‘Yeni Suriye’ herkes için yeni tehditler, yeni fırsatlar

Yeni Suriye, hem Suriye halkına hem de bölgeye Arap Baharı’nın daha önce sahnelendiği Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’den farklı bir şey vaat etmiyor.

On binlerce askeri olan Suriye ordusu 27 Kasım’da uçaklarını ve helikopterlerini dahi yerde bırakıp buharlaşırken, Suriye Başbakanı Muhammed Celali ve Başkan Yardımcısı Faysal Mikdad 8 Aralık’ta tüm dünyanın terör listesindeki HTŞ’nin lideriyle geçiş hükümeti için müzakere yapıyordu.[1]  

Bu, ‘Arap Baharı’ oyunun son perdesiydi.

Peki ABD liderliğindeki bir uluslararası koalisyonun dayattığı vekalet savaşına 12 yıl direnen Suriye devleti, neden 12 gün içinde Arap Baharı’na teslim oldu?[2]

Bu soruya cevap oluşturabilecek iki senaryo söz konusu. 

Birinci senaryoya göre uzun yıllardır uluslararası ambargo altında bulunan Suriye devleti, ekonomik olarak çökmüş ve bu da bürokraside savaş yorgunluğu yaratmıştı.

Dolayısıyla Suriye devletinin sivil ve askeri bürokratları geleceğin mevcut durumdan daha iyi olacağını düşündü ve teslim oldu.

İkinci senaryoya göre Suriye’nin üst düzey bürokrasisi, kimi bölgesel ve uluslararası taraflarla gizli bir anlaşma yaptı. 

Bu, mevcut Suriye bürokrasisinin yeni yönetime ortak edilmesini öngören bir anlaşmaydı ve anlaşmanın Suriye dışındaki tarafları, Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in yurtdışında olduğu bir sırada operasyon talimatını verdi, Suriyeli taraflar ise ülkeyi teslim etti.

Suriye devletinin çöküşünün hızlı ve yumuşak olması, her iki senaryonun da doğru olabileceğini düşündürüyor. 

Zira ekonomik çöküntü ve savaş yorgunluğu senaryosu, ‘gizli anlaşma’ senaryosunun sebebini; gizli anlaşma senaryosu da çöküşün neden hızlı ve yumuşak gerçekleştiğini açıklıyor.

Yeni Suriye kime ne vaat ediyor?

Yeni Suriye, hem Suriye halkına hem de bölgeye Arap Baharı’nın daha önce sahnelendiği Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’den farklı bir şey vaat etmiyor.  

“Halk rejimin devrilmesini istiyor” Arap Baharı devrimlerinin ortak sloganıydı. Çok genel bir kabule göre halkın rejimin devrilmesini istemesinin sebebi şuydu: 

Bu ülkeler diktatörlüklerle yönetiliyordu. Dolayısıyla da halk demokrasi, sivil bir yönetim, adalet, refah, güvenlik ve onurlu bir hayat için mevcut rejimlerin devrilmesini istiyordu. 

8 Aralık’ta Suriye’de yönetimi ele geçiren örgütler, şimdiye kadar demokrasiyi ne talep etti ne vaat etti ve ne de hakimiyet kurduğu İdlib’de demokratik bir yönetim kurdu.

Dolayısıyla yeni Suriye’nin Suriyelilere Mısır, Tunus, Libya ve Yemen’den daha ileri bir demokrasi vaat etmediği açık. 

Ancak yeni Suriye’nin Şam’ı ele geçiren üç beş bin silahlı militan tarafından değil, 12 yıl boyunca onları kullananlar tarafından kurulacağı da bir gerçek. 

Sarıktan kravata geçiş yeni Suriye’nin istikameti

2003’te sarıklı el-Kaide militanı, 2012’de sarıklı IŞİD komutanı, 2013’te Eymen Zevahiri’nin sarıklı askeri[3] olan Colani’nin kravatı sadece bir imajdan ibaret değil. 

Çünkü Sarıklı Colani’nin Suriye’yi götürmek istediği yön ile kravatlı Colani’nin Suriye’yi götüreceği yönün aynı olmayacağı açık.

Kravat, hem onu Colani’nin boynuna takanların yeni Suriye’yi hangi yöne götürdüğünü hem de onun bu istikameti benimsediğini gösteren çok önemli bir sembol. 

Arap Baharı devrimcilerinin, özelde ise İslamcıların ideolojileri ve siyasal idealleri yoktu, sloganları ve iktidar hevesleri vardı. 

Onlar, İktidara gelmek için ve iktidarlarını korumak için her türlü değerlerini feda edebiliyorlar. 

İdeolojiye değil sadece sloganlara sahip oldukları için aslında kavramsal değer bile üretemeiyorlar. 

1960’lı, 1970’li yıllarda sorunlu dahi olsa fikir adamları veya ideologları vardı. Ancak şimdi fikir adamları yok, propagandistleri ve provokatörleri var. 

Batılı düşünce kuruluşlarında bunları anlamak ve kullanmak için yazılan raporların sayısı, bunların yazdığı kitapların sayfa sayısından fazla. 

Bunların fikri eleştirileri yok, tehditleri ve hakaretleri var. Mantıksal ve nesnel argümanları yok kuruntuları ve fantezileri var. Tezleri veya anti tezleri yok sloganları var. Akıları ve duyguları yok, öfkeleri ve nefretleri var.  

75 yıllık Filistin sorununa dair değil çözüm önerileri, durum tespitleri bile yok. Bir buçuk yıldır süren Gazze soykırımına karşı değil eylemleri, siyasal tavırları bile yok. 

Siyasal idealleri, değil sadece iktidar hevesleri olduğu için bölgenin en kullanışlı araçları İslamcılarşu an zahiren yeni Suriye’nin kurucu aktörü.

Görünürdeki aktör ile ona taktığı kravatla arkasından sürükleyen patronların açıklamalarına ve pratiklerine bakarak yeni Suriye’nin geleceğine dair tahminler yapılabilir.

Yeni Suriye’nin muhtemel devlet yapısı, siyasal rejimi ve jeopolitik rolü

Yeni Suriye, Arap Baharı devriminin eseri olacağı için onu kendinden önce bu devrimi yaşayan Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’den daha farklı bir kader beklemiyor.

Bu yazıda Suriye’de kurulması muhtemel yeni siyasal rejime veya Suriye halkının siyasal hayatının nasıl şekillenebileceğine değinilmeyecek. Yeni Suriye’nin muhtemel devlet yapısına, jeopolitik yönüne ve rolüne dair tahminler yapılacak.

Eski Suriye üniter bir devletti, ideolojik olarak ulusalcılık, ekonomik yapıda kamuculuk ve jeopolitik yön olarak da bağımsızlık bu devletin asli sütunlarıydı.

ABD’nin en Siyonist dışişleri bakanlarından Henry Kissinger, Arapların İsrail’le herhangi bir muhtemel savaşında iki ülkenin belirleyiciliğine dikkat çekmiş ve “Mısırsız savaş, Suriyesiz barış olmaz” diyerek Suriye’nin jeopolitik rolünün önemine dikkat çekmişti. 

Yeni Suriye’nin devlet yapısı, siyasal rejimi ve jeopolitik rolü, yeni bölgesel ve uluslararası ‘müttefiklerinin’ uzlaşmasına veya çatışmasına göre şekillenecek. 

Yeni Suriye, şu an Colani’nin başına koyduğu ödülü kaldıran Amerika’nın desteğini almış gözükse de Washington her konuda Şam’ın yeni patronları olarak gözüken Türkiye ve Katar gibi düşünmüyor.

Ayrıca Muhammed Mursi tecrübesinin gösterdiği gibi yeni siyasal rejim konusunda Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri zıt taraflarda yer alıyor. 

Bunların tümünün Amerikan müttefiki ve İsrail dostu olması da bu gerçekliği değiştirmiyor.  

Üniter devlet, federasyon ve bölünme

Devletin yapısı bakımından yeni Suriye’yi bekleyen üç muhtemel gelecek var: 2011 öncesinin üniter devleti, federasyon ve bölünme. 

İsrail rejiminin tarihinin hiçbir döneminde 8 Aralık’taki kadar büyük bir stratejik armağan almadığı doğru; ancak bunun kalıcı olabilmesi, yeni Suriye’nin tekrar üniter bir devlete dönüşmemesine bağlı.  

En fazla istikrarsızlık ve dışa bağımlılık üretebilecek bölünme ve federasyon formülü, Amerika ve İsrail rejimleri tarafından desteklenebilir. 

Bölge stratejisini İsrail liderliğinde bir bölgesel düzen kurmak olarak belirleyen Amerika, şu an Fırat’ın doğusunda hakim bulunuyor ve buranın 2011 öncesindeki şartlarda Şam’a bağlı olmasına sıcak bakmıyor. 

Dolayısıyla devletin fiziksel yapısı bakımından yeni Suriye’nin şu anki Libya, Yemen veya Sudan’ın akıbetine uğraması ihtimal dahilinde.

Yeni aktörlerle eski sistemin güncellenme ihtimali

 Yeni Suriye’nin yeni siyasal rejimi ise Amerika’nın bölgedeki müttefikleri olan Suudi Arabistan, Emirlikler, Katar ve Türkiye’nin uzlaşmasına bağlı. 

Türkiye ve Katar, yeni Suriye’de İhvancı bir yönetim kurmak istiyor olabilir. Ancak Suudiler ve Emirlikler, İhvancı bir rejimi Direniş Ekseni gibi mezhebi argümanlarla kolayca yalnızlaştırılabilecekleri bir tehdit olarak görmüyor. 

Dolayısıyla Suudi ekseninin belirleyici olabileceği yeni Suriye’de tıpkı Mısır’da olduğu gibi eski sistem yeni aktörlerle güncellenebilir. 

Eski Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Faruk Şara’nın yeni başlayan siyasi sürece dahil edilmesi bu açıdan oldukça dikkat çekici bir gelişme.[4]   

Yeni jeopolitik rol

Yeni Suriye’nin hem yerel hem de bölgesel kurucuları Şam’ın İsrail’e değil, Direniş Ekseni’ne karşı bir jeopolitik rol üstlenmesinden yana olduğunu gösteriyor.

Colani’nin “İsrail’in artık Suriye'yi işgal etmesine gerek yok, Hizbullah ve İran tehdidi sona erdi”[5] sözü, bu arzunun en açık ifadesi oldu.

Yeni Suriye’nin İsrail’e değil Direniş Ekseni’ne düşman olacağını ilan eden bu söz, İsrail açısından Şam’la ilişkilerin normalleştirilmesi kadar değerli. 

Çünkü bu söz söylendiğinde İsrail rejimi Suriye ordusunun bütün askeri altyapısını yok etmiş ve Suriye’de Gazze’nin tamamından daha büyük bir alanı işgal etmişti.  

İsrail’e bu stratejik kazanımları armağan eden Suriye devriminin İran ve Direniş Ekseni açsından ağır bir yenilgi olduğundan kuşku yok. 

Kimi analistlere göre yeni Suriye’nin düşman kampa geçmiş olmasıyla birlikte İran’ın Lübnan ve Filistin direnişi ile lojistik ikmal köprüsü çökmüş oldu ve Direniş Ekseni telafisi imkansız bir stratejik yenilgiye uğradı.

Direniş Ekseni stratejik yenilgiye mi uğradı?

Yeni Suriye’deki mevcut şartlar, açıklamalar ve irade bu yorumu destekliyor gibi gözükse de gerçekçi değil. 

Zira stratejik yenilgi bütün bir stratejinin yeni politikalarla asla geri getirilemeyecek şekilde çöktüğünü ifade eden bir kavram. 

Suriye’nin tarihsel rolünün sona ermesinin Direniş Ekseni açsından ağır bir kayıp olduğu doğru; ancak bu bir stratejik yenilgi değil.   

 8 Aralık’ın Direniş Ekseni açısından neden bir stratejik yenilgi sayılamayacağının anlaşılması için Direniş Ekseni’nin stratejisinin ne olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Direniş Ekseni’nin stratejisi, Amerika’yı ve İsrail’i bir savaşla yok etmek değil, Amerika ve İsrail’in bölgedeki yayılmacılığını durdurmaktı. Eksen zaten adını da stratejisinden almıştı. 

Direniş Ekseni'nin bu stratejisini hayata geçirmek için seçtiği politika, topyekun savaş açmak değil Amerika ve İsrail’e karşı uzun vadeli bir yıpratma savaşı sürdürmekti. 

Camp David düzenine teslim olmayan, Lübnan ve Filistin direnişine eğitim ve lojistik desteği sağlayan Suriye, bu politikanın en önemli uygulayıcılarından biriydi. 

Suriye’nin bu tarihsel rolünün eksilmesi Direniş Ekseni açsından elbette büyük bir kayıp; ancak bu Amerika ve İsrail’in bölgedeki yayılmacılığının engellenmesini imkansız hale getirmedi. 

Direniş Ekseni ile koordine etmeden Aksa Tufanı operasyonunu yapan Filistin direnişi, 7 Ekim’de topyekun bir savaş başlatarak Direniş Ekseni’nin stratejisine aslında çok daha büyük bir zarar vermişti. 

Çünkü bu Direniş Ekseni’ni uzak durmaya çalıştığı topyekun savaşla karşı karşıya bırakabilecek bir adımdı. 

Halbuki Direniş Ekseni, İsrail’le topyekun bir savaşın tüm dünyayla savaşa girmek anlamına geldiğini ve böyle bir savaşta İslam dünyasının karşı safta yer alacağını bildiği için uzun vadeli bir yıpratma savaşı politikası izliyordu.

Direniş Ekseni, stratejisine ve politikasına zarar vermesine rağmen Filistin direnişini suçlamadı, yalnız bırakmadı ve yıpratma savaşı politikasını değiştirmeyerek stratejisini sürdürdü.

Suriye’nin düşmesi, Direniş Ekseni’nin elinden yıpratma savaşı silahını alan ve ABD ve İsrail’in bölgesel yayılmacılığını durdurmayı imkansız hale getiren bir kayıp değil. Bu yüzden de stratejik bir yenilgi değil.

Öte yandan belirsizliğin hakim olduğu yeni Suriye, tek tek tüm bölgesel ve uluslararası aktörler için hem yeni tehditler hem de yeni fırsatlar sunuyor. 

Direniş Ekseni, İsrail rejimiyle ilişkileri bulunan bölgedeki tüm Amerikan müttefikleri için bir tehdit olarak görülüyor olabilir. Ancak bu durum onların kendi iç çelişkilerinin Direniş Ekseni için yeni fırsatlar yaratabildiği gerçeğini değiştirmiyor.

Amerika’nın Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etmesi, 2002’de İran için varoluşsal bir tehditti. Suriye ordusunun 2005’te Lübnan’dan çıkarılması ve 2006 Temmuz savaşı Hizbullah için varoluşsal bir tehditti.

Ali Abdullah Salih’in 1990’lardan beri Suudilerin desteğiyle Sada kentine yaptığı savaşlar, Ensarullah Hareketi için varoluşsal bir tehditti.

Bu tehditler, süreç içerisinde kullanmasını bilene yeni fırsatlar yarattı. Amerika Afganistan ve Irak’tan zelil bir şekilde çekildi; İsrail aşağılayıcı bir hezimet yaşadı. Ali Abdullah Salih Suudiler tarafından cumhurbaşkanlığından alındı ve Ensarullah tarafından ortadan kaldırıldı. 

Bölge ülkelerinin İsrail rejimiyle ilişkilerini normalleştirmesi, Direniş Ekseni açısından Suriye’nin kaybından çok daha büyük bir tehdit. Ancak Direniş Ekseni’nin varlığını anlamlı kılan da zaten bu tehditlerin varlığı değil mi?

Direniş Ekseni, ABD ve İsrail’in tüm tehditlerini ortadan kaldırabilecek kadar kalabalık ve güçlü olsa adı direniş değil, imha ekseni olurdu.

  

 


[1] VOA, 9 Aralık 2024, Esat rejiminin devrilmesi sonrasında Suriye'de yeni hafta: Geçiş hükümeti çalışmaları başladı

[2] YDH, 21 Aralık 2024, Suriye’nin düşmesinin perde arkası: Suriye ordusu neden savaşmadı, Putin ne önerdi? İran ve Hizbullah ne yaptı?

[3] YDH, 9 Kasım 2013, IŞİD’i ilga eden Zevahiri mi el-Cezire mi?

[4] YDH, 23 Aralık 2024, Beşşar Esed’in eski yardımcısı siyasi arenaya geri dönüyor

[5] YDH, 16 aralık 2024, Colani: İsrail’in artık Suriye'yi işgal etmesine gerek yok, Hizbullah ve İran tehdit sona erdi