Chicago Üniversitesi'nden Profesör John Mearsheimer, Soğuk Savaş sonrası ABD dış politikasının güç dengesi yerine "liberal hegemonya" arayışıyla şekillendiğini belirtti.
YDH - Chicago Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü John Mearsheimer, ekonomist Glenn Diesen’e verdiği mülakatta, Soğuk Savaş sonrası ABD dış politikasını ve NATO’nun genişleme sürecini değerlendirdi.
Mearsheimer, Washington yönetiminin 1990’ların başından itibaren "liberal hegemonya" adı verilen ideolojik bir politika izlediğini ve bu yaklaşımın Ukrayna krizine giden yolu döşediğini ifade etti.
'ABD tek kutuplu dönemde ideolojik dış politikaya yöneldi'
Mearsheimer, 1989’da Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla dünyanın "tek kutuplu" bir döneme girdiğini hatırlattı.
ABD’nin bu dönemde gezegendeki tek büyük güç olarak kaldığını belirten Mearsheimer, Washington’ın güç dengesi siyasetini (reelpolitik) bir kenara bırakarak ideolojik bir dış politika izleme özgürlüğüne kavuştuğunu söyledi.
Mearsheimer, 1990’ların başında benimsenen bu politikanın başarısızlığa mahkum olduğunu en başından beri savunduğunu dile getirdi.
1990’larda sürecin görece sorunsuz ilerlediğini ancak 2000’lerin başında işlerin ters gitmeye başladığını belirten Mearsheimer, ABD’nin bu tarihten 2018’e kadar birbiri ardına felaketlerle karşılaştığını öne sürdü.
'Washington yönetimi Doğu Avrupa'yı Batı'ya benzetmek istedi'
NATO’nun genişleme sürecine değinen Mearsheimer, 1990’larda ve 2000’lerin başında bu hamlenin Rusya’yı çevreleme amacı taşımadığını vurguladı.
O dönemde Rusya’nın ekonomik açıdan zor durumda olduğunu ve Doğu Avrupa’ya yönelik bir saldırı tehdidi oluşturmadığını belirten Mearsheimer, Clinton yönetiminin amacının Batı Avrupa’daki "barış bölgesini" doğuya doğru genişletmek olduğunu ifade etti.
ABD’nin Rusya’yı ittifaka dahil etmek istemediğini, çünkü Moskova’nın ittifak içinde güçlü bir aktör olmasından çekindiğini belirten Mearsheimer, Washington’ın hedefinin Doğu Avrupa’da liberal demokrasiyi, kurumsal yapıları ve kapitalizmi yaymak olduğunu kaydetti.
'Moskova yönetimi ilk genişleme dalgalarına engel olamadı'
Rusya’nın NATO genişlemesinden başından beri rahatsızlık duyduğunu hatırlatan Mearsheimer, Boris Yeltsin ve diğer Rus liderlerin itirazlarına rağmen Moskova’nın zayıflığı nedeniyle süreci durduramadığını belirtti.
1999’da Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin katılımıyla gerçekleşen ilk genişleme dalgasının ardından, 2004’teki ikinci büyük genişleme sırasında Vladimir Putin’in iktidarda olduğunu ancak onun da duruma müdahale edemediğini söyledi.
'Putin 2008 Bükreş Zirvesi'ni varoluşsal tehdit olarak niteledi'
Mearsheimer, Nisan 2008’deki NATO Bükreş Zirvesi’nin süreci değiştiren kritik bir an olduğuna dikkat çekti. Zirvede Ukrayna ve Gürcistan’ın ittifaka alınacağının duyurulması üzerine Vladimir Putin’in bu durumu "varoluşsal bir tehdit" olarak tanımladığını ve buna izin vermeyeceklerini açıkladığını aktardı.
ABD’nin Rusya’nın bu direnişine rağmen geri adım atmadığını belirten Mearsheimer, Washington’ın 1999 ve 2004’te olduğu gibi genişlemeyi Rusya’ya dayatabileceğine inandığını ifade etti.
'Ukrayna krizi ABD'nin Rusya politikasını değiştirdi'
Mearsheimer, 2014 yılında Kırım’ın ilhakı ve Donbas’ta çatışmaların başlamasıyla durumun değiştiğini belirtti.
Şubat 2014’ten sonra ABD’nin politikasında 180 derecelik bir dönüş yaşandığını söyleyen Mearsheimer, bu tarihten itibaren Rusya’nın ve Putin’in "çevrelenmesi gereken ciddi bir tehdit" olarak görülmeye başlandığını dile getirdi.
1990’lara ait planlama belgelerinin, ABD’li politika yapıcıların Ukrayna’nın NATO’ya alınmasının büyük risk taşıdığını bildiklerini gösterdiğini ekleyen
Mearsheimer, Washington’ın Rusya’yı yatıştırmak yerine genişlemeyi zorlamayı tercih ettiğini savundu.
Mearsheimer, 24 Şubat 2022’de başlayan savaşın, ABD’nin Rusya’nın bu genişlemeyi kabul etmeyeceği gerçeğini kabullenememesinden kaynaklandığını sözlerine ekledi.