İsrail'in 12 günlük İran savaşı ile 72 günlük Lübnan savaşı için bir değerlendirme

img
İsrail'in 12 günlük İran savaşı ile 72 günlük Lübnan savaşı için bir değerlendirme YDH

‘’Her iki savaşın da stratejik hedefleri açıktı: İsrail’in güvenliğini sağlamak, bölgedeki nüfuzunu artırmak ve aynı zamanda ABD’nin etkinliğini genişletmek. Bu amaç doğrultusunda, İsrail’in “varoluşsal” bir tehdit olarak gördüğü unsurların ortadan kaldırılması hedeflendi.’’




YDH- El-Ahbar yazarlarından İbrahim Şemseddin, Batı Asya için belirlenen hedefler bağlamında İsrail’in İran ve Lübnan’a yönelik saldırılarının nedenlerini, yöntemlerini ve sonuçlarını kapsamlı biçimde ele alıyor. İran ile Lübnan’ın tepkilerini karşılaştırarak, stratejik darbelerin yokluğunda taktiksel başarının uzun vadede caydırıcı olmadığını ortaya koyan Şemseddin, İsrail’in saldırı doktrinlerini, bölgesel sonuçlarını ve direniş hareketlerinin farklı tepkilerini analiz ediyor.

Batı Asya için belirlenen hedeflere ulaşmak amacıyla, İran’a ve muhtemelen Lübnan’a yönelik ikinci bir saldırı dalgasından giderek daha fazla söz edilmeye başlandı. Bu tartışmaların ışığında, ilk turda yaşanan iki savaşı –İran’a ve Lübnan’a yönelik saldırganlıkları– nedenleri, yöntemleri ve sonuçlarıyla yeniden değerlendirmek yararlı olacaktır.

Her iki savaşın da stratejik hedefleri açıktı: İsrail’in güvenliğini sağlamak, bölgedeki nüfuzunu artırmak ve aynı zamanda ABD’nin etkinliğini genişletmek. Bu amaç doğrultusunda, İsrail’in “varoluşsal” bir tehdit olarak gördüğü unsurların ortadan kaldırılması hedeflendi.

İran’da nükleer ve füze kapasitesini yok ederek rejimi devirmek; Lübnan’da ise Hizbullah’ın cephaneliğini dağıtıp Litani Nehri’nin güneyine çekilmeye zorlayarak kuzey yerleşimlerine yönelik tehdidi bertaraf etmek planlandı.

Bu hedefler, yalnızca askeri kazanımlarla sınırlı değildi. Güç dengelerini ve mevcut ittifakları değiştirerek, Batı Asya'nın siyasi ve ekonomik haritasını yeniden şekillendirmek de amaçlanıyordu. Başka bir ifadeyle, İsrail ve ABD, savaş yoluyla bölgenin çehresini kökten dönüştürmeyi hedefledi.

 

İran'a yönelik saldırganlık

Savaş, 13–24 Haziran 2025 tarihleri arasında yalnızca 12 gün sürdü. Resmî açıklamalarda, operasyonun herhangi bir süre sınırı olmaksızın hedefleri tamamlamak üzere planlandığı ifade edilmişti.

İsrail’in yaklaşımı, beş halka teorisine dayanıyordu. Bu doktrine göre amaç; hedef alınan devletin liderliğini, stratejik sistemlerini, altyapısını, halkını ve sahadaki askeri güçlerini eşzamanlı vurarak şoka uğratmak ve felç etmekti.

Öncelikli hedef İran’ın nükleer ve füze kapasitesini yok etmekti. Ancak savaşın 12. gününde İsrail, beklenmedik biçimde çatışmaların durdurulmasını talep etti. Bu geri adım, belirlenen hedeflerin gerçekleştirilemediğini ortaya koyuyordu. Özellikle açılış saldırılarında umulan sonuç alınamadı; İran liderliğini devirmek mümkün olmadı ve böylece “şok ve dehşet” doktrini işletilemedi.

İsrail’in beklentilerinin aksine, İran rejimi sarsılmadı; tam tersine, sağlam durdu. Halk olağanüstü bir direnç sergiledi ve siyasi ile askeri liderliğin etrafında kenetlendi. Düşman saldırıları, İran’ın nükleer ve füze kabiliyetini etkili şekilde ortadan kaldıramadı. Üstelik İran, yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumu güvenli alanlara taşıyarak kritik kapasitesini korudu. Bu durum, İsrail’in tehdit algısını boşa çıkarırken, Tel Aviv’i ikinci bir saldırı turunu planlamaya yöneltti.

Ateşkes talebinde bir diğer belirleyici unsur da İran’ın niteliksel ve ağır yanıtı oldu. Şok evresini atlattıktan sonra İran, alışılmış kalıpları aşarak savaşı İsrail’in derinliklerine taşımayı başardı. Yaklaşık otuz stratejik hedef, yüksek hassasiyet ve yoğunlukla vuruldu.

Bu hedefler arasında Kirya üssü (Savaş Bakanlığı ve işgal ordusu Merkez Komutanlığı’nın karargâhı), Weizmann Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Hayfa ve Aşdod’daki enerji ve petrol tesisleri, büyük askeri üsler, istihbarat merkezleri ve borsa yer aldı. Saldırılar, ciddi yapısal tahribata yol açtı.

İran’ın tepkisi, yalnızca İsrail’le sınırlı kalmadı. Angajman kurallarını aşarak, Katar’daki el-Udeyd Hava Üssü gibi kritik Amerikan üslerini de hedef aldı. Bu adım, olası bir tırmanışın bölgesel ve küresel sonuçlarına dair güçlü bir uyarı niteliğindeydi.

İsrail için tablo hızla ağırlaştı. Ekonomik hayat sekteye uğradı, borsa çöktü, tazminat maliyetleri katlanılmaz boyutlara ulaştı. Çok katmanlı savunma sistemi, İran füzelerini engellemekte yetersiz kaldı. İç cephenin kırılganlığı gün yüzüne çıktı; caydırıcılık ve savunma dengeleri sarsıldı.

Bu koşullar altında savaşın uzaması, İsrail açısından yıpratıcı bir sürece dönüşme ve varoluşsal riskler yaratma ihtimalini beraberinde getirdi.

 

Lübnan'a yönelik saldırganlık

Lübnan savaşı 17 Eylül–27 Kasım 2024 tarihleri arasında tam 72 gün sürdü. Açıklanan hedef; Hizbullah’ı sınır hattından uzaklaştırmak, askeri kapasitesini yok etmek ve caydırıcılığı yeniden tesis etmekti. İsrail, bu süreçte “yuvarlanan savaş” adı verilen, operasyonları sistematik ve kasıtlı biçimde tırmandıran bir yaklaşım izledi.

Savaşın uzun sürmesine rağmen, ateşkesin gerekçeleri İran cephesindekinden farklıydı. Çünkü İsrail, Lübnan’daki bazı hedeflerini kısmen gerçekleştirmişti. Açılış saldırılarında, başta Genel Sekreter olmak üzere üst düzey Hizbullah liderlerine yönelik suikastlar düzenlendi; iletişim ağı ve çok sayıda silah deposu imha edildi. Ardından sınır köylerindeki muharebe altyapısı yok edildi ve kuzeydeki İsrail yerleşimlerini geçici de olsa koruyan bir tampon hat oluşturuldu.

İsrail, ayrıca Hizbullah’ın savaşın kapsamını başlangıçta genişletmeme yönündeki uyarısından yararlandı. Bu sayede tırmanışın hızını ve boyutunu kendi lehine kontrol edebildi.

Ancak ateşkes talebini zorunlu kılan nedenler de vardı. İlk aşamalarda elde edilen başarılara rağmen kara harekâtı hedeflerine ulaşılamadı. İsrail ordusu, “Uli'l el-Bas” olarak adlandırılan direnişte sert ve organize bir mukavemetle karşılaştı; ağır insan kayıpları ve büyük maddi zararlar verdi. Bu durum, Lübnan topraklarına yönelik geniş ölçekli bir kara operasyonunun son derece maliyetli olacağını ortaya koydu.

Üstelik, ABD aracılığıyla yapılan gizli mutabakatlar da işin seyrini değiştirdi. Bu anlaşmalar, İsrail’e ateşkesin ardından Lübnan topraklarında “serbest hareket” ve “geçiş hakkı” tanıyarak, geri dönüşü engellemeyi amaçlıyordu. Böylece İsrail, savaştan kısmen yüzü ak çıkmış göründü; hedeflerine tam anlamıyla ulaşamasa da suikastlar, bombalamalar ve baskınlarla mücadeleyi başka araçlarla sürdürme imkânı buldu.

 

Genel sonuç ve karşılaştırma değerlendirmesi

İki savaş arasındaki temel fark, tarafların askeri tepkilerinin niteliğinde ve kendi iç-dış siyasi koşullarında yatmaktadır. İran’ın yanıtı, sadece 12 gün sürmesine rağmen, “cezalandırıcı ve stratejik” bir karakter taşıdı.

Derin kapasitelere sahip egemen bir devlet olarak İran, ilk şoku hızla absorbe etti ve eşzamanlı olarak İsrail’in içlerine doğru nokta atışı “sel” saldırıları başlattı. Bu saldırılar, düşmana dayanılmaz yapısal kayıplar verdirerek onu caydırıcılık ve savunma denkleminden mahrum bıraktı. İsrail, böylece herhangi bir kazanım elde edemeden savaşı kısa sürede sonlandırmaya zorlandı.

Lübnan’ın tepkisi ise 72 gün boyunca sürdü, ancak daha çok “taktiksel” nitelikteydi. Direniş, İsrail’e ağır kayıplar verdirerek kara harekâtlarını engelledi; ancak saldırılar, İran’ın düşmanın derinliklerine yönelttiği stratejik darbeler düzeyine ulaşmadı.

Bu farklılık, özellikle de savaş sonrası dönemde ABD’nin sağladığı siyasi örtü ve yapılan mutabakatlar sayesinde İsrail’e hedeflerini başka yöntemlerle sürdürme olanağı tanıdı.

Sonuç olarak çıkarılan ders açıktır: Tek başına kararlılık yeterli değildir. Kararlılık, düşmana stratejik düzeyde acı verici darbeler indirme kapasitesiyle birleştiğinde anlam kazanır.

Savaşın devamını imkânsız kılacak bu güç, zaferin ön koşuludur. Ayrıca hukuki meşruiyetin ve birleşik bir iç cephenin varlığı, İsrail’le yürütülecek herhangi bir savaşta belirleyici rol oynar. Bu unsurlar İran örneğinde mevcuttu; Lübnan örneğinde ise büyük ölçüde eksikti.

Çeviri: YDH



Makaleler

Güncel