"Direniş sembollerine karşı süregelen kampanya ve normalleşme karşıtı söylemin çarpıtılması, Arap dünyasında siyasi şuurun yeniden üretilmesine yönelik daha geniş bölgesel bağlamdan soyutlanamaz."

YDH - El-Ahbar yazarı Merve Cerdi, Arap dünyasında İsrail ile normalleşmeyi teşvik etmek amacıyla Cemal Abdünnasır, Hafız el-Esed ve Hasan Nasrullah gibi ulusalcı ve direniş sembollerini itibarsızlaştırmaya yönelik sistematik medya kampanyalarını ele alıyor. Bu kampanyaların, Körfez destekli medya kuruluşları aracılığıyla yürütüldüğü ve direniş söylemini çarpıtarak normalleşmeyi tek "akılcı" çözüm olarak sunduğunu belirtiyor. Yazar, bu tür çabaların Arapların kolektif şuurunu yeniden şekillendirme amacı taşıdığını, ancak direniş hafızasının kolayca silinemeyeceğini ve tarihin akışının devam edeceğini vurguluyor.
Arap dünyası, İsrail'le normalleşme projelerinin, Arap ulusalcı düzeninden geriye kalanların çöküşü ve on yıllardır bölgesel çatışmanın tanımını şekillendiren büyük söylemlerin gerilemesiyle kesiştiği, tarihi bir çözülme anı yaşıyor.
Bu dönemde, normalleşmeye yönelik her türlü muhalefet "siyasi bir aptallık" veya pragmatizm çağına yakışmayan romantizm olarak sunuluyor.
Karşılıksız tavizleri reddedenler ise "dönemin yasalarını" anlamamakla itham ediliyor. Bu bağlamda makale, normalleşmeyi tek çözüm olarak pazarlama ve çeşitli medya araçlarıyla direniş söylemini çarpıtma girişimlerinin tarihi dönüm noktalarını inceliyor.
Normalleşme uğruna Nasır'ı karalamak...
Bir süredir Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır, ulusal mücadelenin sembol isimlerinden birini İsrail'e karşı yeni savaşa girmeyi reddederken gösteren kısaltılmış ses kaydıyla Arap kamuoyunun gündemine geldi.
Kayıtta Nasır, "Biz savaşmayacağız, savaşmak isteyen varsa buyursun savaşsın, yeter artık bizden uzak durun," diyordu.
Bu durum, sosyal medya platformlarında geniş çaplı tartışmalara yol açtı ve bazı aktivistler kaydın yayınlanma zamanlamasını ve olası hedeflerini sorguladı.
Abdünnasır'a yönelik bu kampanya münferit olay değildi. 1970'teki vefatından bu yana, normalleşme projeleriyle uyumlu şekilde Arap siyasi söylemini yeniden çizme bağlamında, Mısır ve Körfez medyası öncülüğünde ulusalcı mirasını zayıflatmak için sistematik medya kampanyası başlatıldı.
Bu kampanya, Kahire ve Riyad'daki siyasi çevrelerle yakın ilişkileri olan ve ilişkileri Mısır'daki Amerikan Büyükelçiliği ile işbirliği yaptığı suçlamalarıyla karşılaşan Mustafa ve Ali Emin kardeşlerin yönettiği Ahbar el-Yevm gazetesinin başını çektiği geleneksel Mısır basınını da kapsıyordu.
Londra merkezli Körfez medya kuruluşları da Abdünnasır karşıtı söylemin yayılmasında önemli rol oynadı.
Körfez tarafından finanse edilen el-Havadis gibi Lübnan dergileri de Nasırcılığa ve Arap soluna düşman, muhafazakâr söylemin yayılmasına katkıda bulundu.
Kampanyalar, Nasır'ı diktatör ve maceraperest olarak göstermeye, ekonomik ve sosyal başarılarını küçümsemeye odaklanırken, İsrail'le barışı tek seçenek olarak kabul etmeye çağıran doğruluğu şüpheli raporların propagandasını yaptı.
Dijital medyanın gelişmesiyle bu kampanyalar, İbrahim Anlaşmaları karşıtlarını hedef alan ve direnişin anlamsız olduğu, uzlaşmanın tek akılcı çözüm olduğu fikrini yayan Körfez destekli elektronik platformlara taşındı.
Bu bağlamda, Nasır'ın 1970 yılında Libya'nın merhum lideri Muammer Kaddafi ile konuşurken İsrail'e karşı yeni savaşa girme konusundaki tereddüdünü gösteren ses kaydı yayınlandı.
Bu durum, normalleşen ilk ülkelerden olan Mısır'ın bugün pek de yaşamadığı görülen ekonomik refah karşılığında normalleşme anlatısını yayan medya söyleminin yayılmasıyla aynı zamana denk geldi.
Nitekim İsrail'in Haaretz gazetesi, bir zamanlar savaş ve barış dosyalarında kilit aktör olan Kahire'nin karşılaştığı zorluklara dair makale yayınladı. Kahire bugün bölgesel ağırlığının asgari düzeyini korumaya çalışıyor.
Aynı bağlamda eş-Şark el-Avsat gazetesi, Amr Musa ile yaptığı mülakatı yayımladı. Musa, mülakatta 1967 Savaşı'nın patlak verdiği gün Abdünnasır'a olan inancını yitirdiğini belirterek resmi söylemi yalancılıkla suçladı. Röportaj, aynı gazetenin seksenli yıllarda ulusalcı çizgiyi tasfiye etme bağlamında Muhammed Hasaneyn Heykel'e ve Öfkenin Sonbaharı adlı kitabına yönelik saldırısını akıllara getirdi.
Kahire'den Şam'a... Anlatının yeniden şekillendirilmesi
Abdünnasır'a yönelik medya kampanyasının Mısır'ın normalleşmesine zemin hazırlamasına benzer şekilde, Suriye de Baas rejimi sonrası dönemde, özellikle 2024 sonlarında yıkılmasının ardından benzer süreç yaşadı.
Suriye makamları, on yıllardır normalleşmeye karşı açık tavır benimseyip Filistin ve Lübnan direnişini desteklerken, mevcut aşamada bu temel kabullerin sorgulanmasıyla Suriye siyasi anlatısını yeniden yazma girişimine tanık olunuyor.
2011'den bu yana bazı platformlar, aralarında eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Faruk eş-Şara'nın anılarının da bulunduğu resmi anılarda yalanlanmasına rağmen, Baas rejiminin Golan konusunda gizli tavizler verdiği yönündeki suçlamaların propagandasını yapmaya başladı.
Bu iddiaların kanıtlanamaması üzerine söylem, Suriye krizinin sorumluluğunu normalleşmeyi reddetmeye yüklemeye ve normalleşmeyi ülkenin ekonomik kurtuluşu olarak sunmaya dönüştü.
Bu yeni varsayımı yayma bağlamında, bu dalgaların en yenisi, Cusur adlı medya platformunun yayınladığı raporda temsil edildi.
Raporda, geçim krizlerine çözüm olarak normalleşmeyi destekleyen Suriyeli vatandaşların tanıklıklarına yer verildi.
Buna paralel olarak, Hafız el-Esed'in türbesine yönelik saldırgan sevinç gösterilerini içeren videolar yayıldı. Bunların en dikkat çekeni Şeyh Adnan el-Arur'un silahlı kişiler eşliğinde yaptığı ziyaretti.
Bu manzara, bazıları tarafından bütün döneme yönelik sembolik hakaret olarak değerlendirildi.
Buradaki medya sembolizmi yeni değil; bazıları Esed'e olanları, Avrupa'da monarşiye karşı ilk devrime öncülük eden İngiltere'deki Oliver Cromwell'in başına gelenlere benzetti.
Ancak ölümünden sonra monarşi geri döndü, mezarı ölümünden sonra açıldı ve sembolik olarak idam edildi.
Muhammed Hasaneyn Heykel de Basın ve Siyaset Arasında Gizli Bir Savaşın Hikayesi adlı kitabında bu hikayeyi hatırlatarak Arap dünyasında tekrarlanma olasılığına karşı, "Bugüne kadar kimse bunu yapmadı... Yine de, bir gün yaşanmasını ihtimal dışı görmüyorum," sözleriyle uyarıda bulunmuştu.
Nasrullah'tan sonra... Lübnan'da direniş sembolünün hedef alınması
Mısır ve Suriye'den Lübnan'a kadar aynı güzergâh devam ediyor. Ancak medya kampanyaları, gerek uygulayıcıları gerekse söylemleri açısından daha az profesyonel ve daha yüzeysel şekil almaya başladı. Hizbullah Genel Sekreteri Şehit Nasrullah'ın öldürülmesi ve Suriye rejiminin düşmesiyle birlikte, direniş söyleminden geriye kalanları hedef alan ve Lübnan İç Savaşı anlatılarını yeniden dolaşıma sokan medya kampanyası patlak verdi.
El-Cedid ve MTV gibi Lübnan kanalları ile bazı Körfez platformları, Nasrullah'ın sembolizmini şeytanlaştırmaya ve bunu yalnızca mezhepsel bölünmeyle ilişkilendirmeye hız verdi.
Buna karşılık, Lübnan söyleminde bu medyanın Arap turistler için güvenli yaz sezonu sağlama çabası öne çıkarken, Güney'e yönelik süregelen İsrail saldırılarının ciddi şekilde haberleştirilmesi veya oradaki Lübnanlıların korkularına yönelik endişe göz ardı edildi. Sözde tarafsızlık projeleri ise kamuoyu tartışmalarının ön saflarında yer aldı.
Bu tür medya yayıncılığı, Abdünnasır'ın vefatından sonra basının ulusalcı çizginin sembolik tasfiyesi için araca dönüştüğü dönemde Heykel'in karşılaştıklarını akıllara getiriyor.
Bugün de deneyim tekrarlanıyor: Amr Musa'nın mülakatlarından Haaretz makalelerine, pragmatizmin tek yol olduğu fikrini pazarlayan Körfez destekli platformlara kadar.
Tarihin henüz sonu gelmedi
Direniş sembollerine karşı süregelen kampanya ve normalleşme karşıtı söylemin çarpıtılması, Arap dünyasında siyasi şuurun yeniden üretilmesine yönelik daha geniş bölgesel bağlamdan soyutlanamaz. Aksine, siyasi dönüşümlerle bütünleşen medya araçları aracılığıyla kolektif tahayyülün kapsamlı mühendisliğinin parçası olarak ortaya çıkmaktadır.
Fakat direnişin "sembolik" olarak gömülmesi, hikayesinin sonu anlamına gelmez. Nitekim Muhammed Hasaneyn Heykel'in dediği gibi, "Halka olan güveninizi koruyun"; zira tarih, durmadan akan nehirdir. Bugün gömülen, büyük toprak ayaklanmalarında olduğu gibi ve halkların hafızası silinmediğinde her zaman olduğu gibi yarın yeniden dirilebilir.
Çeviri: YDH