"Ticari ilişkilerin kesilmesi ve hava sahasının kapatılması bir son değil; Türkiye ile İsrail arasında yeni bir stratejik saflaşma döneminin başlangıcıdır."

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 29 Ağustos’taki meclis özel oturumunda İsrail’le ilişkilere dair yaptığı açıklama tüm dünyada geniş yankı yaptı. Açıklamada Türkiye’nin İsrail’le ticareti tamamen kestiği ve hava sahasını İsrail uçaklarına kapattığı belirtiliyordu.
Türkiye, İsrail’le ticareti geçen yıl kestiğini açıklamıştı; dolayısıyla ticari ilişkilerle ilgili olarak Hakan Fidan’ın açıklamasında yeni bir şey yoktu. Ancak Türkiye’nin İsrail’le bağlantılı gemilere izin vermeyecek olması ve hava sahasını İsrail’e kapatması Hakan Fidan’ın açıklamaları ile dünya gündemine girdi.
Bu karar, kimileri tarafından İsrail’in Gazze’ye yönelik artan saldırılarına bir tepki olarak değerlendirildi. Fakat Suriye’de yaşanan bazı gelişmeler meselenin çok daha karmaşık olduğunu ortaya koyuyor.
Fidan’ın açıklamasından yalnızca birkaç gün önce, İsrail ordusu Şam’ın güneyindeki el-Kisve bölgesinde nadir görülen bir operasyon gerçekleştirerek bir dizi dinleme ve istihbarat cihazını hedef aldı.
Bazı Batılı medya kuruluşları bu ekipmanların İsrail yapımı olduğunu iddia ederken, bölgesel kaynaklar bunları Türkiye’ye atfetti. Bu çelişkili anlatılar, yalnızca Ankara ile Tel Aviv arasında gizli bir istihbarat rekabetinin varlığını ortaya koymakla kalmadı, aynı zamanda Suriye’nin iki ülke arasındaki yeni bir jeopolitik çatışma odağına dönüştüğünü de gösterdi.
Bu süreçte Ankara’nın iç ve dış siyasi hesapları da belirleyici bir rol oynuyor. Türkiye, 2024 yerel seçimlerinden sonra iç politikada yeni bir tabloyla karşılaştı ve yaklaşan genel seçimler öncesinde hem iç hem de dış politikada kararlılık ve inisiyatif sergilemeye ihtiyaç duyuyor.
İsrail ile ilişkilerin kesilmesi kararı, güvenlik ve jeopolitik boyutlarının yanı sıra, Türkiye içindeki Filistin’e daha güçlü destek taleplerine bir yanıt niteliği taşıdı ve aynı zamanda Ankara’nın İslam dünyasının liderliği iddiasındaki konumunu uluslararası arenada pekiştirdi.
Türkiye, uzun süredir Suriye’yi yalnızca bir dış politika konusu değil, doğrudan ulusal güvenlikle bağlantılı bir mesele olarak görüyor. Yıllardır Ankara’nın kırmızı çizgisi olan Kürt sorunu, artık Suriye’nin güneyindeki İsrail politikalarıyla açık bir bağ içinde değerlendiriliyor.
Türkiye’nin bakış açısına göre, Tel Aviv’in tampon bölgeler oluşturma ve Suriye’nin kuzey sınırlarındaki Kürt grupları güçlendirme çabaları, bölgesel istikrar için doğrudan bir tehdit anlamına geliyor.
Bu şartlar altında ekonomik ilişkilerin kesilmesi kararı, yalnızca ticari bir adım değil, aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’deki saha gelişmeleri ve İsrail’in yayılmacı politikalarına verdiği stratejik bir yanıtın parçası olarak gözüküyor.
Bu bağlamda, ekonomik ilişkilerin kesilmesi ve hava sahasının kapatılması sadece meselenin görünen yüzüdür. Bu kararın perde arkasında, birbirine bağlı bir dizi faktör yer alıyor: Suriye’nin siyasi yapısının geleceği üzerindeki rekabet, Ankara’nın Kürt meselesine dair derin kaygıları, Gazze savaşının yıkıcı sonuçları ve Türkiye’nin kendisini İslam dünyasında etkili bir güç olarak yeniden konumlandırma çabası.
Tam da bu nedenle bu adım ne kısa vadeli bir tepki ne de basit bir siyasi jest olarak değerlendirilebilir. Asıl soru şudur: Bu kararı yalnızca son krizlere verilen geçici bir yanıt olarak mı görmek gerekir, yoksa Ortadoğu’nun güç dengelerini değiştirebilecek yeni bir stratejik saflaşma dönemine girildiğinin bir işareti mi?
Kararın resmi ilanı ve Ankara’nın açık mesajı
29 Ağustos 2025 tarihinde Türkiye, İsrail ile ilişkilerinde yeni bir kırmızı çizgi belirledi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İsrail ile ekonomik ve ticari ilişkilerin tamamen kesileceğini, İsrail gemilerine ülke limanlarının kapatılacağını; resmi ve askeri uçuşlar için hava sahasının da yasaklanacağını duyurdu. Fidan, aynı oturumda şu ifadeleri kullandı:
İsrail ile ticareti tamamen durdurduk. Limanlarımızı onların gemilerine kapattık. Ne Türk gemilerinin İsrail limanlarına gitmesine izin vereceğiz ne de İsrail uçaklarının hava sahamızı kullanmasına. Bu karar, uluslararası basının gözünde Türkiye’nin 2010’daki Mavi Marmara gemisi olayından bu yana İsrail’e karşı attığı en sert adım olarak değerlendirildi; o olay, iki ülke arasındaki ilişkileri yıllarca çıkmaza sokmuştu.
Jerusalem Post gazetesi, 31 Ağustos 2025 tarihli haberinde, Türk diplomatik kaynaklara dayanarak, uçuş kısıtlamalarının şimdilik yalnızca devlet uçuşları ve silah taşıyan seferler için geçerli olduğunu, sivil uçuşların ise devam ettiğini yazdı.
Analistlere göre, siyasi açıklama ile fiili uygulama arasındaki bu fark, Ankara’nın vermek istediği mesajın bir parçasıydı: Tüm yollar bir anda kapatılmasa bile Türkiye, ekonomik ve lojistik araçları jeopolitik bir silaha dönüştürmeye hazır olduğunu gösterdi.
Maariv gazetesi de yaptığı analizde, bu kısıtlamaların yalnızca pratik değil, aynı zamanda ağır bir siyasi ve psikolojik mesaj taşıdığına dikkat çekti.
Associated Press haber ajansı aynı gün yayımladığı haberinde, Türkiye’nin bu kararla İsrail ile yıllık 7 milyar dolarlık ticari ilişkilerini feda ettiğini ve böylece tutumunun sadece söylem ve konuşmalardan ibaret olmadığını gösterdiğini bildirdi.
Türkiye içinde ise hükümetin kararı, Recep Tayyip Erdoğan’ın sert ve net açıklamalarıyla desteklendi.
TRT Haber kanalının aktardığına göre Erdoğan, İsrail başbakanı “soykırımcı bir rejimin lideri” olarak nitelendirdi ve şu uyarıyı yaptı:
“Türkiye sadece Filistin halkının yanında durmuyor, aynı zamanda Tel Aviv’in Suriye’deki saldırgan politikalarının devam etmesine de izin vermeyecek.”
Aynı günlerde Guardian gazetesi, 28 Ağustos 2025 tarihli haberinde İsrail’in Şam yakınlarındaki bir askeri üssü hedef alan son saldırısının Türkiye’ye doğrudan bir mesaj niteliği taşıdığını ve Tel Aviv’in, Ankara’nın Suriye’deki nüfuzunu sınırlamak için riskli adımlar atmaya hazır olduğunu yazdı.
Bunun sonucunda Haaretz ve Ynet gibi İsrail basınında çıkan yorumlarda bu adım, “Suriye’nin geleceği üzerindeki daha geniş çaplı bir mücadelenin parçası” olarak değerlendirildi.
Yaptırımların ekonomik boyutu ve lojistik sonuçları
Türkiye’nin İsrail ile tüm ticari ve ekonomik ilişkileri kesme, limanlarını ve hava sahasını kapatma kararı, son yıllarda Tel Aviv’e karşı alınmış en ciddi ekonomik adımlardan biri oldu. Bu kararın önemi, iki ülke arasındaki ticaret hacmine bakıldığında daha net ortaya çıkıyor.
İsrail Merkez Bankası’nın Mart 2025 tarihli raporuna göre, 2023 yılında iki ülke arasındaki toplam ticaret hacmi yaklaşık 6,8 milyar dolar olarak tahmin edildi. Bu rakamın:
— 5,3 milyar doları Türkiye’nin İsrail’e yaptığı ihracata aitti ve bu miktar, İsrail’in toplam ithalatının yüzde 6,3’üne karşılık geliyordu.
— İsrail’in Türkiye’ye ihracatı ise yaklaşık 1,5 milyar dolar olarak kaydedildi.
Birleşmiş Milletler verilerine göre, Mayıs 2024’teki ilk kısıtlamaların uygulanmasının ardından dahi Türkiye, İsrail’in en önemli beş ticaret ortağından biri olmaya devam etti ve 2024 yılında İsrail’e yaklaşık 2,86 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdi.
Bu veriler, Ankara’nın son kararının İsrail’in tedarik zincirine gerçek bir darbe vurduğunu ortaya koyuyor; zira İsrail’in birçok sanayi ve tüketim malzemesi ihtiyacının önemli bir kısmı Türkiye’den sağlanıyordu.
İsrail üzerindeki doğrudan etkiler
Jerusalem Post gazetesi, 29 Ağustos 2025 tarihli haberinde, Türkiye’nin hava sahasını kapatma kararının İsrail’in Kafkasya ve Orta Asya uçuşlarını yaklaşık iki saat uzattığını ve yakıt ile nakliye maliyetlerini ciddi şekilde artırdığını yazdı. Ancak Türkiye’nin hava sahasını kapatma kararı İsrail ticari uçaklarını kapsamıyor. Bunun yanı sıra:
-
İsrail’deki birçok sanayi sektörü – otomotiv parçalarından beyaz eşyaya ve inşaat malzemelerine kadar – Türkiye’den yapılan ithalata bağımlıydı. Artık Tel Aviv, Yunanistan, İtalya veya Uzak Doğu’daki tedarikçilerden mal temin etmek zorunda kalacak ki bu hem daha maliyetli hem de zaman alıcı olacak.
-
Türk Hava Yolları’nın İsrail seferlerinin durdurulması, bu ülkenin turizm sektörünü de baskı altına aldı; çünkü Türkiye’den yapılan uygun fiyatlı uçuşlar, Avrupalı ve Asyalı turistlerin İsrail’e ulaşmasının başlıca yollarından biriydi.
Türkiye üzerindeki doğrudan etkiler
Öte yandan bu karar, Türkiye ekonomisine de bazı maliyetler getirdi:
— İsrail’deki sanayi ve tarım ürünlerini kapsayan birkaç milyar dolarlık ihracat pazarının kaybı.
— Türkiye’nin İsrail’e mal taşımacılığında ana transit güzergâhlardan biri olması nedeniyle lojistik ve liman gelirlerinde azalma.
— Buna rağmen Ankara hükümeti bu adımı “stratejik” olarak nitelendirdi ve ekonomi analistleri, Türkiye’nin İslam dünyasında siyasi liderlik konumunu güçlendirmek için bu ekonomik baskıya katlanmaya hazır olduğunu belirtiyor.
Bölgesel sonuçlar
Türkiye eğer, İsrail’in ticari uçaklarına da hava sahasını kapatırsa, bu İsrail için oldukça ağır bir ekonomik ve stratejik darbe olacak.
In-Cyprus haber sitesi, 29 Ağustos tarihli haberinde Türkiye’nin hava sahasını İsrail’in ticari uçaklarına da kapatması halinde İsrail’in Azerbaycan ve Gürcistan’a yaptığı uçuşları aksatacağını ve bu seyahatlerin süresini iki saate kadar uzatacağını bildirdi.
Bu güzergâh değişikliği yalnızca maliyetleri artırmakla kalmıyor. İsrail’in Kafkasya’daki yakın müttefikleriyle lojistik ilişkilerini de daha karmaşık hale getiriyor.
Ekonomi uzmanlarının analizi
Jerusalem Post gazetesi, 31 Ağustos 2025 tarihli başyazısında bu adımı şöyle tanımladı:
“Ankara, iç ekonomik maliyetlere rağmen ekonomik araçları jeopolitik bir silaha dönüştürmeye hazır olduğunu gösterdi. Bu karar, Soğuk Savaş dönemini hatırlatıyor; o dönemde hava yolları, limanlar ve tedarik zincirleri siyasi baskı savaşının bir parçasıydı.”
Suriye; Türkiye-İsrail geriliminin patlama noktası
Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri kesme kararı görünüşte Gazze savaşına verilen bir tepki olarak sunulsa da sahadaki gerçekler, bu kararın asıl tetikleyicisinin Suriye olduğunu gösteriyor. Yaptırımların ilanından yalnızca birkaç gün önce İsrail ordusunun Şam çevresinde düzenlediği karmaşık operasyon, Ankara ile Tel Aviv arasındaki istihbarat mücadelesine dikkatleri çekti.
İsrail’in El-Kisve Operasyonunun Detayları Israel Hayom gazetesinin 28 Ağustos 2025 tarihli haberine göre, İsrail ordusu 27 Ağustos akşamı Şam’ın güneyindeki El-Kisve bölgesinde özel bir operasyon gerçekleştirdi. Bu operasyon, art arda düzenlenen hava saldırılarını, keşif amaçlı insansız hava araçlarının uçuşlarını ve özel kuvvetlerin helikopterle indirme harekâtını içeriyordu. İsrail askerleri yaklaşık iki saat boyunca bölgede kaldı.
Suriye resmi haber ajansı SANA aynı gece yayımladığı haberde, saldırıda en az altı Suriyeli askerin hayatını kaybettiğini ve çok sayıda kişinin yaralandığını bildirdi. Aynı zamanda, operasyon öncesinde Suriye güçlerinin bölgede gelişmiş dinleme ve istihbarat cihazlarından oluşan bir dizi ekipmanı ele geçirdiği duyuruldu.
Dinleme cihazlarına dair çelişkili anlatılar
Ele geçirilen ekipmanların niteliği hakkında farklı ve çelişkili iddialar ortaya atıldı:
— Israel Hayom gazetesi, ekipmanların “İsrail yapımı” olduğunu ve operasyonun amacının bu cihazların Suriye ordusunun eline geçmesini veya incelenmesini engellemek olduğunu yazdı.
— Suudi el-Arabiya kanalı ise 29 Ağustos 2025 tarihli haberinde, İsrailli güvenlik kaynaklarına dayanarak, bu ekipmanların “Türk yapımı” olduğunu ve operasyonun asıl hedefinin Suriye’deki Ankara’ya ait istihbarat altyapısını yok etmek olduğunu iddia etti.
Bu iki zıt anlatı, İsrail ile Türkiye arasındaki derin bilgi savaşı dinamiklerini yansıtıyor:
— Tel Aviv, olayı kendi varlıklarını korumaya yönelik bir hamle olarak sunmaya çalıştı.
— Suudi kaynaklar ise bunu, İsrail’in Türkiye’nin istihbarat nüfuzuna doğrudan karşı koymasının bir göstergesi olarak değerlendirdi.
Operasyonun stratejik boyutu
Wall Street Journal, 28 Ağustos tarihli haberinde El-Kisve operasyonunu “Esed rejiminin çöküşünden bu yana İsrail’in gerçekleştirdiği en karmaşık baskınlardan biri” olarak tanımladı ve bunun güvenlik tehdit seviyesindeki değişime işaret ettiğini yazdı.
Aynı gün Guardian gazetesi de şu yorumu paylaştı: “Operasyonun Ankara’ya mesajı netti: İsrail, Türkiye’yi Suriye’de sınırlamak için önleyici ve yüksek riskli adımlar atmaya hazır.”
Türkiye’nin siyasi tepkileri
Operasyon öncesi ve sonrasında Türkiye’nin açıklamaları daha sert bir tona büründü:
— 26 Ağustos’ta Adalet ve Kalkınma Partisi Sözcüsü Ömer Çelik, İsrail’i “işgal ve soykırım” ile suçladı ve şu ifadeyi kullandı: “Bu saldırıları güvenlik operasyonu olarak tanımlamak, dünyanın en büyük yalanıdır.”
—29 Ağustos’ta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İsrail’i “Suriye’de yeni ve güçlü bir devletin oluşumunu engellemeye çalışmakla” suçladı ve Ankara’nın bu politikaların devam etmesine izin vermeyeceğini vurguladı.
Yaptırımlarla doğrudan bağlantı
Haaretz gazetesi, 30 Ağustos tarihli haberinde Türkiye’nin kararının görünüşte Gazze ile ilgili gösterilse de asıl tetikleyicinin İsrail’in Suriye’deki Türkiye’ye ait istihbarat yapılarına yönelik saldırısı olduğunu yazdı.
Başka bir deyişle, El-Kisve operasyonu, Türkiye’yi 29 Ağustos’ta yaptırımları ilan etmeye sevk eden gerilimin doruk noktasıydı.
Medya savaşı ve siyasi güç gösterisi
Türkiye’nin yaptırımları ve İsrail’in Suriye’deki operasyonları yalnızca bir diplomatik çatışma değildi; kısa sürede açık bir medya ve psikolojik savaşına dönüştü. Tarafların üst düzey yetkilileri, konuşmalar, açıklamalar ve hatta sosyal medya üzerinden paylaşılan kısa mesajlarla birbirlerine doğrudan ve zaman zaman tehditkâr mesajlar iletti.
Bu düzeydeki açıklık ve karşıtlık, mevcut krizin yalnızca Gazze ile sınırlı olmadığını, aksine Suriye’nin geleceği ve iki ülkenin bölgedeki jeopolitik konumunun çatışmanın merkezinde yer aldığını ortaya koydu.
Netanyahu’nun mesajı: Önce güvenlik, sonra barış
Times of Israel gazetesi, 28 Ağustos 2025 tarihli haberinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ülkenin kuzeyine yaptığı ziyaret sırasında Dürzi toplumu lideri Şeyh Muvaffak Tarif ile görüşerek Tel Aviv’in Suriye’de bir güvenlik tampon bölgesi oluşturma planını açıkladığını yazdı. Netanyahu konuşmasında şunları söyledi:
Ben saf değilim ve kiminle karşı karşıya olduğumuzu biliyorum. Üç hedefimiz var:
— Süveyda’daki Dürzi kardeşlerimizi korumak,
— Golan’dan Şam’ın güneyine kadar uzanan bir askersiz bölge oluşturmak,
— Gıda, inşaat malzemeleri ve kapsamlı tıbbi yardımların ulaştırılması için bir insani koridor açmak.
Bu açıklamalar, Şam ve Tel Aviv arasında 1974’teki kuvvetlerin ayrılması anlaşmasına dönüş için yürütülen perde arkası görüşmelerin ortasında yapıldı ve net bir mesaj verdi: İsrail, herhangi bir siyasi anlaşmadan önce askerî ve sahadaki adımlarla şartları kendi lehine değiştirmek istiyor.
Ben-Gvir paylaşımı: “Türkiye = Hamas”
Ynetnews sitesi, 28 Ağustos 2025 tarihli haberinde İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in X sosyal medya hesabında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hamas’ın eski siyasi büro şefi İsmail Heniyye ile görüşmesine ait bir fotoğraf paylaştığını ve altına şu notu düştüğünü yazdı: “Turkey = Hamas”
Bu kısa mesaj üç anlama sahipti:
-
Diplomatik damgalama: Türkiye’yi, İsrail’in resmî söyleminde “terörist” olarak nitelendirilen bir Filistin direniş hareketiyle aynı seviyede göstermeye yönelik bir girişim.
-
Dolaylı tehdit: Hamas liderlerinin akıbetini hatırlatarak Ankara’ya örtülü bir uyarı gönderme.
-
İç politikada güç gösterisi: İsrail içindeki sağcı ve aşırı sağcı kesimlerin desteğini almak için saldırgan bir üslup kullanma.
Bu paylaşım, Türk medyasında hızla yankı buldu ve Tel Aviv’in Ankara’ya yönelik psikolojik savaşının bir parçası olarak yorumlandı.
Ankara’nın sert tepkisi: Nazilerle kıyaslama ve Meclis bildirisi
Anadolu Ajansı, 30 Ağustos 2025 tarihli haberinde Adalet ve Kalkınma Partisi Sözcüsü Ömer Çelik’in sert bir açıklama yaparak İsrail’i Nazilerle kıyasladığını aktardı.
Aynı gün, Türkiye Parlamentosu da İsrail’i “soykırım” ile suçlayan ve bu ülkenin BM üyeliğinin askıya alınmasını talep eden resmi bir bildiri yayımladı.
Bu adım, hükümetin tutumunun ötesine geçerek Türkiye’de devletin tüm kademelerinde Tel Aviv’e karşı tam bir mutabakat oluştuğunu ortaya koydu.
Öte yandan Türkiye Büyük Millet Meclisi özel oturumu Filistin’le dayanışmanın sembolik bir sahnesine dönüştü. Bu oturumda Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden bir kısmı ve hatta Meclis Başkanlık Divanı’nın bazı üyeleri, boyunlarına Filistin bayrağı motifli atkılar taktılar. Bu hareket iki net mesaj taşıyordu:
-
Türkiye devletinin, hükümetin ötesinde, Filistin’e açık ve resmî desteğini ilan etmesi.
-
İsrail ile hâlâ ilişkilerini sürdüren Müslüman ve Arap ülkelerine dolaylı diplomatik baskı uygulanması.
Bu görüntüler hızla dünya medyasında yayıldı ve Türkiye’yi Filistin’e sembolik desteğin öncüsü olarak gösterdi.
Erdoğan’ın tutumu: İsrail güçlü bir Suriye’nin oluşmasını engelliyor
Aynı gün TRT Haber’in yayımladığı habere göre Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada bir kez daha Suriye konusuna değinerek şunları söyledi:
İsrail, Suriye’de yeni ve güçlü bir devletin ortaya çıkmasını istemiyor. Ancak biz bu politikaların devam etmesine izin vermeyeceğiz.
Bu açıklama, Tel Aviv’e hatta Washington’a doğrudan bir mesaj niteliğindeydi ve Türkiye’nin mevcut krizi yalnızca Filistin bağlamında değil, Suriye’nin geleceği ve iki ülkenin bölgedeki jeopolitik dengeler üzerindeki rolü çerçevesinde değerlendirdiğini gösterdi.
Türkiye’ye yönelik uluslararası ve bölgesel destekler
El-Cezire kanalı ve bölgesel haber ajansları, 30 Ağustos 2025 tarihli haberlerinde Hamas’ın Türkiye’nin kararını “cesur” olarak nitelendirdiğini ve Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin Başkanı Dr. Ali Karadavi’nin bu adımı “tarihi ve zafer niteliğinde bir karar” şeklinde tanımladığını aktardı. Bu destekler, Ankara’nın hamlesinin Türkiye’nin İslam ülkeleri ve direniş grupları arasındaki konumunu güçlendirdiğini ortaya koydu.
Jeopolitik boyutlar ve Türkiye-İsrail arasındaki büyük rekabet
Türkiye’nin İsrail’e yönelik yaptırımları yalnızca iki ülke arasındaki ekonomik bir hamle değil, son yıllarda şekillenmekte olan daha derin bir rekabetin yansıması olarak gözüküyor.
Orta Doğu düzenini yeniden tanımlama ve bölgenin başlıca aktörlerinin konumunu belirleme mücadelesi. Bu tabloda Suriye, yerel bir krizden öte, bu güç mücadelesinin ana sahnesine dönüşmüştür.
Suriye, rekabetin ön cephesi
— Şam’daki eski siyasi düzenin çöküşünün ardından Suriye, her bölgesel aktörün geleceğini kendi çıkarlarına göre şekillendirmeye çalıştığı bir arenaya dönüştü.
— Türkiye, güney sınırlarında herhangi bir Kürt yapılanmasının ortaya çıkmasından endişe ettiği için Suriye’nin kendi etkisi altında birleşik bir yapıya kavuşmasını hedefliyor.
— İsrail ise tam tersine, Şam’da merkezi ve güçlü bir devletin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla kontrollü ve yumuşak bir bölünme politikasını benimsiyor.
— Ankara, Suriye’de istikrar ve nispi merkezileşme sağlanmadıkça güney sınırlarının güvenliğinin garanti altına alınamayacağına inanıyor.
— Tel Aviv ise güvenlik kuşakları ve tampon bölgeler oluşturarak Suriye’de siyasi otoritenin yeniden inşasını engellemeyi hedefliyor.
— Bu iki yaklaşım, Suriye’yi bölgesel bir Soğuk Savaş sahnesine dönüştürmüş durumda.
ABD ve NATO’nun rolü
— Amerika Birleşik Devletleri ve NATO bu rekabette ikili bir role sahip:
Bir yandan İsrail’i bölgedeki başlıca güvenlik ortağı olarak görüyorlar. Öte yandan Türkiye hâlâ NATO üyesi ve göz ardı edilemez bir aktör.
— Bu durum, Washington ve Brüksel’i İsrail’i stratejik müttefik olarak korumak ile Türkiye’nin Rusya–İran–Çin eksenine kaymasını engellemek arasında bir denge kurmaya zorluyor.
Enerji ve boru hatları: Göz ardı edilen boyut
— Türkiye ile İsrail arasındaki rekabet yalnızca Suriye ve askeri konularla sınırlı değil; enerji de bu mücadelenin merkezinde yer alıyor.
— Türkiye, Bakü–Tiflis–Ceyhan (BTC) boru hattı aracılığıyla Azerbaycan ve Kazakistan petrolünün Akdeniz’e taşınmasında kilit bir rol üstleniyor. Ana soru, Ankara’nın son kısıtlamalarının Ceyhan Limanı’ndan İsrail’e giden petrol tankerlerini kapsayıp kapsamayacağıdır.
— Diğer yandan İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs ile birlikte, Türkiye’yi devre dışı bırakacak alternatif Doğu Akdeniz gaz güzergâhları geliştirmeye çalışıyor.
— Bu enerji rekabeti, gerilime yeni bir boyut ekliyor: Ankara, kendisini bölgenin enerji merkezi olarak konumlandırmak isterken Tel Aviv, Türkiye’yi Doğu Akdeniz enerji denklemlerinden dışlamaya çalışıyor.
Suriye’nin ötesine etkiler
— Suriye krizi ve enerji rekabeti, Güney Kafkasya’ya da taşmış durumda; zira hem Türkiye hem de İsrail, Azerbaycan ve Gürcistan’da önemli varlık ve çıkarlara sahip.
— Doğu Akdeniz’de Türkiye, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki doğal gaz dengesi, tam anlamıyla bir jeopolitik rekabete dönüşmüş durumda.
Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri kesme kararının yansımaları
Türkiye’nin İsrail ile tüm ekonomik ve ticari ilişkileri kesme ve bu ülkeye hava sahasını kapatma kararı, kısa sürede dünya, bölge ve İran medyasında geniş yankı buldu.
1) Batı medyası
30 Ağustos 2025 tarihinde Reuters haber ajansı şöyle yazdı:
Türkiye, İsrail’e fiilen savaş seviyesinde bir yaptırım uyguladı. Bu adım, İsrail’in mal ve enerji tedarik zincirini bozabilir ve bölgedeki jeopolitik dengeleri değiştirebilir.
Aynı gün AP News şu ifadeleri kullandı:
Türkiye’nin hamlesi, sembolik olmaktan çok daha fazlasıdır ve İsrail’in müttefiklerine net bir mesaj gönderdi: Ankara, Tel Aviv’in Gazze ve Suriye’deki politikalarına karşı çıkmak için ağır ekonomik ve siyasi bedeller ödemeye hazırdır.
Washington Post gazetesi, 30 Ağustos 2025 tarihli haberinde şu ifadeleri kullandı:
ABD yönetimi, bu aşamada Türkiye’ye karşı doğrudan bir tutum almamayı tercih etti; böylece iki müttefiki – İsrail ve Türkiye – arasındaki çatlağın çıkmaza dönüşmesi engellenmek isteniyor.
Aynı tarihte Der Spiegel dergisi şu analizi paylaştı:
Türkiye, bu adımıyla kendisini İslam dünyasının lideri olarak konumlandırmak istiyor; ancak Avrupa, İsrail ile ilişkilerine olan bağımlılığı ve Orta Doğu’daki güvenlik kaygıları nedeniyle bu politikayı desteklemekten kaçınacaktır.
Le Monde gazetesi, 30 Ağustos 2025 tarihli haberinde şunları yazdı:
Her ne kadar Türkiye’nin hamlesi uluslararası düzeyde büyük yankı uyandırmış olsa da Avrupa, Ankara’yı desteklemek uğruna bir bedel ödemeye hazır değil.
2) İsrail medyası
Jerusalem Post gazetesi, 31 Ağustos 2025 tarihli başyazısında şunları yazdı:
Türkiye bu hamlesiyle İsrail ile olan 7 milyar dolarlık ticari ilişkisini feda etmeye hazır olduğunu gösterdi. Her ne kadar bu yaptırımlar ileride hafifletilebilse de bu kararın siyasi mesajı kısa ve orta vadede kalıcı olacaktır.
Israel Hayom gazetesi, 29 Ağustos 2025 tarihli haberinde şu ifadeye yer verdi: Türkiye, önemli bir ekonomik ortaktan açık bir jeopolitik tehdide dönüştü.
Ynetnews sitesi de 29 Ağustos 2025’te şöyle yazdı: Türkiye ile ilişkilerin kopması İsrail hükümeti için alarm zillerini çaldı; Tel Aviv’in malları ve hava güzergâhları için derhal yeni alternatifler bulması gerekiyor.
3) Arap medyası
El Cezire kanalı, 29 Ağustos 2025 tarihli haberinde şu ifadeyi kullandı: Türkiye artık uluslararası arenada Filistin halkının en güçlü savunucusu konumuna geldi.
Suudi el-Arabiya kanalı da 29 Ağustos 2025 tarihli haberinde şunları yazdı: Türkiye’nin kararı, Suriye’deki gerilimin arttığı bir döneme denk geliyor; son günlerde İsrail, Şam çevresindeki kritik altyapıları hedef aldı. Görünüşe göre Ankara bu hamleyi Tel Aviv’in Suriye’deki politikalarına doğrudan bir yanıt olarak görüyor.
4) İran medyası ve uzman görüşleri
ISNA’nın 29 Ağustos 2025 tarihli haberinde, uluslararası ilişkiler uzmanı Ferşid Bageryan şu değerlendirmeyi yaptı:
Herhangi bir ülkenin İsrail ile ilişkilerini kesmesi sevindirici bir haberdir. Erdoğan geç davransa da sonunda bu adımı atmak zorunda kaldı. O, Hamas ile İsrail arasındaki arabuluculukta Katar’ın yerini almak ve kaybettiği uluslararası prestijini geri kazanmak istiyor.
29 Ağustos 2025 tarihli Genç Gazeteciler Kulübü (YJC) haberinde ise Hakan Fidan’ın şu sözlerine yer verildi:
İsrail, yeni ve güçlü bir Suriye devleti istemiyor; ancak biz bu politikaların devam etmesine izin vermeyeceğiz. Tel Aviv’in saldırgan politikaları Gazze’nin ötesine geçerek Kudüs, Batı Şeria, Suriye, İran ve Lübnan’a kadar uzandı.
Tesnim Haber Ajansı, 30 Ağustos 2025 tarihli haberinde şu ifadeye yer verdi: Her ne kadar Türkiye, İsrail ile ticari ilişkilerini kestiğini duyurmuş olsa da çeşitli raporlar, bazı dönemlerde malların dolaylı yollarla İsrail’e ulaştığını gösteriyor. Soru şu: Ankara bu kez gerçekten ciddi mi, yoksa bu sadece duygusal ve sözlü bir tepki mi?
İLNA’nın 31 Ağustos 2025 tarihli haberinde ise Türkiye uzmanı Ali Gaimmagami şöyle dedi: “İki taraf arasında diplomatik ilişkiler hâlâ devam ediyor ve İsrail’in Türkiye’deki temsilcilikleri faaliyetlerini sürdürüyor. Bakü–Tiflis–Ceyhan boru hattıyla Ceyhan Limanı’na ulaşan Kazakistan petrolü meselesi de merak konusu: Bundan sonra İsrail’e giden petrol tankerleri durdurulacak mı, durdurulmayacak mı? Bu soruya net bir yanıt verilmiş değil.”
Sonuç
2025 Ağustos ayının son günlerindeki gelişmeler, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin eşi benzeri görülmemiş bir aşamaya girdiğini ortaya koydu. Ticari ilişkilerin resmen kesilmesi ve hava sahasının kapatılmasından, İsrail’in Suriye’deki operasyonlarına ve karşılıklı medya mesajlarına kadar yaşanan her şey, mevcut krizin yalnızca Gazze savaşına verilen geçici bir tepki olmadığını; aksine Orta Doğu’daki daha geniş kapsamlı bir stratejik saflaşmanın parçası olduğunu gösteriyor.
Bu yazıda birçok faktörün nasıl bir araya geldiğini gördük:
— El-Kisve’deki İsrail operasyonu ve dinleme cihazlarının ele geçirilmesi, Ankara ile Tel Aviv arasındaki gerilimin patlama noktası oldu.
— Türkiye’nin Kürt meselesine dair güvenlik hassasiyetleri, Ankara’nın bakış açısına göre İsrail’in Suriye’de tampon bölgeler oluşturma planının bir parçası.
— Gazze savaşının yarattığı baskılar ve Türk kamuoyunu İsrail’e karşı kışkırtan görüntüler.
— Ve nihayetinde, Erdoğan hükümetinin bölgedeki ve İslam dünyasındaki konumunu yeniden tanımlama çabası.
Öte yandan İsrail de “güvenlik kuşağı” planı ve Başbakan Netanyahu’nun açık mesajlarıyla asıl hedefinin güçlü bir Suriye’nin oluşumunu engellemek ve Türkiye’nin nüfuzunu sınırlamak olduğunu gösterdi. Bu nedenle Suriye fiilen iki ülke arasındaki mücadelenin ana sahnesine dönüşmüş durumda.
Ancak daha derin bir düzeyde, bu gelişmeler Türkiye iç siyaseti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konumuyla da yakından bağlantılıdır:
— Bu hamle, jeopolitik ve bölgesel boyutlarının yanı sıra Erdoğan’a iç politikada da faydalar sağladı; bunlar arasında siyasi meşruiyetini güçlendirme ve yaklaşan seçimler öncesinde ekonomik ve sosyal eleştirilere yanıt verme amacı öne çıkıyor.
— Bu koşullar altında İslam dünyasının liderliği ve Filistin’in savunusu, onun siyasetinin temel eksenlerinden birine dönüştü; bu politika hem iç kamuoyunun beklentilerine cevap veriyor hem de Türkiye’nin bölgedeki konumunu güçlendiriyor.
Özellikle İsrail ile ticarete karşı düzenlenen günler süren protestoların ardından Türk kamuoyu ilişkilerin koparılmasını açıkça talep etti ve hükümet bu halk talebine karşı kayıtsız kalamadı.
29 Ağustos kararını aynı anda üç düzeyde değerlendirmek gerekir:
1) Saha düzeyi: İsrail’in Suriye’deki operasyonlarına ve Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehdide bir yanıt.
2) Bölgesel düzey: İsrail’in etkisini sınırlama ve Filistin dosyasında etkin rol oynama çabası.
3) İç politika ve sembolik düzey: Kamuoyunun desteğini kazanma ve Erdoğan’ın kendisini kararlı ve Müslümanların savunucusu bir lider olarak yeniden konumlandırması.
Dolayısıyla ticari ilişkilerin kesilmesi ve hava sahasının kapatılması bir son değil; Türkiye ile İsrail arasında yeni bir stratejik saflaşma döneminin başlangıcıdır. Bu karar, “inişli çıkışlı bir işbirliği döneminin sonu” ve “tam kapsamlı bir rekabetin başlangıcı” olarak görülmelidir. Bu rekabet, Ortadoğu’nun geleceğini, Suriye’deki güç dengesini ve hatta Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini etkileyebilecek niteliktedir.