• 07/06/10 - 01:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- Allame Muhammed Hüseyin Fadlullah’ın eserlerini Türkçeye kazandıran Vahdettin İnce, Allame’nin vefatıyla ilgili duygularını sitemiz kuyucularıyla paylaştı.




    YDH- Allame Muhammed Hüseyin Fadlullah’ın eserlerini Türkçeye kazandıran Vahdettin İnce, Allame’nin vefatıyla ilgili duygularını sitemiz kuyucularıyla paylaştı.

     

    Büyük alim Fadlullah’ın vefatı münasebetiyle, bir iki eserini tercüme etmiş biri olarak bazı değerlendirmelerde bulunmayı bir vefa borcu olarak görüyorum.

     

    Bu açıdan, kendisinin dolaylı öğrencisi sayılırım çünkü. Her ölüm geride kalanlar için bir kayıptır; ama “alimin ölümü alemin ölümüdür.”

     

    Âlim ile âlem kelimeleri arasındaki etimolojik ilişki de buna işaret eder gibidir. Âlim, âlemin tanığıdır. Âlim ölünce âleme ilişkin bu tanıklık son bulmuş olur. Bu bakımdan büyük bir âlimini yitirmiş olan İslam âleminin kaybı büyüktür.

     

    Türkiye’de malum olduğu üzere devrimler sürecinde ilme ve ilim adamlarına büyük darbeler vuruldu. Türkiye halkının üzerinden adeta silindir geçti. Her bakımdan ana medeniyetinden kopartılan bu halkın ilim damarları da kurutuldu.

     

    Anadolu halkı yıllarca gizlenerek, saklanarak çocuklarına elifba öğretmek durumunda kaldı. Zaman oldu, cenazeyi yıkayacak, cenaze namazı kıldıracak kadar bilgi sahibi kimse bulunamaz oldu. O günler geride kaldı; ama yıkım da öyle bir iki çabayla onarılacak, ilim alanındaki boşluk kolayca doldurulacak gibi değildi.

     

    Anadolu halkının tabiriyle “üç kulfu bir elham”ı bilen kimselerin alim diye, imam diye mescitlerde görevlendirildiği günler oldu. Öyle bir ilmi erozyonun kavurucu kıskacındaydık ki ağzı laf yapan, bir iki ilginç kelam edebilen şairlerin, entelektüellerin din ulusu gibi algılandığı, merci sayıldığı dönemlere tanık olduk.

     

    Dini duyarlılığa sahip Şairlere, dindar gazetecilere fakih muamelesi yapıldığı, fetva sorulduğu günler çok uzaklarda değildir. Bu gün elbette Türkiye’de alimlerimiz mevcuttur; ama ilim alanındaki açık o kadar büyük ki hala emekleme dönemini aşabilmiş değiliz. En önemlisi bu sürecin zihinlerimize yerleştirdiği şablon hala kırılabilmiş değildir.

     

    Türkiye’de altmışlı yıllardan itibaren Arap aleminden, devrimden sonra da İran’dan yapılan tercümeler bir yandan eksikliklerimizi gidermemizi sağlarken, bir yandan da muazzam bilgi birikimi karşısında afallamamıza da neden oluyordu.

     

    İlmi karşısında şaşkınlığımızı gizleyemediğimiz alimlerden biri de Fadlallah’tı. Sadece Batılıların tekelinde olduğuna inandırıldığımız ilmin, bilgi ve hikmetin çok parlak örneklerini gözlemlediğimiz Müslüman alimlerin varlığına inanamayan gözlerle bakıyorduk. 

     

    “Üç kulfu bir elham” nesli olarak Fadlallah gibi alimlerin birikimi gözlerimizi kamaştırıyordu. Hayretler içinde kalıyorduk. İlmin, felsefenin, bilgi ve hikmetin bütünüyle Batılı olduğuna o kadar inandırılmıştık ki, doğudan birilerinin bu düzeyde birikimli olabileceğine inanamıyorduk. Marazi zihnimiz bu gerçeği algılamakta zorlanıyordu.

     

    Avrupalı gazetecilerin “Siyah sarığını çıkarsa, karşınızda konuşmasıyla, beyaz sakalıyla ve açık renk gözleriyle Alman üniversitelerinden birinin felsefe profesörü duruyor sanırsınız” şeklindeki değerlendirmelerini, Fadlallah’ın büyüklüğünün kanıtı olarak aktaran Türk gazetecilerinin bu tavrı yukarıda işaret ettiğimiz marazi zihin yapısının bir yansımasıdır.

     

    Oysa Fadlallah kesintiye uğramamış bir ilim geleneğinin devamı olarak bu düzeye erişmişti. Bunda garip bir şey yoktu. Garip olan sarığın altında felsefe yapılamayacağına inandırılmış olmamızdı.

     

    Görkemli sarığı altında, muhteşem ilmi açılımlar gerçekleştiren, zihin dünyamızı aydınlatan, İbn Sina’ların, İbn Rüşd’lerin, Gazzali’lerin, Molla Sadra’ların felsefe semasının sarıklı yıldızları olduğunu bize hatırlatan bu büyük alime Allah rahmet etsin.

     

    İnnâ lillahi we innâ ileyhi raciûn.

     

    Vahdeddin İnce

     

    

    Makaleler

    Güncel