çin sınırlarını aşarak Japonya'ya kadar yayılmıştır. Orada, Wang Yangming'in ölümünden 300 yıl sonra, düşünceleri 1837'de Osaka'da yoksul köylüler lehine isyan başlatan Ōshio Heihachirō'ya ilham vermiştir. Bu, bir fikrin yüzyıllar sonra tamamen farklı bir coğrafyada nasıl etkili olabileceğinin güzel bir örneğidir. Gerçekten de bilgi, zamanın akışına bağlı değildir.
Farklı uygarlıklarda ortaya çıkan bilgiler ve fikirler insanlık ilerlemesi için bir katalizör olmuştur.
Fikirler yüzyıllar, hatta binyıllar boyunca yaşamaya devam edebilir. Filistin halkının ortak değerleri ve idealleri, onları Siyonist işgalcilere karşı direnmeye sevk etmektedir. Bu direnişte, Filistinli Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki birlik tarihsel olarak büyük önem taşımaktadır. Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin ideolojisi Müslümanlar ve Hristiyanlar tarafından birlikte oluşturulmuş ve bu topraklarda beraber savaşmışlardır. Bugün ise İsrail işgal güçleri tarafından birlikte hedef alınmaktadırlar. Siyonist hava kuvvetleri, Gazze Şeridi'nde hem camileri hem de kiliseleri bombalamış; Batı Şeria’daki Filistinli Hristiyanların kutsal mekanlara erişimi çoğu zaman hukuksuz bir şekilde engellenmiştir.
1948'den bu yana, Siyonist yerleşimciler Gazze ve Batı Şeria’daki Müslüman ve Hristiyan topluluklara karşı binlerce suç işlemiştir. Tarihi bilen ve vicdan sahibi herkes için gerçek açıktır: Siyonizm, insanlık karşıtı bir ideolojidir; insanlara, inançlara ve kutsal mekanlara yönelik açık şiddetin sorumlusudur.
Netanyahu rejiminin, Müslümanların Mescid-i Aksa'da ibadet etmelerini engellemek için düzenlediği kirli provokasyonları ve saldırıları gördüğümüzde yüreğimiz acıyor. Aynı acıyı, aşırı Siyonist yerleşimcilerin Hristiyan hacılara saldırdığı olaylarda da hissediyoruz. Batılı ülkeler bu gerçekleri görmezden gelmekte ve suskun kalmaktadır; fakat biz olaylara doğru isimlerini vermeliyiz. Irkçı ve sömürgeci Siyonist proje, Filistinlileri dini ve ulusal kimlikleri üzerinden ayrımcılığa uğratmakta, soykırım ve etnik temizlik yapmaktadır.
Bu nedenle, benim gibi pek çok Hristiyan için Filistin’i desteklemek hem içten bir karar hem de ahlaki bir görevdir. Filistin Direnişi'ne açık ve net destek vermek, farklı inançlardan ve milletlerden insanları bir araya getirebilir.
Batılı kurumsal yapı (özellikle Amerikan yönetimi), Siyonist rejimin başlıca destekçisidir. Her ikisi de provokasyon, çatışma, şiddet, yeni sömürgecilik ve yayılmacılığın kaynağıdır. Bunlar gerçek kötülük güçleridir. Ve bu düşmanca güçlere karşı direnmek elbette gereklidir.
Aynı zamanda, Batı ülkelerinin modern sosyo-ekonomik sistemi derin bir kriz içindedir. Mali sistemleri tefecilik, sömürü ve çok uluslu şirketlerin (özellikle Büyük Teknoloji şirketlerinin) hâkimiyeti üzerine kuruludur. Batı'daki siyasi alanda ise "demokrasi" maskesi altında ya saldırgan eğilimli ucuz popülizm (ABD’de Trump yönetimi örneği gibi) ya da etkisiz küreselci bürokrasi (AB örneği gibi) hüküm sürmektedir. Birçok yönden, Batı toplumları bölünmüş, atomize olmuş ve ideolojik bir kriz içine sürüklenmiştir; siyasi elitlerin yıkıcı politikalarının sonuçları onları bu duruma getirmiştir.
Ticaret savaşları ve ek gerilimler, tarihin kaçınılmaz akışını durduramayacaktır. Batı'nın hayali gücü artık gerilemeye dönüşmüştür. Bugün küresel üretimin ana lokomotifleri Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleridir. Batı "hegemonya"sı giderek bir boşluğa, yalnızca ideologlarının ve çıkar sahiplerinin zihinlerinde var olan bir yanılsamaya dönüşmektedir. Bu durum, yeni çok kutuplu dünya sisteminin daha adil, eşit ve her türlü tahakkümden uzak olacağına dair umut vermektedir.
Bir çağın eşiğinde yaşıyoruz; siyasi depremler ve hızlı değişimler arasında. Bildiğimiz jeopolitik gerçeklik öylesine hızlı değişiyor ki bazen zamanın akışına yetişemiyoruz. Bence bu, insan uygarlığının tarihi boyunca sırtını dayadığı değerlere yeniden düşünme zamanı.
Komşuya sevgi, şefkat, direniş azmi, gelenek ve ahlaki değerleri koruma, farklı halklar ve kültürler arasında eşit diyalog kurma arzusu gibi basit ve kadim temeller, kalplerimize yeniden umut aşılayabilir.
Çeviri: YDH