İran, İsrail ve ABD’nin yoğun askeri saldırılarına rağmen nükleer altyapısını koruyarak koşulsuz bir ateşkesi kabul ettirdi.

Amro Allan, el-Meyadin için kaleme aldığı makalesinde, İran’ın İsrail ve ABD ile yaşadığı 12 günlük savaşın ardından nükleer programından taviz vermeden tarafları ateşkese zorladığını belirtiyor. Yazara göre bu durum, İran’ın stratejik caydırıcılığını pekiştirirken, bölgedeki güç dengelerinde önemli bir kırılmaya yol açtı ve yeni bir çatışma döneminin habercisi niteliğinde.
YDH- İran ile İsrail–ABD ittifakı arasında geçen 12 günlük savaş, bir anlaşma, resmi mutabakat ya da karşılıklı anlayışla değil, sessizlikle sona erdi. ABD Başkanı Trump, İsrail’in talebi ve Netanyahu kabinesiyle istişareler sonrasında tek taraflı ateşkes ilan etti. Katar’ın arabuluculuğu ile bu mesaj Tahran’a ulaştırıldı; İran ise ara ile sonuçlanan bu durumu kabul etti ancak hiçbir şartı imzalamadı. Hiçbir belge düzenlenmedi, taviz verilmedi, koşul kabul edilmedi. Ortaya çıkan sonuç, görüş birliğinden yoksun, yalnızca taktiksel bir ara; gerçek bir savaşın bitişi değil.
Bu kırılgan düzenlemeye rağmen, bu ateşkes kritik bir olgu ortaya koyuyor: İran direndi, karşılık verdi ve özellikle en temelde stratejik caydırıcılığının belkemiğini oluşturan nükleer kapasitesini, baskıya rağmen savundu. Yıllarca yaptırımlar, tehditler ve suikastlarla mücadele eden bir ülke açısından, kendi koşullarında hayatta kalmak teslimiyet değil, tam tersine bir zaferdir.
Teslim olmadan kazanılan zafer
Tel Aviv ve Washington cephesinden bakıldığında bu savaş, İran’ın nükleer programını yok etmeye ve İsrail’in bölgede üstünlüğünü yeniden tesis etmeye yönelik hızlı, cezalandırıcı bir harekât olarak sunuldu. Netanyahu hava üstünlüğünden, füze savunma kabiliyetinden, İranlı general ve nükleer bilim insanları suikastından övünerek söz etti. İran’ın füze programını çökerten bir hamle yaptıklarını iddia etti.
İran direndi, karşılık verdi ve özellikle en temelde stratejik caydırıcılığının belkemiğini oluşturan nükleer kapasitesini, baskıya rağmen savundu.
Lakin bu öfke ve zafer söylemleri hem erkendi hem de yanıltıcı. Çünkü ateşkes öncesinde İran’daki füzelerden sonuncuları ateşledi; ilk kez bu çatışmada kullanılan stratejik silahlar Tel Aviv, Hayfa ve askeri hedefleri vurdu, İsrail’in çok katmanlı hava savunmasını aştı ve yedi ölüme yol açtı. Bu saldırılar sembolik ton taşıyan eylemler değildi; Tahran’ın saldırıyı göğüsleme ve derhal karşılık verme gücünü gösteren somut mesajlardı.
İran açısından bu savaş teslimiyetle ya da uzlaşmayla sonuçlanmadı. İranlı yetkililer, Fordo, Natanz ve İsfahan’daki kilit tesislerin hedeflendiğini doğruladı, ancak 9.379 kilogram zenginleştirilmiş uranyumu, savaş öncesinde güçlendirilmiş gizli alanlara taşıdıklarını ve zarar görmediğini iletti. Yani İran hasar gördü ama silahsızlandırılmadı. Nükleer zenginleştirme kapasitesi hâlâ tam işlevli durumda.
Dokunulmamış çekirdek: 9.379 Kilogram
Mayıs 2025 tarihli en son IAEA raporu, en çarpıcı verileri sunuyor: İran, çeşitli saflık seviyelerinde toplam 9.379 kilogram zenginleştirilmiş uranyuma sahip. Bunun 8.840 kilogramı %5 veya daha düşük seviyede zenginleştirilmiş durumda olup, sivil reaktörlerde ve tıbbi izotop üretiminde kullanılabilecek nitelikte. Ayrıca, çoğunlukla hurda formunda olmak üzere, orta saflık seviyelerinde 130 kilogram uranyum daha bulunuyor.
Asıl stratejik endişe ve Tahran'ın en güçlü kozu ise, %60 saflıkta zenginleştirilmiş olan 408,6 kilogramlık stok. Bu seviye, silah sınıfı olarak kabul edilen %90 zenginleştirmeye bir adım uzaklıkta. Nükleer uzmanlara göre, bu miktar, ileri düzeyde arıtıldığında dokuz nükleer savaş başlığı için yeterli malzeme sağlayabilir. İranlı yetkililer, bombardıman sırasında bu malzemenin hiçbirinin zarar görmediğini ve önceden yapılan tahliyelerin bir nükleer veya çevresel felaketi önlediğini iddia ediyor.
IAEA, saldırılar sonrasında anormal radyasyon seviyeleri tespit etmediğini ve herhangi bir sızıntı yaşanmadığını doğruladı. Ancak Kurum, yeni konumlara erişim izni alamadı. Tahran, bu tutumunu, koruma altındaki sivil nükleer altyapıya yönelik "haksız ve provokasyonsuz askeri saldırı" olarak gördüğü eyleme bir yanıt olarak meşru gösteriyor.
9.379 kilogram zenginleştirilmiş uranyum şimdi gölgelerde, dokunulmamış, denetlenmemiş ve her zamankinden daha sembolik bir güçle bekliyor.
Bu bağlamda, İran'ın daha fazla detay paylaşmayı reddetmesi yalnızca bir gizlilik meselesi değil; aynı zamanda bir egemenlik vurgusu. Bu durum, İran'ın tutarlı bir şekilde savunduğu pozisyonu yansıtıyor: NPT kuralları çerçevesinde kaldığı sürece nükleer gelişim bir haktır, pazarlık kozu değil.
Stratejik caydırıcılık ve saha deneyimi
İran'ın tepkisi, yalnızca hasarı absorbe etmekle sınırlı kalmadı. Savaş alanını, füze, insansız hava aracı ve siber yeteneklerini kanıtladığı bir teste dönüştürdü. İran güçleri, İsrail savunmalarını tamamen atlatan hipersonik füzeler fırlatarak yalnızca taktik bir yenilik değil, aynı zamanda stratejik bir olgunluk sinyali verdi. Bu hamle, komuta-kontrol yapılarının saldırı altında bile işlevsel kaldığını ve askeri doktrininin çok alanlı savaşa uyum sağlayacak şekilde evrildiğini gösterdi.
Psikolojik savaştaki dönüşüm de en az o kadar önemli. İran, ilk kez, İsrail topraklarına doğrudan yüksek hassasiyetli ve sürekli saldırılar düzenleyerek bölgedeki yerleşik normu parçaladı. Verilen mesaj net: İslam Cumhuriyeti, zorlandığında tırmanmaya hazır ve artık bu tırmanış, Lübnan veya Irak'taki müttefikler üzerinden değil, doğrudan Tahran'dan yönetilecek.
İsrail’in dokunulmazlık algısı sarsıldı. İran'ın füze salvolarını durdurmadaki hava savunma başarısızlıkları, Netenyahu'nun "mutlak üstünlük" iddialarını zayıflatan kritik açıkları ortaya çıkardı. Eskiden "İsrail" lehine asimetrik olan bu çatışma dengesi, şimdi daha eşitlendi. İran, İsrail’in askeri donanımına veya ABD desteğine denk olmayabilir, ancak çatışma kurallarını değiştirdi ve savaşın maliyetlerini yeniden tanımladı.
İran, İsrail’in askeri donanımına veya ABD desteğine denk olmayabilir, ancak çatışma kurallarını değiştirdi ve savaşın maliyetlerini yeniden tanımladı.
Bir ateşkes mi, yoksa geri sayım mı?
Tıpkı önceki bölgesel çatışmalarda olduğu gibi, bu ateşkes de bir son değil, sadece bir ara fasıl niteliğinde. Yazılı bir belge, uluslararası tanınırlığı olan bir denetim mekanizması veya taraflarca mutabık kalınan bir gerilim azaltma planı bulunmuyor. Tahran'ın perspektifinden bakıldığında, bu durum özellikle "İsrail" ve ABD'nin işine geliyor; zira her iki taraf da kalıcı bir çözümden ziyade sadece bir nefes alma aralığı peşindeydi.
ABD Başkanı Trump'ın ateşkes açıklamasının zamanlaması, stratejik bir netlikten çok seçim propagandasına hizmet ediyordu. Kontrolden çıkma riski taşıyan bir savaşı erteleyerek, ABD'nin sonu belirsiz bir askeri maceraya daha fazla çekilmesini engelledi. Ancak bu hamle, İran'a kritik bir manevra alanı sağladı: Nükleer tesislerini güçlendirme, iç siyasette seferberlik oluşturma ve nükleer belirsizlik politikasından açık caydırıcılığa geçişi hızlandırma fırsatı verdi.
Washington bu durumu geçici bir başarı olarak görse de, Tahran perspektifinde bu gelişme, İran'ın direnişinin nükleer bir süper gücü geri adım atmak zorunda bıraktığının kanıtı olarak yorumlanıyor.
Tahran yönetimi, BM'ye resmi şikayette bulunarak ABD ve İsrail’i, IAEA denetimindeki nükleer tesisleri hedef almakla uluslararası hukuku ihlal etmekle suçladı. BM Antlaşması'nın II. Maddesi, meşru müdafaa durumu veya Güvenlik Konseyi onayı olmaksızın egemen devletlerin toprak bütünlüğüne karşı güç kullanımını yasaklıyor. Ayrıca, Nükleer Malzemenin Fiziksel Korunması Sözleşmesi uyarınca, radyolojik sızıntı ve nükleer yayılma riski nedeniyle denetimli nükleer tesislere saldırılar açıkça yasaklanmış durumda.
Bu ateşkes hiçbir şeyi değiştirmedi. Sadece ister savaş alanında ister nükleer alanda olsun, kaçınılmaz çatışmayı erteledi.
İranlı yetkililer, IAEA ve Genel Direktör Rafael Grossi'nin bu saldırıyı kınamaktaki sessizliğinin, nükleer silahların yayılmasını önleme rejimini baltalayacak tehlikeli bir emsal oluşturduğunu savunuyor. Uluslararası kuruluşların bu suskunluğu, aynı zamanda gelecekteki işbirliği ve denetimlere olan güveni de zedeledi. İranlı yetkililerin sorduğu soru çarpıcı: Koruma sağlamayan bir denetim mekanizmasını sürdürmek neden mantıklı olsun?
JCPOA çerçevesinin çöküşü
2018'de ABD'nin çekilmesinden bu yana zaten ip üzerinde duran Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA), bu son olaylarla birlikte nihai kaderini bulmuş olabilir. Avrupa ve Rusya diplomasinin yeniden başlatılması çağrısında bulunsa da, askeri saldırılar İran'da önceki anlaşmaya dönüşü siyasi açıdan zehirli hale getirdi.
Tahran'da pek çok kişi için JCPOA artık bir tuzak olarak görülüyor; ekonomik rahatlama vaadi karşılığında şeffaflık sunan, ancak asla gelmeyen bu rahatlamayla birlikte İran'ın stratejik tesislerini hava saldırıları ve sabotaja açık hale getiren bir tuzak. Bu bakış açısına göre, yapısal güvenceler olmadan müzakerelere dönmek naiflik olur.
Hiç ilan edilmeyen bir savaş, gizli bir arayla son buldu. Ama yanlış anlaşılmasın; bu yalnızca geri sayımın başlangıcı.
Nitekim İran'ın siyasi kurumlarında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'ndan (NPT) tamamen çekilme çağrısı yapan pek çok ses var. Böyle bir hamle, İran'ı mevcut taahhütlerinden yasal olarak serbest bırakacak ve açık bir şekilde nükleer caydırıcılık peşinde koşmasına izin verecek.
Stratejik muğlaklığa geçiş
Ateşkesin sonuçları İran sınırlarının çok ötesine uzanıyor. Arap başkentlerinde, İran'ın daha dirençli ve cesaretlenmiş olarak ortaya çıktığına dair sessiz bir kabul var. Tel Aviv'de, mevcut savunmaların etkinliği konusunda artan bir huzursuzluk hâkim. Washington'da ise belirsizliği strateji olarak görmeye yönelik tehlikeli bir eğilim mevcut.
Ancak bu durumda belirsizlik iki ucu keskin bir kılıç. İran, nükleer teknoloji geliştirme hakkını korurken, gelecekteki niyetlerini açıklamayı reddediyor. Şimdi silahlanma eşiğini geçerse, bunu uyarı yapmadan gerçekleştirebilir ve uluslararası diplomasiyi durdurmak için çok yavaş bırakabilir. 9.379 kilogram zenginleştirilmiş uranyum şimdi gölgelerde, dokunulmamış, denetlenmemiş ve her zamankinden daha sembolik bir güçle bekliyor.
İsrail-Amerikan hava saldırılarının amacı İran'ın nükleer kapasiteye doğru ilerleyişini yavaşlatmaksa, tam tersi bir etki yaratmış olabilir. Tahran'ın artık, varoluşsal tehditlere karşı tek korumasının diplomasi değil, caydırıcılık olduğunu savunmak için her türlü gerekçesi var.
Gerçek çarpıcı: Bu ateşkes hiçbir şeyi değiştirmedi. Sadece ister savaş alanında ister nükleer alanda olsun, kaçınılmaz çatışmayı erteledi. İsrail ekonomik izolasyon ve sabotaj operasyonları için baskı yapmaya devam edecek. İran ittifaklarını derinleştirecek, savunmalarını güçlendirecek ve nükleer ile füze geliştirmeye daha fazla yatırım yapacak.
Aslında her iki taraf da bir sonraki çatışma aşamasına hazırlanıyor.
Bu arada uluslararası toplum büyük ölçüde felç olmuş durumda. Diplomasi çökmüş, yasal çerçeveler görmezden gelinmiş ve doğrulama mekanizmaları devre dışı bırakılmışken, dünya kör uçuş yapıyor. Artık riskler teorik değil. Tek bir yanlış hesaplama, Ortadoğu'nun çok ötesine uzanan bir zincirleme reaksiyonu tetikleyebilir.
Buluşma sadece geciktirildi
Hiç ilan edilmeyen bir savaş, gizli bir arayla son buldu. Ama yanlış anlaşılmasın; bu yalnızca geri sayımın başlangıcı.
İran kapsamlı saldırıya karşı direndi, meydan okuma gücünü korudu. İsrail sınırları zorlamanın ötesine geçtiğini fark etti. ABD, savaşı durdurmakta rol oynadı ama tarafsız arabulucu olarak güvenilirliği sorgulanır hâle geldi.
Bir sonraki adım belki zenginleştirme açıklaması, nükleer test ya da yeni bir füze saldırısı olacak. Şimdilik Tahran kendi şartlarıyla bekliyor. Dünya ise bu sessizlikle ya diplomasiyle yüzleşecek ya da olası askeri sonuçlarla karşılaşacak.
Ne olursa olsun, buluşma kaçınılmaz olarak geliyor.
Çeviri: YDH