Direnişin bir yüzleşme ihtiyacından doğduğunu belirten Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, “Ya zafer ya şehadet” diyerek teslimiyeti reddetti; Lübnan'ın ABD-İsrail ile yüzleşmekten aciz kalamayacağını bildirerek direnişin, ordunun direnmeyi yapamadığı durumlarda doğal çözüm, yapabildiği durumlarda ise bir destek olduğunu vurguladı.

YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, Direniş ve Kurtuluş Günü vesilesiyle yaptığı kapsamlı konuşmada, direnişin Lübnan halkının onur ve bağımsızlık mücadelesinin temel taşı olduğunu vurgulayarak İsrail’in işgalci politikalarına ve ABD’nin bölgedeki rolüne sert eleştiriler yöneltti; direnişin yalnızca bir askeri strateji değil, ulusal kimliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu söyledi.
Şeyh Naim Kasım, direnişin Lübnan'ı zayıflıktan güce dönüştürdüğünü, kurtuluş için tek seçenek olduğunu kanıtladığını ve İsrail'in Lübnan'a yayılma kabiliyetinin sona erdiğini belirtti.
Direnişten sonra İsrail, türlü çabalarına rağmen artık Lübnan'ı sömüremiyor ya da Lübnan'daki nüfuzunu genişletemiyordu.
Şeyh Naim Kasım, Mayıs 2000'deki bu büyük zaferle başlayan zaferler çağının işgal altındaki Filistin'de bir dönüşüm yarattığını, silahlı direnişin yeniden başladığını, mucizeler gerçekleştirdiğini ve İsrail’i şaşkına çevirerek Allah'ın izniyle yok olma yoluna soktuğunu sözlerine ekledi.
Şeyh Kasım’dan direnişe güç veren anlatılar
Şeyh Naim Kasım, Direniş ve Kurtuluş Günü’nün yalnızca bir sonun değil, aynı zamanda direniş sürecinin yeni bir başlangıcı olduğunu vurguladı.
Konuşmasında, direniş halkının içinden gelen gerçek kahramanlık hikâyelerine yer verdi.
Bunlardan biri, çağrı cihazının patlaması sonucu görme yetisini kaybeden, kocasını şehit veren ve iki çocuğunu büyüten bir kadının öyküsüydü.
Şeyh Naim Kasım, bu kadının tüm yaşadıklarına rağmen cesaret, kararlılık, sabır ve metanetle konuştuğunu; daha fazlasını feda etmeye hazır olduğunu ifade ettiğini ve başardıklarından gurur duyduğunu dile getirdi. Onu, toplumdaki büyük ve öncü kadınların bir örneği olarak tanımladı.
Şeyh Naim Kasım ayrıca, bir başka trajik hikâyeyi de paylaştı: İsrail’in saldırısı sonucu bir gözünü ve bazı parmaklarını kaybeden 11 yaşındaki Hadi’nin yaşadıkları...
Ancak Hadi'nin de aynı şekilde cesaretle ve kararlılıkla konuştuğunu, direniş yolunda yürümeye devam edeceğine söz verdiğini aktardı.
Bu örnekler üzerinden Şeyh Naim Kasım, Lübnan halkının sahip olduğu derin inanç ve fedakârlık kültürünü vurguladı.
Direnişe ve direnişçilere gönülden bağlı olan, çıplak göğüsleriyle İsrail’e karşı duran, çocuklarını inançlı, onurlu ve vakarlı şahıslar olarak yetiştiren bu asil halkın, asla boyun eğmeyeceğini ve aşağılanmayı kabul etmeyeceğini ifade etti.
Şeyh Naim Kasım, böyle bir halkın, her zaman başarıya ulaşacağını ve hedeflerine emin adımlarla varacağını belirtti.
Lübnan ordusunun yetersizliği ve direnişin zorunluluğu
Şeyh Naim Kasım, İsrail'in Filistin topraklarını işgali ile Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelere yönelik sürekli saldırılarının, Lübnan'da direnişin doğuşuna neden olan temel etkenler olduğunu vurguladı.
Lübnan ordusunun İsrail ile doğrudan yüzleşmedeki yetersizliği ve uluslararası toplumun İsrail’e verdiği açık destek dikkate alındığında, direnişin bir zorunluluk haline geldiğini ifade eden Şeyh Naim Kasım, direnişin yalnızca dışsal bir tepki değil; aynı zamanda aşağılanmayı, işgali ve dayatmayı kabul etmeyi reddeden Lübnan halkının onurlu ve kararlı karakterinden doğduğunu belirtti.
Filistin direnişinin, Lübnan'daki ulusal ve İslami güçlerin desteğiyle birlikte bölgede öncü bir rol üstlendiğini ve bu sürecin 1960’lar ve 1970’lerde ivme kazandığını dile getirdi.
1970’lerde İmam Musa el-Sadr’ın direnişin lideri ve rehberi olarak oynadığı merkezi role dikkat çeken Şeyh Naim Kasım, 1974 yılında İsrail işgal rejimine karşı örgütlü bir halk tepkisi olarak Emel Hareketi’nin kurulmasının da bu mücadelenin dönüm noktalarından biri olduğunu hatırlattı.
Şeyh Kasım, 1978 yılında İsrail’in “Litani Operasyonu” adıyla başlattığı saldırının Lübnan topraklarının bir bölümünün işgaliyle sonuçlandığını ifade etti.
Bu saldırıya karşılık Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 425 sayılı kararla İsrail’in Lübnan’dan çekilmesinin talep edildiğini de sözlerine ekledi.
Şeyh Naim Kasım, İsrail’in 1979’da doğrudan desteğiyle “Özgür Lübnan Devleti” adı altında bir yapı oluşturduğunu belirtti.
Bu yapının daha sonra “Özgür Lübnan Ordusu”na, ardından da “Güney Lübnan Ordusu”na dönüştüğünü; amacının ise Lübnan topraklarının bir bölümünü ele geçirmek ve İsrail yerleşimlerinin kurulmasına zemin hazırlamak olduğunu söyledi.
1982 yılında İsrail’in Beyrut’a kadar ulaşan büyük ölçekli işgaline değinen Şeyh Kasım, bu işgalin temel amacının Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) Lübnan’dan tamamen çıkarmak olduğunu ancak bu hedefin tam anlamıyla gerçekleşmediğini ifade etti.
FKÖ mensupları Tunus’a çekilmiş olsa da İsrail işgali sona ermedi. İsrail, 17 Mayıs 1983’te aşağılayıcı bir anlaşma dayattı.
Bu anlaşma, halkın güçlü direnişi ve ulusal baskının yanı sıra, dönemin Suriye hükümetinin de desteğiyle yürütülen kararlı karşı duruş sayesinde uygulanamadı.
İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesi: Yeni bir direniş çağı
Şeyh Naim Kasım, Hizbullah’ın 1982 yılında hem halkın desteğiyle hem de kurumsal olarak oluşmaya başladığını ve kuruluşunun ardından Güney Lübnan başta olmak üzere çeşitli bölgelerde diğer direniş gruplarıyla birlikte sürekli ve çok yönlü operasyonlar gerçekleştirdiğini ifade etti.
Bu operasyonların, İsrail'in 1985 yılında Lübnan topraklarının büyük bir bölümünden çekilmesine yol açtığını, ancak İsrail’in Güney Lübnan’da yaklaşık bin 100 kilometrekarelik bir sınır şeridini işgal altında tutmaya devam ettiğini vurguladı.
Söz konusu bölgenin, Güney Lübnan’ın yüzölçümünün yaklaşık %55’ine Lübnan'ın toplam yüzölçümünün ise %11’ine tekabül ettiğini belirtti.
Şeyh Kasım, bu dönemde İsrail ile yaşanan çatışmaların, direnişin sahip olduğu sınırlı imkânlara rağmen sürdüğünü; buna karşın bazı kesimlerin karamsarlık yayarak yalnızca diplomatik çözüm yollarına bel bağlamaya çalıştığını, ancak sahadaki gerçeklerin direnişin meşruiyetini ve başarısını ispat ettiğini vurguladı.
İsrail işgal rejiminin, Güney Lübnan Ordusu’nun desteği ve askeri operasyonlara rağmen, Lübnan’daki varlığını kalıcı hâle getiremediğine dikkat çeken Şeyh Naim Kasım, 2000 yılı öncesinde İsrail'deki siyasi atmosferin, dönemin başbakan adayları Ehud Barak ve Benyamin Netanyahu arasında yaşanan rekabetle şekillendiğini, bu rekabetin merkezinde ise Güney Lübnan'dan çekilme meselesinin yer aldığını ifade etti.
İsrail’in bu süreçte Lübnan ve Suriye ile bir anlaşmaya varma çabasında olduğunu; ancak Suriye’nin, işgali meşrulaştıracak her türlü anlaşmayı kesin bir şekilde reddettiğini belirtti.
Nihayetinde İsrail, 24 Mayıs 2000 tarihinde Güney Lübnan’dan çekildi ve ertesi gün olan 25 Mayıs, Lübnan’da Kurtuluş Günü olarak ilan edildi.
Şeyh Naim Kasım, İsrail’in çekilmesini “hızlı ve şaşırtıcı” olarak nitelendirdi; öyle ki bu durumun, sahada İsrail ile iş birliği içinde olan kesimler için bile beklenmedik olduğunu ifade etti.
Bazı İsrail askeri mevzilerinde çekilme anında hâlâ sıcak yemeklerin bulunmasının, çekilmenin ne kadar ani ve panik hâlinde gerçekleştiğini açıkça gösterdiğini söyledi.
Bu gelişmenin, herhangi bir müzakere ya da anlaşmaya dayanmaksızın gerçekleşen koşulsuz bir İsrail geri çekilmesi olduğunu vurgulayan Şeyh Naim Kasım, bu zaferin hem direnişin hem de Lübnan halkının onurlu mücadelesinin sonucu olduğunu belirtti.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kurumların, yıllar boyunca verdikleri kararları hayata geçirememesine rağmen, direnişin tek başına bunu başardığını, İsrail’in çekilmesinin uluslararası baskıların değil, doğrudan halk iradesi ve direnişin ürünü olduğunu net bir biçimde ifade etti.
Şeyh Naim Kasım, İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesinin ardından ülkede mezhep temelli ya da iç siyasi çatışmaların patlak vereceği yönündeki tahminlerin gerçeği yansıtmadığını vurguladı.
Bu beklentilerin boşa çıktığını belirten Şeyh Naim Kasım, gözaltına alınan ajanların Lübnan devletine barışçıl yollarla teslim edilmesinin, ülke içindeki güvenlik ve istikrarı daha da pekiştirdiğini ifade etti.
Çekilme sonrası dönemde Güney Lübnan’ın, direnişe ve Lübnan devletine baskı yapmak amacıyla yürütülen uluslararası girişimler nedeniyle uzun süre Birleşmiş Milletler’e bağlı uluslararası acil durum güçlerinden yoksun bırakıldığını, ancak bir yıldan fazla süren bu boşluğun ardından sonunda söz konusu gücün bölgeye gönderildiğini belirtti.
Şeyh Kasım, İsrail’in koşulsuz geri çekilmesinin sadece askeri bir başarı değil, aynı zamanda siyasi, kültürel ve cihadi düzlemde büyük bir dönüşüm yarattığını ifade etti.
Bu gelişmenin, Lübnan halkını umutsuzluktan ümide, teslimiyetten direnişe, aşağılanmadan zafere ve yenilgiden güçlü bir istiklale taşıyan köklü bir kırılma noktası olduğunu vurguladı.
Azınlığın çoğunluğa karşı ilahi destekle kazandığı zafer
Kurtuluş Günü’nden itibaren direnişin artık yalnızca bir proje ya da silahlı bir oluşum değil, aynı zamanda güçlü ve egemen bir Lübnan’ın temel dayanaklarından biri hâline geldiğine dikkat çeken Şeyh Naim Kasım, direnişin yalnızca işgale son vermekle kalmadığını; aynı zamanda Lübnan’ın bağımsızlık ve saygınlığını tesis ettiğini, ülkenin bölgesel rolünü güçlendirdiğini ve Lübnan’ı uluslararası düzeyde eşit şartlarda muhatap olabilecek bir konuma taşıdığını belirtti.
Bu zaferin her şeyden önce Yüce Allah’ın bir lütfu ve ilahi bir fetih olduğunu dile getiren Şeyh Naim Kasım, az sayıdaki sadık müminin çok sayıdaki sapkın ve kafire karşı elde ettiği zaferin açık bir şekilde bu ilahi desteğin tezahürü olduğunu ifade etti.
Güney Lübnan’da direnişin yürüttüğü yüksek nitelikli ve stratejik operasyonlarda da bu göksel müdahalenin izlerinin net bir şekilde görüldüğünü vurguladı.
Şeyh Naim Kasım, ayrıca bu zafere giden yolda rehberlik etmiş ve direnişi başlatan ilham verici liderlere duyduğu minneti dile getirdi.
İmam Musa el-Sadr’a şükranlarını sunan Şeyh Naim Kasım, direnişin sembol isimleri olan Şeyh Ragıb Harb’ı, merhum Genel Sekreter Seyyid Abbas el-Musevi’yi, Komutan Hac İmad Muğniye’yi ve Şehitlerin Efendisi Seyyid Hasan Nasrullah’ı, direnişi zafere ulaştıran ve bölgedeki etkisini genişleten önderler olarak andı.
Bu yıl, Direniş ve Kurtuluş Günü'nün 25. yıl dönümünün ilk kez Seyyid Hasan Nasrullah’ın fizikî katılımı olmadan kutlandığını belirten Şeyh Naim Kasım, bu durumun kendisinde ve halkta büyük bir üzüntüye neden olduğunu dile getirdi.
Ancak direnişin, lideriyle birlikte verdiği sözlere bağlı kalarak yürüyüşünü kararlılıkla sürdüreceğini güçlü bir şekilde vurguladı.
Şeyh Naim Kasım, konuşmasını direnişe katkıda bulunan herkesi saygıyla selamlayarak tamamladı.
Şehitleri, yaralıları, esirleri ve bu mücadeleye destek veren tüm kişi ve kesimleri minnetle andı. Özellikle 24 Mayıs tarihinde şehit olan Ahmed Yahya Ebu Zer’i anarak, onun henüz hayattayken zaferin gerçekleştiğine tanıklık ettiğini vurguladı.
Şeyh Naim Kasım, ayrıca direnişe verdikleri sürekli destekten dolayı eski Cumhurbaşkanı Emil Lahud’a ve eski Başbakan Salim el-Hoss’a teşekkürlerini sundu.
Ordu Komutanı General Radolf Heikal’a ise vatansever tutumu ve bu büyük başarının kazanılmasındaki etkin rolü nedeniyle şükranlarını ifade etti.
Şeyh Naim Kasım, ordu, halk ve direniş arasındaki güçlü işbirliğinin, ülkenin geleceğini şekillendirmenin ve nihai kurtuluşa ulaşmanın temel taşı olduğunu vurguladı.
Direniş, mükemmel bir savunma hattı ve bir halkın bilinçli tercihidir
Direnişin geçmişte olduğu gibi bugün de sürdüğünü belirterek, bunun halkın kendi iradesiyle yaptığı açık bir tercih olduğunu ifade etti.
Direnişin yalnızca askeri bir yapı değil; aynı zamanda bir seçim, bir halk ve bir irade olduğunu, bu yüzden mağlup edilemeyeceğini belirtti.
Aksine, bu hareketin onurla, gururla, kanla, fedakârlıkla, şehitlerle, yaralılarla, esirlerle ve vatanı savunmak için ön saflarda yer almayı seçen inançlı, bilinçli aileler ve gençlerle birlikte var olmaya devam edeceğini kaydetti.
Direnişi mükemmel bir savunma hattı olarak tanımlayan Şeyh Naim Kasım, bunun işgali ve teslimiyeti reddetme anlamına geldiğini belirtti.
Direnişin yöntemi, şartlara göre savaşmak, caydırmak, kararlılık göstermek, sabırlı olmak ya da sürekli hazırlık hâlinde bulunmak arasında değişiklik gösterebileceğini vurguladı.
Direnişin, her gün gelişigüzel kullanılan bir silah olmadığını; aksine gerektiğinde, uygun şartlar altında ve ulusal çıkarlar gözetilerek kullanılan bilinçli bir yöntem olduğunu açıkladı.
Bu bağlamda direnişin özü, bir halkın iradesiyle ortaya koyduğu bir tercih olduğunu yineledi.
Mevcut duruma da değinen Şeyh Naim Kasım, Lübnan devletinin İsrail ile dolaylı olarak bir ateşkes anlaşması imzaladığını ve bu anlaşmaya bağlı kaldığını ifade etti.
Hizbullah’ın da bir direniş gücü olarak, İsrail’in şimdiye dek gerçekleştirdiği 3 bin 300’den fazla saldırgan ihlaline rağmen, bu anlaşmaya tamamen sadık kaldığını belirtti.
Yeni müzakerelerin başlatılabilmesi için, İsrail’in işgal ettiği topraklardan tamamen çekilmesi, saldırgan eylemlerine son vermesi, esirleri serbest bırakması ve anlaşma kapsamındaki tüm yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmesi gerektiğini vurguladı.
Şeyh Naim Kasım, devam eden İsrail saldırganlığından Amerika Birleşik Devletleri’ni doğrudan sorumlu tuttu ve bu saldırganlığa Lübnan, Gazze ve diğer bölgelerde başından beri destek verdiğini belirtti.
Lübnan devletini daha etkin adımlar atmaya ve İsrail’in saldırganlığına karşı daha net ve güçlü bir tavır almaya çağıran Şeyh NaimKasım, yerel ve uluslararası düzeyde kararlı, etkili diplomatik tutumlar sergilenmesini talep etti. Bu saldırganlığa karşı durmanın birincil ve asli sorumluluğunun Lübnan devletine ait olduğunu açıkça ifade etti.
Şeyh Naim Kasım, devletin İsrail'in devam eden saldırganlığına karşı etkili şekilde karşılık verememesinin, direnişi başka seçenekler aramaya sevk edebileceği uyarısında bulundu. Ancak bu alternatif yolların neler olabileceğine dair herhangi bir ayrıntı vermedi.
Direnişin hiçbir zaman adaletsizlik karşısında sessiz kalmadığını ve teslim olmadığını vurgulayan Şeyh Naim Kasım, sabırlı bir tutum benimsediklerini ve devlete gerekli zamanı tanıdıklarını, ancak her türlü ihtimale karşı da hazırlıklı olduklarını belirtti.
Şu anki aşamada şehitleri anarak konuşmasını sürdüren Şeyh Naim Kasım, bu şehitlerin, süregiden İsrail saldırganlığına karşı hayatlarını feda eden cesur insanlar olduklarını söyledi. Düşman İsrail ile savaşın henüz sona ermediğini, çünkü İsrail’in anlaşmalara bağlı kalmadığını açıkça ifade etti.
Hizbullah Genel Sekreteri, İsrail'in saldırganlığının direnişi zayıflatmadığını, bilakis azim ve kararlılığını pekiştirdiğini belirtti. Yemen halkının Amerikan ve İsrail saldırılarına karşı gösterdiği kararlılığı örnek gösterdi ve Gazze halkının, İsrail’in gerçekleştirdiği soykırım ve ABD destekli yıkım karşısındaki direnişini selamladı.
Bazı İsrailli muhaliflerin dahi Netanyahu ve hükümetinin saldırganlık politikalarının hedeflerine ulaşamadığını kabul ettiğini dile getiren Şeyh Naim Kasım, uluslararası kamuoyunun bu suçlar karşısındaki tutumunu sorguladı ve ABD’yi, saldırganlığın sürmesine izin verdiği gerekçesiyle doğrudan sorumlu tuttu.
İsrail’in çöküşüyle ilgili olarak Şeyh Naim Kasım, bu büyük adaletsizliğin sonsuza dek süremeyeceğini belirtti.
Ona göre bu çöküş ya iç siyasi çatışmalardan, ya direnişin yükselişinden ya da ABD’nin desteğinin azalmasından kaynaklanabilir. Ancak belirli bir zaman çerçevesi öngörmediğini ifade etti.
Lübnan’ın önündeki iki seçenek
ABD’nin Lübnan’daki rolüne dair değerlendirmelerde bulunan Şeyh Naim Kasım, Washington’un Lübnan’ın egemenliğini ihlal ettiğini ve İsrail’in taleplerini kabul ettirmek amacıyla Lübnanlı yetkililere baskı uyguladığını öne sürdü.
ABD Başkanı Donald Trump’ın, Lübnan halkına İsrail’in baskısından kurtulmak için ellerindeki tarihi fırsatı değerlendirmeleri yönündeki çağrısını da anımsatan Şeyh Naim Kasım, ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin Lübnan’da ve bölgede istikrarsızlığa yol açtığını belirtti.
Lübnan’ın ya tamamen istikrarlı ya da tamamen istikrarsız olacağını ifade eden Şeyh Naim Kasım, ulusal istikrarın tüm toplumsal ve siyasi bileşenlerin ortak çabasını gerektirdiği uyarısında bulundu.
Lübnan’ın önünde sadece iki seçeneğin bulunduğunu söyleyen Şeyh Naim Kasım, bu seçenekleri "zafer" ya da "şehadet" olarak tanımladı ve her türlü tehdit ya da teslimiyeti açıkça reddetti.
Şeyh Kasım, Allah yolunda sabır ve direnişin önemine vurgu yaparak, Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın sözlerine atıfta bulundu.
Direnişin, toprağa ve şehitlerin kanına gömülü olduğunu, artık Lübnan kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini ve topraktan sökülüp atılamayacağını net biçimde dile getirdi.
Hizbullah, Lübnan’ın olumlu gelişmelerinde ayrılmaz bir güç
Konuşmasının sonunda, yeniden imarın Lübnan’daki istikrarın temel taşı olduğunu belirten Şeyh Kasım, Lübnan hükümetine bir yeniden imar fonu oluşturulması çağrısında bulundu.
Irak, İran ve diğer dost ülkelerin Lübnan’a destek vermeye hazır olduklarını, ancak ilk adımı Lübnan’ın atması gerektiğini söyledi.
Hizbullah’ın cumhurbaşkanının seçilmesinden hükümetin kurulmasına, belediye seçimlerine ve atamalara kadar ülkede yaşanan tüm olumlu gelişmelerde ayrılmaz bir rol oynadığını vurgulayan Şeyh Naim Kasım, güçlü ve istikrarlı bir Lübnan’ın hem tüm vatandaşlarının hem de Arap ve yabancı ülkelerin ortak çıkarına olduğuna dikkat çekerek, hiç kimsenin Lübnan’ın ulusal kararları üzerinde şantaj yapmasına izin verilmemesi gerektiğini ve tüm engelleme girişimlerinin önüne geçilmesi çağrısında bulundu.
Şeyh Naim Kasım, herkesi cesaretli olmaya, Lübnan’a, halkına, ordusuna ve direnişine güvenmeye davet ederek, hiçbir gücün onları yenemeyeceğini ve uzun zamandır beklenen başarıların Allah’ın izniyle mutlaka gerçekleşeceğini güçlü bir şekilde ifade etti.
Lübnan’ın inşası ve özgürleşmesi için eş zamanlı çalışma çağrısı
Hizbullah Genel Sekreteri, özellikle güneye ve sınır bölgesine yönelik devam eden saldırılara rağmen, Güney Lübnan ve ülkenin diğer bölgelerinde belediye ve belediye başkanlığı seçimlerinin planlanan tarihte gerçekleştirilmesinin önemine dikkat çekti.
Bu seçimlerin zamanında yapılmasının, devletin güçlendirilmesi ve Lübnan halkının kalkınma ile ulus inşası sürecindeki kapasitesinin artırılması açısından hayati önemde olduğunu belirtti.
Şeyh Naim Kasım, seçimlere katılımın yüksek ve önemli olduğunu vurgulayarak, 2000 yılındaki ve 27 Kasım 2024’te “Uli el-Bas” savaşının ardından ateşkes döneminde Beyrut’tan güneye doğru ilerleyen araçların görüntülerini hatırlattı ve bu kişilerin seçimlerde, İsrail işgaline karşı direnmede, kararlılıkta ve topraklarına bağlılıkta her zaman öncü olduklarını ifade etti.
Güney Lübnan halkının cömertliği ve kararlılığını takdir eden Şeyh Naim Kasım, bu duruşun güç, gurur, haysiyet, bağımsızlık ve Lübnan’ın kurtuluşu için ön saflarda yer alma iradesinin bir göstergesi olduğunu belirtti.
Belediye seçimleriyle ilgili olarak dört temel sonucu ortaya koyan Şeyh Naim Kasım, ilk olarak, özellikle Hizbullah ve Emel Hareketi destekçilerinin “Kalkınma ve Sadakat” listesine aktif katılımını öne çıkardı.
Ayrıca, seçim başarısına katkı sağlayan muhalif listeleri oluşturanlara da teşekkür etti.
Seçim sürecinde görev alan herkese, bölge halkına ve bu zaferi sağlayan Lübnan devletine şükranlarını iletti, bazı vilayetlerde belediye sayısının %50’sinden fazlasını elde eden alışılmadık bir destekle kazanılan bu başarının hem yankı uyandırıcı hem de istisnai olduğunu ve benzeri görülmemiş bir zafer olduğunu vurguladı.
Şeyh Naim Kasım, desteğin aynı zamanda anlayış anlamına geldiğine dikkat çekerek bazı kişilerin sadece koltuk peşinde koşmaları nedeniyle neden anlayışa varmayı reddetmelerinin sebebini sorguladı.
Anlayışın çok daha iyi olduğunu, desteğin rekabetin yokluğu anlamına gelmediğini, mümkün olan her yerde rekabeti memnuniyetle karşıladıklarını, ancak destek için bir fırsat varsa bunu da memnuniyetle kabul ettiklerini belirtti.
Bekaa’dan Beyrut’a, güney banliyölerinden Lübnan Dağı’na ve kuzeye kadar ülkenin tüm bölgelerindeki halka teşekkürlerini sunan Şeyh Naim Kasım, ister Hizbullah ve Emel Hareketi’nin doğrudan katıldığı bölgelerde olsun, isterse parti listelerinin bulunmadığı diğer alanlarda olsun, tüm katılımcıların teşekkür ve takdiri hak ettiğini söyledi ve katılımdaki rollerini takdir etti.
Şeyh Naim Kasım, bu seçimlerin devlet yönetimi ve kalkınma kurumlarının hayata geçirilmesi için önemli bir dönüm noktası olduğunu belirterek, belediyelerin iyi bir başlangıç yapabilmesi için devlet desteğinin gerekli olduğunu vurguladı.
İkinci olarak, bu seçimlerin ulusal birlik ruhuyla yapıldığını ifade eden Hizbullah Genel Sekreteri, Hizbullah ve Emel Hareketi’nin ülkenin farklı bileşenleri arasında sosyal güvenlik ve ulusal denge unsuru olarak hareket ettiğini belirtti.
Beyrut’taki seçimlerde, aralarında herhangi bir anlayış ya da işbirliği bulunmayan birçok gücün yer aldığı bir listeyle birlikte hareket ettiklerini hatırlattı.
Her ne kadar Hizbullah ve Emel Hareketi zaman zaman bu partiler tarafından haksızlığa uğramış olsa da ulusal bir model olarak tanımladığı bu deneyimle, tek bir belediye bölgesinde birlikte çalışarak dengeyi sağlamış, Hıristiyanların hedef alınmamasını temin etmiş ve ülkenin ortak çıkarları doğrultusunda hareket etmişlerdir.
Şeyh Naim Kasım, Haret Hreik deneyimine atıfta bulunarak, burada Hristiyan bir başkan ve Hristiyan üyelerin listeye dahil edildiğini ve bu listenin başarılı olduğunu belirtti.
Ayrıca, Maşgara deneyimini örnek göstererek, orada da bir Hristiyan başkanın atandığını ve diğer Hristiyan üyelerin katılımıyla benzer bir başarının elde edildiğini vurguladı.
Şeyh Naim Kasım, Baalbek’te Kalkınma ve Sadakat listesinin, bazı çevrelerin seçimlere mezhepsel bir nitelik kazandırma çabalarına rağmen, 6 binden fazla oy farkıyla büyük bir zafer kazandığına dikkat çekti.
Bu başarının, Hizbullah, Emel Hareketi, müttefikleri ve ailelerinin listeleri etrafında halkın gösterdiği dayanışma ve işbirliğinin açık bir ifadesi olduğunu ifade etti.
Hizbullah ve Emel Hareketi’nin seçimlere ulusal ve kolektif bir istekle, kalkınmacı bir ruhla; herhangi bir partiyi yok etmeye çalışmadan, aksine tüm taraflarla işbirliği yapmaya açık olarak, ulusal eylemde üstün bir model sunduğunu vurguladı.
Şeyh Naim Kasım, bu iki hareketin sosyal bir emniyet supabı ve ulusal bir denge unsuru oluşturduğunu ve bu konuya öncelik verme konusunda kararlı ve sürekli bir duruş sergilediğini belirtti.
Üçüncü olarak, Şeyh Naim Kasım, Hizbullah ile Emel Hareketi arasındaki seçim ittifakını, direniş ve siyasi proje etrafında bir birlik, güç, uyum ve bütünlük olarak tanımladı, bu ittifakı en etkili stratejik işbirliği olarak değerlendirdi.
Bu birlikten rahatsız olanlara ise şu mesajı verdi:
“Eğer bizim dostumuz ve yoldaşımızsanız üzülmeyin. Ancak düşman için bu doğal bir üzüntüdür, çünkü o bu ittifakın asla bozulmayacağını ve yoluna devam edeceğini bilir.”
Şeyh Naim Kasım, konuşmasını parti tarafından desteklenen ve halkla anlayış ile işbirliğini temsil eden destekten bahsederek tamamladı.
Belediyelere verilen desteğin sadece seçim dönemiyle sınırlı kalmadığını, dokuz yıl boyunca sürdüğünü; bazılarının yaptığı gibi seçimlerden bir-iki ay önce geçici destek vermek olmadığını özellikle vurguladı.
Desteğin devam ettiğini, asıl rekabetin halk arasında hizmet için olduğunu; özellikle köylerin kalkınmasına katkıda bulunan zenginler ve gurbetçilerden kaynaklandığını açıkladı.
Ayrıca, ülke ve köylerin kalkındırılması, inşası ve özgürleştirilmesi çalışmalarının eş zamanlı olarak yürütülmesi çağrısında bulundu.
Konuşmasını, Direniş ve Kurtuluş Günü vesilesiyle Lübnan halkını kutlayarak, her günlerinin bayram olmasını, direnişin ve zaferlerin kesintisiz sürmesini dileyerek sonlandırdı.
İsrail’in Lübnan’da kalamayacağını, Lübnan’ın iyi ve sevgili halkının güçlü kalacağını bir kez daha vurguladı.