YDH- Amerika’daki Yeni Muhafazakar kesimin tanınan gazetecilerinden Michael Rubin, American Enterprise Institute’nün internet sitesinde kaleme aldığı yazısında Barack Obama yönetiminin İran’la ilişkilerde yeni bir açılım başlatmaya dönük açıklamalarını analiz ediyor.
YDH- Amerika’daki Yeni Muhafazakar kesimin tanınan gazetecilerinden Michael Rubin, American Enterprise Institute’nün internet sitesinde kaleme aldığı yazısında Barack Obama yönetiminin İran’la ilişkilerde yeni bir açılım başlatmaya dönük açıklamalarını analiz ediyor.
Demokratik seçim süreci boyunca Barak Obama, İranlı liderlerle "ön koşulsuz" görüşme sözü verdi.
Kendisi sözünün eri birine benziyor. Nitekim seçildiği günlerde (ABD) Dışişleri Bakanlığı, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'a yüz yüze görüşmeyi sağlama niyetiyle bir mektup yazmaya koyuldu.
Göreve başlamasının üzerinden bir hafta bile geçmeden Obama, Al Arabiya uydu kanalına şunları söyledi: "Eğer İran gibi ülkeler, sıkılmış yumruklarını açmaya isteklilerse karşılarında bizim onlara uzanmış elimizi bulacaklar." Ayrıca, Ahmedinejad'ın baş danışmanının başkanlık ettiği üst düzey bir İran delegasyonuyla ilişki kurmak üzere eski Savunma Bakanı William Perry'yi gönderdi.
Uzmanlar ve gazeteciler bunu alkışlayabilirler; ancak onların Obama'nın yeni yaklaşımına yönelik dalkavuklukları gerçekten çok efsanelere dayanmaktadır. Associated Press'e göre "1979 İran devriminden beri hiçbir Amerikan yetkilisi İranlı yetkililerle doğrudan ve geniş kapsamlı bir diplomasi yürütebileceklerine inanmıyorlardı." Oysa Washington ve Tahran konuşmaktan hiç vazgeçmemişti. Aslında Obama'nın sözde cesur birçok girişimi daha önceden denenmiş; ancak felaketle sonuçlanmıştı.
1979 yılında Ayetullah Humeyni'nin ülkeye geri dönüşü Birleşik Devletler-İran diplomasisinde bir acil durum meydana getirdi. Washington'daki birçok kimse, Şah'ın gidişini görmekten memnundu ve -Princeton Üniversitesi'nden profesör (şimdiki BM yetkilisi) Richard Falk'a göre- Humeyni'nin çevresindeki "mütevazı, ilerici bireylerle" yeni bir başlangıç umuyorlardı.
Dışişleri Bakanlığı, yeni hükümetle ilişkiyi devam ettireceğini ilan etti. Birleşik Devletler'in Tahran Büyükelçiliği'ndeki diplomatlar, İslami Cumhuriyet'in değişken politik yüzünü yorumlayabilmek için fazladan mesai yaptı.
1 Kasım 1979'da Başkan Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brezezinski ve ironik bir biçimde Obama'nın İran ilişkileri danışmanı Cezayir'de ilişkilerin geleceği hakkında devam eden belirsizliğin ortasında normalleşmeyi görüşmek üzere İran Başbakanı Mehdi Bazergan ve Dışişleri Bakanı İbrahim Yezdi ile buluştu.
Ancak İranlı öğrenciler, tüm beklentileri boşa çıkardı ve Tahran'daki Amerikan büyükelçiliğini basıp 52 diplomatı 444 gün boyunca rehin aldı. Ama bu rehin alma olayı diyalogu sonlandırmadı. Beş ay boyunca, büyükelçiliği ele geçiren kimselerin rehineleri gözleri bağlı bir halde televizyon ekranlarına çıkardıkları halde, Başkan Carter görüşmeler sürer umuduyla Washington'daki İran büyükelçiliğini açık tuttu.
Obama, Carter'ın açtığı yoldan giderek İran liderlerine bir mektup göndermeli mi? Baskın olayından birkaç gün sonra Carter, Humeyni'ye bir mektup iletmeleri amacıyla Ramsey Clarck (Humeyni ile Fransa'daki sürgün döneminde görüşüp onun gönlünü kazanan Kennedy dönemi başsavcısı) ile William Miller'i (Şah dönemindeki Birleşik Devletler politikalarını eleştiren emekli Dışişleri yetkilisi) gönderdi. Niyetleri ortaya çıkınca İranlı liderler onlarla görüşmeyi reddetti. İstanbul'da bir hafta dinlendikten sonra ikisi de başarısız bir şekilde geri döndüler. Özel kanallara dikkat çekmek Washington'a puan kazandırabilirdi; ancak bu bir fırsat yaratacağına eldeki fırsatları da öldürdü.
Obama'nın zamanlama ve hedef koymadaki dikkatsizliği Carter'ın başarısızlığının bir tekrarı oldu. Onun Ahmedinejad'a sağladığı fırsat, devrimden beri yaşanan en çekişmeli seçim kampanyalarının ortasına denk geldi.
Ahmedinejad'ın bir Amerikan Başkanı'nın uzanmış elini geri çevirmesine izin vermek İranlı popülistlerin bir rüyasının gerçek olması anlamını taşıyor. Heyhat! Bu da Obama'nın Carter'dan öğrenmiş olması gereken bir dersti.
Dışişleri bakanlığına göre, 30 yıl önce Carter ilişki kurma umudu kalmadığında en küçük bir ortaklığa bile razıydı. Her ortak —önce dışişleri bakanı Ebul Hasan Beni-Sadr, daha sonra onun halefi Sadık Kutbizade— kendi devrim rütbelerini yükseltmek için talep üstüne talep getirdiler ve diplomasiyi ilerletecekleri yerde daha da gerilettiler.
Şimdi otuz yıl sonra aynı doku tekrar ortaya çıktı. Ahmedinejad'ın ikinci turda Obama gibi hissedenlere ve ona vekillerine verdiği cevap yeni ve gereksiz talepler oldu. Bir defa resmiyet dışında Carter politikaları tarihin bu ilk taslağını kurtarmak için kendi sarf ettikleri çabaları öven koca bir sel gibi üstümüze gelen hatıralarla doludur.
Peter Rodman'ın 1981'de yazdığı makaleye göre, Kissenger politikaları ise Carter'ın İran'da bir kapı aralama çabalarının aksine Irak'ın İran'ı işgalinden doğan baskı sonucu tüm müzakerelerin derinden çatlamasına sebep olmuştur.
Carter Tahran'la iletişime geçmek için çaba sarf ederken başarısız olan tek diplomat değildi. İran-Contra skandalı bugün büyük ölçüde Reagan hükümetinin Nikaragua'daki komünistlerle mücadeleye maddi destek verilmesine yönelik kongre engelini aşma çabası hatırlanıyor.
Oysa bu aynı zamanda İran'la ilişki kurma yönünde atılan bir adımdı. 31 Ağustos 1984'te Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert MacFarlane, yaşı ilerleyen Humeyni hayatını kaybettikten sonra, Washington hükümetinin Tahran üzerinde ne gibi bir etki sağlayabileceğini kararlaştırmak üzere bir oturum emri verdi.
Hem Dışişleri Bakanlığı hem de CIA İran ilişkilerinde eksiklikleri olduğunu beyan etti. Çünkü silahlar savaş yorgunu olan Ayetullahlar için sadece teşvik ediciydi ve MacFarlane de hem iletişimini güçlendirmek hem de İran'ın Lübnan'daki uzantıları tarafından kaçırılan Amerikalı esirlerin serbest bırakılması için ihtiyacı olan iyi niyeti kazanmak için onlara silah göndermeye karar verdi ve başarısız oldu. Sadece İranlı liderler McFarlane'i Tahran ziyareti boyunca ayakta tutmadılar, aynı zamanda verilen teşvik paketi de geri püskürtüldü: Hizbullah, Tahran'ın yapacağı ticaret için daha fazla esir aldı.
Fakat yıldızlar tam da George W.Bush için sırasını bulmuştu. 3 Haziran 1989'da Humeyni öldü ve iki ay sonra devlet bakanı Lames Baker gibi pragmatist ve realist olan Ali Ekber Haşim Rafsancani İran Başkanı oldu.
Rafsancani, yaptığı ilk konuşmada Lübnan'daki esir krizine son verilmesinin mümkün olabileceğini iddia etti. Obama gibi Bush da yeni bir "umut" döneminden bahsediyordu. Dışişleri bakanlığı sözcüsü Margaret Tutwiler, İran'la "gerçekten görüşüldüğünü" belirtti. Heyhat! Rafsancani kamusal alanda pragmatizmden bahsederken, özelde de nükleer programı başlattı ve Avrupa'daki rejim karşıtlarının öldürülmesini emretti.
Clinton, ilk döneminde İran'la ticareti kısıtlayan üç idari emir verdi. İran ve Libya'ya karşı yaptırımlar yasasını onayladı. O ve Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ikinci dönemlerinde attıkları temelleri de değiştirdiler.
Her ikisi de eski ABD politikaları için özür diledi. Dışişleri departmanı Amerikalı iş adamlarını İran'a gitmeleri için teşvik etti, ta ki 1998'de İranlı eşkıyalar gelen Amerikalı ziyaretçilere saldırı düzenleyene dek.
Gözleri korkmadı ve Birleşmiş Devletler retoriği zarar görmesin diye Albright, ABD yetkililerine İran'a "haydut rejim" demeye son vermelerini ve yerine "kaygı veren devlet" denilmesini bile tavsiye etti. Uzlaşıyı harekete geçirmektense -ki o zaman durum aslında 2007 Ulusal İstihbarat öngörüsüne göre buydu- Tahran nükleer savaş başlığı geliştirme yoluna gitti.
Medya Bush'u diplomasi düşmanı olarak telakki eder ve Bill Clinton'ın eşi liderliğindeki diplomasi ekibini alkışlarken, şu çok ironiktir ki Bush hükümet, Carter döneminden beri –üst düzey diplomatlar iki düzineden fazla İranlı karşıtlarla görüşme düzenledi- İran'la en çok ilişki kuran hükümet oldu.
Yine de otuz yıl sonra İran en çözülemez problem olarak duruyor. Her yeni ABD başkanı İran'la ilgili yeni arayışlar içine giriyor; fakat ne zaman bir başkan İran'la kurulan zayıf ilişkideki İranlı otoritelerden çok bizden önceki ABD başkanlarının hatalarına dair bir tahminde bulunsa aslında ABD kendisi yanıyor.
Çeviri: Furkan Torlak
http://www.aei.org/publications/pubID.29348,filter.all/pub_detail.asp