• 01/01/70 - 02:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, İsrail’le 2006 yılında yapılan Temmuz Savaşı’nın sona ermesinin yıldönümü münasebetiyle bir konuşma yaptı. Nasrullah konuşmasında şunları söyledi:




    YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, İsrail’le 2006 yılında yapılan Temmuz Savaşı’nın sona ermesinin yıldönümü münasebetiyle bir konuşma yaptı. Nasrullah konuşmasında şunları söyledi:

    Bismillahirrahmanirrahim

    Allah’ın elçisine, onun temiz ve arındırılmış ehlibeytine, seçilmiş ashabına, Allah’ın gönderdiği bütün resul ve nebilere salât ve selam olsun.

    Aziz olan Allah kitabında söyle buyuruyor;


    بسم الله الرحمن الرحيم " واذكروا اذ انتم قليل في الارض تخافون ان يتخطفكم الناس مستضعفون فآواكم وايدكم بنصره ورزقكم من الطيبات لعلكم تشكرون" صدق الله العلي العظيم.
     

    Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi burada bulunan herkesle beraber olsun.

    Ümmet’in, Lübnan’ın ve Lübnan Direniş hareketinin Allah’ın ikramı olan zaferinin ikici yıl dönümü ile ilgili konuşmaya başlamadan önce, buradaki şehit ailelerine, Lübnan ordusunun şehitlerinin ailelerine, Trablus’taki vatandaşlarımızın şehitlerinin ailelerine, bütün Lübnan’ı ve Lübnan halkını hedef alan saldırıya maruz kalan Kuzey bölgesinin halkına baş sağlığı diliyorum.

    Allah’tan bütün yaralılara acil şifalar, musibete uğramış bütün ailelere sabır ve tahammül kuvveti vermesini niyaz ediyorum. Dün bir saldırı düzenlenmiştir ve bu gün Lübnan sadece iç dengeler açısından değil bölgesel dengeler acısından da büyük bir dönüşümün eşiğindedir. Bu saldırıların ortadan kalkması için bütün Lübnanlılar birlikte hareket etmelidir.

    Bu saldırı Lübnan’daki çekişme tartışma ve hamaset halinden Lübnan’ı maruz kaldığı bütün tehlike ve tehditlerden kurtarıp kalkındırma adına yardımlaşma haline geçişin miladı olmalı.

    14 Ağustos 2006’da Allah’ın Lübnan Direniş Hareketi’ne, Lübnan’a ve ümmete ikram ettiği bu büyük başarı sayesinde Siyonist düşman büyük bir yara almış ve karanlık emellerini gerçekleştiremeyecek hale gelmiştir.

    Bu gün burada, zaferin yıl dönümünde Direniş şehitlerinin, direniş askerlerinin ve direnişçi halkın önünde ve onların lideri el-Hac İmad Muğniye’nin önünde saygıyla eğiliyor ve onları selamlıyorum.

    Bu gün burada zaferin yıl dönümünde, şehitlerin şerefli ailelerinin, savaş gazilerinin (ki bazıları iyileşti) evleri bombalandığı için hicret eden ailelerin önünde, direnişi ellerinden geldiğince destekleyenlerin önünde, Lübnan’ın çeşitli bölgelerinde muhacirlere evlerini açanların önünde, Siyonist düşman karşısında direnen Lübnan halkının ve Lübnan Direniş Hareketi’nin destekleyicisi olan ve halkı bunu desteklemeye çağıran Lübnan’da ve bütün İslam âlemindeki bütün siyasi ve dini liderlerin önünde saygıyla eğiliyor ve onları selamlıyorum.

    Savaştan iki sene sonra ve bu iki sene süresince savaşın büyüklüğü ortaya çıkmıştır. Yine aynı şekilde bu süre zarfında düşmanın askeri ve güvenlik imkânlarının son derece genişliği ve büyüklüğü, onlara verilen bölgesel ve uluslararası desteğin büyüklüğü ve buna karşı direnişin derecesi ve hacmi ortaya çıkmıştır.

    Gün geçtikçe 2006 Temmuz harbinin ne olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu savaş Lübnan’ın ve İslam ümmetinin sinesinde barındırdığı büyük gücü ortaya çıkarmıştır. Bu güç sadece direniş hareketlerinde ve siyasi liderlerde değil; üzüntü, elem ve tehlikelere göğüs gerebilme metanetini göstermiş temiz ve şerefli sıradan insanların da sahip olduğu bir güçtür.

    Harabeye dönmüş savaş bölgesini ziyaret eden birçok araştırma kurumu, orada psikolojisi bozulmuş, psikolojik tedaviye ihtiyacı olan bir sürü insanla karşılaşacağı kanısıyla bölgeye gittiler; fakat şaşkınlık verici bir durumla karşılaştılar.

    Orada yaptıklarından dolayı mutlu ve mesut, maruz kaldıkları tehlikeler karşısında sabırlı ve bu yaptıklarının, kendilerini yapmakla yükümlü gördükleri şeylerin bir parçası olarak gören insanlarla karşılaştılar. Evet, bu söylediklerim bana ulaşmış gerçekler.

    Bu araştırma merkezleri bu halkın vicdanının derinlerinde tarih boyunca bulunmuş olan ve şimdi de bulunan, medeniyet ve kültür mirası olan imani ruha bağladılar bu durumu. Şimdi bu savaştan iki sene sonra bu savaşın sonuçları ve nasıl ilahi bir mucize olduğu bizim için açık hale gelmeye başladı.

    Bu zafer sayıca az olmasına rağmen Ortadoğu’nun en güçlü ordusu olan ve arkasında uluslar arası destek bulunan düşmana karşı azim, irade ve ihlâsla direnen bir avuç mazlum ve muztazafa Allah’ın hediyesidir. Zaferin ikinci yıl dönümünde bu zaferin sonuçları halen devam etmektedir.

    Savaş stratejisi, siyasi ve askeri alanda ve harp akademilerinde ve savaş algısında büyük neticeler doğurmuştur. Bu söylediğimizi Amerika ve İsrail başta olmak üzere (ki onlar bu savaştan ders çıkarma ve ibret alma peşindeler) dünyanın birçok yerinde bu savaş üzerine yapılan derin araştırmalar tasdik etmektedir.

    Bu savaşın sonuçları Siyonist oluşumun ordusunda devam etmektedir. Bunu Siyonist oluşumun ordusundaki istifalardan ve istifa ettirilenlerden anlamaktayız; zira yönetim kademesinin çoğu istifa ettirildi. Mesela General Gal Hirsh Gürcistan’a gitti ve ona Gürcistan özel kuvvetlerine eğitme görevi tevdi edildi; zira hükümetin buna ihtiyacı vardı.

    Gürcistan Rusya karşısında İsrailli uzmanlara ve İsrail silahlarına güvendi ve şimdi başarısız oldu; çünkü onları başarısız generaller eğitti. Bu gün Gürcistan’da olanlar Amerika’nın kendilerini belirsiz maceralara itmesine izin verenler, hesapsız savaşlara dalanlar belirsiz siyasetlere kapılanlar için bir ibrettir.

    Görüldüğü gibi sonunda Amerika onları yalnız bırakmıştır. Amerika kınamayla yetinmiştir; çünkü onun maslahatları her şeyden önce gelmektedir. Hâsılı sonuç olarak düşman şöyle bir durmuş Ehud Barak, Genelkurmay Başkanı ve diğer generaller ve şimdiki savunma bakanı toplanmış ve yenilginin sebepleri üzerine tartışmaya başlamıştır ve bu yenilginin nedeninin tecrübesizlik olduğu noktasında ittifak etmişlerdir ki bu tecrübesizlik sadece askeri liderlerde değil siyasi liderlerde de mevcuttur.

    Şimdi bu komutan gurubunda tecrübe sahibi olan kim var? Bunların ne kadar tecrübeli oldukları geçmişte başarısız oldukları savaşlardan ortaya çıktı. Bu komutanlar Barak’ın gözünde tecrübesizler. O zaman tecrübeli olan kim? Barak mı Aşkenazi mi?

    2000’de İsrail’in Lübnan’da yenilgisi meşhurdur. O zaman Aşkanazi İsrail ordusunun kuzey birlikleri sorumlusu idi. Direnişin şimdiki kuvvet ve taktiklerine nispetle o zaman direnen gençlerin taktik ve kuvvetleri çok daha mütevazı idi.

    Aşkenazi’nin bu gençler önünde nasıl aciz kaldığını ve başarısız olduğunu hatırlatmalı mıyım? Acaba Barak’ın düşmanın başbakanlığına aday olduğunda söylediklerini hatırlatmama gerek var mı? Ya da 2000’de düşmanın başbakanı olduğunda başarısızlığı itiraf ettiğini hatırlatmalı mıyım? Lübnan’daki direniş hareketine karşı bütün yoların başarısız olduğunu, İsrail’in Lübnan’dan çekilmekten başka şansı olmadığını, acaba 2000’deki çekilme sınırını hatırlatmalı mıyım?

    Hâsılı bu savaşın sonuçları siyasi düzlemde devam etmektedir. Savaşa liderlik eden takımın siyasi hayatları bitmiştir. Savunma bakanı gitmiştir. Savunma bakanı olma hayali kurmakla birlikte Genelkurmay Başkanı gitmiştir. Önümüzdeki eylül ayında Ehud Barak da gidecektir.

    İki hafta önce bazı İsrail gazeteleri ve Arap gazeteleri “Barak iki sene önce öldü, iki ay sonra defnedilecek” diye yazdılar. Bu savaş İsrail’deki siyasi çekişmelerinde ve parti çekişmelerinde önemli yer işgal edeceğe benziyor. Liderlik mekanizması ile alakalı olanların hepsi, Siyonistlerin bu gün daha önce görmedikleri, tarihlerinin ne büyük yönetim krizi ile karşı karşıya olduklarını söylüyorlar.

    Savaşın bölgesel sonuçları da devam etmektedir. Biz savaş bitmeden önce Yeni Ortadoğu Projesi artık geçerliliğini yitirmiştir dedik. İki sene sonra Yeni Ortadoğu Projesinin geçerliliğini kaybettiği ya da uzun süreli askıya alındığı belirginleşti. Elbette biz Sayın Condoleezza Rice’tan Yeni Orta Doğu Projesi’nin Ortadoğu’yu küçük devletlere böleceğini söylemesini beklemiyorduk. Fakat biz Lübnan olarak, Lübnan Direniş Hareketi olarak evlatlarımızın kanları ve canları uğruna birliğini koruması gereken birinin nasıl koruyacağını bütün Arap ve İslam dünyasına gösterdik.

    Biz aynı şekilde Condoleezza Rice’tan Yeni Ortadoğu Projesi’nin artık geçerliliğini yitirdiğini itiraf etmesini beklemiyoruz. Fakat Temmuz harbi birçok farklı yönden sonuçlarını devam ettirmektedir. Bu savaşın bölgesel etkileri devam etmektedir.

    İsrail Gazze’de işlediği suçları kaldıracağını söylemiş ateşkesi kabul etmiş ve Filistinlilerin Gazze’den attığı füzeleri durduramadığını itiraf etmiştir. Suriye’yi savaşla tehdit eden İsrail artık onunla diplomatik çözüm arayışlarına girmiş bulunuyor. Tabi bunun karşılığında İran İslam Cumhuriyeti ve direniş hareketi ile ilişkisini kesmesini istiyor. Bu arada Suriye’nin inkâr edilemez askeri gelişmesini de gözden kaçırmamak gerekiyor. Aynı zamanda İsrail’in İran karşısında ne yapacağını bilemez duruma geldiği de herkesin malumu.

    Yine bu savaşın en önemli neticelerinden biri ümmetteki direniş ruhunun gelişmesidir. Elbette direniş ruhu bu ümmette 2006 harbinden önce yoktu demiyorum. Fakat bu ruh, 2006 Temmuz Harbi’nden sonra gelişmiş filizlenmiş, teslim olma geri adım atma psikolojisi yok olmaya başlamıştır. Bu söylediğimizi iki sene boyunca çeşitli araştırma merkezlerinin yaptığı araştırmalar tasdik etmektedir.

    İsrailliler, Arap kamu vicdanının elli yıldır dağlandığını söylediler. Peki, şimdi 2006 Temmuz Harbi’nden sonra bakalım Arap kamu vicdanı nasıl, İsrail kamu vicdanı nasıl oldu. Bu söylediğimiz bazı kargaşa ve ihraç kararlarına neden olan iç sorunlar olsa da Filistin için de geçerlidir.

    Filistin’de esas olan direniştir ve Filistin halkının çoğunluğu bunu böyle kabul etmektedir. Bunu Olmert tarafından Filistin devlet başkanına sunulan, fakat hiçbir Filistinlinin kabul edemeyeceği hükümler içerdiği için reddedilen sunum tasdik etmektedir. Aynı şekilde Irak’ta da işgal güçlerine karşı verilen şerefli bir direniş vardır.

    Tabi ben Irak’taki direnişten bahsederken siyasi ve dini ahlaka sığmayacak eylemler yapan masum insanları öldüren silahlı suç örgütlerini kastetmiyorum. Buna direniş dememiz mümkün değil. Az önce haber geldi Irak’ta Kerbela ziyaretçilerini hedef alan intihar saldırıları olmuş. Bu, çok garip bir olay. Eğer ölmeye hazır savaşçıları varsa neden bunları işgal güçleri ile savaşmaya yollamıyorlar. Bunun yerine sadece senden farklı bir taklit anlayışına, ibadet şekline ve adetlere sahip olan çoluk çocuk masum insanları öldürmeye salıyorsun. Bunu direniş diye nitelememiz mümkün değil ve Irak’taki direniş ile hiçbir alakası da yoktur.

    Ben burada Irak’ın çeşitli bölgelerinde ve çeşitli kabilelerinde gördüğümüz gerçek direnişten bahsediyorum. Bazı basın yayın organlarından duyduğumuz kadarıyla bu guruplar işgalcilerin Irak’taki planları ve geleceği üzerinde etkili önemli eylemler yapıyorlar. Bu şerefli direnişçiler çok zor şartlarda direniyorlar; fakat istedikleri sonuca ulaşıyorlar.

    Elbette bu söylediklerimiz aştırma merkezlerinin raporlarına dayanıyor. Yani biz kuru kuruya slogan atanlardan olmak istemiyoruz. Söylediklerimizin bazısı bağımsız araştırma merkezlerine, bazıları ise işgalcilerin kontrolündeki araştırma merkezlerinin raporlarına dayanıyor. Bu raporlara göre birçok bölgede özellikle güney bölgelerinde direnişe ve onun hedeflerine yüzde 80 oranında destek var.

    Elbette Irak’ta direnişe bu denli destek olmasının nedeni son zamanlarda ümmetteki direniş ruhunun gelişim göstermesidir ve bunda da Temmuz Harbi’nin büyük etken olduğu kesindir; siyasilerin buna dikkat etmesi gereklidir. Fakat bu söylediklerime Irak’ta bölgesel seçimler ve parlamento seçimlerine katılımı örnek göstererek yorum getirmek isteyenler direnişin buralarda desteksiz olduğunu sanmasınlar. Bu direnişin desteklenmediği anlamına gelmez. Çünkü birçok kişinin bildiği gibi ben de biliyorum ki şerefli ve mazlum Irak halkı ülkesini kurtarmak için bütün yolları denemeye hazır bir halktır. Bu kurtarma yolu bazen silahlı direniş bazen da siyasi seçim yolu olabilir.

    Zafer’in ikinci yılında Semir ve arkadaşları başları dik bir şekilde kimseye minnet etmeden ülkelerine bir düğün havası içinde girdiler ve o sırada Siyonist düşman yas ve yenilgi elbiseleri giymişti. Ben burada Rıdvan Operasyonu’nun ayrıntıları hakkında konuşacaktım fakat DNA testlerinin sonuçlarını bekliyorum. Bu araştırma içlerinde Delal Muğribi ve Yahya Sekaf’ın olma ihtimali olan dört asker için yapılıyor. Her halükarda Delal şehit olmuştur ve onun şahadetinin gerçekliği değişmeyecektir; fakat bu aştırma Yahya Sekaf’ın durumunu kesinleştirecektir. Bundan sonra bir basın toplantısı düzenleyerek, aracılar vasıtasıyla İsrail’den aldığımız belgeler de elimizde olarak Rıdvan Operasyonu’nun sonuçlarını anlatacağız. Aynı şekilde Yahya Sekaf, Muhammed Ferran ve dört İranlı diplomat’ın akıbetlerinden bahsedeceğiz. Aynı şekilde Lübnan hapishanelerinde tutuklu bulunanlar hakkında, Lübnan ve Suriye’de kaybolan dört subay hakkında konuşacağım. Şimdi bu meselelere girmeyeceğim bu konuşmada.

    Zafer’in ikinci yılında uzun bir siyasi çekişmenin ardından ulusal birlik hükümeti kuruldu. Bu savaşın sonuçları ve kurulan ulusal birlik hükümetinin bakanlar kurulunun yaptığı açıklama arasında derin bir bağ vardır. Bu açıklama Direniş’i sevindirmiş ve düşmanı hayal kırıklığına uğratmıştı. İsrail harp sırasında da savaştan sonra da Direniş’i etkisizleştirmek hiç değilse yalnızlaştırmak istiyordu; fakat bu iki isteğini de gerçekleştiremedi. Şimdilik ben harbin devam eden getirilerini anlatmayı bırakıyorum ve bu harbin gerçekleştirdiklerine değinmek istiyorum.

    Birincisi; İsrail’in Hizbullah’ın yükselen gücü ile ilgili yaygara koparması hakkındadır. Barak, (hakkındaki hüküm bu günlerde belli oldu) Aşkenazi, Mofaz, Livni ve diğer İsrailli yetkililer bu mesele üzerine açıklamalarda bulunuyorlar. Bu aralar gelişmiş silahların varlığından, hava savunma sisteminin varlığından ve bunun Hizbullah tarafından kullanımının meydana getireceği tehditten bahsediyorlar.

    Bu sözleri geçtiğimiz günlerde sıkça duyduk ve esir değişiminden sonra sesler daha da yükselmeye başladı. Bu, Olmert’in de ifade gibi Siyonist düşmanın maruz kaldığı hüzün ve elemden kaynaklanıyor olabilir. Ben özellikle burada Lübnan ve bölge için önemi nedeniyle bu konudan bahsetmek istiyorum. Şunu biliyorum ki burada hiç kimse benim şu kadar yeni silahımız var şu kadar yeni silahımız yok dememi beklemez. Hangi silahlar vardır? Var mıdır, yok mudur? Varsa ismi nedir gibi konularda açıklama yapmamı beklemezler.

    Bu Direniş’in kuvvetiyle ilgili bir konudur ve esrarını muhafaza etmemiz gerekir. Elbette bazen bazı silahların varlığını ilan ettiğimiz doğrudur; fakat bu planın bir parçasıdır ve buna psikolojik savaş diyorlar. Bu caydırıcı önlemler içerisinde değerlendirilmesi gereken bir durumdur.

    Zannedilmesin ki biz herhangi bir silahın varlığını açıkladığımızda onu içi boş bir gururlanma olarak açıklıyoruz. Ya da herhangi bir silahın varlığını gizlediğimizde onu korkudan gizliyoruz. Bu Direniş’in kullandığı savaş taktiklerinden biridir.

    Yani biz bir silahın varlığını ilan ettiğimizde ya da gizlediğimizde bir strateji dâhilinde bunu yapıyoruz. Şu çok iyi biliyorum ki 2006 Temmuz Harbi birden patlak verdiğinde düşman bizim bu denli kara ve deniz silahlarını, ileri teknoloji zırhlılara karşı kullanılan silahlara sahip olduğumuzu bilmiyordu. Bizim sadece füzelere sahip olduğumuzu sanıyordu ve onun da bu kadar gelişmiş olduğunu bilmiyordu ve başka konularda da yeterli bilgisi yoktu. Bu nedenle bizim burada ilan etme ve ispat etme gibi bir yükümlülüğümüz yok.

    Bu kopartılan yaygaranın arka planı önemli ve bilinmesi gerekiyor, bunu bilelim ki nasıl konumlanacağımızı bilelim. Herkesin bildiği gibi diğer gurupların içerisinde bulunduğu şehitleriyle, kurbanlarıyla ve kanıyla İsrail’i yenilgiye uğratmıştır. Ama silahla uğratmıştır yani bu savaşta silah kullanıştır.

    2000 yılında Hizbullah’ın İsrail’i yenilgiye uğrattığı milattır. O günden beri Siyonist düşman Hizbullah’ın silahsızlandırılması yönünde BM ve uslar arası güçlerin de içerisinde bulunduğu bir plan dâhilinde hareket etmekte. Bu mesele birçok düşman lideri tarafından dillendirildi. Bunlardan biri de düşmanın eski Dışişleri Bakanı Silvan Şalom’dur.

    O 1559 sayılı kararın bakanlığı döneminde gerçekleştirilmiş diplomatik bir başarı olduğunu söylüyor. Bu plan dâhilinde Direniş’e silah yardımı yaptığı, Direniş için silah kaçırdığı ve Direniş’e silah sattığı iddia edilen devletlere baskı yapılacaktı. Yine bu plan çerçevesinde Direniş’in mali kaynakları kurutulmak ve Direniş’e mali destek verenleri engellemek amaçlanıyordu. Hatta Hizbullah’ın iftar yemeğine 300 dolar bağış yapan bazı Lübnanlı yetkililerin bile seyahat etmesi engellenmişti.

    Yine bu kapsamda Hizbullah, uluslar arası alanda terör örgütleri listesine konuldu. Yine bu kapsam içinde 1559 sayılı kararın da bulunduğu bazı kararlar çıkartıldı. Tüm bu çalışmalar boşa girmişti ve Amerika ve İsrail tam çıldırmak üzere iken Temmuz Harbi baş gösterdi. Şimdi başa döndüler. İsrail çok büyük bir laf etti ve dedi ki; şimdi biz dünya çapında büyük bir stratejiyi büyük bir salâbetle uygulamaya koyduk ve devam ettireceğiz. Bu da “Hizbullah’ı silahsızlandırmaktır.”

    Bu nedenle bütün Lübnanlıların Hizbullah’ın silahsızlandırılması mesesine dikkat etmeleri gerekir. Bu, İsrail tarafından açıkça ilan edilmiş bir hedeftir. Bunu ben öyle kimsenin bilmediği gizli belgelere dayanarak söylemiyorum. Bu, bütün İsrail televizyonlarında ve basın yayın organlarında açıkça dile getirilen bir şeydir. İsrailli yetkililer bir de bununla alakalı tehditler savuruyorlar sürekli. Şimdi bu son dönemde kopan tantana da bu planın bir parçasıdır. Hizbullah’ı silahsızlandırmak için uğraşıyorlar; fakat ben İsraillilere bunun faydasız olduğunu söylemek istiyorum.

    İkincisi; Lübnan’daki diyalog masasına savunma stratejisini yıpratma yönünde baskı yapmaya çalışmaktır. Bugün dünya, Lübnanlı liderler savunma stratejisini konuşmak için masaya oturacaklar; fakat arkalarında İsrail tarafından koparılmış koca bir tantana var demekte. İsrail sürekli Lübnan’ı ve kurumlarını tehdit ediyor ve bu da onun bir parçası.

    Hizbullah’ın gücünün arttığı yönünde koparılan bu yaygara Amerikan ve Batı desteğini arkalarına almak için oynadıkları bir oyun. Yani bu palanı “dilencilik” olarak niteleyebiliriz. Zira onlar Batı’ya ve Amerika’ya “yanı başımızda bir oluşum şöyle kuvvetleniyor böyle kuvvetleniyor, bizim bölgede var oluş stratejimizi tehdit ediyor” diyerek uçak ve silah talep ediyorlar ve bunda da genel olarak başarılı oluyorlar. Tabi bu, İsrail’in çizdiği resim.

    Bir de tersi var; çevresindekileri tehdit eden bir kasap, Filistin’de her gün kan ve gözyaşı dökülmesine deden olan bir İsrail var ortada. Siyonist siyaset bölgede geçmişte başarısız oldu şimdi de olmakta bu Allah’ın  :"ويمكرون ويمكر الله , والله خير الماكرين"

    Ayetinde buyurduğu gerçeğin bir tezahürüdür. Bu kopartılan gürültüyü kendi halkı Lübnan halkı, Arap halkı ve Müslüman halklara duymaktalar. Bunun iki neticesi var;

    Birincisi; İsrail halkı zaten korku içinde yaşıyor, bir de bu Hizbullah’ın kuvveti artıyor yaygarası onları daha ürkekleştiriyor. Bu açıkça bir psikolojik savaş etkisi yapıyor. Bedavadan bu işi bizim için yapıyorlar. Diğer taraftan Lübnan’da, Arap halklarında ve Müslüman halklarda yeni zaferler kazanılması için Direniş’e olan destek ve güven artıyor. Fakat eğer güneyde, Beka’da, Beyrut’ta, Cebel’de ve kuzeyde yani Lübnan’ın bütün bölgelerinde Hizbullah’ın kuvveti artıyor bu içerde dengeleri bozabilir yönünde bir düşünce varsa bu düşünce koparılan yaygaranın tesiri altında demektir.

    Evet, bizlerin bu kopartılan yaygaraya metin bir şekilde direnmemiz gerekmekte. Lübnan’da bizlerin ve hiç kimsenin bu oyuna gelmemesi gerekmektedir. Eğer bizler birlikte hareket edersek sırt sırta verirsek, bakanlar kurulu açıklamasını esas alırsak (bu açıklamayı herkes istediği gibi yorumluyor olabilir; ama bu aslen sorun teşkil etmiyor) tek bir Lübnan olarak, halkıyla, askeriyle, direnişiyle birlikte çalışırsak bu başarısız İsrail liderleri (Olmert, Aşkenazi ve Livni gibi) bize karşı hiçbir şey yapamazlar.

    Ben burada Siyonistlere şunu söylemek istiyorum ki; biz sizden hiçbir zaman korkmadık ve şimdi de korkmuyoruz. İstediğinizi söyleyin, istediğinizi yapın. Biz, Siyonistlerin Direniş’in liderleri için yeni tutuklamalar ve yeni suikastlar planladıklarını biliyoruz; fakat bu bizi kesinlikle geriletmeyecektir. Geçmişte Şeyh Ragıb’ı, Seyyid Abbas’ı ve Hac İmad Muğniye’yi ve daha birçok direniş liderini şehit ettiniz. Şahadet yolu diğer liderler için de açıktır. Burada onlara bir dizeyi hatırlatmak istiyorum;

    “Savaşmak bizim âdetimizdir, Şehadet bizim hediyemizdir”

    Bu ruh sadece Direniş liderlerinin ruh hali değil Direniş’e destek veren bürün kadın erkek, çoluk çocuk herkesin ruh halidir. Biz buradayız ve burada kalıp direnmeye devam edeceğiz. Gece gündüz Lübnan’ın askeri, halkı ve Direnişi’yle daha kuvvetli olması için uğraşacağız. Lübnan’ın daha kuvvetli olması, sesinin daha gür çıkması için uğraşacağız. Siz Siyonistler ise cehenneme gidin.

    İsrail tehditleri yanında ikinci mesele yakınlarda gerçekleştirilmesi kararlaştırılmış müzakere masasıdır. Bu toplantıda vatanın önemli sorunları ve geleceği ile ilgili meseleler konuşulacak. Biz bu müzakere masasına katılımın çokluğunu beklediğimiz gibi en kısa zamanda gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Biz esirlerin değişimi sırasında da bunu belirttik.

    Şu anda bizler Hizbullah olarak, herkesten daha çok ve daha önce istemediğimiz kadar vatımızın savunulması yolunda ortak strateji geliştirilmesi adına müzakere masasına oturulması gerektiği kanısındayız. Bunu yaparsak ilerde karşılaşılması muhtemel saldırılar karşısında nasıl konumlanacağımızı tespit edebiliriz.

    Aynı şekilde birçok siyasi gurup tarafından da dillendirilen, vatanın geleceği ile ilgili karar alınan müzakere masalarında ülkedeki bütün siyasi gurupların temsil edilmesi gerektiği fikri de göz önüne alınmalıdır.

    Burada şunu bir kere daha yenilemek istiyorum ki bizler vatanın savunulması adına hedefleri gerçekleştirmek üzere yapılacak olan her türlü bilimsel ve soğukkanlı tartışmalara açığız. Aynı şekilde en az savunma meselesi kadar önemli meseleleri tartışmak için de müzakere masasına oturmaya hazırız. Bunun içinde ülkenin imarı meselesi de sayılabilir. Tabi başka meseleler de tartışılabilir. Fakat ben müzakere masasında tartışılması gereken iki önemli mesele olduğu kanısındayım.

    Birincisi, bütün tarafları tatmin edecek adil temeller üzerinden yükselecek adil bir devletin meydana getirilmesidir. Burada demek istediğimiz Taif Anlaşması’nın feshedilmesi değildir, Taif Anlaşması’nın çatısı altında ve ışığında bu işi yapmaktan bahsediyoruz burada. Yani adil bir devlet rahatsız edici ihtilafların döndüğü bir devlet değildir. Bu nedenle bizim gerçek bir ulusal müzakereye ihtiyacımız vardır.

    Yıllar önce krizin tam ortasında dahi sarf ettiğimiz sözlerin gerçekliği bu gün ortaya çıkmış durumdadır. Kimsenin kimseyi saf dışı edemediği bir hükümete ihtiyaç vardır. Bu, Lübnan’ın gerçeğidir. Yani bir başkasının diğeri hakkındaki olumlu ya da olumsuz görüşü ne olursa olsun bu onun diğerini ilga etmesini gerektirmemeli ve aynı masada oturulup müzakere edilebilmelidir. Eğer biz oturup herkesin eşit olarak söz aldığı adil bir devletten konuşursak bu çok önemlidir. Çünkü bu konu en az ülke savunması ve direniş kadar önemli bir konudur.

    İkinci mesele; Lübnan’ın içerisinde bulunduğu iktisadi, mali ve toplumsal kötü durumdan Lübnan’ı kurtarmak ve şartlarının iyileştirmesi için çabalamaktır. İktisadi mali ve toplumsal açıdan Lübnan’ın ne kadar sıkıntılı bir durumda olduğu herkesin malumudur. Bir kaç gün sürecek savaşın kötü sonuçları birkaç ayda veya birkaç senede tamir edilebilir; fakat bu iktisadi sıkıntının sonuçları çok daha uzun süreli sıkıntılar meydana getirecektir.

    Eğer içerisinde bulunduğumuz iktisadi sıkıntı akli, ilmi, objektif, sistematik, temiz ve şeffaf bir şekilde ele alınmazsa Lübnan büyük bir yıkım yaşayabilir. Bu, savaştan daha tehlikelidir; çünkü savaşta çok büyük bir başarı elde etme imkânı var ve başarıya götüren yollar da savaşta açık olabilir. Eğer düşmanın kuvvetli ve zayıf yönleri bilinirse zafer mümkündür. Fakat iktisadi sorun daha karmaşık ve daha tehlikeli bir sorundur.

    Her halükarda bir sonraki müzakere masasında halkımızın ve ülkemizin maslahatı için ortak bir karara varma adına yardımlaşmacı bir üslupla konuşmalıyız. Aynı şekilde alınan kararların uygulanması için de yardımlaşmalıyız ki, alınan kararlar kâğıt üstünde ya da lafta kalmasın.

    Üçüncüsü; Lübnan-Suriye ilişkileridir.

    Son iki gündür Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman ve beraberindeki heyet Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Suriyeli yetkililerle görüşüyor. Orada yapılanları şekli olarak ve içerik olarak kabul etmemiz ve kabullenip olumlu yönde geliştirmemiz gerekmektedir. Bu olanlar Lübnan ve Suriye arasındaki ilişki açısından yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyor. Hiç kimsenin bu gelişmeleri baltalamaması için uğraşmalıyız. Ben, senelerden beri bu konu ile ilgili gözlemlerinden şunu anladım ki, aramızdaki bazı askıda olan meseleleri olumlu bir tavırla kurulacak olan ilişki bicimi değiştirecek. Fakat öyle aldatma içerikli bir tutum sorunların çözümü noktasında hiçbir getiri sağlamayacaktır.

    Dördüncüsü; Lübnan’daki dâhili durum ve ulusal birlik hükümeti ile alakadardır.

    Geçtiğimiz günlerde Lübnan parlamentosunda bakanlar kurulu bildirisi ile ilgili yoğun tartışmalara şahit olduk. Tabi orada söylenilenlerin çoğu bildiri ilgili olmaktan ziyade retorik tarzda söylemlerdi.

    Aynı şekilde Direniş’in silahına yapılan saldırılara da tanık olduk. Ben, insanları sürekli sakin olmaya davet ediyordum şimdi de ediyorum. Kardeşlerimize içerisinde bulunduğumuz bu ağır havaya rağmen sabırlı ve tahammül sahibi olmalarını ve hamasetten kaçınmalarını tavsiye diyordum şimdi de ediyorum. Fakat şunu da belirtmek istiyorum ki Direniş ve onun silahı hakkında başlatılan karalama kampanyası faydasızdır ve Direniş’in bu vatanda zaferle parlayan varlığına zarar veremediği gibi onu azminden de döndüremeyecektir.

    Bu karalama kampanyasının sakin olması gereken sokaktaki nefreti artırmaktan başka faydası yoktur. Onları şimdiye kadar olan olaylardan ders almaya çağırıyorum. Herkesin bildiği üzere bölgenin en güçlü ordusuna sahip olan Siyonist düşman 33 gün boyunca Direniş’i, direnişçileri ve onların silahları hakkındaki düşüncelerini sarsamadığı gibi onların kuvvetini artırdı.

    Düşman sürekli Direniş’in kuvvetinin arttığı yaygarasını koparıyor. Öyle hamasi konuşmalar bir şey değiştirmeyecektir. Ben bunlara sinirlenen arkadaşlarımıza da öyle hamasi konuşmalar yapanlara da bu koparılan yaygaranın ne içerde ne dışarıda bir işe yaramayacağını söylüyorum.

    Direniş köklü bir projedir. Direniş derinlikli bir projedir. Direniş akıllı bir projedir. Direniş fikri, siyasi, kültürel, ulusal, hissi, medeni ve psikolojik sağlam temeller üzerinden yükselen bir harekettir.

    Ben bu türden basit hareketlerin direnişin seyrinde bir değişiklik yapacağını inanmıyorum. Sokaklarda olanları bir kenara bırakalım ve sorumluluk duygusu içerisinde konuştuğumuz yeni bir sayfa açalım.

    Bazıları bir ulusal birlik hükümetinin olduğunu kabul etmiyor. Elbette bizler ulusal, siyasi ve halk indinde daha itibarlı olan bütün kesimlerin temsil edildiği bir ulusal birlik hükümetinin olmasını isterdik. Fakat o kuvvetle bakanlar kurulunda muhalefetin bakanlarının olmasını kabul etti. Bence bu bizim için bir fırsat olmalı.

    David Welch ve ondan önceki elçi de üçte bir meselsinin atıl olduğunu ve içerik olarak önemsiz olduğunu söylüyor; çünkü onlar bu meseleyi önemsemiyorlar.

    Eğer bu mesele önemsizse neden iki sene boyunca ülkeyi atıl bıraktınız ve harap ettiniz. Eğer bu mesele önemsizse bu işlevsizlik neden? Bu demek oluyor ki işlevsiz olan muhalefet değil onlar. Sonunda ulusal birlik hükümeti oluşturuldu ve 100 milletvekilinin güvenoyunu aldı ki bu gerçekten yüksek bir rakam.

    Burada hükümete ve siyasi güçlere gerçekten yaralı işler yapmasını ve vakit öldürme yoluna gitmemesini tavsiye ediyoruz. Hükümete önemli ve gerçek dosyalarla uğraşması tavsiye ediyoruz.

    Şunu da belirtmek isterim ki Hizbullah halkın ve ülkenin yararı adına yapılacak bütün çalışmalarda hükümet ve bakanlar kuruluna elinden gelen yardımı bütün samimiyetiyle yapacaktır. Siyasi güçlere diyorum ki; gelin sakince konuşalım, sakince konuşun, sakince tartışalım ve sakince eleştirelim. Bu demek değil ki diğerini eleştirmeyelim görüşümüzü belirtmeyelim; fakat üslubu değiştirerek ülkede daha rahat bir hava meydana getirebiliriz. Bu mesele gerçekten çok önemlidir ve hepimiz bu yönde elimizden gelen çabayı ülkemiz ve halkımız için sarf etmeliyiz.

    Bu gün burada Lübnan’ın çeşitli bölgelerinden gelen bu aziz topluluğun önünde bulunmaktan mutluyum. İsrail, buradaki insanların evlerini, köylerini, şehirlerini bombaladı. Sonra ateşkes ilan ettiğini söyledi; ama Lübnan, İsrail ile sürekli bir savaş halindedir. Evlerinizin üzerine milyonlarca bomba düştüğü halde sizler evlerinize geri döndünüz.

    Burada şehit düşen çiftçileri, kadınları çocukları örgencileri anmak istiyorum. Onlar İsrail’in bombaları altında can verdiler. Bu Siyonistlerin bizim kadınlarımıza ve çocuklarımıza nasıl düşmanlık beslediğinin göstergesidir. Bu gün burada başlarına milyonlarca bomba yağdıktan sonra evlerine geri dönen, ne olursa olsun topraklarını terk etmeyen, zilletle değil izzetle yaşamayı seçmiş insanların önünde olmaktan mutluyum.

    Bu gün burada hicret edenleri evlerinde köylerinde şehirlerinde, okullarında, mescitlerinde, kiliselerinde misafir edenlerin önünde bulunuyorum. Ben birçok yerde bizim için yaşasın denildiğini duyuyorum. Bazıları da yaşasın Beyrut diyor. Biz Beyrut’un yabancısı değiliz.

    Burada ben de diyorum ki yaşasın Direniş’in ve Arapların başkenti Beyrut! Yaşasın bütün siyasi gurupları ve sakinleriyle Cebel! Yaşasın dün de ülkesi için kanını akıtmış halen de akıtmakta olan Kuzey Beyrut! Yaşasın bütün direnişçileriyle Beka ve Güney Beyrut! Özellikle yaşasın o günlerde yaşanan savaştan en çok etkilenen, evleri en çok bombalanan Güney Beyrut! Yaşasın Direniş’e destek veren, vatanını seven ve vatanının özgür ve bağımsız bir ülke olması için elinden geleni yapan bütün köy, kasaba ve şehirler!

    Burada bize sürekli destek veren mülteci kamplarında yaşayan Filistinlileri atlamak doğru olmaz. Yaşasın Filistinliler. Çünkü onlar Temmuz Harbi’nde bize yardım ettikleri gibi daha önce de yardım ettiler. Kayıp önderimiz Seyyid Musa Sadr’ın dediği gibi onlar Lübnan’da ve başka yerlerde vatanlarından ve evlerinden olmuş zor şartlarda yaşayanların dert ortağıdır.

    Zaferin bu ikinci yıl dönümünde bizler zaferimizi, zaferlerimizi, birliğimizi, yardımlaşmamızı kemale erdirebilecek bir zeminde bulunuyoruz.

    Ben sana yanlış yapmışımdır, sen bana, falan falana yapmıştır. Acaba şimdi bizim eski düşmanlıkların önünde durmamız mı gerekiyor. Bizim daha önce başardığımız gibi geçmişin düşmanlıklarını terk etmemiz gerekmekte.

    Bu gün savaşta şehit olanların hakkı için yeni bir sayfa açabiliriz. Allah hepinize sağlık selamet versin.

    Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizinle olsun.

    Çeviren: Emrah Kekilli