Nasrullah'ın zafer günü konuşması

img
Nasrullah'ın zafer günü konuşması YDH

YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, güney Lübnan’ın işgalden kurtarılmasının 8. Yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşma yaptı. Lübnan’a ve tüm bölgeye yönelik ciddi analizlerin yer aldığı bu konuşmanın tam metnini yayımlıyoruz.




YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, güney Lübnan’ın işgalden kurtarılmasının 8. Yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşma yaptı. Lübnan’a ve tüm bölgeye yönelik ciddi analizlerin yer aldığı bu konuşmanın tam metnini yayımlıyoruz. 

 

Başlarken şehitlerin temiz ruhlarına, vatan uğruna şehit düşen vatan evlatlarının tümüne, direniş şehitlerinin efendisi Seyyid Abbas Musevi’ye, direniş şehitlerinin şeyhi, şeyhimiz Şeyh Ragıb el-Harb'a, şu anda aramızda bulunmamasının yokluğunu hissettiğimiz aziz kardeşim İmad Mugniye’ye ve bütün şehitlere selam olsun demek istiyorum.

 

 

Hepinizi bu Direniş ve Özgürlük Bayramı’nda, Direniş ve Özgürlük Bayramı’nın sekizinci yılında selamlıyorum. Sizler bu gün bu meydanı doldurarak şunu gösterdiniz ki; sizler aziz, şerefli ve temiz ruhlu insanlarsınız.

 

 

Aziz Allah kitabında buyuruyor ki;

Bismillahirrahmanirrahim “Firavun Mısır'da oldukça büyüklük taslamış ve halkını gruplara ayırmıştı. Onlardan bir kısmını zayıf düşürerek erkek çocuklarını boğazlatıyor kız çocuklarını ise yaşatıyordu. Gerçekten Firavun bozgunculardandı.”

 

Bu gün Firavun Amerika ve İsrail'dir. Buna karşı Allah'ın kıyamete kadar ebedi vaadi ise “Ancak biz zayıf düşürülenlere lütufta bulunarak onları hakim kılmak istiyor ve bu sayede onları cennetin varisleri (Zümer(39):74) yapmayı planlıyor; Firavun'a, Haman'a ve ordularına onlardan korktukları şeyi göstermeyi istiyorduk.” Kasas (28):4-6 Aziz olan Allah doğru söyler.

 

 

Aziz kardeşlerim, bu seneki direniş ve özgürlük vatanın ve halkın kurtuluş bayramı gasıp Siyonist oluşumun yapılanmasının ve Filistin'in işgalinin 60. yılına ve 1978 de İsrail'in Güney Lübnan'ı işgalinin 30. yılına ve gittikçe genişleyecek olan işgal sınırların ikamesine rastlamakta. Bu münasebetle hem Lübnan hem Arap alemi ve dünya için bu olaylardan ibret ve ders alınması gerekmekte.

 

Mukaddeme olmadan konuya girmek istiyorum; zira fikri, duygusal ve edebi boyutları olan bu olayların yaşandığı günde konuşacak çok fazla şeyimiz var. Direniş'in Lübnan için sunduğu iki strateji var. Birincisi; vatanın işgalcilerden kurtarılması ve özgürleştirilmesi, ikincisi; düşman ve saldırı tehdidine karşı vatanı ve halkı korumaktır.

 

Bu iki strateji, yani özgürlük ve koruma stratejisi, Lübnan direnişinden Filistin direnişçilerinden ve Irak direnişçilerinden, Arap halklarına ve dünya halklarına ortak olarak verilmiş açık bir mesajdır.

 

 

İsrail 1978 de Güney Lübnan'ı işgal ettiğinde BM Güvenlik Konseyi 425 sayılı kararı çıkarttı, biz de Lübnan'da kararın uygulanmaya konulmasını bekledik. Kalkıp BM'ye gidildi, sonra “Lübnan tek başına İsrail'e karşı koymaya muktedir değildir” kanısından hareketle Arap aleminin Lübnan meselesi karşısında birleşmesi gerektiği konuşulmaya başlandı. Fakat bu iki strateji de işe yaramadı. Ne Araplar parmağını kımıldattı ne de BM harekete geçti; çünkü bu resmi kurumlar, karşı durma iradesini kaybetmişlerdi; ama bütün çıkış yolu bu ikisinden ibaret değildi. İmam Musa Sadr geldi ve Lübnan'ın kendi evlatlarının, güneydeki halkın evlatların gücüyle, kendi imkanlarımız ölçüsünde Allah'a tevekkül ederek direniş seçeneğini önümüze koydu.

 

Peki neydi yanlış stratejilerin neticesi? İsrail'in Lübnan'ı zayıflatması ve onun kendini korumaktan aciz olduğu sonucuna varılması ve 1982’de büyük saldırı ile Lübnan'ı nihai olarak ilhak etme girişimi oldu. Bununla Arap alemi Filistin'den sonra ikinci büyük felaketi yaşayacaktı.

 

 

İsrail işgali karşısında Lübnan halkı, tüm dünya halklarında vaki olduğu üzere farklı guruplara bölündü. Tarih boyunca herhangi bir ülke askeri bir güç tarafından işgal edilince ülke içinde farklı fikirlerde olan guruplar ortaya çıkar, biz de bundan istisna değiliz. 1982 işgalinden sonra bizde de bu durum hâsıl oldu. Bu durum Filistin'de ve Irak’ta da vaki oldu, geçmişte oldu, gelecekte de olacaktır.

 

Askeri işgalin gerçekleşmesinin arkasından ülkenin halkı birkaç guruba bölünür. İnsanların büyük bir kısmı tarafsız kalır ve bekler. Bir kısmını ise olan biten ilgilendirmez, yer içer keyfine bakar, ülke kimin elinde, ülkeyi kim yönetiyor onlar için bir şey ifade etmez.

 

 

Üçüncü gurup işbirlikçi ajanlardır ve alçakça bu görevi ifa ederler. Dördüncü gurup çıkarları kesiştiği ölçüde işgalcilerle işbirliği yapar. Beşinci gurup içerde yenilmiş; fakat vatanın zararına olmasına rağmen işbirliğine hazır olanlardır ve bunlar genel olarak seçkin sınıftan olurlar.

 

 

Altıncı gurup siyaset ve basın yoluyla işgale karşı çıkar; fakat bedel ödemeye kan akıtmaya hazır değildir.

 

 

Diğer gurupta yer alanlar ise bedeli ne olursa olsun ödemeye hazır olarak işgale karşı çıkan ve bunu insani, ahlaki, dini ve vatani vazifesi bilenlerdir. İşte bu gurup direnişçilerdir ve direnişe inanmışlardır ve bunu pratiğe dökmüştürler.

 

Bu bölüme doğal, tarihsel ve toplumsal bir bölünmedir ve Lübnan'a özgü değildir. Bu bölünmüşlük sonucunda artık ulusal birlik bozulmuştur ve bu doğaldır. Bazıları 1982 direnişi üzerinde ulusal ittifakının bulunmadığını ya da Filistin direnişi ve Irak direnişi üzerinde ulusal ittifak'ın bulunmadığını söylüyorlar. Fakat unutulmamalıdır ki tarafsızlık, ajanlık, işbirlikçilik ve kayıtsızlık üzerinde de ulusal uzlaşma yoktur.

 

 

Hiçbir gurup ulusal uzlaşmaya bakmaz, her grup yolunu belirler ve yürür. Bu Lübnan'da da olmuştur. Şunu söylemek istiyorum ki herhangi bir ülke işgal edildiğinde ulusal ve toplumsal uzlaşı beklenmez, silah kuşanılır, ülkenin kaybedilmiş onurunu ve özgürlüğünü kazanma yolunda ailelerinin korunması yolunda ağır bedel ödeyerek kan dökerek, kurban vererek direnilir.

 

Direniş bütün Lübnanlı guruplar tarafından desteklenmemiş ve bütün Lübnanlı guruplara dayanmamış olabilir; fakat birçok guruptan destek almış –bu guruplar İslami ve ulusal guruplar olabilir- ve Arap dünyasından bir ölçüde destek almış en önemlisi kendi gücüne gençlerine güvenmiş ve dayanmıştır.

 

 

Direniş cihat ruhuna ve sahada kendini göstermesine dayanmıştır. Suriye'den ve İran İslam Cumhuriyeti’nden yardım almıştır, her ikisine de teşekkürlerimi sunuyorum. Direniş bu şekilde 1980 25 Mayısındaki açık zaferinden 1984, 1985, zaferlerine yürümüştür. Bu zafer Lübnan direnişinin Arap dünyasının ve ümmetin zaferindir. Ve Nil'den Fırat'a kadar uzanmak isteyen –ki bunun içine güney Lübnan ve bir kısım batı toprakları da giriyor- İsrail'in projesinin başarısızlığıdır. Ve İsrail'in hiçbir başarı elde edemeden çıkışıdır ve direnişin ve özgürlük stratejisinin kazanmasıdır.

 

 

Siyasi girişim stratejisi ise Madrid'den diğerlerine Lübnan için bir karış toprak öngörmemiştir. Bekleme stratejisi ise düşmanın gücünü artırıyor ve ülkemizin gücünü azaltıyor. Dolayısıyla 2000’de olduğu gibi bu gün de direniş stratejisi başarı getirmiştir ve getirecektir de.

 

 

1948 de Filistin'in işgalinin ardından Filistinliler faydasızca Arap kardeşlerinin birleşerek kendilerine yardım etmelerini beklediler, faydasızca BM'nin yardımlarının gelmesini beklediler. Nerdeyse unutulacaktılar ki silahlı direniş gurupları otaya çıktı, ilk operasyonda, ilk kurşunda bütün dünyaya ve Filistin'i işgal edenlere, Filistin'de bir halk olduğunu, Filistin'in bir toprağı olduğunu, mevcut bir Filistin meselesi olduğunu, kan akıtmaya hazır, kurban vermeye hazır hak talebeden bir halk olduğunu gösterdiler.

 

 

O günden bu yana, biz milyonlarca kişi “Kudüs'e gidiyoruz” şiarını yeniden dirilttiler. Aziz kardeşlerim, o günden bu güne, ilk intifadadan bu yana, Filistinlilerin bölgede değişen denklemin gölgesinde bütün kazanımları, direnişe, cihada, Filistin halkının silahlı mücadelesine, mücahit direniş guruplarına racidir.

 

Abluka altındaki Gazze’deki, dünya ile ilişiği kesilmiş Gazze’deki mücahitler, Siyonistlerin şartsız olarak Gazze’den çekilmesini sağlayabildiler. Bu Lübnan'dan çekilişlerinden sonra Siyonist rejimin ikinci önemli başarısızlığıdır. Siyasi girişimlerin başarısızlığı ortadadır kabullenilmesi imkansız bir şekilde ülke toprakları parsellenmektedir bu sayede.

 

 

Dolayısıyla direnişin; kültürüyle, iradesiyle, uygulanabilirliğiyle; askeri, güvenliksel, siyasi ve toplumsal bütün beklentileri ve etkileriyle, işgalden kurtuluşun tek yolu olduğu ortaya çıkmıştır.

 

 

Irak meselesi

Kısaca Irak'a değinmek istiyorum. Irak'ın hem toprakları hem de Irak’taki guruplar açık olarak Amerika baskısı ve işgali altındadır. Amerika son zamanlarda işgal ve demokrasi oyunları oynadı; fakat gelinen noktada ABD’nin ne istediği ortaya çıktı.

 

 

İşgalden sonra –az önce bahsettiğim üzere- Irak’ta guruplar türedi, bunlardan en büyük ikisi, silahlı direnişi savunanlar ve siyasi yöntemi benimseyenlerdir. Biz Hizbullah olarak Irak’ta imani, akidevi, fikri, siyasi, vakii ve tecrübî olarak direnişi destekliyoruz.

 

Siyasi mücadeleyi benimseyenler ise bu gün Amerika'nın kendilerinden istediği Irak halkını ve parlamentosunu ve hükümetini zorladığı bir anlaşmayı imzalamak ve imzalamamak gibi zor bir imtihan ile karşı karşıya kalmışlardır.

 

 

Bu gün Amerika'nın bu demokrasi oyunu ile neyi hedeflediği ortaya çıkmıştır. Geldiler, kimin arkadaşı, kimin halefi olduğunu bildikleri bütün gurupların önünde parlamentoda kendilerini temsil edebilecekleri bir zemin oluşturdular. O parlamentodan bir hükümet oluşturdular ve şimdi de o hükümetten ve o meclisten işgali meşrulaştırmalarını Irak'ı Amerikalıların yönetebileceği bir ülke haline getirecekleri bir anlaşmaya imza atmalarını bekliyorlar.

 

 

Irak’taki siyasi kararları, petrolü ve gurupları yönetebilecekleri bir ortam oluşturmaya çalışıyorlar. Bu gün Amerika şunu açıkça ortaya çıkarttı ki; Irak’taki siyasi yöntemi benimseyen guruplar –Şii’si  Sünni’si veya diğer etnik gurupları- büyük bir sınavla karşı karşıyadır.

 

 

Siz işgale karşı bir direniş olarak gördüğünüz bu (siyasi) yöntemi benimsediniz ve şimdi büyük bir imtihan ile Irak'ı sonsuza kadar Amerika'ya teslim etmek veya dininizin, Müslümanlığınızın, Araplığınızın, vatanınızın, ahlakınızın ve vatanınızın gerektirdiği tutumu takınmak arasında tercih yapmak ile sınanıyorsunuz.

 

 

Ben bu gün burada toplananlar adına, Arap ve İslam halklarının özgür insanları adına Irak halkına ve Irak halkının siyasi ve dini liderlerine sesleniyorum: Irak'ı sonsuza dek Amerika'ya teslim edecek tutum takınmaktan sakının. Lübnan'da, Filistin'de direnişlerin izlediği ve Irak'ta bazı gurupların izlediği gibi direniş yöntemini seçin; zira zengin ve kuvvetli olmasına rağmen yaralı olan Irak halkı için bu tek kurtuluş yöntemidir.

 

 

Direniş stratejisi bölgedeki birçok denklemi bozdu

Aziz kardeşlerim direniş konusunu bitirip Lübnan'ın iç durumuna geçmeden önce şunu söylemek istiyorum ki; biz nasıl özgürleştirme yönünde örneklik oluşturduysak, koruma yolunda da örneklik oluşturduk.

 

 

2006 Temmuz harbi halk direnişinin nasıl olacağına dair önemli bir örnektir. Winograd raporlarının defalarca söylediği gibi Ortadoğu’nun en güçlü ordusu karşısında haftalarca nasıl direnileceğinin örneğidir. Dolayısıyla biz burada kağıt üzerinde teorik bir stratejiden bahsetmiyoruz, bizzat denenmiş ve mağlupların kendilerinin de ifade ettiği başarı kazanmış bir stratejiden bahsediyoruz.

 

 

Temmuz harbi bölgedeki birçok denklemi bozmuş ve savaş ihtimalini azaltmıştır. Evet, aziz kardeşlerim ve bacılarım Lübnan'daki direnişiniz, şehitlerinizin kanı, şecaatiniz ve kahramanlığınız İsrail'i başarısız kılmış ve bölgede yeni bir savaş ihtimalini azaltmıştır.

 

Lübnan tecrübesinden sonra Amerika'nın İran'a savaş açma ihtimali azalmıştır, ya da İsrail'in Suriye savaş açması artık gerçekten çok çok çok uzak bir ihtimaldir. Veya Amerika ve İsrail tarafından ya da onların işbirlikçileri tarafından Lübnan'a açılacak herhangi bir savaş ihtimalinde siz aziz ve şerefli insanlar nasıl savaştığınızı ve nasıl savaşacağınızı 2006 Temmuzunda onlara gösterdiniz.

 

 

Temmuz harbinden sonra Gazze de direniyor, İsrail’in onlara saldırdığı gibi onlar da İsrail'e saldırıyor. Kendi izzet ve şereflerinden ödün vermeden, Arap kamuoyunun kınamalarına aldırmayarak kırmızıçizgilerinden ödün vermiyorlar ve zamanın Firavunu George Bush'a karşı direniyorlar. Onun Gazze için yaptığı bütün hesapları kahraman direnişçiler boşa çıkartıyorlar.

 

 

Gazze kuşatılmış aç ve ambargo altında olmasına rağmen, direniş ruhu sayesinde İsrail ona istediğini yaptıramıyor. Demek ki Lübnan'da ve Gazze'de iktisadi, lojistik ve maddi ve uluslar arası destek yönünden hiçbir eşitlik olamamasına rağmen direniş stratejisi tek başarı getiren yol.

 

 

Bu nedenle zamanın Firavunu George Bush Filistin'e geldiğinde, Filistinlilerin yaşadığı bu büyük işgal karşısında sonuna kadar İsrail yanında olacağını belirterek, Filistin, Lübnan ve Irak’taki direnişçi guruplara ve direnişin yanında bulunan, direnişi destekleyen devletlere karşı kin kustu. Ve İsraillilere 60 sene sonra tekrar kuruluşu kutlamayı vaat etti, Bush yanıldı İsrail yok olacaktır. Ve dünyaya Hizbullah'ın ve direniş guruplarının yenileceğini vaat etti. Ben de Hizbullah'ın yenilgisinden bahseden George Bush ve Condoleezza Rice'a Hizbullah, Allah'a tevekkül ettikçe ve böyle şerefli bir halkı oldukça siz mağlup olacaksınız diyorum.

 

 

Sekizinci direniş ve özgürlük bayramında Arap halklarını ve hükümetlerini Direniş stratejisi ve Özgürlük stratejisi üzerinde, bölgedeki kuvvetler dengesini gözeterek, yeniden düşünmeye ve bu iki stratejiden ders almaya çağırıyorum. Lübnan'da sürekli koruma stratejisinden bahsediyoruz; fakat Şeba Çiftlikleri’nin ve Kefer Şuba’nın özgürleştirme stratejisinden bahsetmeliyiz. Düşmandan korunma stratejisinin yanında Şeba Çiftlikleri ile Kefer Şuba’yı kurtarmaktan da bahsetmeliyiz. Esirlerimizi kurtarmaktan bahsetmeliyiz. Yakında pek yakında inşallah Semir Kantar ve kardeşleri aranızda olacaklar.

 

 

25 Mayıs 2000’de Bint Cubeyl'deki kalabalığın önünde konuştum ve galibiyetimizden, kurbanlarımızdan ve şehitlerimizin kanından bahsetmekten gurur duyuyordum. Ve oranın kurtuluşunu bütün Lübnan'a Filistin'e ve ümmetimize hediye ettik.

 

 

İktidar peşinde değiliz, Velayet-i Fakih’in neferi olmakla iftihar ediyoruz

Bint Cubeyl’de konuşurken biz bu başarıyı elde ederek vazifemizi yaptık Allah'ın rızasından başka bir temennimiz yoktur. Hiç kimseden teşekkür karşılık veya hediye beklemiyoruz dedim. O gün direnişçi şehitlerin kanıyla kurtardığımız bu topraklar, Lübnan hükümetinin ve Lübnan yönetiminindir biz yönetimi talep etmiyoruz dedik.

 

Güvenliğe dair, hukuki, toplumsal ve iktisadi sorumluluklarını tam olarak yerine getirmesi bizim için yeterlidir. Biz güvenlik ve idare sorumluluğunu üstlenmek istemiyoruz dedik. Demedik mi? Sözümüze aykırı bir şey yaptık mı? Kesinlikle sözümüze aykırı bir işimiz olmadı bölgeyi Lübnan yönetimine bıraktık ve sınır bölgeleri hariç silahlarımızı çıkarmadık.

 

 

Biz devletten iki şey talep ettik; işgal görmüş bölgelerin bakımına, onarımına ve geliştirilmesine özen gösterilmesi ve Baalabek, Hermel ve İkar gibi bölgelere dikkat edilmesi idi. Ey devlet yönetimini talep edenler, sekiz sene geçti ne yaptınız buralar için! Devlet olarak görevinizi yerine getirmeniz için güneye ve sınır bölgelerine girmenize engel olan neydi? Bunu bütün Lübnanlılar biliyor; fakat Arap kardeşlerimize söylemek istiyorum ki Lübnan'da bazı bölgeler zorunlu polis kuvvetlerinden başka Lübnan devletinin ne olduğunu bilmez. Gelişme, yardım ve hizmetin ne olduğunu bilmezler.

 

 

Siyasi yapıda ve düzende bir değişiklik istemedik, Taif Anlaşması’nda bir değişiklik talep etmedik, yönetimden ve idareden pay talebinde bulunmadık. Kesinlikle bir şey istemedik. Soruyorum olan bu değil mi? Bize bir direniş gurubu olarak bakanlar diyorlar ki, Fransız direnişinde, Vietnam direnişinde, Hindistan direnişinde olduğu gibi zaferden sonra silah bıraktılar siz de bırakmalısınız.

 

 

Ben soruyorum, acaba direnişten sonra direniş kuvvetleri yönetime silahlarını teslim mi eder, yoksa yönetim talebinde mi bulunur? Biz prensip olarak yönetim talebinde bulunmuyoruz. Onlara dedik ki, tekelleştirmemek, adil olmak, insanlara değer vermek, insanların toplumsal ve idari sorunlarını halletmek ve insanların izzetine riayet etmek koşuluyla yönetim sizin olsun. 2000’deki galibiyetimizde yönetim talebinde bulunmadık. Şimdi kim bunun aksini söyleyebilir?

 

 

Özellikle üzerine basarak Hizbullah adına tekrar ediyorum. Biz Lübnan'da kendimiz için bir yönetim istemiyoruz, Lübnan'ın başına geçmek istemiyoruz, Lübnan idaresini istemiyoruz. Kedi fikrimizi ve planlarımızı Lübnan halkına dayatmak istemiyoruz. Çünkü Lübnan çeşitli guruplardan oluşan farklı bir yapıya sahiptir. Bu ülkenin içerdiği çeşitli gurupların, uyum birlik ve beraberlik içinde yaşamasından başka bir kıymeti yoktur.

 

Biz sadece bu birlik ve beraberliği istiyoruz, bazıları ise bunu basın yoluyla saptırmaya ve çarptırmaya çalıştı. Bizi Velayet-i Fakih'in hizmetçisi diye küçümsedi; fakat ben önceden söylediğim gibi yine söylüyorum, ben Velliyy-i Fakih'in, Alim Fakih’in, Adil Fakih’in, Hikmetli Fakih’in, Cesur Fakih’in, Salih Fakih’in, Halis Fakih’in bir neferi olmakla iftihar ediyorum.

 

 

Son olaylarda denildi ki; bütün bu olanlar, şu veya bu gurubun Lübnan'a hakim olma çabasıdır. Devrimden, yönetim değişikliğinden ve Suriye'nin Lübnan'a dönüşünden bahsettiler. Temmuz harbinde de Amerikalılar, Lübnan’da, Ortadoğu’da yeni bir dönemin doğuşunu gördü ve bu yüzden savaş yaptı, Lübnan İran'ın nükleer enerjisi için, uluslar arası mahkeme için savaşıyor dediler.

 

 

Fakat illegal hükümet aldığı illegal kararlardan dönünce muhalif guruplar ve yardımcıları Doha’da anlaşma yaparak bir hükümet taleplerinin olmadığını, devrim gibi bir niyetleri olmadığını ve yönetim değişikliği talep etmediklerini gösterdiler. Bu olaylardan önceki taleplerinde bir değişiklik olmadığını herkese gösterdiler.

 

Elbette yaşanan son olaylardan sonra muhalefet guruplarının siyasi çatıda değişiklik yapmak gibi bir talep öne sürme hakkı olabilir; çünkü onların tahlillerine göre birçok şey değişmiş oldu. Ama biz şartlarımızda hiçbir değişiklik yapmadık, oraya gittik. Çünkü biz Lübnan'ı, tehlikeden, Lübnan ordusuyla direniş güçlerinin çatışmasından, gurup çatışmasından, Firavun George Bush ve onun Haman'ının vadi olan sıcak yazdan kurtarmak istiyorduk.

 

 

Bu son olaylardan sonra hakkımızda başlatılan karalama kampanyasına rağmen, atılan zalimce iftiralara rağmen hiçbir siyasi kazanım amacı gütmedik. Birçokları tarafından bize yöneltilen yönetim ve tekel hayali kuruyorlar gibi suçlamalara bu tecrübe sanırım iyi bir cevap olacaktır. Bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum.

 

 

Aziz kardeşlerim ve bacılarım direniş ve özgürlük bayramının sekizinci yıl dönümünde daha önce Bint Cübeyl’de ve Güney Lübnan'da söylediğim gibi tekrar söylemek istiyorum ki; ben bütün Lübnan'ı hiçbir gurubun diğerine ağır basmadığı, birinin diğerine galebe çalmadığı, birinin diğerine dayatmada bulunmadığı, bütün Lübnanlılara adil ve gerçek bir devlet, bütün gurupların temsil edildiği kardeşçe bir yönetim sunan, dışarıdan yöntem ithal etmeyen bir sistem inşa etme çağrısında bulunuyorum.

 

Birkaç gün önce Suudi Arabistan bakanlar kurulu Lübnan'dan Arap kimliğini korumasını mümkün kılacak anayasal değişiklikler yapmasını talep etti. Bu konuyu kardeşlerimle bile tartışmadım; fakat bu konuda Velayet-i Fakih ordusunun bir neferi olarak şunu söylemek isterim ki; ben Lübnan'ın Arap kimliğini muhafaza edecek ve Amerika ile Batıların Lübnan'a müdahale etmesini engelleyecek anayasa değişikliklerini destekliyorum. Fakat bütün dostlarımız ve dünya biliyor ki Doha'da olduğu gibi bize kimse karar dayatamaz, biz kendi kararlarımızı kendimiz alırız.

 

 

Aziz kardeşlerim, şimdi önümde iki seçenek var. Alınan iki kararın anlamını ve tehlikesini size anlatabilirim ki bunların büyük bölümünü düzenlediğimiz basın toplantısında anlattık. Ne dediler? Ne cevap verdik? Ne cevap verdiler? Fakat bunun tıkanmaya ve gerilime neden olacağını bildiğim için Lübnanlıların uzlaşmaya vardığı, yeni cumhurbaşkanlarını seçtikleri, bu direniş ve özgürlük bayramında bu konuya girmek istemiyorum.

 

 

Şimdi yaraları sarma zamanı

İkincisi ise bütün bunları, bazılarının kafasında soru işareti kalsa da, bize zalimce saldırsalar da Lübnan'ın maslahatı için bu konuları konuşmayı ertelemek; fakat bu son olaylar ve Lübnan'ın geldiği durum hakkında birkaç kelam etmek gerekiyor. Bu son olaylardan sonra biz de yara aldık, onlar da yara aldı. Şimdi ya bu yararı büyütürüz, ya da Lübnan için Lübnan halkı için bu yaraları sarar tedavi ederiz. Biz ikincisini tercih ediyoruz ve bunun için hem söze hem pratiğe ihtiyacımız var ve biz ikisine de hazırız.

 

Önemli olan bütün olanlardan ders ve ibret almaktır, yanlış anlaşılmasın ben burada muzaffer bir edayla bunu söylemiyorum; fakat ibret ve ders almamak tıkanıklık ve gerginliğe neden olacaktır. Şimdi bu yaraları deşmeden daha sonraya, herkesin akıl ve mantık çerçevesinde düşündüğü bir döneme bırakıyoruz. 2008 25 Mayıs’ında Lübnanlıların, Arapların ve dünyanın eşlik ettiği bu şölende bu konulara girmiyoruz.

 

 

Aziz kardeşlerim bu yeni durum karşısında birkaç noktaya vurgu yapmak istiyorum: Öncelikle hepiniz adına Arap kardeşlerimize, Arap bakanlar kuruluna, Arap Birliği Genel ve Özel Sekreterine, Katar halkına ve yöneticilerine, başta Suriye ve İran İslam Cumhuriyeti olmak üzere, bize dost olan ve bu ittifakın gerçekleşmesine yardım eden bütün dost devletlere teşekkür etmek istiyorum.

 

İkinci olarak silah meselesine gelince, hiçbir siyasi kazanım içim hiçbir gurup silah kullanmayacak maddesi, anlaşma metninde var. Biz Hizbullah olarak bu maddeyi teyit ediyor destekliyoruz. Direniş’in silahı Lübnan'ı özgürleştirmek ve savunulmasına yardım etmek içindir. Peki, başka kimin silahı var? Devletin silahı ve güvenlik güçlerinin silahı vatanı korumak, vatandaşlarını korumak, halkın hukukunu korumak, devleti korumak ve güvenliği sağlamak içindir.

 

 

Tamam Direniş’in silahını herhangi bir siyasi kazanım için kullanması doğru değildir ancak; devletin silahının muhaliflerin hesabının dürülmesi için kullanılması, dış mihrakların amaçlarının Lübnan içinde gerçekleştirilerek Lübnan'ın kuvvetten düşürülmesi ve İsrail karşısında zayıflatılması için kullanılması, Direnişi ve silahı hedef alarak kullanılması da doğru değildir. Yani bütün silahların icra edilmesi için tahsis edildiği hedefler doğrultusunda kullanılması gerekiyor.

 

 

Üçüncü olarak; seçim kanunu meselesine gelince, bu kanun diğerlerine nazaran daha iyi bir seçim kanunudur. Özellikle 2000 yılında düzenlenen seçim kanunundan daha iyidir. Fakat Hizbullah ve Emel gibi bazı muhalif gurupların temsil hakkı konusunda bazı sorunları olsa da diğer kanunlara nazaran daha iyi bir kanun olması nedeniyle bunu kabul ettik; fakat bu kanunun en iyi kanun olduğu anlamına gelemez.

 

 

Bu seçim kanunu Lübnan'ı siyasi krizden çıkarmak isteyenlerin üzerinde ittifak ettikleri bir kanundur. Biz Lübnan'da insanları sakince oturup medeni ve çağdaş bir şekilde seçim kanunu konuştukları günlerin gelmesini temenni ediyoruz; zira bu Lübnan'da bir devlet ikamesi için konuşulması gereken en önemli ve baş meseledir.

 

Bazıları bizden şahsi çıkarları ve mensup oldukları gurubun çıkarları doğrultusunda ayrılabilirler işte onlar gerçek bir devlet istemeyenlerdir. Bunlar devlet istemiyorlar diye birilerini itham etmek kolay, kim devlet istemiyor, kim Lübnanlılara kendilerini hükümet ve devlet kademelerinde ifade etmekten alıkoyan bir seçim kanunda ısrar ediyor?

 

 

Asıl onlar devlet istemiyorlar çiftlik kahyalığı istiyorlar. Fakat bu seçim kanunu her halükarda mevcut durum için bir uzlaşma metnidir; ancak ümit ediyoruz ki gelecekte Lübnanlılar daha iyi bir seçim kanununa sahip olurlar.

 

 

Dördüncü olarak; Mişel Süleyman'ın cumhurbaşkanı seçilmesi herkesi umutlandıran, yeni bir döneme girme umutları uyandıran bir haldir. Zira kendilerinin dünkü konuşmasında birlik, beraberlik mesajı vermesi ve bu çerçevede hareket edeceğini söylemesi, Lübnan'ın ihtiyaç duyduğu bir durumdur. Lübnan tekelleştirmeden uzak durarak birlik ve beraberlik içinde hareket etmeye muhtaçtır.

 

Beşinci olarak ulusal birik hükümetinde muhalefetinde iktidar kadar temsil edilmesi muhaliflerin bir zaferi olarak görülmemelidir. Bu bütün Lübnan'ın zaferidir.

 

 

Size Şüheda Meydanı’nda ulusal birlik hükümeti vaat etmiştim şimdi oldu, size her zaman zafer vaat ediyordum ve şimdi yine size zafer vaat ediyorum. Ben herhangi bir zümrenin diğerine galibiyetinden değil tüm Lübnan'ın galibiyetinden bahsediyordum. Ve bu Doha anlaşması sonucunda ulusal birlik hükümeti ile gerçekleşti. Bu tıpkı 2000’de 2006’da olduğu gibi tüm Lübnan'ın zaferidir.

 

 

İnşallah biz hükümete iştirak konusunda elimizden geleni yapacak ciddiyet ve süratle hareket edeceğiz. Muhalefet adına sadece Hizbullah, Emel ve Ulusal Özgürlük Partisi’nden başka gurupların da orada bulunması için uğraşacağız. Zira Lübnan parçalı bir yapıya sahiptir. Bizler hükümette muhalefeti en iyi temsil etmek için elimizden geleni yapacağız. Biz bu hükümetin işini iyi yapan ve Lübnan'ın sorunlarını halletmek için uğraşan ve gelecek seçim kaygısında olmayan bir hükümet olmamasını ümit ediyoruz.

 

 

Kurulacak hükümetten bahsettiğimiz şu sıralarda Şehit Refik Hariri'nin sevenlerine ve onun soyundan olanlara Şehit Refik Hariri’nin hem Lübnan’ı imar etme hem de Direniş’i destekleme yönündeki stratejisini iyi okumalarını ve bunu takip etmelerini söylemek istiyorum. Bazıları Lübnan'ın önüne iki yol koyuyorlar ya direnecek ve topraklarını işgale karşı muhafaza edecek, ama mamur bir ülke olamayacak; ya da İsrail'in ayaklarının altında kalıp Ortadoğu’nun incisi olacak.

 

 

Şehit Refik Hariri Lübnan'ın dışarıdan strateji ithal etme ihtiyacının olmadığını Direniş’in devletle çatışmadan bulunabileceğini ve Lübnan'ın bu şartlarda mamur bir ülke olabileceğini herkese gösterdi. Şimdi Şehit Refik Hariri'nin soyundan gelenler bunu örnek almalı ve tam bir bütünlük içinde olabilecek bir Lübnan olabileceğini fark etmeliler.

 

 

Bitirmeden önce tüm Lübnanlılardan Lübnan sıcak bir yaz geçirecek iddiasında bulunan Amerikalıların rüyalarını boşa çıkarıp sakin ve güzel bir yaz geçirmek için, ele ele verip Lübnan'ın yaralarını sarmak ve imar etmek için uğraşmalarını istiyorum.

 

Buradan isimlerini tek tek zikredemediğim için özür dileyerek Lübnan'da ve Arap dünyasında Lübnan'da çıkan her siyasi çatışmayı mezhep çatışması gibi gösteren Amerikalıların tersine olayın hakikatini kamuoyuna anlatmaya çalışan tüm âlim ve mütefekkirlere teşekkürlerimi sunuyorum.

 

 

Lübnan'daki çatışmayı Şii-Dürzî çatışması gibi göstermeye çalışanlara karşı olayın hakikatini kamuoyuna açıklmaya çalışan tüm Dürzî gazetecilere, âlimlere ve şeyhlere teşekkür ediyorum, son olarak Hıristiyan kardeşlerimize teşekkür etmek istiyorum.

 

Hizbullah bu çatışmalarda şehit verdi şehitlerini gizliyor gibi şeyler yazıldı. Biz kesinlikle şehitlerimizi saklamıyoruz biz bu çatışmalarda 14 şehit verdik ve diğer guruplardan da şehitler var.

 

 

Biz şehitlerimizi saklamayız onlarla gurur duyuyoruz ve onların başımızı üstünde yeri var. Elbette onlar için ve diğer gurupların şehitleri için üzüldük; ama şehitler sayesinde bu gün üzerinde yaşadığımız bir Lübnan var.

 

Buradan bütün Lübnan'a ve Lübnan'daki bütün guruplara selam olsun.

 

 

Es Selamu Aleykum ve Rahmetullah

 

 

Çeviren: Emrah Kekilli