Kötü haber: Suriye, Afganistan olmadı!

img
Kötü haber: Suriye, Afganistan olmadı! YDH

"Suriye Afganistan değildir sloganından asıl kastedilen, yalnızca Batı’ya ve İsrail’e yönelik tutumdur. Yemen ve Afganistan’da, 'özgürleşme ve bağımsızlığa' bağlılık gölgesinde gelişen iki İslami 'rejim değişikliği' modeli bulunmaktadır."




YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Halil Kevserani, Suriye’deki yeni rejimin Batı’dan onay alma çabasına işaret ederek bu tutumu Afganistan ve Yemen’deki direniş modelleriyle karşılaştırıyor. Kevserani'ye göre, “Suriye Afganistan olmayacak” sloganı, asıl tartışılması gereken dış politika ve bağımsızlık konularını gölgede bırakarak yalnızca toplumsal meselelere odaklanmak için yanlış kullanılıyor. Yazar, tavizkâr siyasetin Suriye halkının çıkarına hizmet etmeyeceğini, Afganistan ve Yemen tecrübelerinin ise direniş ve kendi kendine yeterlilik konusunda dikkate değer alternatifler sunduğunu vurguluyor.

“Dikkatli olun, mücahitlerle bağınızı koparmayın. Kâfirlerden korkmayın. Bu kâfirler sizi hiçbir şekilde kabul etmeyecektir. Ne sıfatlarınızı, ne şekillerinizi, ne ahlakınızı, ne de inancınızı kabul ederler.” — Afganistan İslam Emirliği Emiri Hibetullah Ahundzade, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kendisi hakkında haftalar önce çıkardığı tutuklama müzekkeresine cevaben.

“Eğer Taliban gibi tecrit edilmek istemiyorsanız yapmanız gereken bazı şeyler var.” — Eski ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Heyet Tahrir eş-Şam’a (HTŞ) hitaben.

“Suriye Afganistan değildir ve olmayacaktır.” — Ahmed eş-Şaraa, BBC’ye verdiği demeçte.

YouTube’da birkaç ay önce açılan ve “Arapça Afganistan” adını taşıyan bir kanal dikkat çekiyor. Kanal, NATO’nun 2021’de ülkeden hezimete uğrayarak çekilmesinin ardından Taliban yönetiminin propagandasını yapmaya odaklanmış durumda.

Kanal, kendi deyimiyle “haysiyet ekonomisine”, yani Batı ablukası altında İran, Çin ve bazı komşu ülkelerle gelişen işbirliğiyle yürütülen bağımsız inşaat ve kalkınma projelerine yoğunlaşıyor.

Ayrıca Afganistan’ın Filistin’deki cihada destek veren tutumunu da sergiliyor. Bölgede devam eden savaşın ortasında bu pencere, bize yeterince ilgi görmemiş Afganistan tecrübesini hatırlatıyor.

Zira Amerika’nın öncülüğündeki ittifak, 20 yıllık işgal sürecini boşa harcamış, trilyonlarca doları heba ettiği, on binlerce cana mal olan ve milyonları yerinden eden bir savaş yürütmüştü.

Taliban ile olan ideolojik engelin, bu örgütün Amerikalılara karşı direniş tecrübesine Arap dünyasının ilgisinin zayıf kalmasının sebebi olması muhtemel.

Bunun kanıtı ise bugünlerde Afganistan hakkında konuşulmasının neredeyse sadece Taliban’ın hayatı idare etme modelinin Suriye’deki yeni yönetimle kıyaslanmasıyla sınırlı kalması.

Bu neredeyse günlük bir söylem hâline gelmiş durumda. Afganistan, yeni durumu tarif etmek veya Suriye’nin toplumsal kapalılık ve çeşitliliğe saygı göstermeme açısından Taliban yönetimine benzer bir yapıya dönüşmesinden duyulan korkuyu ifade etmek için gündeme getiriliyor.

Suriye meselesinde Taliban/Afganistan modelinin bu şekilde gündeme getirilmesinin keyfi olarak nitelendirilemeyeceğini söylemeye gerek yok. Gerçekten de önemli kesimlerde ve akımlarda endişelere yol açan benzerlikler mevcut ve bu da böyle bir yaklaşımı haklı kılıyor.

Fakat çoğu zaman gözden kaçan husus, İslamcı örgütlerin İslam dünyası içindeki veya Batı dünyasına yönelik dış politikaları (ve buna bağlı olarak kalkınma ve ekonomi yönetimi alanındaki iç politikaları, hatta “ötekine” karşı tutumları) üzerine konuşulmaması.

Aynı şekilde Yemen’deki Ensarullah örneği de var. Bu devrimci İslami hareket, on yıldır Sanaa’daki yönetimini korumayı başarmış olup İsrail ve Batılı güçlerle olan mücadelede etkin bir şekilde yer alıyor.

Bu mücadele, Arapların Yemenli hareketi siyasi ve akidevi olarak daha yakından tanımasını sağladı. Ancak hareketle ilgili sorulmaya değer ek sorular da var: Sanaa, bu ağır abluka altında işlerini nasıl yürütmeye devam ediyor? Savaş esnasında Yemenlilerin çoğu neden Aden’e değil de Sanaa’ya sığındı? Yemenliler nasıl İHA ve füze üretiyor ve Amerikalıları ateşkese mecbur bırakıyor?

Tekrar belirtelim: Afganistan ve Yemen'deki bu iki İslami modelin gündeme getirilmesi, ideolojinin kamusal hayat ve özgürlükler üzerindeki etkilerine dair tartışmayı göz ardı etme veya herhangi bir standart yönetim modelini genelleştirme ya da benimseme amacı taşımıyor.

Amaç, Suriye’de diğer İslami kavramların altını oyan “İslami lügatten” bir gerekçe olarak sunulan “temkin” teorisinin, çağdaş İslami hareketlerin tecrübe dairesi içinde ne teorik ne de pratik bir tutarlılığa sahip olmadığını ortaya koymaktır.

Hele ki Batı’ya ve İsrail’e yönelik tavizkâr politikanın, pragmatik bir yaklaşıma dahi fayda sağlamayacağını, bilakis tuzaklarla dolu bir yola girmekten başka bir şey olmadığını keşfedersek durum daha da vahimleşir.

HTŞ’nin tecrübesini dikkatle incelediğimizde, sorunun sadece çıkarları yanlış okumakla sınırlı kalmadığını görüyoruz.

Örgüt aynı zamanda, “siyasi takiyye” ile örtülü olsa da “Fırka-i Naciye” (Kurtuluşa Eren Fırka) veya “akide merkezcilik” ideolojisini benimsiyor. Bu durum, çatışmaların ve dışlamaların sürekli yeniden üretilmesine yol açacaktır.

Eğer bu dışlayıcı söylem devam ederse, örgütün durumu ancak iktidar etrafında kenetlenmiş, "Medhali Selefiliği"nin bilincini ve davranışını taşıyan bir güç olmaktan öteye geçemeyecektir.

Kendi özel akidesini merkeze almak, ilk olarak “fıkıh öncelikleri” ilkesine darbe vurur, ortak alanları ve ötekini kabul etmeyi ortadan kaldırır.

İslami söylemdeki “ümmet” merkezciliği veya “fitne fıkhı” gibi kavramların aksine, her türlü yönelime akidevi bir meşruiyet zemini yaratır (Bu da gösteriyor ki, bu durumda iç ve dış politikalar birbiriyle son derece iç içedir; zira dışa boyun eğmeyi meşrulaştırdığınız sürece, içeride de dışlayıcı ve saldırgan bir tutumu meşrulaştırırsınız).

Yazar Musa es-Saade’nin de belirttiği gibi, Suriye’deki yeni rejim, yönetim modeli olarak “Arap devletini” benimseme eğiliminde. Bu modelde tek bir lider merkezi bir konumda yer alıyor, meşruiyet ve devamlılık ise dışarıdan sağlanıyor.

Halkı özgürlük, değişim ve reform hayali kuran bir ülke için bu reçetedeki ısrarın sırrını henüz anlamış değiliz. Kimse bu reçetenin dışına çıkıp da şunu sormuyor: “Peki ya biz ülkeyi abluka ve mücadele altında, Batı’ya alternatiflerle inşa etme yükünü omuzlasaydık ne olurdu yani?”

Peki, hangi yol Suriye’nin ve halkının birliği, kalkınması, özgürleşmesi ve jeopolitik konumuna riayet edilmesi için daha uygundur? Ve durum gerçekten şimdikinden daha mı kötü olurdu?

Burada “çıkar” meselesine geri dönüyoruz: Şam’daki yeni yöneticiler, verdikleri tavizler ve yaptıkları anlaşmalarla gerçekten Suriyelilerin çıkarına hizmet ettiklerine inanıyorlar mı?

Yaptırımlar ve yardımlar gerekçeleriyle hemen bir cevap vermeye kalkışmak, hem kalkınma ve refah ölçütüne göre (hem de örneğin 7 Ekim’den sonra İsrail’in güvenlik doktrinindeki değişimi dikkate alırsak milli güvenlik ölçütüne göre) tam bir aceleciliktir.

Birkaç gün önce Foreign Policy dergisinde yayımlanan makalede, Taliban’ın Suriye’den ders alması gerektiği öne sürüldü. Elbette, Batılı bir yazarın kaleminden çıkan hiçbir makalede bunun tersini önerecek birini bulmayı bekleyemezsiniz!

Zira “Suriye Afganistan değildir” sloganından asıl kastedilen, yalnızca Batı’ya ve İsrail’e yönelik tutumdur. Yemen ve Afganistan’da, “özgürleşme ve bağımsızlığa” bağlılık gölgesinde gelişen iki İslami “rejim değişikliği” modeli bulunmaktadır.

Bu modeller, en azından, Batılı yazarların yaptığı gibi sadece tanınma, Batı’nın rızası, içki satışı ve kadınların giyimi gibi açılardan değil, başta dış politika olmak üzere her yönüyle üzerinde düşünülmeyi hak ediyor.

Çeviri: YDH