''Türkiye’nin Yılmaz’ı ataması sıradan bir diplomatik hamle olarak okunamaz. Aksine, Suriye dosyasının inceliklerini ve karmaşıklıklarını bilen, “Ulusal Ordu” da dahil olmak üzere yeni kurulan Suriye ordusunu oluşturan grupların liderleriyle yakın ilişkileri olan bir “özel elçi” niteliğinde. Ankara’dan maaş almaya devam eden, bağımsızlığını koruyan ve öncelikli olarak SDG tarafından kontrol edilen bölgelerle temas hatlarında konuşlanan Ulusal Ordu da bu kapsamda yer alıyor.''
YDH- El-Ahbar yazarlarından Emir Ali, Türkiye’nin Suriye’deki nüfuzunu güçlendirme ve kontrolünü pekiştirme çabalarını değerlendirdiği yazısında, Nuh Yılmaz’ın Şam Büyükelçisi olarak atanmasının ardındaki temel amacı araştırıyor. Yılmaz’ın sahadaki etkisini ve Ankara’nın Suriye’yi yeniden yapılandırma hedeflerini, somut örneklerle gözler önüne seren Emir Ali, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası aktörlerle (İsrail, ABD, Rusya) olan ilişkilerinin hassasiyetini ve bu güçler karşısında nüfuzunu koruma ile yönlendirme çabasını da ortaya koyuyor.
Ankara, Suriye dosyasındaki nüfuzunu pekiştirmek amacıyla geçen yılın sonunda Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından atanan Maslahatgüzar Burhan Köroğlu’nun yerine Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz’ı Şam Büyükelçisi olarak atadığını açıkladı.
Bu adım, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda gerçekleşen bir dizi idari değişikliğin parçası olarak dikkat çekiyor ve Türkiye’nin, İsrail’in kritik bir aktör olarak yer aldığı çok taraflı nüfuz mücadelesinin ortasında, güney komşusu Suriye’de nüfuzunu sağlamlaştırma yönündeki kararlı çabasını açıkça yansıtıyor.
Yüksek Stratejik Konsey’in yürütme organı ve Suriye dosyasından sorumlu Teknik Koordinasyon Komitesi’nin başkanı olan Yılmaz, son yıllarda bu dosyanın tasarımını yönlendiren en önde gelen Türk yetkililerden biri.
Uzun yıllar Türk istihbarat teşkilatında görev yapan Yılmaz, Türkiye’nin Suriye politikasının yeniden şekillendirilmesinde kilit rol oynadı. Eski rejimin devrilme planlayıcılarından biri olarak kabul ediliyor ve mevcut geçiş hükümetiyle kurduğu güçlü bağlar, ona Suriye sahasında belirgin bir nüfuz sağlıyor; zira geçiş hükümeti (Heyet Tahrir eş-Şam) İdlib’den ülkeyi kontrol ediyor.
Yılmaz’ın atanması, bir bakan yardımcısının büyükelçiliğe geçirilmesi bakımından Dışişleri Bakanlığı içindeki hiyerarşiyi sarsan sürpriz bir hamle olsa da, Türkiye’nin Suriye dosyasındaki kontrolünü sıkılaştırma ve başta İsrail olmak üzere bölgesel aktörlerin artan etkisi karşısında kendi yaklaşımını dayatma konusundaki kararlılığını gözler önüne seriyor.
Bu adım, Türkiye’nin Suriye’de eşi görülmemiş bir nüfuz elde etmesi ve ABD’nin Suriye’de denge kurma çabalarıyla (Thomas Barrack aracılığıyla) birlikte değerlendirildiğinde önem kazanıyor. Barrack, aynı zamanda ülkesinin Türkiye büyükelçisi olarak görev yapıyor ve görev süresinin uzatılmasına ilişkin kararın, Suriye işleri elçisi olarak atanmasının ardından önümüzdeki günlerde alınması bekleniyor.
Türkiye’nin Suriye’deki son büyükelçisi Ömer Onhon’un atanmasından yaklaşık 13 yıl sonra, Yılmaz’ın ataması sıradan bir diplomatik hamle olarak okunamaz. Aksine, Suriye dosyasının inceliklerini ve karmaşıklıklarını bilen, “Ulusal Ordu” da dahil olmak üzere yeni kurulan Suriye ordusunu oluşturan grupların liderleriyle yakın ilişkileri olan bir “özel elçi” niteliğinde. Ankara’dan maaş almaya devam eden, bağımsızlığını koruyan ve öncelikli olarak SDG tarafından kontrol edilen bölgelerle temas hatlarında konuşlanan Ulusal Ordu da bu kapsamda yer alıyor.
İkincisi, İsrail’in Ankara’yı kuzeye hapsedip ülkenin merkezine doğru genişlemesini engelleyen nüfuz hatları sonrasında, Türkiye için Suriye’deki en hassas iki konuyu oluşturuyor. Türkiye, geçen Nisan ayında Humus kırsalında İsrail bombardımanına maruz kalmadan önce bir askeri üs kurma girişiminde bulunmuştu.
Öte yandan SDG dosyası, Kürtler ile merkezi geçiş yönetimi arasında, HTŞ lideri Colani ile SDG komutanı Mazlum Abdi arasında imzalanan 10 Mart anlaşması bağlamında derinleşen anlaşmazlıklar nedeniyle giderek karmaşık bir çıkmaza dönüşüyor.
Ankara’nın, bu anlaşmanın tamamlanması için belirlenen son tarih ışığında Yılmaz’ı yıl sonundan önce atama çabası, SDG üzerinde hem siyasi hem medyatik baskı kurma ve askeri operasyon tehdidini sahaya yansıtma bağlamında anlaşılabilir; bu baskı, Deyr ez-Zor kırsalındaki Mahkan ve Keşme kasabalarında yaşanan çatışmalara da yansımış durumda.
Bu cephe, ABD’nin 7 Ekim’de Halep’te yaşanan şiddetli çatışmaların ardından Kürtlerin kontrolündeki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerini geçici olarak şiddet dalgasından muaf tutmasının ardından Halep kırsalı ve Tişrin Barajı çevresinde kurulan önceki cephelere ekleniyor.
2008-2011 arasında SETA’nın Washington ofisini yöneterek medya ve ekonomi alanında deneyim kazanan ve NATO Savunma Koleji dahil uluslararası kurumlarda ileri düzey eğitim programlarına katılan Yılmaz’ın atanması, Suriye’nin ABD öncülüğünde uluslararası izolasyondan çıkmaya başladığı bir döneme denk geliyor.
ABD, Suriye dosyasında kısmi başarı elde etmeye çalışıyor; bu çabalar, ülkeye uygulanan yaptırımların kaldırılması ve Colani ile HTŞ bakanı Enes Hattab’ın isimlerinin BM yaptırım listesinden çıkarılması girişimleriyle sürüyor. Bu başarı, Türkiye’ye Suriye dosyasından “aslan payını” elde etme ve Suriye topraklarında ekonomik varlığını genişletme imkânı sunuyor.
Her durumda, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden sosyoloji doktorası olan ve Arapça ile İngilizce’yi akıcı şekilde konuşan 49 yaşındaki Yılmaz’ın görevi kolay olmayacak.
Mevcut geçiş dönemi otoritelerinin yapısı ve bölgesel ile uluslararası güçlerle (Suudi Arabistan, ABD, hatta Rusya) genişleyen ilişkiler göz önüne alındığında, Yılmaz sahada kesinlikle kritik bir oyuncu olacak ve Ankara’nın hedeflediği şekilde Suriye’yi yeniden yapılandırma misyonunu kararlılıkla sürdürecek.
Çeviri: YDH