ABD-Körfez vesayeti: Öncelik Lübnan değil, Suriye

img
ABD-Körfez vesayeti: Öncelik Lübnan değil, Suriye YDH

"Beşşar Esed yönetiminin düştüğü gün gerçekte ne olduğuna ve bölgesel ile uluslararası aktörlerin bundaki rollerine dair pek çok kişi hâlâ veri toplasa da, geçen haftaki faaliyetlerden çıkarılması gereken ilk işaret, ABD-Suudi Arabistan'ın Suriye üzerindeki vesayetinin ilişkilerin kapısını açmak için belirlediği ve Lübnan'ın izlemesi istenen standartlarla alakalı."




YDH - El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, ABD ve Körfez ülkelerinin Orta Doğu politikasında Lübnan yerine Suriye'ye öncelik verdiğini diplomatik belgelere dayanarak ele alıyor. Belgeler, HTŞ rejiminin lideri Ebu Muhammed el-Colani'nin (Ahmed eş-Şaraa) ABD ve Suudi Arabistan'ın desteğini kazanma sürecini ve Washington'un kimyasal silahlar, İran/Rusya ilişkileri ve terörle mücadele gibi konulardaki taleplerini detaylandırıyor. Katar ve BAE'nin Şaraa ile İsrail arasında arabuluculuk yaptığı, ABD elçisinin Lübnan'a Şaraa'dan ders almasını tavsiye ettiği belirtilirken, Çin, Mısır ve BM elçisi Pedersen'in HTŞ rejimini ve bağlantıları hakkındaki endişelerine de değiniliyor.

Birkaç gündür tanık olduğumuz bu büyük gösterinin gürültüsü sadece Arap Körfez ülkeleriyle ya da Bilad eş-Şam bölgesiyle sınırlı değil.

Aksine bu, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin bölgedeki dosyaları yönetirken benimsediği yaklaşımı yansıtan gösteri.

Arap şuurunda, özellikle de Körfez ülkelerinin şuurunda, Amerikan tarafıyla ilişkilerde büyük değişim yaşandığını anlamak yerinde olacaktır.

Onlar da gösteriş yapma konusunda yüksek kabiliyet sergilediler. Trump ve diğerlerinin konuşmalarında ortaya çıkan rakam oyunu, bu ülkelerle Amerika arasındaki son on yıllık ilişkilerin sonuçlarıyla pek de örtüşmüyor gibi görünüyor.

Trump'ın bizzat kendisinin, ilk başkanlık döneminde Körfez ülkelerinin Amerika Birleşik Devletleri'ne 1 trilyon doları aşan yatırımlar yapacağını duyurmuş olması bunu belirtmek yeterli.

Fakat Washington'daki ve Körfez ülkelerindeki resmi makamlar tarafından yayınlanan mali veriler incelendiğinde, rakamların açıklanandan çok daha düşük olduğu görülüyor.

Bu durum, özellikle Körfez ülkelerinin mali durumunun dünyanın varsaydığı gibi büyüme içinde olmaması nedeniyle anlaşılır.

Hatta Suudi Arabistan ciddi mali krizlerle karşı karşıya olup, bu durum onu çok sayıda iç projeyi iptal etmeye itti.

Katar, Dünya Kupası çalışma programına eşlik eden tüm yatırımların olumsuz sonuçlarıyla yüzleşirken, Abu Dabi özellikle bölgede oynadığı büyük roller sonucunda bankalarındaki mali varlıklarını güçlendirmeye çalıştığı için yabancı yatırımlarını artırmaya çalışıyor.

Ancak Birleşik Arap Emirlikleri'nin Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yatırımları medyanın bahsettiği düzeyde değil.

Fakat daha fazla incelenmesi gereken husus, bu ülkelerin durumunu bilen Amerika Birleşik Devletleri'nin, özellikle Çin ile ilişkilerde yatırımların artırılmasına yönelmelerini istememesi ve bölge ülkelerindeki herhangi bir yatırıma siyasi kısıtlamalar getirmesi.

Bu bağlamda, Arap ülkelerinde, özellikle Bilad eş-Şam'da yapılacak Arap harcamalarının, Amerikan denetiminde gerçekleşecek büyük siyasi taahhüt ve kontrol altında olmadıkça önemli sonuçlar vermeyeceği mantığı öne çıkıyor.

Bu temelde, Lübnan'daki yetkililerin ve kamuoyunun, Lübnan ve ihtiyaçlarıyla ilgili gelişmeleri takip etmesi gerekiyor.

Tüm göstergeler hâlâ olumsuz seyrediyor, hatta bağışçı başkentleri ziyaret edenler, Arapların ve Batılıların Lübnan'ı herhangi ticari veya mali hareket için önemli merkez olarak görmediklerini, siyasi rolünün gerileme döneminde olduğunu ve bu rolün ortadan kaldırılmasının ancak ülkedeki direniş gücünün yok edilmesiyle mümkün olabileceğine dair endişe verici sinyaller aktarıyor.

Bu durum, bu ülkeleri Lübnan'a esasen Lübnan'ı ilgilendirmeyen programa tabi devlet muamelesi yapmaya itiyor.

Bu noktada, Amerika'nın bölge ülkeleriyle yapacağı herhangi görüşmede Suriye'nin konumu öne çıkıyor.

Arap fonlarının, Suriye ve Gazze'nin yeniden imarıyla bağlantılı büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu bildiği, Lübnan'ın ise geri planda kaldığı ve elde edebileceği her şeyin birkaç milyar doları geçmeyeceği, bunun da kredi veya siyasi tavizler karşılığında takas şeklinde olacağı biliniyor.

Bu bağlamda, Suriye'de ve oradaki yeni rejimle yaşananlara da bakmak gerek. Lübnan'da, Körfez ülkelerinin veya bizzat Amerika Birleşik Devletleri'nin ilgi haritasındaki Lübnan'ın gerçek konumuna dair ek kanıtlara ihtiyaç duyan yetkili veya siyasetçi olup olmadığını Allah bilir.

Geçtiğimiz altı ay boyunca yaşanan her şey, Suudi Arabistan, Katar ve BAE'nin yanı sıra Amerikalılar ve Avrupalıların da gerçek ilgi odağının neresi olduğunu anlamak isteyenlere gösteriyor.

Son üç ayda yaşananlar, Suriye'nin ilgi odağı olduğunu ve Lübnan'ın herhangi sonuç getirmeyen protokol görüşmeleriyle geçiştirildiğini gösteren pek çok işarete sahne oldu.

Ancak Körfez ülkelerinin vatandaşlarının Lübnan'a yeniden dönmelerine izin verme kararı almasıyla birlikte Lübnan'dan yüksek derecede "açıklık" sergilemesi isteniyor.

Ama Lübnan'ın resmi ve siyasi kanadı, Lübnan'ı ziyaret etmeyi bırakmayan diğer Arap ülkeleri vatandaşlarının Lübnan'da yaptığı harcamaların boyutunu açıklamaya cesaret edemiyor.

Örneğin büyük hastaneler, son beş yılda tedavi için Lübnan'a gelen Iraklılardan, Ürdünlülerden ve Suriyelilerden ne kadar para aldıklarını söylüyor mu?

Fakat Amerikan ve Körfez tarafları, Lübnan'dan ve bölgedeki diğer ülkelerden ne istedikleri konusunda bize fikir veriyor: Sadece ablukanın kaldırılması için, bu ülkelerde gerçek kalkınmanın önünü açmak için değil. Ve bu fikrin bugün açık sahnesi var, adı Suriye.

Beşşar Esed yönetiminin düştüğü gün gerçekte ne olduğuna ve bölgesel ile uluslararası aktörlerin bundaki rollerine dair pek çok kişi hâlâ veri toplasa da, geçen haftaki faaliyetlerden çıkarılması gereken ilk işaret, ABD-Suudi Arabistan'ın Suriye üzerindeki vesayetinin ilişkilerin kapısını açmak için belirlediği ve Lübnan'ın izlemesi istenen standartlarla alakalı.

Washington ve Riyad'ın, Suriye'deki rejimin istikrarının ve bu ülkede büyümenin sağlanmasının, Suriye'nin Lübnan dosyalarının bir kısmının yönetiminde yeniden rol oynamasına olanak tanıyacağı fikrinden uzak olmadıkları da bilinmeli.

Bu, Suudi Arabistan yöneticisinin zihnindeki, Lübnan'ın ancak yetenekli, güçlü ve demokratik olmayan tarafça yönetilebileceği fikrinin yansıması!

Pek çok Arap ülkesi, Şam'daki Halk Sarayı'na gelişinden itibaren Ahmed eş-Şaraa ile ilgili tüm gelişmeleri izledi.

Arap ve Batı başkentlerindeki bazı Arap büyükelçilikleri ve bazı uluslararası kuruluşlar tarafından hazırlanan dizi diplomatik rapor birikti.

Bu raporlar, Şaraa ve ekibinin geçen aralık ayından Suudi Arabistan'a Trump'ın icazetini almaya gitmesine kadar izlediği yol hakkında fikir veriyor.

Şam'dan New York ve Avrupa'ya ABD-Suriye görüşmeleri: Kimyasal silahların olmadığına dair güvence istiyoruz

Diplomatik belgeler, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf'in geçen yıl sonunda Suriye'nin başkentine yaptığı ziyaretin iki yönlü —Washington'un Suriye'nin gelecekteki rolüne ilişkin şartlarını ve vizyonunu sunduğu resmi, ilan edilmiş yön ve çeşitli başkentlerde her iki taraftan diplomatlar arasında kamuoyundan uzak ikili görüşmelere dayanan gayri resmi yön— sürecin kapısını araladığını teyit ediyor.

Amerikalıların yeni rejimden iki temel şey istediği ortaya çıktı: Suriye'de iktidar geçişinin güvence altına alınması ve Suriye'nin kimyasal silah programı hakkında bilgi sağlanması.

Resmi temaslar Batı'nın önemli başkentlerinde ve New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) merkezinde yapıldı.

Uzun yıllardan sonra ilk kez, ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield, geçen aralık ayının ikinci haftasında, yani eski yönetimin düşmesinden sadece birkaç gün sonra, Kusey ed-Dahhak başkanlığındaki Suriye'nin BM misyonundan temsilcilerle toplantı yaptı.

Toplantı, ABD misyonunun merkezinde gerçekleşti ve yardımcısı Robert Wood ile Büyükelçi Dorothy Shea da katıldı.

Linda Thomas-Greenfield, Şam'daki yeni rejimin yaptığı resmi açıklamaları övdü ancak ülkesinin "durumu izlediğini ve açıklanan niyetlerle uyumlu eylemler beklediğini" söyledi.

Ayrıca, "bazı sonuçlar görülene kadar şu anda ABD'nin yeni Suriye hükümetini tanımayacağını veya iki taraf arasında diplomatik ilişkilerin yeniden başladığını duyurmayacağını" belirtti.

Belgeler, Linda Thomas-Greenfield'in "gelecek hükümetin geniş temsiliyete sahip olmasının önemini" vurguladığını ancak iki ana noktaya odaklandığını ortaya koyuyor: Birincisi, "yeni hükümetin hem İran hem de Rusya ile ilişkilerinin kapsamını belirlemesi" gerekliliğiydi ve "bu ilişkilerin sınırlandırılmasının önemine" işaret etti.

İkincisi ise "kimyasal silahların yanlış ellere geçmesinin önlenmesiydi" ve yeni yetkililerden "Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü ile tam işbirliği" talep etti.

Bununla beraber, ABD kuvvetlerinin Suriye topraklarında IŞİD terörüne karşı görev yapmaya devam edeceğini teyit etti ve geçici Suriye hükümetinden buna itiraz etmemesini istedi.

Suriye heyeti ise "Şam'daki yeni rejimin dünyadaki tüm ülkelerle dostane ilişkiler istediğini ve bölgedeki herhangi eksene katılma arayışında olmadığını" teyit etti.

İletişimlerin ikinci yolu ise Amerikalılar tarafından, yurtdışındaki Suriyeli diplomatlardan Suriye'nin kimyasal silahları hakkında belirli bilgiler almak amacıyla başlatıldı.

Bu çerçevede, Amerikalı diplomatlar bu yılın başlarında Lahey'deki Suriye Maslahatgüzarı Luey el-Avci ile temas kurmaya çalıştı ve gayri resmi yerde "fincan kahve eşliğinde" görüşme ayarlandı.

Bunu, "Washington'dan Suriyeli diplomatlarla 'şahsi' temaslar kurmak için yeşil ışık aldıkları" ve bu iznin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf'in geçen yıl sonunda Şam'a yaptığı ziyaretten sonra verildiği gerekçesiyle açıkladılar.

Daha sonra da temas girişimleri oldu ve Amerikalı diplomatlar "şahsi" görüşmelerin amacının "herhangi ayrıntı olmaksızın Suriye'nin kimyasal silahlarıyla ilgili noktaları da soruşturmak" olduğunu açıkladılar.

Diplomatik raporlardan, Amerika Birleşik Devletleri'nin "bu silahların kalıntılarının var olduğuna ve 2013'te Suriye'ye yönelik Amerikan saldırısını önlemek için Rusya'nın aracılık ettiği çözümün ardından geçmiş yıllarda sökülmeleri konusunda anlaşmaya varılmasına rağmen hâlâ depolanmış ve gizlenmiş olabileceğine dair şüpheleri olduğu" anlaşılıyor.

Ancak belgeler ayrıca Amerikan tarafının, "bu Suriyeli silah uzmanlarını sorgulamak ve yeni rejimin yararına veya terör örgütleri adına yeniden üretilmelerinde uzmanlıklarının kullanılmasını önlemek için hareketlerini belirlemek istediğini" de ortaya koyuyor.

Bir diplomat, telgraflardan birinde, "Amerikalıların, sadakatlerini satın almak amacıyla Suriyeli diplomatlarla 'şahsi' iletişim kanalları kurmak için eski rejimin çöküş anını yakalamış olabileceği tahmin ediliyor; özellikle de bu diplomatların birçoğunun ara geçiş döneminde kaybolmuşluk evresi yaşadığı ve birçoğunun aylardır maaş almadığı göz önüne alındığında," diye belirtiyor.

Ve Amerikan tarafı, Suriye'de olanlara, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra yaşananlara benzer temelde yaklaşıyor; o dönemde Rus siyasi ve diplomatik elitine yönelik en büyük Amerikan sızması gerçekleşmiş ve stratejik silah uzmanları kendi saflarına çekilmişti.

Katar ve BAE İsrail ile teması kolaylaştırıyor: İsrail'in güvenliği, direnişin kuşatılması ve Kohen ile askerlerin cesetleri

Arap diplomatlar, Ahmed eş-Şaraa'nın ekibi ile başta Almanya, İngiltere ve Fransa olmak üzere Batılı başkentler ve ABD arasında temasların hızla geliştiğini, ayrıca Şaraa ile Birleşik Arap Emirlikleri arasında pratik iletişim hattı açılmasını sağlayan arabuluculuk yapıldığını söylüyor.

Avrupa tarafı, Amerika Birleşik Devletleri'nden uzak, özel ilişki biçimi arayışını üstlendi.

Ancak herkes, yeni yönetimin Batı karşıtı İslami atmosferle kesin olarak bağlarını koparmak istediğini gösteren adımlar atması gerektiğini, zira bu atmosferin Batı çıkarlarına karşı eylemlere zemin hazırladığını ve İsrail ile ilişkiler dosyasının da buna dahil olduğunu belirtti.

Arap yetkili, Batılı diplomatın Suriye liderliğine, İsrail'in Suriye'ye müdahalesinin anlaşılır olduğunu, zira Tel Aviv'in herhangi sürpriz istemediğini, kendisini savaş hâlinde gördüğünü ve yeni rejimin Suriye sahasını kontrol etme yeteneğine güvenmediğini söylediğini aktardı. Bu sözler, Şaraa'ya Suriye'den İsrail'e yönelik tehdit çıkmaması arzusunu yansıtan somut adımlar atması yönünde tavsiyelerde bulunmak için kullanıldı.

Fakat bu konudaki ciddi görüşmeler BAE tarafıyla yapıldı ve Şaraa'nın Abu Dabi ziyaretinden önce toplantıların başladığı, BAE'lilerin "İsrail'in güney Suriye bölgelerindeki ilerleyişini durdurmayı ve hava saldırılarını sona erdirmeyi amaçlayan" arabuluculuk üstlendiği ortaya çıktı.

Bu, "Şaraa'nın BAE'ye gitmesinden önce fiilen gerçekleşen ateşkesti ve bombardımanlar ancak Şam kırsalı ve Süveyda'daki Dürzilerle çatışmaların patlak vermesinden sonra yeniden başladı."

Arap diplomatlar, Abu Dabi'de Şaraa rejiminden isimler ile Amerikalı ve İsrailli yetkililer arasında görüşmeler yapıldığını ve bu görüşmelerde Suriye'de İsrail'i rahatlatacak önlemlere yol açacak, ilan edilmemiş anlayış temelinin ele alındığını teyit ediyor.

Amerikalılar, Şaraa rejiminin bunu yapabileceğini kanıtlaması hâlinde gerekli tüm teşvikleri sundu ve testler, Şam'daki yeni rejimin Suriye'deki Filistinli gruplarla ilişkilerinde yapılan değişiklikler yoluyla başladı.

Rejim, başta İslami Cihad olmak üzere direniş gruplarının İsrail'e karşı askeri operasyonlar düzenlemek için Suriye topraklarını kullanmak istediği bahanesini öne sürdü.

Güvenlik arabuluculuklarının, Şam rejiminin 1982'deki Lübnan Savaşı sırasında kaybolan İsrailli askerlerin cesetlerinin yerlerinin tespit edilmesine yardım etmeye hazır olma düzeyine ulaştığı biliniyor.

Diplomatik kaynaklara göre, Şam rejimi "insani arabuluculuk" kapılarını kapatmadı; bunun, yeni rejimin geçen yüzyılda Suriye'de tutuklanıp idam edilen ünlü casus Eli Kohen'in cesedini İsrail'e teslim etme ihtimalini kabul etmesi anlamına geldiği anlaşıldı.

İsrail'in on yıllardır geri almaya çalıştığı bu talebi Esed (baba) ve oğlu reddediyordu.

Görünüşe göre İsrail ile Şaraa arasındaki iletişim konusu sadece BAE ile sınırlı değil. Nitekim İsrail basını dün, Katar hükümetinin başkent Doha'da Suriyeli ve İsrailli yetkililer arasında "tanışma" toplantıları düzenlenmesini kolaylaştırdığını yazdı.

Haaretz gazetesi, adını vermediği kaynağa dayanarak toplantının "güvenlik yetkilileri düzeyinde" gerçekleştiğini ve amacının "mesaj iletme kanalı oluşturmak ve gerilimi önlemek" olduğunu aktardı.

Ancak tüm bu yaşananlarda en önemli olan, Batılı aracıların Şaraa rejimine güçlü orduyu yeniden inşa etme görevini önüne koymaması gerektiğini ve öngörülebilir gelecekte kendisine nitelikli silah satacak kimseyi bulamayacağını anlatmak için herhangi baskı yapma ihtiyacı duymamaları.

Bununla birlikte, iç işleriyle ilgilenecek güvenlik ve polis teşkilatları kurmasına yardımcı olmak için teşvikler sunuluyor.

Ortagus'tan Lübnanlılara: Şaraa'dan ders alın!

ABD'nin Lübnan Özel Temsilcisi Morgan Ortagus, LBCI kanalına yaptığı açıklamada Lübnanlı yetkililere şunları söyledi: "Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şaraa çok esnekti ve kendisine yapmasını istediğimiz şeylerin listesini verdik. Suriye'yi tüm insanlar ve azınlıkların yararına olacak şekilde yönetebileceğinden emin olmak istiyoruz."

Ortagus, "Lübnan'ın, Şaraa'dan ve onun Suudi Arabistan ile nasıl çalışarak Başkan Donald Trump ve ekibimizle yaptırımların kaldırılmasının, özellikle de yatırıma izin vermek için Sezar Yasası ile ilgili olanların faydaları hakkında konuştuğundan ders alabileceğini" belirtti.

Ortagus, "Doğru sonuca ulaşacağımızdan emin olmak için her adımda Suudi Arabistan, BAE ve Katar ile yakın şekilde çalışacağız. Bu ülkeler ve ABD, Lübnan'a barış ve refaha giden yolun açık olduğunu, bunun da Hizbullah'ın sadece Litani Nehri'nin güneyinde değil, tüm ülkede silahsızlandırılması yoluyla olacağını açıkça belirtti," diye tekrarladı.

El-Ahbar'ın incelediği diplomatik belgelere göre, ABD, Esed'in düşüşünün ilk günlerinden itibaren Ahmed eş-Şaraa liderliğindeki yeni rejimle iletişim kanalları açmaya yöneldi.

Amerikalılar, iki taraf arasındaki ilişkilerin seyrinin, Washington'un Şaraa ve ekibinden Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılması veya hafifletilmesinden önce yerine getirmesini istediği şartlar listesine tabi olması gerektiği temelinden hareket etti.

ABD Hazine Bakanlığı dün Lübnanlı bazı kişilere yönelik yeni yaptırım paketi açıkladı. Bakanlık, bu kişilerin Lübnan dışından Hizbullah'a finansman sağladığını belirtti.

Çin ve Mısır endişeli, Pedersen iyimser değil

Diplomatik belgeler, bölgedeki ve dünyadaki bazı büyük başkentlerin, Şaraa ile birlikte çalışan ve terörist olarak sınıflandırılan örgütler hakkında büyük endişe duyduğunu gösteriyor.

Bu durum, Mısır ile Şam'daki yeni rejim arasında Suriye'deki geçiş sürecinin niteliği konusunda hızla görüş ayrılığına yansıdı.

Mısır, bu yılın başlarında Arap Grubu adına BM Güvenlik Konseyi'ne sunulmak üzere Suriye hakkında bildiri taslağı hazırladı.

Taslakta, "BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı ilkeleri uyarınca, Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği himayesinde, Suriye halkının tüm bileşenlerini ve ulusal güçlerini içeren, tüm Suriyelilerin vatanları için daha iyi gelecek şekillendirmesine ve ulusal kurumlarını inşa etmesine katılımını sağlayacak, tamamen Suriye'ye ait kapsamlı siyasi sürece başlanmasının önemi" vurgulandı.

Şam ise kararın, BM tarafından kolaylaştırılan Suriye liderliğindeki siyasi sürece Güvenlik Konseyi desteğinden bahsettiğini düşünerek, böyle sürece uluslararası veya Arap himayesine çekince koydu.

Mısır'ın bildirisi, Suriye'deki mevcut boşluktan yararlanmak isteyen terörist grupların faaliyetlerini kınadı ve küresel tehdit oluşturan terörle mücadele çabalarının artırılması çağrısında bulundu.

Aynı bağlamda, diplomatik rapor, Çin'in Şam'daki yeni rejime, kendisini tanımasının Pekin makamlarının terör örgütü olarak sınıflandırdığı Türkistan İslam Partisi ile ilişkilerini kesmesine bağlı olduğunu bildirdiğini belirtti.

Çin, BM Daimi Temsilcisi Fu Cong aracılığıyla gönderdiği mesajda, bu partinin militanlarına Suriye vatandaşlığı verilmesini ve lideri Abdülaziz Hudaberdi'ye Suriye ordusunda tuğgeneral rütbesi verilmesini reddettiğini ifade etti.

Çin ayrıca, Suriye topraklarının güvenliğini tehdit etmek için üs olarak kullanılmasına izin verilmemesini talep etti.

Başka diplomatik raporda, geçen 27 Aralık'ta BM Güvenlik Konseyi'nde Suriye'deki durumla ilgili kapalı istişare oturumu sırasında, BM Genel Sekreteri'nin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'in, "özellikle Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) BM tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılması ışığında, Suriye'deki fiili yetkililere ilişkin endişelerini" dile getirdiği görülüyor.

Ancak Pedersen, "Ahmed eş-Şaraa'nın hâlâ öğrenme aşamasında olduğuna" dikkat çekti.

Pedersen, Şam'da Şaraa ile yaptığı görüşmede, "silahlı gruplar birleştikten sonra kapsamlı siyasi süreç yürütebileceğini" anladığını ekledi.

Ancak Şaraa ve ekibinin sevmediği Pedersen, oturumda Suriye'nin istikrarının "şeffaf siyasi geçiş gerektirdiğini" söyledi.

Pedersen, "Bu, yetkililerin geniş istişarelere dayanmadan önlemler aldığı ve yabancı savaşçıların vatandaşlığa alınması konusunda derin endişelerin olduğu mevcut durumda mevcut değil," dedi.

Şaraa'nın ekibinin Pedersen'e yönelik şüphesi, BM elçisinde de mevcuttu; özellikle de Şaraa'nın geçiş dönemi için hazırlanmış uluslararası kararlarla çalışmayı durdurmak istemesi açısından.

Bu durumu, konuyla ilgili diplomatik belge ortaya çıkardı. Belgede, "Şam'daki rejimin, Suriye'nin BM heyetine, Suriye'deki 'siyasi geçiş sürecine' yapılan herhangi atfın kaldırılması ve 'Suriye devletindeki mevcut kurumların ve istikrarı yeniden sağlama çabalarının desteklenmesi' gerekliliğinin vurgulanması için diğer heyetlerle birlikte çalışması talimatını verdiği" belirtiliyor.

Çeviri: YDH