"Hesap verebilirlik talep etmeyen, aksine Gazze Şeridi’nde İsrail’in hedeflerini ilerletmek üzere tasarlanmış bir misyona çok uluslu bir askeri gücü dahil etmeye çalışan bir kararın kabul edilmesi özellikle vahimdir."
YDH - İşgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan gazeteci ve analist Robert Inlakesh, Press TV kanalının internet sitesinde yer alan değerlendirmesinde, ABD'nin yoğun baskısıyla kabul edilen ve Trump'ın planını BMGK kararına dönüştüren 2803 sayılı kararın, Filistinlileri dışlayan ve İsrail işgalini meşrulaştıran bir "rejim değişikliği" operasyonu olduğuna dikkat çekiyor. Yazar, kurulacak olan "Barış Kurulu" ve "Uluslararası İstikrar Gücü"nün aslında Gazze'de bir ABD-İsrail vesayeti kurmayı ve direnişi silahsızlandırmayı amaçladığını vurguluyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın sözde “Gazze barış planı”na ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 2803 sayılı Kararı, pazartesi günü 13 lehte oyla kabul edilirken yalnızca Rusya ve Çin çekimser kaldı.
Washington, son iki yıldır Gazze’deki soykırımı sona erdirmeyi amaçlayan çabaları engellemek için veto yetkisini defalarca kullanmış olsa da bu kez kırılgan “ateşkes” anlaşmasını koz olarak kullandı. Böylece, kuşatma altındaki Filistin topraklarına yönelik soykırım saldırısı nedeniyle İsrail’i fiilen ödüllendiren tasarıyı kabul ettirdi.
ABD, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım savaşını durdurmayı amaçlayan altı ayrı BMGK karar tasarısını veto etti. Bu durum, uzun süredir devam eden bir örüntüyle örtüşüyor: ABD, 1970’ten beri İsrail’i eleştiren veya kınayan tasarıları reddetmek için en az 51 kez veto yetkisini kullandı.
Trump yönetimi, Başkan Joe Biden liderliğindeki önceki yönetimin benimsediği yaklaşımı sürdürerek, en son Eylül 2024’te olmak üzere vetoyu iki kez kullandı.
ABD’nin çekimser kalarak geçmesine izin verdiği ve soykırım sürecindeki tek örnek olan BMGK 2728 sayılı Karar tasarısı, 25 Mart 2024’te sunulmuştu. Tedbir, o dönemde yaklaşık iki haftası kalan İslam aleminin kutsal ayı Ramazan’ın geri kalanı için geçici bir ateşkes çağrısında bulunuyordu.
Tasarının 14’e 0 oyla kabul edilmesinin hemen ardından, İsrail rejimi yetkilileri ve yerleşimci gruplar, dönemin başkanı Joe Biden’ı ve yönetimini eleştirdi.
BM Şartı’nın 25. Maddesi uyarınca tüm Güvenlik Konseyi kararlarının tarihsel olarak bağlayıcı kabul edilmesine rağmen Washington, 2728 sayılı Karar’ın bağlayıcı olmadığını hızla ilan etti. Bu aslında İsrail’e Güvenlik Konseyi kararlarını, herhangi bir yaptırımla karşılaşmadan görmezden gelebileceği mesajını veriyordu ki İsrail de tam olarak bunu yaptı.
Bir diğer 'rejim değişikliği' operasyonu
Temelde Trump’ın tartışmalı “20 maddelik planı” olan BMGK 2803 sayılı Karar’ın geçmesiyle birlikte Beyaz Saray, bu tedbiri artık bağlayıcı olarak ele alıyor.
Plan, pek çok Filistinlinin kendilerini temsil etmediğini düşündüğü Filistin Yönetimi (FY) dışındaki tüm Filistinli siyasi gruplar ve direniş hizipleri tarafından reddedildi.
Karar bir bütün olarak Filistinlilerce taraflı bulunan, İsrail ve Arap rejimlerinin çıkarlarına hizmet etmek üzere tasarlandığı düşünülen bir metin olsa da iki hüküm mutlak surette kabul edilemez olarak öne çıkıyor: önerilen Barış Kurulu (BK) ve Uluslararası İstikrar Gücü (UİG).
Sözde “Barış Kurulu”na bizzat Donald Trump başkanlık edecek ve bu kurul, Gazze Şeridi’ni fiilen yöneten idari otorite işlevi görecek. Uygulamada bu durum, Trump’ı Gazze’nin seçilmemiş hükümdarı yapacak; Trump ve henüz isimleri açıklanmayan yetkililer, yeniden inşa, yardım dağıtımı ve ateşkes uygulamasının tüm yönleri üzerinde tam yürütme yetkisine sahip olacak.
Barış Kurulu resmen geçici olarak tanımlansa da görev süresinin 31 Aralık 2027’de yenilenmesini gerektiren yetki belgesi dışında net bir zaman çizelgesi belirlenmiş değil; bu da ABD öncülüğündeki yabancı işgalinin Gazze’de en az bir yıldan uzun süreceği anlamına geliyor.
Bir de daha derin endişeler yaratan Uluslararası İstikrar Gücü var. Amerika Birleşik Devletleri liderliğinde, hem İsrail hem de Mısır ile “yakın istişare ve işbirliği içinde” faaliyet gösterecek olan UİG, bir BM barış koruma misyonu olmayacak.
Aksine bu güç, açıkça Filistinli direniş gruplarıyla çatışmak ve onları silahsızlandırmakla görevlendirilmiş yabancı bir işgal gücü olacak. Niyet, şu alıntıdan açıkça anlaşılıyor:
“UİG; sınır bölgelerinin güvenliğini sağlamaya yardımcı olmak; askeri, terör ve saldırı altyapısının imhası ve yeniden inşasının önlenmesi ile devlet dışı silahlı grupların silahlarının kalıcı olarak devreden çıkarılması dahil olmak üzere Gazze Şeridi’nin askerden arındırılması sürecini güvence altına alarak Gazze’deki güvenlik ortamını istikrara kavuşturmak; insani operasyonlar dahil sivilleri korumak; onaylanmış Filistin polis güçlerini eğitmek ve destek sağlamak; insani yardım koridorlarını güvence altına almak için ilgili devletlerle koordinasyon sağlamak ve Kapsamlı Plan’ın desteklenmesi için gerekli olabilecek bu tür ek görevleri üstlenmek amacıyla, mevcut anlaşmalarına halel getirmeksizin İsrail ve Mısır’ın yanı sıra yeni eğitilmiş ve onaylanmış Filistin polis gücüyle birlikte çalışacaktır.”
Başka bir deyişle bu, Gazze Şeridi’ni tamamen askerden arındırmayı amaçlayan BMGK yetkili bir “rejim değişikliği” operasyonu. Aynı zamanda herhangi bir büyük siyasi parti, hizip ya da işgal altındaki Batı Şeria merkezli Ramallah’taki Filistin Yönetimi ile bağlantısı olmayan bir Filistin “polis gücü” için el yordamıyla asker toplanmasını içeriyor.
Görünüşe göre bu yeni Filistin gücünün bir kısmını, İsrail’in yasa dışı olarak işgal ettiği Gazze bölgesi içinde kontrol ettiği, IŞİD bağlantılı dört işbirlikçi ölüm timi oluşturacak.
Kararda ayrıca UİG’in “sivilleri koruyacağı” belirtiliyor; ancak Gazze’deki sivillere yönelik birincil tehdidin, UİG’in karşı karşıya gelmeyeceği, aksine koordinasyon içinde çalışacağı İsrail ordusu olduğu düşünüldüğünde bu iddia inandırıcılığını yitiriyor. ABD, Filistinli “devlet dışı silahlı güçleri” bir tehdit olarak tanımlıyorsa bu mantığa göre onların silahsızlandırılması bir koruma gücüne duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmalıdır.
Üstelik yeni “Filistin polis güçleri”, BM nezdinde Filistin Devleti’ni temsil eden Filistin Yönetimi altında faaliyet göstermeyecekleri için teknik olarak kendileri de devlet dışı aktörler konumunda olacak.
Öyle olsalar bile ne ABD ne de İsrail rejimi Filistin’i bir devlet olarak tanıyor. Dolayısıyla, yeni “Filistin polis güçlerini” silahlandırmak, teknik açıdan silahlı bir devlet dışı aktör yaratmak anlamına gelecek ve bu yapı belki de İsrail’in Güney Lübnan Ordusu benzeri bir oluşuma hazırlanıyor olabilir.
ABD kontrolündeki BM sisteminin başarısızlıkları
Başlangıçta hem Rusya hem de Çin, Filistin halkına karşı doğası gereği önyargılı olduğunu belirterek ABD’nin karar tasarısına itiraz etmişti. Moskova, karşı bir tasarı önerisi bile sunmuş, bu da BMGK 2803 sayılı Kararını veto edeceği spekülasyonlarına yol açmıştı.
Buna karşılık ABD, Rusya veya Çin’den birinin kararı veto etmesi halinde, sanki henüz bozulmamış gibi, İsrailli müttefiklerine ateşkesi bozma konusunda yeşil ışık yakacağı sinyalini verdi.
Aynı zamanda, Hamas’ın Cezayir’e karşı çıkması yönünde doğrudan çağrıda bulunmasına rağmen, BM Güvenlik Konseyi’nin Arap ve Müslüman çoğunluklu üyeleri tasarıyı övmeye başladı.
Bu devletler, birçok Filistinlinin “rejim değişikliği” kararı olarak gördüğü şeyi desteklemek için sıraya girdi; hatta Cezayir, Trump’a övgüler düzdü.
Bu durum Pekin ve Moskova’yı zor bir konumda bıraktı: Ya vetolarını kullanarak ateşkesin tamamen çökmesini göze alacaklar ya da çekimser kalarak itirazlarını kenardan dile getireceklerdi.
Nihayetinde ikincisini seçtiler ve ABD’nin gündemini Güvenlik Konseyi’nden geçirmesine izin vererek Washington’ın küresel sahnedeki hakimiyetini bir kez daha göstermiş oldular.
Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vasiliy Nebenzya, oturum sırasında yaptığı uyarıda, kararın mevcut ifadesiyle UİG’in savaşın bir tarafı haline gelebileceğini belirtti. Ayrıca ABD’yi, üye devletlerin desteğini sağlamak için onlara baskı yapmakla suçladı.
Çin’in BMGK Daimi Temsilcisi Fu Çong da benzer şekilde, ABD’nin “Konseyi Gazze’nin geleceği ve kaderi konusunda kritik bir karar almaya zorladığını” savunarak, üye devletlerce dile getirilen birçok endişenin görmezden gelindiğini ekledi.
“Üyeler arasında büyük endişeler ve ciddi görüş ayrılıkları sürerken, metni kaleme alan taraf Konseyi karar tasarısı üzerinde harekete geçmeye zorladı. Konsey üyelerine saygısızlık teşkil eden ve Konseyin birliğini zedeleyen bu yaklaşımdan derin hayal kırıklığı duyuyoruz” diye devam etti.
Tüm bunlara rağmen Uluslararası Kriz Grubu BM Direktörü Richard Gowan, kararın kabul edilmesini “kazan-kazan” durumu olarak nitelendirdi. Gowan, “Bu, Trump için diplomatik bir zafer olduğu kadar BM’nin önemini koruduğunun da bir göstergesi” ifadelerini kullandı.
Hem Rusya hem de Çin, ABD baskısına boyun eğdikleri ve Filistin halkına ihanet ettikleri gerekçesiyle insan hakları savunucuları ve internet kullanıcılarından ciddi eleştiriler aldı.
16 Eylül’de bir Birleşmiş Milletler soruşturma komisyonu, İsrail’in Gazze Şeridi’nde soykırım işlediğini tespit etmişti.
Bir önceki ay, Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması’nın (IPC) kuşatma altındaki bölgede kıtlık yaşandığını ilan etmesinin ardından BM Genel Sekreteri António Guterres, “Kıtlık gıdayla ilgili değildir; insan yaşamı için gerekli sistemlerin kasıtlı olarak çökertilmesidir” değerlendirmesinde bulunmuştu. Guterres, “Bu insan yapımı bir felaket, ahlaki bir itham ve insanlığın bizatihi başarısızlığıdır” diye eklemişti.
Ayrıca, BM’nin temel yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’in defalarca görmezden geldiği bir dizi karar aldı ve bu ihlaller çok sayıda BM kuruluşu tarafından kapsamlı bir şekilde belgelendi.
Birleşmiş Milletler’in, İsrail’in uluslararası suçların en ağırı olan soykırımı işlediğinin tamamen farkında olduğu göz önüne alındığında; hesap verebilirlik talep etmeyen, aksine Gazze Şeridi’nde İsrail’in hedeflerini ilerletmek üzere tasarlanmış bir misyona çok uluslu bir askeri gücü dahil etmeye çalışan bir kararın kabul edilmesi özellikle vahimdir.
Bu durum, İsrail’e en ağır suçlardan dolayı herhangi bir yaptırım uygulamayı başaramayan BM sisteminin bir ithamnamesi niteliğindedir.
Bu sonuç, ABD ve BM için bir “kazan-kazan” durumu oluşturmaktan ziyade Tel Aviv ve Washington için bir zaferi temsil ediyor; aynı zamanda uluslararası hukukun en temel ilkelerini bile uygulama kapasitesinden yoksun görünen BM sisteminin güvenilirliğini ve etkinliğini daha da zayıflatıyor.
İki yıldan uzun bir süre boyunca BM Güvenlik Konseyi, ABD vetosu tarafından rehin tutuldu ve nihayet bir ateşkes kararı geçtiğinde bile Washington, İsrail’in bunu tamamen görmezden gelmesine izin vererek kararın altını oydu.
Rusya ve Çin çok kutuplu bir dengeyi teşvik etmeye çalışsa da BMGK 2803 sayılı Kararı, henüz böyle bir anın gelmediğini ve Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası toplumu baskı ve zorlamayla hizaya getirme konusunda halen tam kapasiteye sahip olduğunu gösteriyor.
Çeviri: YDH