İran ile İsrail arasında savaş kapıda

img
İran ile İsrail arasında savaş kapıda YDH

"Ekonomik baskı arttıkça ve Gazze ile Lübnan’daki tablo karmaşıklaştıkça, caydırıcılıktan çatışmaya kayma ihtimali büyüyor."




YDH - Eylül sonunda yeniden yürürlüğe giren BM yaptırımları, Körfez’deki Amerikan askeri hareketliliği ve İsrail’in tatbikatları, Tahran’la Tel Aviv arasında yeni bir savaş ihtimalini güçlendirdi. İran ve ABD’nin karşılıklı caydırma mesajları bölgede gerilimi tırmandırırken, tarafların yanlış hesap yapması zincirleme bir çatışmayı tetikleyebilir. El-Ahbar yazarı Muhammed Havacui'nin değerlendirmesine göre ekonomik baskılar, Gazze ve Lübnan’daki belirsizlikle birleşince caydırıcılıktan çatışmaya geçiş riski artıyor.

Eylül sonundan bu yana, bölgesel gerilim ihtimali artık yalnızca analiz odalarında tartışılan bir ihtimal olmaktan çıktı; ciddiyet kazandı.

Asıl soru şu: İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri yeniden İran’la savaşın eşiğinde mi? Bu kez gerginliğin işaretleri yalnızca tehdit dilinde değil; diplomatik girişimlerde ve askeri yığınakta da görülüyor.

28 Eylül’de "tetik mekanizmasının" işletilmesiyle Birleşmiş Milletler yaptırımlarının yeniden devreye girmesi, Körfez’e Amerikan yakıt ikmal uçaklarının konuşlandırılması ve ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze planını açıklaması, bölgedeki gözlemcilerin “yeni bir krizin habercisi” yorumlarını güçlendirdi.

Son iki haftada uydu görüntüleri ve uçuş izleme verileri, KC-135 ve KC-10 tipi çok sayıda Amerikan yakıt ikmal uçağının Avrupa üslerinden Katar ve Bahreyn’e taşındığını gösterdi.

Körfez ve Kızıldeniz üzerinde artan keşif uçuşları da dikkate alındığında, bu hareketlilik askeri literatürde genellikle daha büyük operasyonların ön hazırlığı sayılıyor.

O günlerde ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), “bölgesel müttefikleri desteklemek için yeni savunma teçhizatı konuşlandırdığını” duyurmuştu.

Aynı günlerde İsrail de Yunanistan ve Kıbrıs’la ortak bir hava savunma tatbikatı yaptı; bunun önemli bir bölümü, uzun menzilli balistik füzelere karşı savunma simülasyonuna ayrılmıştı.

Tahran’daki hükümete yakın gazeteler, “Amerikan hareketliliğinin büyük ölçüde caydırma amaçlı olduğunu” yazarken, Kayhan gibi daha sert yayın organları, “düşmanın İran’ın kararlılığını test etmek istediğini” belirtti.

Birleşmiş Milletler yaptırımlarının yeniden uygulanması, tabloyu daha da karmaşık hale getirdi. Avrupa ülkeleri, Washington’la eşgüdüm içinde bu adımı, görünürde Tahran’ı “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’yla (UAEA) işbirliğine zorlamak” amacıyla atmış olsa da, İranlı analistlere göre asıl hedef bölgesel politikayı değiştirmesi için baskı kurmak ve daha geniş çaplı bir çatışmanın zeminini hazırlamak.

Analistlere göre ekonomik baskı, İran’ı savunma pozisyonuna iterek Birleşmiş Milletler Şartı’nın yedinci bölümü kapsamına sokabilir; bu da görünürde yeni bir askeri müdahaleye “meşruiyet” sağlayabilir.

Trump’ın Gazze planı da, İranlı gözlemcilerin değerlendirmesine göre, yalnızca savaşın bitirilmesi ya da bölgenin idaresinin düzenlenmesiyle ilgili değil.

Plan, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirmeyi hedefliyor. Tahran’daki hâkim kanaate göre, Gazze’de sağlanacak sakinlik, İsrail’e İran’la hesaplaşmasını tamamlamak için daha fazla alan açacak.

Haziran ayındaki 12 günlük savaşın yankıları hâlâ taze. O kısa çatışmada iki taraf da büyük kayıp vermese de, alevlenen cephelerin kolayca kontrol edilemeyeceğini anladı.

Nihayetinde “soğuk bir ateşkes” ilan edildi: ne resmî barış ne de topyekûn savaş. Fakat Batılı savunma uzmanlarına göre İsrail, sonuçtan memnun kalmadı; zira İran’ın ana üslerinin çoğu sağlam kaldı ve füze programı beklenenden hızlı toparlandı. Bu durum, Tel Aviv’i yeni bir saldırı düşüncesine itebilir.

Yine de tablo tamamen tek yönlü değil. Krizin büyümeden frenlenebileceğini düşündüren sebepler de var.

Birincisi, doğrudan bir savaşın insani ve ekonomik bedeli olağanüstü yüksek olur. Bu, iç siyasi kriz yaşayan İsrail’in, seçim eşiğindeki ABD’nin ve ekonomik baskılarla toplumsal tedirginlik yaşayan İran’ın kaldıramayacağı bir yük.

İkincisi, Rusya ve Çin’den Körfez ülkelerine kadar pek çok aktör, savaşın genişlemesinden çekiniyor; çünkü enerji piyasaları ve deniz ticaret yolları yeniden riske girebilir.

Üçüncüsü, haziran tecrübesi, taraflardan hiçbirinin askeri üstünlük sağlayamadığını gösterdi. Kazananın olmadığı bir savaşın tekrarı için motivasyon da azalır.

Yine de asıl tehlike, yanlış hesapta gizli. Tarafların birbirine güven duymadığı bir ortamda yapılacak hatalı bir füze saldırısı veya üçüncü bir tarafın açacağı ateş, zincirleme bir tepkiyi tetikleyebilir.

Askeri literatürde buna “caydırıcılığın eşiği” deniyor: güç, aynı anda hem caydırıcı hem de savaşın fitilini ateşleyici hale gelir.

Dolayısıyla taraflardan hiçbiri yeni bir savaş istemese de bölge, devasa risklerle karşı karşıya.

Yakıt ikmal uçaklarının sevki ve yaptırımların dönüşü, savaş sahasının hazırlanmakta olduğuna işaret ediyor.

Ekonomik baskı arttıkça ve Gazze ile Lübnan’daki tablo karmaşıklaştıkça, caydırıcılıktan çatışmaya kayma ihtimali büyüyor.

Son haftalarda Tahran, sert uyarılar ve askeri güç gösterileriyle, olası bir saldırının maliyetini hatırlatmaya çalıştı. Washington ise bölgeye gönderdiği savaş gruplarıyla “hazırlık var ama tercihimiz caydırıcılık” mesajını verdi.

İsrail ise bu iki uç arasında duruyor; davranışları öngörülemeyen tek oyuncu konumunda. Bu nedenle, bölge yeni bir gerilim döneminin eşiğinde olabilir.

Zira güç gösterisiyle savaş arasındaki sınır hiç bu kadar dar olmamıştı; atılacak yanlış bir adım, kırılgan dengeyi 12 günlük savaşla kıyaslanamayacak bir çatışmaya dönüştürebilir.

Çeviri: YDH

İlgili Haberler