Dick Cheney'nin yönettiği gizli operasyonel strateji

img
Dick Cheney'nin yönettiği gizli operasyonel strateji YDH

Amerikan Newyorker Dergisi yazarı Seymour M. Hersh, Amerika’nın ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin başkanlığında yeniden yapılandırılan Ortadoğu stratejisini anlatıyor




YDH-Amerikan Newyorker Dergisi yazarı Seymour M. Hersh, Amerika’nın ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin başkanlığında yeniden yapılandırılan Ortadoğu stratejisini anlatıyor. Hersh, bu stratejinin başını çeken aktörlerden Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Bender’in ayrıca bu stratejiyi finansal ve lojistik anlamda da desteklediğini kaydediyor.

 

Hersh’in hem özel kaynaklarına ve hem de Amerikan yönetimindeki etkin isimlere dayandırarak kaleme aldığı yazısı “Stratejik Değişim”, “Prens Bender’in Oyunu”, “Lübnan’daki mücahitler”, “Seyyid Nasrullah”, “Kongreye Açıklananlar” isimli başlıklardan oluşuyor. Hersh’in yazısının ilk bölümü olan ve yeni stratejinin çerçevesini açıkladığı ilk bölümü yayınlıyoruz.

 

Yeniden Yönlendirme -1

 

Stratejik değişim

 

Geçtiğimiz birkaç ayda Irak’taki durum kötüleştikçe Amerika’nın hem diplomatik hem de gizli operasyonlar açısından Ortadoğu stratejisi değişti. Beyaz Saray yeni stratejisinde İran’la daha açık bir çatışma içerisine girdi. Bu da Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki çatışmaları genişletti.

 

Amerika, çoğunluğu Şii olan İran’ın altını oymak için Ortadoğu önceliklerini değiştirdi. Lübnan’da İran’ın desteklediği Şii bir örgüt olan Hizbullah’ı zayıflatmak için Bush hükümeti Sünni Suudi Arabistan hükümetiyle gizli çalışmalar yaptı. Yine İran’ın müttefiki olan Suriye’ye karşı da gizli çalışmalar yürütülüyor.

 

Bu faaliyetlerin bir yan ürünü de İslam’ı militan bakışıyla algılayan ve El-Kaide’ye sempati duyan Amerikan düşmanı aşırı uçların desteklenmesi oldu. Bu stratejinin ihtilaflı unsuru ise Amerikan askerlerine karşı direnişçi şiddetin Sünnilerden gelmesi... Ama en kötüsü İran’ın ve Ahmedinejad’ın güçlenerek sürekli Amerika’ya kafa tutması, nükleer programına devam etmesi ve Ayetullah Ali Hamenei’nin televizyona çıkarak ABD ve müttefiklerinin kaybedeceğini ilan etmesi oldu.

 

1979 devriminden sonra İran’dan uzaklaşan ABD; Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan gibi Sünni Arap ülkelerine yaklaştı. Ancak 11 Eylül’den sonra Suudi Arabistan’la ilişkilerde işler karıştı. Zira El-Kaide Sünniydi ve çoğu üyesi de Suudi Arabistan’daki dinci çevrelerden gelmekteydi.

 

2003 Irak işgalinden önce Yeni Muhafazakarlar Şiilerin Amerika açısından Sünnilere karşı bir denge getireceğini zannetti. Ancak Irak’ın Şii liderleri ve İran arasındaki güçlü bağları göz ardı ettiler. Şimdiyse İran, Nuri el-Maliki’nin Şii hükümetiyle yakın bir ilişki içerisinde. Buna karşın Condoleezza Rice, Sünni ülkelerin ılımlı olduğunu; İran Suriye ve Hizbullah’ın ise istikrarsızlık tarafını oluşturduğunu söylüyor. (Bu arada Suriye’deki Sünni çoğunluğu da Aleviler yönetiyor)

 

Gizli operasyonların finansı Suudi Arabistan tarafından yapıldı ve bu Kongre’den de gizlendi. Hatta Kongre Bütçe Komitesinin üst düzey üyesi yeni stratejiyi duydu; ancak kendilerine yeterli bilgi verilmediğinden şikâyet ediyor: “Bize hiçbir şey söylenmiyor; bir şey var mı, diye soruyoruz; hiçbir şey yok diyorlar; Spesifik sorular sorduğumuz zaman size döneriz, diyorlar; çok büyük sıkıntıdayız.”

 

Stratejinin arkasındaki önemli aktörleri Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Ulusal Güvenlik Danışman yardımcısı Eliot Abrams, Irak büyükelçiliğinden ayrılıp BM büyükelçiliği için aday olan Zalmay Halilzad, Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Prens Bender b. Sultan. Rice da bu stratejinin oluşumunda önemli bir rol oynamakla birlikte stratejinin gizli olan operasyonel kısmı Dick Cheney tarafından yönetiliyor. Cheney ve Beyaz Saray kendilerine bu soruları ilettiğimizde inkar etti; spesifik sorulara cevap vermekten kaçındılar. Yalnızca İran’a karşı savaşa gitmediklerini söylediler.

 

Yeni siyaset değişimi Suudi Arabistan ve İsrail’i yeni bir stratejik dostluğa götürdü. Zira her iki ülke de İran’ı mevcut bir tehdit olarak algılıyor. Bu politika değişimi sonrasında iki ülke de doğrudan birbirleriyle görüşmeye başladı. Suudi Arabistan, İsrail ile Filistin arasındaki istikrarın İran’ın bölgedeki gücünü azaltacağını düşündüğü için Arap-İsrail müzakerelerine daha fazla önem göstermeye başladı.

 

İsrail’le ilişkileri çok yakın olan bir Amerikan hükümeti danışmanı, bu yeni strateji çerçevesinde Sünni devletlerin Şii direnişinden korktuğu ve Irak’taki Şiileri desteklememizi istemedikleri için Şiilerin Irak’taki kazanımlarının kontrol altına alınmasını istediklerini kaydetti.

 

Amerikan hükümeti içerisinde “İran mı yoksa Sünni radikaller mi daha tehlikeli” şeklinde bir tartışma yaşanıyor. Veli Nasr gibi Şiiler, Irak ve İran konularında yazılar yazan Dış İlişkiler Konseyi üst düzey üyeleri de bu tartışmanın içerisinde. ABD hükümetinin bir kısmı İran’ın daha büyük bir tehdit olduğunu ve Sünni radikallerin daha az tehlikeli olduğunu düşünüyor. Bu anlayışın öne çıkması Suudi Arabistan açısında bir zafer sayılıyor.

 

Clinton hükümeti döneminde Dışişleri'nde önemli bir pozisyona sahip olan eski İsrail büyükelçisi Martin Indyk “Ortadoğu’da çok ciddi bir Sünni-Şii soğuk savaşı başlayacak” diyor. Şu anda Brookings Enstitüsü Saban Ortadoğu Politika Merkezi direktörü görevini yürüten Indyk, Beyaz Saray’ın yeni politikasının stratejik sonuçlarının bilincinde olmadığını iddia ediyor. Indyk’e göre “Beyaz Saray, Irak’ta ve tüm bölgede kumar oynuyor. İşler çok karmaşıklaşabilir; çünkü her şey tepetaklak oldu”.

 

ABD hükümetinin İran’ı yalnızlaştırma çerçevesindeki yeni stratejisi Irak’ta savaşı kazanma konusunda yürüttüğü stratejide zorluklar yaratıyor. İran uzmanı ve Washington Enstitüsü’nde Ortadoğu Politikaları Araştırma Yardımcı Direktörü olan Patrick Clawson ılımlı ve radikal Sünniler arasındaki yakınlaşmanın Maliki hükümetini korkutacağını ve Sünnilerin iç savaşı kazanabileceğini düşünmesine yol açabileceğini söylüyor. Clawson, bu sayede Maliki’ye Mukteda Es-Sadr’ın Mehdi Ordusu gibi radikal Şii milisleri baskı altında tutmak için Amerikan hükümetiyle işbirliği yapmak zorunda kalacağını zannediyor.

 

Ancak şu anda ABD Iraklı Şii liderlerle ortak hareket etmek zorunda. Mehdi Ordusu Amerikan menfaatlerine karşı açıkça düşman olabilir. Ancak başka Şii milisler ABD müttefikleri sayılabiliyor. Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley, geçtiğimiz yıl sonunda bir rapor yazarak Amerikan hükümetinin ılımlı Sünnilerle Kürtler arasında bir taban yaratarak Maliki’yi daha radikal olan Şii müttefiklerden ayırmaya çalışmasını önerdi. Ancak şu ana kadar eğilimler tam tersi istikamette gidiyor. Zira Irak ordusu direnişçilerle giriştiği çatışmalarla başarısız oldukça, Şii milislerin gücü gitgide artıyor.

 

Flynt Leverett, Bush hükümetinin Irak stratejisi tesadüf veyahut da ironik değil, diyor. Ona göre hükümet Irak’taki Amerikan menfaatlerine gelince İran’ın Sünni direnişçilerden daha tehlikeli olduğu sonucuna varıyor. Böylece Amerika, İranlıları tuzağa düşürmeye çalışıyor. Buna göre Amerika provakatif adımlar atarak İran üzerindeki baskı arttırılacak ve bir noktada İranlılar buna tepki gösterip Amerikan hükümetine onları vurmak için açık bir kapı sunacak.

 

Bush 10 Ocak konuşmasında bu yaklaşımı anlattı. İran ve Suriye’nin terörist ve direnişçileri topraklarında himaye ederek Irak’a iriş çıkışlarına izin verdiklerini söyledi: “İran, Amerikan birliklerine yapılan saldırılara maddi destek sağlamakta. Biz kendi birliklerimize yapılan saldırıları kesintiye uğratacağız. İran ve Suriye’den gelen desteğin akışını kurutacağız. Irak’taki düşmanlarımıza gelişmiş silahlar ve eğitim veren şebekeleri bulup imha edeceğiz.” dedi.

 

11 Şubat’ta gazetecilere Irak’ta yakalanan ve İran’dan geldiği iddia edilen sofistike (gelişmiş, iler düzeyde, karmaşık) patlayıcı cihazlar gösterildi. Hükümetin verdiği mesaj, Irak’taki kötü durumun kendi planlamasındaki başarısızlıktan değil İran’ın müdahalelerinden kaynaklandığıydı. ABD silahlı kuvvetleri Irak’ta yüzlerce İranlıyı gözaltına alarak sorguladı. Ağustos ayında Amerikan birliklerinin mümkün olduğu kadar çok İranlıyı yakalaması emredildi. Sadece bir noktada beş yüz kişi gözaltına alındı. Bu insanları zorlayarak bilgi almaya çalıştılar. Beyaz Saray’ın amacı İranlıların baştan beri direnişin arkasında olduğunu kanıtlamak ve İran’ın Amerikalıların öldürülmesinden sorumlu olduğunu ortaya koymaktı. Pentagon da son aylarda Amerikan birliklerinin yüzlerce İranlıyı göz altına almış olduğunu teyit ediyor. Ancak bu sayının içerisinde kısa bir sorgulamadan sonra serbest bırakılan İranlı insani yardım çalışanlarının da olduğu söyleniyor.

 

Yeni Savunma Bakanı Robert Gates 2 Şubat’ta İran’la savaş hazırlığı olmadığını söylemekle birlikte “çatışma atmosferi giderek artıyor” dedi. Amerikan istihbarat kaynaklarının verdiği bilgiye göre Lübnan’daki gizli operasyonların yanı sıra İran’ı hedefleyen karanlık harekâtlar da devam ediyor. Amerikan askeri ve özel operasyon timleri İran’da istihbarat toplama faaliyetlerini artırdı ve Irak’tan kaçmakta olan İran ajanlarını kovalamak üzere İran topraklarına bile girdiler.

 

Rice, Ocak ayında senatoda Demokrat Senatör Joseph Biden’in “Amerika, tahkikat sırasında İran ve Suriye sınırlarını aşacak bir eyleme girişebilir mi” sorusuna cevaben “Başkan Bush silahlı kuvvetlerimizi korumak için geliştirdiği plan Irak topraklarıyla sınırlı” dedi ancak şunu da ekledi: “Herkesin, Amerikan halkının Başkan Bush’un silahlı güçlerimizi korumak için gereken her şeyi yapabileceğini anlayacağını sanıyorum”

 

Rice’ın cevabının kaçamak olması Bush hükümetini eleştiren Cumhuriyetçi Nebraska Senatörü Chuck Hagel’İn şu soruyu sormasına neden oldu: “Sayın Bakan, 1970 yılını Kamboçya’yı hatırlayın. O zaman da hükümet Amerikan halkına yalan söyledi. Sınırın geçilerek Kamboçya sınırının ötesine geçildiği inkâr edildi. Başkanın dile getirdiği politikanın son derece tehlikeli olduğunu bu komitede olanların hepsi biliyor”

 

İran’ın Irak’taki rolü İran’ın nükleer programıyla birlikte Amerikan hükümetini endişelendiriyor. Dick Cheney, 14 Ocak’ta Fox News’a yaptığı açıklamada nükleer silahlara sahip olan bir İran’ın hem tüm Ortadoğu petrolünü kontrol edebileceğini böylece dünya ekonomisine olumsuz etkilerde bulunabileceğini, komşularını ve dünyadaki başka ülkeleri tehdit etmek için terör örgülerini ve/veya nükleer silahları kullanmayı hazır olacağını söyledi. Eğer körfez ülkeleriyle veya Suudi Arabistanlılarla konuşursanız; hatta İsrail ve Ürdünlülerle konuşursanız hepsi İran tehdidinin git gide büyüdüğü söyleyecektir.

 

Amerikan hükümeti şimdi de İran’ın silah programları konusunda yeni bir istihbarat dalgasını inceliyor. İran içerisinde operasyonlar yapmakta olan İsrail ajanları İran’ın üç kademeli katı yakıtlı kıtalar arası füzeler üreterek Avrupa içerisine çoklu nükleer başlıkları atabilme aşamasına geldiğini iddia ediyor. Ancak bu istihbaratın doğruluğu henüz tartışmalı. Diğer kitle imha silahı tehdidi iddiaları (Irak için) fos çıktığı için İran hakkındaki iddialar da şüpheli karşılanıyor.

 

Hilary Clinton 14 Şubat’ta şunları söyledi: “Irak savaşı bize çok ders öğretti. Bu dersleri de İran’a yönelik iddialara uygulamamı lazım. Şu anda söylenenler tanıdık geliyor; hatalı istihbaratlar üzerinden kararlar almamalıyız.”

 

Buna rağmen Pentagon, Başkan’ın emriyle geçtiğimiz yıldan beri İran’ın bombalanması için yoğun bir planlama içerisine girmiş durumda. Başkan’ın emriyle 24 saat içerisinde bombalama planı hayata geçirilecek. Geçtiğimiz ay bir hava kuvvetleri danışmanı hedefleri anlattı ve İran planlama grubunun Irak’taki militanlara yardım ettiği hedeflerin belirlenmesi istendi. Daha önce ise hedef İran’ın nükleer tesisleri ve rejimin değiştirilmesiydi. Eisenhower ve Stennis uçak gemisi filolaları Körfez'de kalacak gibi gözüküyor. Bu arada İran tarafından küçük motorlarla terör saldırıları düzenlenebileceği korkusu da var.

 

Çeviri: Murat Erduran – Furkan Torlak