İsrail ordusu depresyon ve intiharla baş edemiyor

img
İsrail ordusu depresyon ve intiharla baş edemiyor YDH

The Media Line, 7 Ekim sonrası İsrail’de asker intiharları ve ruh sağlığı sorunlarının arttığını, savaşın sivil yaşama dönüşte psikolojik çöküşe neden olduğunu ve mevcut sistemin bu krize karşı yetersiz kaldığını bildirdi.




YDH- The Media Line’ın bildirdiğine göre, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) eski Ruh Sağlığı Dairesi Başkanı ve hâlihazırda İsrail Dayanıklılık için Kolektif Hareket (ICAR) kuruluşunun Tıbbi Direktörü olan Profesör Eyal Fruchter, orduya yönelik intihar önleme programını 2000’li yılların başında tasarlarken, bu programın bir gün uzun süren bir savaşta görev alan yedek askerler için acilen uyarlanması gerekeceğini tahmin etmediğini belirtti.

Profesör Fruchter, The Media Line’a yaptığı açıklamada, “Şu ana kadar ordu içerisindeki intihar vakalarını %63 oranında azaltmayı başardık. Bu program zorunlu hizmetteki askerleri hedefliyordu, yedek kuvvet görev askerlerini değil... Ancak 7 Ekim’de savaşın ani başlamasıyla birlikte ordu, intihar önleme programını artık yedek kuvvet görev askerlerini de kapsayacak şekilde yeniden uyarladı.” dedi.

Halen yedek görevlerde psikiyatrist olarak görev yapan ve hükümete bağlı ulusal travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) danışma kurulunun başkanlığını sürdüren Fruchter, “sadece cepheden değil, cephe ile ev arasındaki geçiş döneminden kaynaklanan riskin de arttığına” dikkat çekti.

“Asıl sorun, iki dünya arasındaki boşluk.” diyen  Fruchter “Sivil hayatın henüz sizi sahiplenmediği, ordunun da artık sizi denetlemediği o arada kalan boşluk, büyük bir çatlak ve çözülmesi gerekiyor.” diye ekledi.

The Media Line’a göre, bu metaforun ne kadar çarpıcı olduğunu son veriler ortaya koyuyor: Sadece iki hafta içinde üçü yedek, biri aktif görevde olan dört İsrailli asker intihar etti. Bu artış, özellikle yüzbinlerce İsrailli askerin savaş bölgelerine girip çıktığı bir dönemde, savaşın askerler üzerindeki psikolojik etkilerine ilişkin endişeleri yeniden gündeme getirdi.

İsrail Bilgi ve Bilgi Merkezi’nin Eylül 2024 tarihli raporuna göre, “ülke benzeri görülmemiş düzeyde bir ruh sağlığı kriziyle” karşı karşıya. Sağlık Bakanlığı’nın akademik ve güvenlik uzmanlarıyla ortaklaşa hazırladığı belgede, psikolojik destek için 200.000’den fazla başvuru yapıldığı ve aktif klinik hasta sayısının savaş öncesine kıyasla %900 arttığı bildirildi.

Bakanlık, aralarında binlerce askerin de bulunduğu 13.000 ila 57.000 İsraillinin tam teşekküllü TSSB geliştirmesinin muhtemel olduğunu tahmin etti. Bu kişilerden 1.500 ila 20.000’inin muharip ya da destek birimlerinden geldiği belirtildi.

Rapor, ruh sağlığı krizinin ilaç kullanımındaki değişimlerle de kendini gösterdiğini kaydetti: Opioid reçetelerinde %70, uyku ilaçlarında ise özellikle tahliye edilmiş kadınlar arasında %132’lik bir artış yaşandı.

Madde bağımlılığı ve kötüye kullanım oranları da özellikle Gazze çevresi ve kuzey sınırı gibi uzun süreli savaş etkisi altındaki bölgelerde ciddi şekilde yükseldi. Tel Aviv Üniversitesi bünyesindeki Ulusal Travma ve Dayanıklılık Merkezi Direktörü Profesör Yair Bar-Haim, The Media Line’a yaptığı değerlendirmede, “Savaşın ruh sağlığı açısından çok ağır sonuçları olacak. Henüz en ağır etkilerini görmediğimizi düşünüyorum.” dedi.

Savaşın hâlâ sona ermemesinin riski artırdığını ifade eden Bar-Haim, “Zorunlu hizmet biter bitmez hemen yeniden göreve çağrılıyorsanız ve bu süreç bir türlü sona ermiyorsa, bu durum insan üzerinde büyük bir baskı yaratır.” şeklinde konuştu.

The Media Line’a göre, olumsuz verilere rağmen, İsrail ordusu yetkilileri intihar ve travma riskini önlemeye yönelik yapısal mekanizmaların devrede olduğunu savunuyor. Her muharip birliğe, genellikle klinik psikolog veya sosyal hizmet uzmanı olan bir ruh sağlığı subayı atanıyor.

Fruchter, “Birlik ciddi bir olayla karşılaştığında, komutan ve ruh sağlığı subayı özel bir bilgilendirme oturumu yapar.” dedi. Bu oturumun, geçmişte zararlı olduğu saptanan klasik “psikolojik bilgilendirme” modelinden farklı, psikoeğitim ve terapiye erişim unsurlarını içeren daha güvenli bir formatta uygulandığını belirtti.

Kullanılan en önemli araçlardan birinin de “Ya’alom” adlı program olduğunu söyleyen The Media Line, her askerin bu eğitimi göreve gitmeden önce aldığını kaydetti.

Fruchter, “Bu program, bir tür zihinsel turnike gibi çalışır. Donup kalmak yerine, askeri yeniden işlevsel bir hâle getirmeyi amaçlayan ikincil erken müdahaledir.” ifadelerini kullandı.

Haberde, ancak askerler eve döndüğünde bu koruyucu ağın büyük ölçüde zayıfladığı belirtildi. Fruchter, “Eğer terapi görmeye başlamışlarsa takip edilirler. Ama terapiye henüz başlamamışlarsa sistem onları takip etmez. Herkesi sürekli izlemek mümkün değil.” dedi.

Yedek askerlerin psikolojik destek çalışmalarını yürüten klinik ve eğitim psikoloğu Daniel Eitan da bu sistemin eksikliklerine dikkat çekti. The Media Line’a yaptığı açıklamada, “Evlerine döndüklerinde üzerlerinde üniforma yok, komutan yok, maaş yok, belirli bir görev tanımı da yok. Ama yoğun bir duygusal karmaşa var.” dedi.

Eitan şöyle devam etti: “Bazıları, ‘İnsan öldürdüm, dehşet şeyler gördüm. Hiçbir şey olmamış gibi işe dönmek istemiyorum,’ diyor.”

The Media Line’a göre, bu duygusal karmaşa, İsrail ordusunda yedek operasyon subayı olarak görev yapan ve intihar önleme alanında çalışan “Bishvil Hahayim” adlı STK’da gönüllülük yapan Shira için çok tanıdık.

Sekiz yıl önce erkek kardeşi de intihar eden Shira, The Media Line’a şunları söyledi: “Kardeşimin iyi olmadığını biliyorduk ama bu kadar kötü olduğunu bilmiyorduk. Gerçekten acı çektiğini bilseydik bir şey yapardık. İşte bu, çok ince bir çizgi. Herkesin zor anları olur ama onun acısı çok daha derindi.” dedi.

Görevden dönen askerlerde “tekrarlayan bir duygusal örüntüye” dikkat çeken Shira, “Hayattan kopuş, anlamsızlık hissi. Eve geliyorlar ve içlerine kapanıyorlar. İnsanlarla görüşmek istemiyorlar. Tükenmişlik, sabırsızlık, kafa karışıklığı gözle görülür oluyor.” diye konuştu. Sosyal hizmet öğrencisi olan Shira, bunların depresyon ve intihar düşüncesine işaret ettiğini, ancak üniforma çıkarıldıktan sonra çoğu zaman fark edilmediğini belirtti.

Terapiye kendi isteğiyle başvurmayı zorunlu kılan bürokratik eşiklerin ciddi kör noktalar yarattığını söyleyen Eitan, “Sağlık Bakanlığı sadece resmi terapiye başlayanları sayıyor. Peki ya sessizce acı çekenler? Damgalanmaktan korkanlar ya da yardım istemek için bile enerjisi kalmamış olanlar?” diye sordu.

Fruchter da bu “kaygıyı” paylaşarak, TSSB’ye bağlı intiharların genellikle savaş bittikten sonra ortaya çıktığını vurguladı. “İnsanların intihar ettiği genellikle savaş sırasında değil, sonrasında anlaşılır.” dedi.

Bu örüntünün 20. yüzyılın büyük savaşlarında da gözlendiğini belirten Fruchter, ICAR gibi kuruluşların artık özellikle ordu dışındaki risk gruplarını haritalamaya çalıştığını bildirdi. “TSSB tedavisinin çeşitli boyutlarını sadece ordu içinde değil, çatlakların görüldüğü yerlerde örgütlemeye çalışıyoruz.” ifadelerini kullandı.

İsrail medyası, intihar vakalarının sayıca arttığını belirtirken –2025 ortasında en az 19 vaka; 2023 boyunca ise 14 vaka– Fruchter’in bu konuda istatistiksel bir uyarıda bulunduğunu söyleyen The Media Line’a göre, bunun sahada duyulan “endişeyi” azaltmadığını vurguladı. Eitan, “Düşünün, oğlunuz Gazze’den geliyor ve kimsenin görmemesi gereken şeylere şahit olmuş. Ama teknik olarak artık ‘sivil’ olduğu için ordu onu bırakıyor, sağlık sistemi de henüz sahiplenmiyor.” diye konuştu.

Ayrıca Shira’nın da bu görüşe katıldığı belirtildi: “Gerçek zorluk, rutine dönüldüğünde başlıyor. Görev sırasında herkes birlikte. Ortak bir kader duygusu var. Ama sonrasında herkes evine dönüyor ve yalnız kalıyor.” dedi.

Ordunun müdahale sistemlerini geliştirdiğini kabul eden Shira, “Ancak yıllarca ihmal edilmiş bir durumu birkaç ayda düzeltemezsiniz.” diye konuştu. Komutanların da “zorlandığını” belirten Shira, “Hepimiz hayatlarımızdan çekilip dayanılmaz bir rutine atıldık. Sonrasında ise yeterince takip yapılmıyor.” dedi.

Fruchter ayrıca “yapısal bir soruna” da dikkat çekti: İsrail, artan ruh sağlığı taleplerine yanıt verecek yeterlilikte personel sayısına sahip değil. “İsrail’de 1.000’den az psikiyatrist var. Bunların üçte biri ise emeklilik yaşının üzerinde.” dedi.

Durumu “daha da kötüleştiren” unsur ise İngiltere’nin yakın zamanda 12 genç İsrailli psikiyatristi Bristol’a transfer etmesi olmuş. “Bu 12 kişiyi gerçekten kaybettik.” diyen Fruchter, bu kişilerin eğitimli ve sertifikalı olduğunu belirtti.

Yetkililer maaşları ve teşvikleri artırdıklarını iddia etse de Fruchter iyimser değil: “Uzmanlık programlarına alınan kişi sayısı artırılmadı. Dolayısıyla çözüm gelecekte bile etkili olmayacak. Bugün doğru bir çözüm bulunsa bile bunun etkisi sahaya 12 yıl sonra yansır.” ifadelerini kullandı.

Ailelerin hangi işaretleri dikkate alması gerektiği sorulduğunda Fruchter, “Hayata bakış açısında büyük değişiklik, patlayıcı öfke, madde kullanımı, sürekli tartışma hali. Bunlar hepsi uyarı sinyalleri.” dedi.

Özellikle yurtdışında yaşayan “yalnız askerlerin” ailelerine doğrudan bir mesaj da verdi: “İstemezlerse bile işe gitmelerini sağlayın. Arkadaşlarıyla görüşmelerini teşvik edin. Stigmadan uzak durun. Ne gerekiyorsa yapın ama normal hayata dönmelerini sağlayın.”

Bar-Haim ise önümüzdeki sürece dair net bir değerlendirme sundu: “Hazırlanmaya çalışıyoruz. Ama bunlar zaman alan süreçler. Bu bir maraton, 100 metre koşusu değil.”