İranlı Kürt meselesi ve Türkiye uzmanlarından Muhammed Hadi, sitemiz için kaleme aldığı “Kerkük Kardeşlik kenti mi Petrolün Başkenti mi?” başlıklı yazısının bu bölümünde Irak’taki Sünni, Şii ve Türkmen kesimlerinin Kerkük meselesine yönelik tutumunu analiz ediyor.
YDH-İranlı Kürt meselesi ve Türkiye uzmanlarından Muhammed Hadi, sitemiz için kaleme aldığı “Kerkük Kardeşlik kenti mi Petrolün Başkenti mi?” başlıklı yazısının bu bölümünde Irak’taki Sünni, Şii ve Türkmen kesimlerinin Kerkük meselesine yönelik tutumunu analiz ediyor.
Iraklı Sünniler ve Kerkük
2003 yılında sahip olduğu gücü kaybeden ve şu anda da gücü Şiilerin ve Kürtlerin elinde gören Iraklı Sünniler, Şiilerin ülkede mutlak hakimiyetini önlemek için büyük bir çaba sarf etmektedir. Iraklı Sünniler bu çerçevede de siyasi (içeride ve bölgede) propagandasal, mezhebi, hatta askeri yöntemlere başvurmakta dolayısıyla da asli önceliği, Şiilerin gücü kontrol etmesini önlemeye verdikleri için Kürtlerin adımları konusunda özelde de Kerkük’teki faaliyetleri hususunda çok ciddi bir hassasiyet göstermemektedirler.
Elbette bazı Arap ve Kürt akımları (Baasçılar ve Ensaru’s- Sünne) kendilerine özgü gerekçelerle Kerkük’te bazı terörist eylemlere başvurmaktadır; ama Iraklı Sünni siyasi gruplar, genel olarak Kerkük meselesi konusunda açık bir tutum almamakta; hatta bazen Kerkük meselesi söz konusu edildiğinde anayasanın 140. Maddesinin uygulanmasına onay vermektedirler.
Irk Uzlaşma Cephesi Sözcüsü Zafir el-Ani, Kürtçe yayın yapan Asu gazetesine 12 Temmuz 2007’de verdiği demeçte Irak Uzlaşma Cephesi’nin Kerkük’teki referandum ve Kerkük’ün Kürdistan bölgesine bağlanması ihtimali konusundaki görüşünü açıklayarak şöyle demektedir: “Sonuç her ne şekilde olursa olsun, biz halkın oyuna saygı göstereceğiz.”
Zafir el-Ani, Iraklıların hangi bölgeye katılacaklarını kendilerinin belirlemeye hakkı olduğunu söyleyerek “Irak Uzlaşma Cephesi, başından beri halkın iradesine saygılı olmuştur ve Kürt kardeşlerinin kendi haklarına kavuşması gerektiğini düşünmektedir” demişti. Irak Uzlaşma Cephesi Sözsüzü, ayrıca hükümetin Kerkük’ün normalleştirilmesi meselesi konusunda oluşturduğu mekanizmalara da değinerek şöyle dedi: “Biz anlaşmalara bağlıyız ve inanıyoruz ki, bu programların uygulanması, Kerkük sorununun çözümü için ortaya konmuş doğru ve barışçı politikalardır.”
Zafir el-Ani, Kerkük’e getirilmiş Arapların kendi yerlerine geri gönderilmesi konusunda da şöyle demektedir: “Biz, anayasanın belirlediği çerçevede hareket edilmesi konusunda anlaşmaya vardık.”
Uzlaşma Cephesi Sözcüsü’nün bu sözleri de göstermektedir ki, Iraklı Sünnilerin Kerkük ve Kürtler konusunda hassasiyetleri bulunmamaktadır. Şimdiye kadar da Baas rejiminin devrilmesinden sonraki dört yıllık tüm aşamalarda Kürtlerin tutumlarına ve aldıkları imtiyazlara yönelik hiçbir itirazları olmamıştır.
Yalnızca petrol meselesinde Kürtlerin yeni kaynaklardan tek taraflı olarak yararlanmalarından ve Şiilerin de güneyde kuracakları muhtemel bir federasyonla benzer bir mekanizmadan istifade etmelerinden korkan orta kesimlerdeki petrolden yoksun Sünniler, Kürtlerin petrol konusundaki yasa taleplerine karşı çıktılar.
Sünnilerin güneydeki federalizme karşı çıkmakla birlikte Kürdistan’ın federal bölge olmasına açıkça muvafakat ettiler. Bir başka deyişle Irak’ın konfederal olmasını kabul ettiler; zira ülkenin kuzeyinde federal bir Kürt bölgesi kurulursa ülkenin geri kalan kısmı bir Arap bölgesi olarak kalacaktı. Bu ise Kürtlerin anayasaya koymak için çok çaba gösterdiği bir husustu. Kürtler, Irak’ı; coğrafi, siyasi, demografik ve kültürel açıdan Arap ve Kürt diye iki kısma ayrılan bir ülke olarak tanımlamak ve bu tanımı anayaysa koymak için çalışıyordu. Yani Sünnilerin Kuzey Irak’ta kabul ettikleri federalizm, ya da karşı çıkmadıkları federal yapı, Kürtlerin öteden beri talep ettiği bir şeydi.
Şu anda Sünnilerin gündeme getirdiği anayasada değişiklik yapılmasına ilişkin öneriler de yalnızca Şiilerin iktidardaki gücünün azaltılmasına ve Sünnilerin gücünün arttırılmasına yönelik hususları kapsamakta söz konusu anayasa değişikliği önerisinde Kürtlerin sahip olduğu imtiyazların gözden geçirilmesine dair herhangi bir madde bulunmamaktadır. Bölgedeki Arap ülkeleri de yalnızca Irak’taki Sünni Arapların taleplerinin takipçisi olmakta ve Kürtlerle, özellikle de Kerkük meselesiyle ilgili herhangi bir tutum takınmamaktadırlar.
Fakat Iraklı Sünni grupların aksine Kerkük bölgesinde yaşayan Araplar, kentteki gelişmeler ve Kürt hakimiyeti konusunda kaygılı olduklarını ifade etmektedirler. Nitekim Kerkük il meclisinin Arap üyeleri Kürtlerin bölgede attığı adımlar karşısında itiraz etmekte anayasanın 140. Maddesinin uygulanmasına ve referandum yoluyla Kerkük’ün Kürdistan bölgesine bağlanmasına karşı çıkmaktadırlar.
Bununla birlikte Sünni Araplar, siyasi önceliklerindeki farklılık sebebiyle Kerkük konusundaki siyasi talepleri ile ilgili siyasi, idari ve propagandatif destek sağlayamamaktadırlar.
Iraklı Şiiler ve Kerkük
Şii siyasi grupların Kürt ve Kerkük meselesi konusundaki tutumu iki meseleden etkilenmektedir. Birincisi, Saddam’ın Baasçı rejiminin olağanüstü zulmünün, yıllar boyunca Kürtlere ve Şiilere yönelik gerçekleşmesi, Şiilerle Kürtler arasındaki ilişkilerin güçlenmesine ve derinleşmesine sebep olmuştur.
Öte yandan Sünni gruplardan Irak’taki Şiilere yöneltilen siyasi, mezhebi baskılarla mezhebi ve terörist saldırılar, Şiilerin Kürtlerle geçmişe dayanan siyasi ittifaklarının tam bir işbirliğine dönüşmesine sebep olmakta ve Şiiler, Kürtlerin siyasi taleplerine karşı çıkmayan bir tutum takınmaktadır.
Bununla birlikte Dr. İbrahim Caferi’nin Birleşik Irak İttifakı tarafından başbakanlığa yeniden aday gösterilmesi sırasında İbrahim Caferi’nin Kerkük konusundaki tutumundan rahatsız olan Kürtler Caferi’ye şiddetle karşı çıktılar. Ayrıca Birleşik Irak İttifakı Lideri Abdülaziz el-Hekim’in 2005’in son günlerinde Kürdistan bölgesine yaptığı gezi sırasında Kürtler, Dr. İbrahim Caferi’nin tutumu konusunda itirazlarını bildirmiş ve yapılan görüşmelerin eksenini Birleşik Irak İttifakı’nın anayasanın Kerkük konusundaki maddesine ne ölçüde bağlı olduğu konusu oluşturmuştu.
Abdülaziz el-Hekim’in, 2006’nın ilk gününde Kürdistan’da anayasanın Kerkük sorununun çözümü için belirlediği takvime bağlı olduklarını resmen ilan etmesine rağmen Kürtlerin İbrahim Caferi’nin başbakanlığına yönelik itirazları devam etti ve Birleşik Irak İttifakı, İbrahim Caferi yerine Nuri el-Maliki’yi başbakan olarak göstererek Kürtlerden güvenoyu alabildi.
Binaenaleyh, Şiilerin Kerkük meselesinde Kürtlerle paralel bir tutum takınmasının başlıca nedenlerini şu şekilde sayabiliriz:
1-Kürtlerle geçmişe dayanan stratejik ilişkiler.
2-Özellikle siyaset, propaganda ve terör alanlarında Sünnilerden yönelen baskılar ve Irak’ta yaşanan gelişmeler karşısında Kürtlerin desteğinden yararlanmanın zorunluluğu.
3-Ulusal Kurul’un ve meclisin faaliyetleriyle kabinenin kuruluşu sırasında Kürtlerle yapılan siyasi anlaşmalara bağlı kalınması.
4-Irak’ta Araplık temelindeki etnik bağın belirsizleşmesi ve Şii-Sünni gruplar arasındaki mezhebi ihtilafların şiddetlenmesi.
5-Kerkük konusunda bölgesel desteğe de sahip olan bir Arap konsensüsünün bulunmayışı sebebiyle genel olarak hükümetin kontrolünü elinde bulunduran Şiilerin de bu konsensüsün yanında yer alamayışı.
Bununla birlikte Şiiler arasında Mehdi Ordusu ve Sadr taraftarları gibi Kürtlerle belli bir siyasi ilişkisi bulunan Irak İslami Yüksek Konseyi’nden (Abdülaziz el-Hekim liderliğinde) ve Dava Partisi’nden (Nuri el-Maliki liderliğinde) farklı olan gruplar da bulunmaktadır ve bunlar Kerkük’ün statüsünün değiştirilmesini kabul etmemektedir. Hatta Kürtler ve Amerikalılar, Mehdi Ordusu’nun Kerkük’e milis kuvvet gönderdiğini de iddia etmiştir.
Öte yandan Kerkük meselesi, buradaki nüfus değişikliği ve çokça söz konusu edildiği üzere bazı bölgelerin ele geçirilmesi, buradaki insanların hayat şartları konularında Şii alimler, şu ana kadar görüş bildirmiş değildir. Zira malikiyet, başkasının malını tasarruf etmek, durumu bilinmeyen mülk, vakıflar, ölüden kalan mülk, (Şii, Sünni, Arap, Türkmen ve Kürt) şahıslarca halkın mülkünün gasp edilmesi, ailelerin göçe zorlanması vb. gibi halkın hayatıyla ilgili birçok konuda mevcut şartlarda dindar kişiler açısından şer’i hükümlere ihtiyaç vardır.
Türkmenler ve Kerkük
Türkmenler Kuzey Irak’ın en eski ve köklü kesimlerindendir ve geçen yüzyıldan bu yana yaşanan siyasi gelişmeler onların gücünü ve etkinliğini azaltmıştır. Ne nüfuslarıyla ilgili kesin verilere, ne belli bir bölgeye ne de Kürtler ve Araplar gibi bağlara sahip olan Türkmenler, mezhebi açıdan da Şii ve Sünni diye bölünmüş durumdadır. Güçlü siyasi hareketlere ve partilere sahip olamamak da bu kesimin bir diğer önemli sorunudur. Şii Türkmenler genellikle Şii partilerden özellikle Dava Partisi içerisinde yer alırken, Sünni Türkmenlerin Baas partisi döneminde belli bir siyasi partisi bulunmuyordu.
Kuzey Irak’ın merkezi hükümetin kontrolünden çıktığı 1991 yılında Erbil’deki Türkmenler, doğrudan Türk hükümeti ve ordusu tarafından desteklenen Türkmen Cephesi çatısı altında faaliyet göstermeye çalıştılar. Buna karşın Kürtler de Türkmen Cephesi dışında kalan bazı Türkmenleri desteklediler. Bu çerçevede KDP, Fransua Hariri (KDP’nin eski siyasi büro üyelerinden, düzenlenen suikast sonucu öldürüldü) aracılığıyla birçok küçük Türkmen grubu oluşturmaya çalıştı.
Baas rejiminin devrilmesinden sonra Türkmenler Irak’taki gelişmeler konusunda etkin bir rol oynama umuduyla faaliyetlerini Türkmen nüfusunun yoğun olarak bulunduğu Kerkük’e kaydırdı. Buna rağmen Kürtler, Kerkük il meclisi seçimlerinde oyların yüzde 59.7’sini alırken Türkmenler yalnızca yüzde 18.5 oy alabildi. Meclis seçimlerinde de Kerkük’te katılımın yüzde 36 oranında artmasına rağmen Kürtler yüzde 32’lik bir artışla oyların yüzde 54’ünü kazanırken, Türkmenler yalnızca yüzde 11 oy alabildiler. Bu da meclis seçimlerinde Türkmenlerin oyunun yüzde 14 oranında azalması anlamına geliyordu.
Bu veriler, Irak’taki Türkmen nüfusunun 3.5 milyon olduğunu ve bunların büyük bir çoğunluğunun da Kuzey Irak’ta ve Kerkük’te yaşadığını söyleyen Türkmenlerin ortaya koyduğu verilerin ne ölçüde gerçeği yansıttığını ortaya koyar niteliktedir. Türkmen Cephesi’nin meclis seçimlerinde, Irak genelinde 87993 oy alması (Irak genelinde seçime katılım oranı yüzde 75’ti) ve il meclisi seçimlerine kıyasla 14’lük bir düşüş yaşamış olması, Irak Türkmen Cephesi’nin Türkmenler arasında ciddi bir ağırlığının bulunmadığını göstermektedir.
Dolayısıyla Türkmenler arasında asgari bir nüfuza sahip olmayan böylesi zayıf bir örgütle Kerkük gibi son derece önemli ve stratejik bir meselede çok fazla bir başarı kazanılamayacağı açıktır. Binaenaleyh, Türkmen siyasi gruplarının mezhebi bağlılıklardan uzak bir anlayışla güçlendirilmesi, haklarının elde edilmesi konusunda Türkmenlere yardımcı olacaktır.
Merkezi hükümet ve Kerkük
Kürtler, Bağdat merkezi hükümetiyle ilişkilerinde gerek Gazi el-Yaver’in cumhurbaşkanı, İyad Allavi’nin de başbakan olduğu geçici hükümet döneminde gerek Ulusal Kurul (30 Ocak seçimleri sonrası oluşan meclis) ve İbrahim Caferi’nin başbakanlığı döneminde ve gerekse millet meclisi ve Nuri el-Maliki’nin başbakanlığı döneminde şu üç maddeyi temel eksen olarak ortaya koyuştur.
1-Irak’taki federal yapı ve Kürdistan federal bölgesinin kurulması.
2-Kürdistan bölgesi dışında kalan yerlerin, özellikle de Kerkük’ün bu bölgeye katılması.
3-Merkezi hükümete, kendi nüfusu oranında katılım (kendi nüfuslarının yüzde 25 olduğunu iddia etmektedirler)
Irak’ta federal bir yapı olduğu ve federal bir bölgenin bulunduğu hem geçici anayasada hem de daimi anayasada yer aldı. Merkezi hükümete katılım da hükümetin kurulmasındaki üç aşamada uygulandı. Fakat Kürt bölgelerinin, özellikle de Kerkük’ün Kürt bölgesine katılımı, bunun Irak hükümeti tarafından uygulanması gerektiği için şimdiye kadar uygulanamadı. Binaenaleyh Kürtlerin Bağdat hükümetiyle ilişkisi, Bağdat hükümetinin bu konuda atacağı adımlara bağlı gözükmektedir. İyad Allavi’nin başbakanlığı döneminde Irak İdari Yasasının 58. Maddesinin uygulanması doğrultusunda (geçici anayasa) Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin de onayıyla Kerkük’teki durumun normalleştirilmesi konusunda Başbakan başkanlığında 9 Şubat 2005’te bir komite kuruldu. Fakat İyad Allavi’nin başbakanlığının ömrünün kısa olması ve yapılan parlamento seçimlerinden sonra başbakan olarak Dr. İbrahim Caferi’nin komiteye başkanlık etmesi sebebiyle söz konusu komite fiilen başarısız oldu. Fakat geçici hükümetin başbakanı olan İbrahim Caferi de 22 Eylül 2005’te Irak Komünist Partisi Başkanı ve geçici hükümet kurulu üyesi Hamid Mecid Musa başkanlığında Kerkük’ün Normalleştirilmesi Yüksek Kurulu adlı bir komite kurdu. Komiteye içişleri, planlama, tarım, göçmen, bayındırlık ve iskan bakanlarıyla meclisin göçmen komisyonunun altı üyesi de katıldı.
Bu komite de İbrahim Caferi’nin 2005 yılındaki başbakanlığı döneminde yaşanan ağır güvenlik sorunları sebebiyle anayasanın 140. Maddesinin uygulanması konusunda etkili adımlar atamadı. Fakat Kürtler, İbrahim Caferi’nin geçici anayasanın 58. Maddesini uygulama konusunda ciddi bir özen göstermediğine, hatta bazı noktalarda bunun uygulanmasını önlemek için engeller çıkardığına inanıyorlardı. Bu yüzden de Kürtler, 15 Aralık seçimlerinden sonra Birleşik Irak İttifakı tarafından başbakan adayı olarak gösterilen İbrahim Caferi’ye, Kerkük konusundaki tutumundan dolayı muhalefet ettiler. Kürtler, İbrahim Caferi’nin yeniden başbakan olarak seçilmesi hususunda Sünni grupların ve İyad Allavi liderliğindeki el-Irakıye’nin oluşturduğu karşıt cepheye katılarak Caferi’nin yeniden başbakan olmasını engellediler. Binaenaleyh Kürtler, meclisteki oylarını bir sonraki hükümetin anayasanın 140. Maddesini uygulaması için bir baskı aracı olarak kullandı. Kürtlerin muvafakatini alan Dr. Nuri el-Maliki, ancak anayasanın 140. Maddesini uygulaması durumunda muhaliflerine karşı Kürtlerin oyunu yanında görebileceğini kesin olarak anlamış oldu. Binaenaleyh güvenoyu alabilmek için 20 Mayıs 2006’da mecliste okunan hükümet programının 22 maddesinde hükümetin Kerkük bölgesinin normalleştirilmesi için geçmiş yasalar doğrultusunda gerekli adımları atmakla yükümlü olduğunu belirti.
Bu çerçevede de başbakanlığa geçtikten sonra 18 Ağustos 2006’da üç Arap, 3 Kürt, 2 Türkmen ve 1 de Aşuri bakanlardan ve başbakan danışmanlarından oluşan 9 kişilik bir komite kurdu. Başkanlığını (İyad Allavi liderliğindeki) el-Irakıyye listesinden Sünni Arap kökenli Adalet Bakanı Haşim Şibli’nin yaptığı komite 200 milyon Dolarlık bir bütçeyle anayasanın 140. Maddesinin uygulanmasını takip etmekle görevlendirildi.
İki ay sonra bu komiteye iki Arap ve bir de Türkmen bakan daha eklendi ve komite üyelerinin sayısı 12 kişiye çıkarıldı. Komitenin yeniden işe başlamasıyla birlikte Kürtler, tıpkı İbrahim Caferi’nin başbakanlığı döneminde olduğu gibi komitenin faaliyetlerinin aksayacağından endişe ettiler. Talabani, 23 Mart 2007’de Barzani ile yaptığı görüşmede Kerkük referandumunun hiçbir şekilde ertelenmemesi gerektiğini belirtti.
Irak kabinesi de 27 Mart’ta 140. Maddenin uygulanması komitesinin kararlarını inceledi; ama bakanlar kurulundaki mevcut muhalefet yüzünden konuyu tamamlayamadı. Bunun ertesi günü, Mesut Barzani, Başbakan Nuri el-Maliki’ye mektup yazarak Irak hükümetinin anayasayı, özellikle de 140. Maddeyi uygulamasını istedi. Irak meclisindeki Kürt grubu da aynı konuda Başbakan Maliki’ye bir mektup yazdı.
Irak’ın Kürt kökenli Başbakan Yardımcısı Berhem Salih verdiği bir mülakatta “140. Maddenin uygulanması, Irak hükümeti açısından kahredici bir şeydir. Irak hükümetinin bu maddeye bağlılığı ve bunu uygulaması, Kürdistan İttifakı ile müttefik olan gruplar açısından temel bir meseledir ve şunu herkesin bilmesi gerekir ki Kerkük meselesi üzerinde uzlaşılabilecek bir mesele değildir” dedi.
Yapılan baskılardan sonra sonunda 29 Mart 007’de Bakanlar Kurulu uzun süren müzakerelerin ardından 140. Maddeyi uygulama komitesinin kararlarının çoğunu kabul etti. Kabul edilen dört ana ilkenin iki fıkrası, Kürtlerle ilgiliydi ve bunlar da Kürt mültecilerin Kerkük’e dönüşüyle ve Baas rejimi döneminde işten çıkarılan personelin eski işlerine iade edilmesiyle ilgiliydi.
Kabul edilen kararların Araplarla ilgili iki fıkrası da Arapların “istemeleri halinde” güneydeki ve orta kesimlerdeki eski yerlerine gönderilmesini, bunlara bir miktar arazi verilmesini, her aileye 20 milyon Irak Dinarı ödenmesini ve Baas rejimi döneminde Kerkük için çıkarılan ziraat ve malikiyetle ilgili yasa ve genelgelerin lağvedilmesini öngörüyordu.
Şunu da belirtmek gerekir ki “istemeleri halinde” ifadesi bakanlar kurulunda uzun süren tartışmalar sonunda 140. Madde komisyonunun Arapların dönüşü ile ilgili kararına ilave edildi.
Maliki kabinesinin onayladığı karardan sonra, el-Irakıye (İyad Allavi grubu) Uzlaşma Cephesi (Sünni Araplar) ve Birleşik Irak İttifakı (Liderliğini Abdülaziz el-Hekim’in yaptığı grup) milletvekilleri, 31 Mart 2007’de bir bildiri yayınladı. El-Irakıye milletvekillerinden Usame Necefi tarafından mecliste okunan bildiride söz konusu karar zalimce olarak nitelendi ve mahkum edildi.
Bildiride ayrıca Başbakan Maliki’den anayasa maddelerini adilce uygulaması ve Kerkük’ün geleceğiyle ilgili olarak partisel çıkarlar doğrultusunda hareket etmemesi istendi. Bildirinin sonunda merkezi hükümetteki boşluk, hükümetin Kerkük’te siyaset ve güvenlik alanında gerekli rolü oynayamaması ve Kürdistan bölgesinin Kerkük üzerindeki hakimiyeti vurgulanarak 140. Maddenin uygulanabilmesi için sağlıklı bir programın uygulanamadığı ifade edildi.
Fakat bakanlar kurulu, 140. Maddeyi Uygulama Komitesi’nin kabul edilen kararları konusunda meclis onayının gerekmediğine ve kabul edilen söz konusu dört kararın uygulanmasının, Arapların Kerkük’ten diğer bölgelere dönmesinin ve Kerkük’teki Kürtlerin konumunun güçlendirilmesinin uygulamaya yardımcı olacağına inanmaktadır.
Bununla birlikte meclis, (meclisteki belli başlı gruplar) Maliki hükümetinin Kerkük konusundaki kararına karşı çıkarak hükümetle ilk defa karşı karşıya gelmiş oldu. Bu noktada Maliki hükümetinin asli destekçisi olan Birleşik Irak İttifakı’nın da yer alması dikkat çekicidir.
Daha da önemlisi, Iraklı Araplar ve Türkmenler, ilk defa siyasi ve mezhebi eğilimlerden bağımsız bir şekilde Kerkük’ün durumu ve Kürtlerin kontrolü konusunda tepki gösterdiler. Kerkük’e daha önce getirilen Araplarla ilgili olan maddeye 140. Maddenin uygulanmasına karşı olan bakanlar tarafından “istemeleri halinde” ifadesinin konulması, 140.maddenin bütünüyle ve hızlı bir şekilde uygulanmasını engelleyen bir ortam hazırlamıştır. Zira Kerkük’ten ayrılmaya niyetli olmayan ve sayıları da dikkate değer derecede olan Araplar, Kerkük’le ilgili gelecekte yapılacak referandumda etkili olabileceklerdir.
Kararın bakanlar kurulu tarafından kabul edilmesinden dört gün sonra Kerkük’ün Kürtlerin yaşadığı Rahim Abad mahallesinde bir kız okuluna düzenlenen bombalı saldırıda 12 kişi öldü 152 kişi de yaralandı. Siyasi gözlemciler, bu eylemin 140. Maddenin uygulanmasına karşı olanların Kürtlere verdiği bir mesaj olduğu değerlendirmesini yaptılar.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu