"Akıllı neo-emperyalizm" çağı: Trumpizm, Amerikalılaştırma ve küreselleşme üzerine

img
"Akıllı neo-emperyalizm" çağı: Trumpizm, Amerikalılaştırma ve küreselleşme üzerine YDH

"Bu, küreselleşmenin geleneksel kontrol araçları için 'ufkun tıkanması' anı ve 'küreselleşme sonrası' bir çağın başlangıcıdır."




YDH - El-Ahbar yazarı Zeyneb Akil, ikinci Donald Trump başkanlığında ABD'nin küresel stratejisinde yaşanan köklü bir değişimi ele alıyor. Geleneksel küreselleşme anlayışının yerini, teknoloji devlerinin milliyetçi bir gündemle ittifak kurduğu, liberal elitleri devre dışı bırakan ve "Akıllı Neo-emperyalizm" olarak adlandırılan yeni bir dönemin alabileceğini belirtiyor. Bu yeni düzende, devletin rolü azalırken şirketlerin, özellikle de yapay zekâ ve veri kontrolü yoluyla, hem iç hem de dış politikada belirleyici güç haline gelmesi ve bunun "dijital bir yeni feodalizm" yarattığını kaydediyor.

Donald Trump'ın ikinci göreve başlama törenindeki manzara şöyleydi: Elon Musk, Mark Zuckerberg, Jeff Bezos ve Sundar Pichai, bazı bakanların önünde, ilk sırada oturuyordu. ABD Ulusal Muhafızları 8 bin asker konuşlandırmış, çelik bariyerler kurulmuştu.

Gökyüzünde ise töreni korumak için savaş dronları uçuşuyordu. Olay, küreselleşme elitinin kalbinden bir "Amerikalılaştırma lobisinin" doğuşuydu.

Duyuru ise, dijital bir "yeni feodalizmin" yönettiği, geleneksel küresel liberal elitleri dışlayan ve muhafazakâr milliyetçi bir gündemi destekleyen "akıllı neo-emperyalizm" çağının başlangıcıydı.

İlk bakışta, Trump'ın "Yeniden Büyük Amerika" seçim sloganına rağmen, tartışmalı eğilimleri, devleti genişletmeyi değil, şirketlerin çıkarına küçültmeyi amaçlayan bir siyasi projeyi yansıtıyor.

Federal hükümetin yapay zekâ üzerindeki genel denetim yetkisini kaldırdı. Devlet bürokrasisini, Hükümet Verimliliği Dairesi adını verdiği bir yapı altında Elon Musk'ın algoritmalarına teslim etti; ancak Trump, "bu adımın hükümet sistemlerini sarsacağını" belirtse de bu dairenin bir hükümet kurumu olmayacağını söyledi.

İktidarının ilk saatlerinde, teknoloji şirketleri çıkarlarını hükümet müdahalesinden koruma altına aldı.

Devlet üzerindeki otoriteleri genişledi; öyle ki kamu hizmeti çalışanlarının atanmalarını kontrol etmeye ve "Amerika'ya sadakat" koşullarını belirlemeye başladılar.

Bu radikal dönüşüm, devletin en vahşi kapitalist kesimlerin hizmetine sokulması olarak görülüyor. Devletin teknoloji şirketlerine kalkınma hedeflerine uymalarını dayatması yerine, tam tersi yaşanıyor.

Sonuç, Cedric Durand'ın New Left Review'daki "Kırılgan Leviathan mı?" başlıklı makalesinde tanımladığı gibi, bu şirketlerin elinde bir "tekno-feodalizm"; devlet, sermaye ve bireyler arasındaki ilişkiyi yeniden düzenliyor.

Mal üretmek yerine, algoritmalar toplumsal altyapıyı kontrol ediyor. Silikon Vadisi'nin zihninde eşitlikle ilgili nefret duyguları istikrarlı bir şekilde büyüyor; iş insanları kendilerini yasalarla ya da ahlakla kısıtlanmaması gereken "dahiler" olarak görüyor.

Burada bir soru beliriyor: Gördüğümüz şey bir "olay" mı, yani şu anda yaşananlar tarihi bir dönüşümün başlangıcı mı, yoksa her zaman küreselleşmenin yüzünü temsil eden elitlerin geçişi, piyasa sadakatlerinde sadece fırsatçı bir sapma mı?

Ve Trump, teknolojiyle bu ittifak aracılığıyla "Büyük Amerika'yı" yeniden şekillendirebilecek mi, yoksa tüm yaşananlar sadece iktidarın parıltısı altında şişen bir siyasi atmosferden mi ibaret?

Algı, meşruiyet ve iktidar yapısında dönüşüm

Gözlemciler, Amerika Birleşik Devletleri'nde süregelen dönüşümleri, İkinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği ve yeni Amerikan dünya düzeninin başladığı 1944 yılına ve Sovyetler Birliği'nin çöktüğü, Amerikan küreselleşmesinin tüm yumuşak emperyalist tezahürleriyle ortaya çıktığı 1991 yılına benzetiyor.

Bugün, "Amerika'nın dünyaya bakış açısındaki" mevcut darbeye karşılık, küreselleşmeyi reddetme eylemlerini, içe kapanma mekanizmalarını —ABD'nin Avrupa'daki derin devlet kurumlarının koridorlarından kademeli olarak çekilmesi, gelişmekte olan ülkelerdeki nüfuz alanlarından askeri olarak çıkması, ardından nadir metal kaynaklarına odaklanması ve su yollarına el koyması— duyuyor ve görüyoruz. İçeride ise devletin medya, eğitim, çevre ve sağlık gibi alanlardan çekilmesi söz konusu.

Alan Badiou'ya göre, "olay" mevcut durumun mantığındaki bir yırtılmadır ve sistemin içinden algılanamayan veya anlaşılamayan yeni bir gerçeklik doğurur. Bu sadece kişilerde veya politikalarda bir değişiklik değil, algı, meşruiyet ve iktidar yapısında bir dönüşümdür.

Mevcut tüm temel dönüşümler ve özellikle milliyetçiliğin teknolojiyle ittifakının üretebilecekleri karşısında, derin felsefi anlamıyla bir "olay" ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Ancak bu olay, bu sistemin önceki araçlarından özgürleştirici bir vaat taşımıyor, aksine kontrolü sistemin tam kalbinde yeniden düzenliyor.

Trumpizm, küreselleşmeyi bir araç olarak değil, bir ideoloji olarak reddediyor

Trump, "Küreselleşme ideolojisini reddediyor, milliyetçilik doktrinini benimsiyoruz," diyor. Bu fikri söylemden çıkarıp, ABD içinde yeni sanayi yatırımlarıyla tedarik zincirlerini yeniden şekillendiren ticaret politikalarına dönüştürdü.

Para toplamak için geleneksel vergiler yerine gümrük vergisini kullandı. Bir başka yöntem de, "öde ya da git" politikası kapsamında Amerikan askeri üslerinin korunması karşılığında para talep etmek oldu.

Ayn el-Esed üssü karşılığında tazminat talep etmekle tehdit etti ve Irak parlamentosunun Amerikan kuvvetlerinin çekilmesini talep etmesinin ardından önceki güvenlik harcamalarını istedi.

Ukrayna'da ise Biden davasında siyasi bilgi karşılığında askeri desteği takas etti. Başka bir hatta, yerlileştirme veya ekonomik ittifak başlığı altında Körfez ve Asya'dan para çekti.

Ancak bu ittifaklar, özünde, başta Çin olmak üzere Doğu Bloku'ndaki ABD düşmanları üzerinde baskı sağladı veya gerçekleştirdi.

Bu, küreselleşmenin geleneksel kontrol araçları için "ufkun tıkanması" anı ve "küreselleşme sonrası" bir çağın başlangıcıdır; bu çağda "Büyük Amerika" daha az maliyetli, daha az meşguliyet gerektiren ve daha etkili araçlarla hüküm sürüyor.

Bu politikaları birleştiren çizginin, Amerikan nüfuzunu mali bir tahsilat aracına dönüştürmek olduğu söylenebilir.

Trump, ittifakları ahlaki ortaklıklar olarak değil, anlaşmalar olarak görüyor. Trump dünyadan çekilmiyor, ABD için anlaşma sağlamayan yerlerdeki küresel varlığından çekiliyor.

Dolayısıyla, ekonomik liberalizmi evrensel bir değer olarak sunan sözde "küreselleşme ahlakını" geçersiz kılıyor ve yerine, mali ve lojistik akış ağlarının uyumu dayatmak için kullanılması anlamına gelen Weaponized Interdependence (Silaha Dönüştürülmüş Karşılıklı Bağımlılık) kavramına daha yakın bir araçsal yaklaşımı benimsiyor.

Başka bir deyişle: Trump'ın istediği küreselleşme, sözde uluslararası ahlaki ilkelerle (büyük devletlerle "ticaret barış getirir" ve gelişmekte olan ülkelerle özgürlüklerin ve insan haklarının korunması bahanesiyle) kontrolün sağlandığı bir küreselleşme değil, bir baskı araçları kutusu olmasını istiyor.

Bir kontrol aracı olarak küreselleşme demode ve pahalı

Onlarca yıl boyunca, küreselleşme lobisi meşrulaştırma araçları olarak uluslararası örgütleri, sınır ötesi ortaklıkları, küresel olarak üreten ve tüketen çokuluslu şirketleri, siyaseti sınırların üzerinden yöneten kozmopolit elitleri ve son olarak yumuşak müdahaleleri meşrulaştırmak için insan hakları ve açık pazarlar söylemini içeriyordu.

Ancak bu araçlar artık pahalı, karmaşık ve etkinliği sınırlı görünüyor; yerli veya bölgesel direnişlerle (Hizbullah, Taliban...) çarpışıyor. Casusluk skandalları ve darbelerin finansmanı gibi konularda halkın sorgulamasına maruz kalıyor.

ABD'nin çıkarlarını gerçekleştirmek için kurumsal ve diplomatik bir uzlaşıya ihtiyaç duymamasına, aksine bunu dayatmasına rağmen, bu, uzlaşı eksikliğinin kendisine olumsuz bir hava yaratmadığı anlamına gelmiyor.

Hâlbuki yapay zekâ çağında hegemonyanın artık tüm bu modası geçmiş araçlara ihtiyacı yok; algoritmalar çağında kimse zincirleri görmüyor ama onlar varlar.

Teknoloji şirketleri: Daha az maliyetli yeni kontrol araçları

Yapay zekânın kontrolü sağlamak için askeri üslere, büyükelçilere, şirketlere, hatta bir ideolojiye ihtiyacı yok.

Tahmine dayalı algoritmalar, platformlar aracılığıyla davranış kontrolü, güvenlik ve askeri yapay zekâ gibi araçlarla tüm bunlar, gücü ve kontrolü coğrafya üzerinden değil, veriler (data) üzerinden yeniden tanımlıyor.

Devletlere dijital yönetişimi sadece toplumları hassasiyetle delen, ikna olmak istemeyeni ikna ettiğini söylemeden ikna eden ve piyasayı ve kamuoyunu yeniden şekillendiren platformları görevlendirerek dayatıyor. Ve son olarak, ABD'ye kansız bir yapısal üstünlük sağlıyor.

Bunların hepsi görünmez hegemonyanın araçlarıdır; sistemlere, ordulara veya uluslararası yasalara ihtiyaç duymazlar.

Yeni milliyetçi Trumpçı projenin kalbinde, "Büyük Amerika'yı" geri getirmeye çalışan Trump, teknoloji şirketlerini devletin otoritesinden kurtarmaya neden ihtiyaç duyuyor da onları kendine tabi kılıp onlar aracılığıyla kontrol sağlamıyor?

Klasik ulus-devlet anlayışının aksine Trump, devletin ileri teknolojiyi kontrol etmesi gerektiğini değil, onunla ittifak kurması gerektiğini düşünüyor.

Yeteneklerini kısıtlayacak sınırlamalar getirmek yerine, yapay zekâ ve kuantum teknolojisinde Amerikan üstünlüğünü ürettiği ve verilerin kontrolünü ve toplumsal denetimi sağladığı sürece, onu projesinin bir aracı haline getirdi.

Buna ek olarak Trump, Federal Soruşturma Bürosu (FBI), resmi medya, düzenleyici kurumlar ve diğer federal kurumlarla çatışıyor.

Dolayısıyla derin devlet, geleneksel olarak Trump'ın rakiplerini temsil ediyor. Onu defalarca zayıflatmaya, görevden almaya veya seçim kampanyasını engellemeye çalıştılar.

Bu nedenle, şirketleri yerleşik derin devletin denetiminden kurtarmak sadece müttefiklerine bir ödül değil, aynı zamanda bu şirketlerin derin devletin veya Demokratların daha sonra durduramayacağı yeni bir gerçeklik üretmesini istiyor.

"Verimlilik Bakanlığı'na" algoritmaları dahil ederek, Elon Musk kimin devlet kurumlarına girme hakkına sahip olacağını ve kimin görevden alınacağını denetleyecek. Burada şirketler artık devletin dışında değil, devleti kendileri yönetiyor.

Trumpizm, devleti çıkarların üzerinde bir aygıt olarak değil, kâr, sadakat ve verimlilikle yönetilmesi gereken bir çiftlik olarak görüyor.

Federal devlet onun için prangalı ve yavaşken, şirketler etkili, sadık, esnek ve ideolojilerin üzerinde, çıkarların alanında uçuyor.

Sonuç

Amerika dünyadan geri çekilmiyor, aksine onu siyasetten arındırıp kodlarla dolduruyor. Fakat bu "olay", Fukuyama tarzı bir "tarihin sonu" olarak "teknik bir kaçınılmazlık" anlamına gelmiyor. Zira evrensel yasalar, etkileşim halinde insanlar olduğu sürece "iktidar-direniş" diyalektiğinin düşmediğini kanıtlamıştır.

Aksine, her baskı aşamasının, hedefleri olgunlaşmasa ve direniş araçları bir süre sonra netleşmese bile, yavaş ve örtülü bir baskı olsa dahi, kaçınılmaz olarak bir direniş üreteceğine dair üzerinde anlaşılmış bir kaçınılmazlık vardır.

Ve "baskı ve direniş" ikiliğinin her aşaması, yeni bir denge veya düzen şekli üretecektir. Gözler Çin'in üzerinde.

Çeviri: YDH



Makaleler

Güncel