Suriye nasıl jeopolitik basınç pakedine dönüştü?

img
Suriye nasıl jeopolitik basınç pakedine dönüştü? YDH

''Colani’nin işlevsel kimliği, sembolik jestlerle pekiştirildi. Suriye’nin Amerikan stratejik mimarisine entegrasyonu sağlamlaştırıldı. Bununla eş zamanlı olarak, Lübnan ile Filistin’deki direniş gruplarına yönelik lojistik akışın kesilmesi de HTŞ'nin yeni rolünün temel unsurları arasına dâhil edildi.''




YDH- Al-Khanadeq platformundaki analiz, Colani/HTŞ ekseninin eski direnişçi Suriye'yi yozlaştırıcı rolünü ve Suriye’nin Amerikan–İsrail stratejik mimarisine kademeli entegrasyonunu ele alıyor. Mezhep, yabancı savaşçı, enerji ve sınır hatları eksenli çok katmanlı vekâlet dizaynını, İran/Direniş Ekseni ile ABD–İsrail rekabetinin sahadaki sürtünme fayları üzerinden okuyan platform, Colani yönetiminin konumunu adeta “yönetilebilir kaosun müteahhitliği” olarak tanımlanıyor.

Suriye’nin yeni rolünün ana hatları, 8 Aralık 2024'ün ve “Sünni İslam”ın bir iktidar modeli olarak yükselişinin ardından şekillenmeye başladı. Bu dönüşüm, bölgesel ve uluslararası güçler arasında Suriye’yi yeni oluşan nüfuz haritalarına dâhil etme konusunda sert ve çok katmanlı bir rekabeti tetikledi.

Ülke, bir zamanlar direniş gruplarını destekleyen milliyetçi bir söyleme yaslanan bir devlet niteliği taşırken; güç merkezleri sistematik biçimde dağıtılmış, varlığını sürdürebilmesi giderek önceki eksenlerinden uzaklaşarak Amerikan-İsrail hattıyla uyum sağlamasına bağlı hâle gelmiş zayıf bir yapıya dönüştü.

El-Kaide uzantısı Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünün iktidara gelişiyle birlikte, “İsrail düşman değildir; asıl düşman İran ve müttefikleridir” söylemi öne çıktı ve yeni yönetim önceliğini ekonomik toparlanma ile yeniden yapılanma olarak ilan etti.

HTŞ lideri Colani'nin Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden temas kanalları açarak iyi niyet göstermesi birkaç ay sürdü; ancak süreç, kısa sürede doğrudan ve kamuoyuna açık ilişkilere evrildi.

İsrail, Suriye içerisindeki “Sünni olmayan topluluklar” için bir caydırıcı ve koruyucu güç olarak işlev görürken, aynı zamanda Colani’ye karşı bir baskı ve koz unsuru hâline geldi.

Bu süreçte İsrail’in yürüttüğü müzakerelerin temel amacı, Colani’yi geri dönüşü olmayan bir noktaya sürüklemek ve Amerikan-İsrail ittifakını, onun “cihatçı ve devrimci” müttefiklerine karşı varlığını sürdürebilmesinin tek garantisi konumuna getirmekti.

Colani, Washington ile ilişkilerini rayına oturtmak amacıyla iki kritik adım attı: İlki, “ekonomik boğma” mekanizmasının bir parçası olarak bazı bireysel ve genel yaptırımların askıya alınması yönünde girişimlerdi; ikincisi ise, “Colani’nin İsrail koşullarını kabul edememesi” durumunda Eylül-Ekim 2025 döneminde Amerikan destekli bir mutabakatla sonuçlanması öngörülen İsrail ile bir güvenlik anlayışına girilmesiydi.

Buna karşılık HTŞ rejimi, taleplerini yükselterek “7 Aralık 2024 hattına” geri dönülmesi çağrısında bulundu. İsrail ise Golan Tepeleri’ndeki varlığını daha da tahkim ederek geri çekilme niyeti taşımadığını, aksine ilerlemeyi hedeflediğini açık biçimde ortaya koydu.

Bununla birlikte Colani, Washington’un Tel Aviv’in Şam’a yönelik doğrudan saldırılarını veya kendi siyasi konumunu tehdit edecek adımlarını sınırlayan kırmızı çizgiler çizdiğinin de farkındaydı.

Öte yandan ABD, Suriye üzerinden oluşturabileceği kullanım alanlarını son derece titiz biçimde tasarlamaya başladı. Lübnan, Suriye ve Irak hattına yayılmış militan ağlar; operasyonel amaçlarla ya da gerektiğinde mezhepsel ayrışmaları kaşıyarak doğrudan cephe çatışmasına girmeden karşıt eksenlerin kaynaklarını tüketmeye hizmet edebilecek unsurlar olarak değerlendirildi.

Askerî planda ise Suriye’nin jeopolitik konumu, Lübnan-Suriye sınır hattının istikrarsızlaştırılması veya Bekaa Vadisi ile doğu bölgelerindeki şüpheli varlıkların tespiti ve imhasına yönelik İsrail operasyonlarına dolaylı destek sağlayacak bir zemin olarak kurgulandı.

Irak’ta Sünni topluluklar arasında hâkim olan gergin atmosfer ve “abartılı mağduriyet hissi”, Irak’tan Suriye, İran ve Türkiye’ye uzanan çatışma hatlarında mobilize edilebilecek grupların oluşmasını teşvik etti.

Washington, Suriye ordusu ile SDG arasındaki doğrudan bir çatışmadan özellikle kaçınsa da, yeni rejimi ileride “kıyı bölgesi ve Süveyda’daki savaş suçları dosyaları” gibi dosyalar üzerinden baskı unsuru yapılabilecek durumlara bilinçli olarak itti.

Aynı zamanda, demografik dönüşüm projelerinde ya da Çin, Rusya ve Türkiye gibi ABD’nin bölgede etkinliğini sınırlamak istediği aktörlerin çıkarlarını hedef alma sürecinde aşırı grupları kullanabilme ihtimali de kasıtlı olarak açık bırakıldı.

Colani’nin işlevsel kimliği, peş peşe gelen sembolik jestlerle pekiştirildi: Donald Trump ile biri Beyaz Saray’da gerçekleşen iki görüşme ve Trump’ın “Colani'nin boynuna Amerikan parfümü sürmesi” olarak sembolize edilen yakın temas; ABD Merkez Komutanlığı Komutanı’nın askerî üniforma ile Şam’a gerçekleştirdiği ziyaret; ve New York’ta eski CIA Direktörü David Petraeus ile yapılan üst düzey görüşme bu sürecin öne çıkan başlıkları oldu.

Washington’un Colani'yi “IŞİD’e karşı mücadelenin parçası” olarak tanımlamasıyla Suriye’nin Amerikan stratejik mimarisine entegrasyonu daha da sağlamlaştırıldı. Söz konusu strateji, petrol sahalarının kuşatılması ve Irak-Suriye sınır hattındaki denetimin sıkılaştırılması amacıyla el-Tenf ve Rümeylan üslerine, ayrıca Şam yakınlarında inşa edilen yeni askerî üsse dayandırıldı.

Yabancı savaşçıların, özellikle Uygurlar, Kafkasyalılar ve Türkistanlıların istihdamı, yalnızca cephe hatlarının yönetiminde değil; aynı zamanda rakip devletlerin istikrarsızlaştırılmasında kullanılabilecek “suçlu bir mücadelenin ruhunu taşıyan” yapıların inşasını da kapsayacak biçimde genişletildi.

Çin’le doğrudan bağlantısı nedeniyle Uygur dosyası özel bir hassasiyet kazandı ve Pekin’in Suriye’deki projelerini sekteye uğratabilecek stratejik sonuçlar doğurabilecek bir başlık hâline geldi.

Bununla eş zamanlı olarak, kaçakçılık ağlarının denetimi altına alınması ve Lübnan ile Filistin’deki direniş gruplarına yönelik lojistik akışın kesilmesi de HTŞ'nin yeni rolünün temel unsurları arasına dâhil edildi.

Bu çerçevede Suudi Arabistan, Katar’ın nüfuz alanını telafi etmek amacıyla ekonomik dosyayı etkin bir kaldıraç olarak ele aldı. Riyad yönetimi, eğitim, davet ve medya kanalları üzerinden Suriye’deki dinî yapıyı “Hanbelî ve Vehhabî düşüncesi” doğrultusunda yeniden şekillendirmeye yatırım yaparak, toplumsal dokuyu Körfez-Amerikan yönelimleriyle uyumlu hâle getirmeyi hedefledi.

Ancak bu yol haritası ciddi ve derin yapısal sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. Yabancı unsurların istikrarsız sadakati, toplumun bu yapılara yönelik artan tepkisi, potansiyel bir iç cepheleşme riski, devlet kurumlarının kırılganlığı ve ülke topraklarını tutacak ya da toplumsal bileşenleri bir arada tutabilecek bir ulusal ordu üretme kapasitesinin zayıflığı, yeni rejimin önündeki temel engeller olarak öne çıkıyor.

Buna ek olarak İran ve Direniş Ekseni'nin etkin unsurlarının sahadaki varlığını koruması da Amerikan-İsrail planları açısından kalıcı bir meydan okuma oluşturmaya devam ediyor. Özellikle Irak veya Lübnan’da patlak verecek herhangi bir istikrarsızlığın hızla Suriye cephesine sıçrama potansiyeli, kırılgan dengeyi sürekli tehdit altında tutuyor.

Bu tablo içerisinde yoksulluk, öngörülemeyen sonuçlar üretebilecek ve yeni rejimin toplumsal dayanaklarını sarsabilecek bir baskı aracına dönüşmüş durumda.

Yaşam koşullarında somut bir iyileşme sağlanamaması, üstlenilen büyük siyasi taahhütleri giderek daha riskli hâle getiriyor.

Normalleşmenin ertelenmesi, güvenlik güçlerinin yeniden konuşlandırılması ve dinî kimliğin yeniden biçimlendirilmesi girişimleri arasında sıkışan Suriye, bir yandan kendi iç kırılganlıklarını yönetmeye çalışırken, diğer yandan Washington tarafından yönlendirilen; İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Rusya’nın her birinin kendi çıkar hesapları doğrultusunda pozisyon aldığı çok katmanlı ve iç içe geçmiş bir nüfuz sahasına dönüşmüş bulunuyor.

Çeviri: YDH