Suriye'de leş için rekabet: Körfez-Siyonist-Türk yarışı

img
Suriye'de leş için rekabet: Körfez-Siyonist-Türk yarışı YDH

''Suriye’yi saran kaos ortamında, Şam’ı deviren taraflar, avlarını ele geçirmek için milyarlarca dolarlık petrol parası harcadıktan sonra Suriye ganimetlerinden pay kapmak için yarışıyorlar. Çatışma bugün de devam ediyor; sonucu ne olursa olsun, Amerikan Babaları safları birleştirme ve müttefikler arasında fikir birliği sağlama kapasitesine sahip.''




YDH- El-Ahbar yazarlarından Bedir el-Hac, Suriye’de süregelen iç ve dış güç mücadelelerini, ülkenin tarihsel kırılganlığını ve dış müdahalelere açıklığını tartıştığı yazısında, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve diğer aktörlerin stratejik, ekonomik ve askeri çıkarlarını ve bunun Suriye’de yarattığı kaosu gözler önüne sererken ABD-İsrail’in, bölgedeki stratejik çıkarları için sahayı yönlendirdiğini vurguluyor. Tarihsel hafızanın bugünkü müdahaleleri anlamak için kritik olduğunun altını çizen el-Hac'a göre, ABD, ''Suriye'nin leşinin'' kimin eline geçeceğini belirleyen nihai hakem konumunda.

Savaşın pençesindeki Suriye’nin kontrolü için yürütülen mücadele, Levant’ta “demokrasi” yayma iddiasıyla ittifak kuran güçlerin arasındaki yarışta zirveye ulaşmış durumda.

Suriye tarih boyunca, ister Batılı sömürgeci güçlerin müdahalelerine, ister 1. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan rakip Arap eksenlerinin hırslarına karşı savunmasız kaldı.

Fransız ve İngiliz güçlerinin işgali döneminde Levant, iki işgalci güç arasında bölgenin tek taraflı kontrolü için verilen mücadeleye sahne oldu.

Fransızlara karşı, General Spears ile Özgür Fransa lideri General de Gaulle arasında derin nefret besleyen Winston Churchill koordinasyonuyla onlarca girişim, Fransızları Suriye’den kovmaya yönelik çabalar içinde yer aldı.

Amerika Birleşik Devletleri, “bağımsızlık” sonrasında bölgede çatışma arenasına girdi; bu çatışma hâlâ sürüyor. Çatışma, Siyonist projeye doğrudan tehditlerle ve ABD'den koşulsuz destekler olarak tezahür ediyor. Siyonist liderler ise, Siyonist rüyayı Nil’den Fırat’a dek gerçekleştireceklerini açıkça ifade ediyorlar.

1948 Nakba’sının ardından, Amerikan istihbaratı; Şam’daki Amerikan askeri ataşesi Richard Mead tarafından hazırlanan bir plan doğrultusunda, 30 Mart 1949’da Suriye’deki milliyetçi hükümeti devirdi. Bu devrilmenin aracı subay Hüsnü ez-Zaim oldu.

Rejimin çöküşüne yol açan nedenler arasında Suriye’nin İsrail’i tanımayı reddetmesi ve daha da önemlisi, Tapline şirketinin sağladığı yetersiz gelirler nedeniyle Tapline boru hattının Suriye topraklarından geçişine ilişkin anlaşmayı imzalamayı reddetmesi bulunuyordu.

Hüsnü ez-Zaim’in iktidarı, 14 Ağustos 1949’da gerçekleşen bir karşı darbeyle sona erdi. Ancak kısa süreli görevi boyunca, 16 Mayıs’ta alelacele Tapline anlaşmasını imzaladı.

''İsrail Devleti''ni tanıma meselesinde ise, Suriye Dışişleri Bakanı Adel Arslan’ın anılarında aktardığına göre Hüsnü ez-Zaim, David Ben-Gurion ile görüşme arzusundaydı; Ben-Gurion ise onu hor görüp görüşmeyi reddetmişti.

Bugün aynı sahne yeniden oynanıyor. Siyonistler Şam kapılarında; el-Kaide güçleri ise işgalciyle bir güvenlik anlaşması imzalamak için yoğun çaba gösteriyor... fakat Siyonistlerin şartları var.

Bu karmaşa ve Suriye’yi saran kaos ortamında, Şam’ı deviren taraflar —Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad bin Casim bin Cabir es-Sani’nin belirttiği gibi— avlarını ele geçirmek için milyarlarca dolarlık petrol parası harcadıktan sonra Suriye ganimetlerinden pay kapmak için yarışıyorlar.

Suriye toprakları ve doğal kaynakları için yarışanların ön saflarında Siyonist düşman yer alıyor.

Şam’ın el-Kaide’nin eline geçmesi; Suriye ordusunun ve askeri üslerinin, kışlalarının, havaalanlarının, silah depolarının ve bilimsel araştırma merkezlerinin imha edilmesi ve personelinin dağıtılması süreciyle aynı zamana denk geldi; bu süreç Siyonist ordunun Suriye topraklarına ilerlemesiyle örtüştü. İsrail ile çatışmanın başlangıcından bu yana ilk kez eş-Şeyh Dağı'nın tüm stratejik noktaları Siyonist kontrolüne geçti.

E-Şeyh zirvelerinden, subaylarla çevrili halde konuşan Netanyahu, “Buradan ayrılmayacağız ve Güney Suriye’nin silahsızlandırılmasını istiyoruz” dedi.

Şam’ın tahıl ambarı sayılan Golan Tepeleri’nin tamamı ve Güney Suriye’nin geniş alanları işgal edilmiş; İsrail tankları artık başkente sadece birkaç kilometre uzaklıktaydı. Dahası, Siyonistler Cebel el-Arab’daki Dürzilerin artık “korumaları” altında olduğunu ilan etti.

Tüm bunlar, NATO destekli “cihatçı” isyancılar tarafından tek bir kurşun atmadan, usulca gerçekleştirilmişti. Öte yandan Siyonistler, Kürtleri de Dürziler gibikorumaları” altında tuttuklarını ilan ederek, İsrail’in Kürt örgütleriyle ilişkilerinin güçlü olduğunu vurgulamış oldu.

Düşmanın Şam’daki yeni iktidar yapısında da söz hakkı bulunuyordu. Siyonistler ile Şam yöneticileri arasında güvenlik anlaşmasına yönelik doğrudan görüşmeler sırasında, görüşmelere katılan Siyonist subay Moşe Elad, “Görüşmeler sırasında Suriye ordusu meselesi ele alındı ve Suriyeliler, İsrail’in bir Suriye ordusu kurulması konusundaki görüşünü sordular,” dedi. 

Elad, İsrail’in Suriye’de bir ordu kurulmasına izin vermeyeceğini ve yalnızca güçlü bir polis gücü kurulmasını kabul edeceğini vurguladı.

Türkler, dünyanın dört bir yanından cihatçıların Suriye’ye girişini kolaylaştırmakta ve silahlandırmakta kilit rol oynayarak ganimetten paylarını almaya çalışırken, Suriye'nin boynundaki ilmik kuzeyden daralıyor.

Arap parası, işgal altındaki İskenderun bölgesinde cihatçı gruplar arasındaki operasyonları denetlemek ve koordine etmek üzere “Barış Kalkanı” adı altında bir askeri harekât odası kurulmasını da içeren yıkım savaşını sürdürmek üzere Türklerin kasalarına aktı.

Dahası ve en önemlisi, Halep’in sanayi kentindeki tüm büyük fabrikalar yağmalanıp Türkiye’ye nakledildi. Tıpkı Siyonistlerin Güney Lübnan’daki kadim zeytin ağaçlarını söküp Filistin’e nakletmesine benzer şekilde Türk vekiller de aynısını yaptı.

Mevcut rejimi güçlü bir şekilde desteklediklerini iddia eden Türkler, yeni bir Suriye ordusu kurmak istediklerini söylüyorlar. Siyonistler bu hamleye karşı uyarıda bulundu ve Türk teçhizatının nakledildiği bazı askeri kışlaları bombaladılar.

Her hâlükârda Suriye konusundaki Siyonist–Türk rekabeti, Amerikalı üstadın tüm engelleri ortadan kaldırmasıyla kamuoyuna yapılan açıklamaların ötesine geçmeyecektir. Katarlılar da, önceki rejimin devrilmesinde oynadıkları öncü rol göz önüne alındığında, pay talep ediyor ve Türkler onlara belli bir pay garantisi verebilir.

Diğer bir oyuncu olan Suudiler ise heyetler gönderip büyük ekonomik yardımlar vaat ederek sahneye çıktı. Bunlardan bazılarını —örneğin Şam’da devasa bir kule inşa etme projelerini— şimdiden duyurdular. Savaşın mağduru olan, yerinden edilmiş ve yoksul Suriyelilerin umutları böylece bir nebze olsun canlandı; kulenin inşasıyla gönülleri ferahladı. 

Suudiler, Suriye’de pay kapma yarışında Türkler ve Katar ile rekabet ediyor. Çatışma bugün de devam ediyor; sonucu ne olursa olsun, Amerikan Babaları safları birleştirme ve müttefikler arasında fikir birliği sağlama kapasitesine sahip.

İronik biçimde MOC operasyon odasına ev sahipliği yapan Ürdün rejimi bile, özellikle su kaynakları konusunda Güney Suriye’de pay ve nüfuz sahibi olma arzusunu ortaya koyuyor. Amerikan yönetimi de Ürdün rejimine bunu sağlayacak.

Bu karmaşık ortamda nihai belirleyici güç Amerikalıların elinde bulunuyor. İsrail’in çıkarları Amerikalılar için en üst düzey öncelik ve aynı zamanda rakip gruplar üzerindeki Amerikan kontrolü, Suriye’nin çöküşüne katkıda bulunan her ülkenin alacağı payı belirleyecektir.

Tüm taraflar arasında nihai bir anlaşma sağlanana dek cinayetler, sivil kaçırmalar ve özel mülklere zorla el koymalar devam edecek.

Batılı ülkeler, Suriye’de savaşan yabancı cihatçıların etkisini sona erdirmek istiyor. Rejim ise bu taleplere karşılık gösteriş olarak bazı önlemler alıyor ya da söz veriyor; yani Batı’yı “tatmin etmeye” çalışıyor.

El-Kaide rejimi kendi bakış açısından, bu yabancı cihatçılardan gerçek anlamda temizlenmenin zamanı geldiğini söylüyor; yani Batı’yı yatıştırmanın ötesinde bunları fiilen ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Kan hâlâ akıyor; ama “devrim kazandı”, değil mi?

Çeviri: YDH