Savaşı nasıl okumalı ve anlamalıyız?

img
Savaşı nasıl okumalı ve anlamalıyız? YDH

El-Menar'ın web sitesindeki yazı, mevcut çatışmayı diseksiyon masasına yatırarak maddi ve insani faktörlerin karmaşık etkileşimini analiz ediyor, savaş kavramının derin dinamiklerini anlamanın yapılan yorumlarda fren görevi göreceğini, bunun çatışmanın gerçeklerine yönelmek için bilinçli analizleri doğuracağını söylüyor.




YDH- El-Menar'da Hasan Ahmet Hasan imzasıyla yer bulan ''Savaş sonundan anlaşılır, değişken günlüklerinden değil'' başlıklı  makale, her iki taraf da önemli kayıplar verdiği için savaşın karmaşıklığını anlamanın anlık duygu ve arzuların ötesinde kapsamlı bir analiz gerektirdiğinden bahsediyor. Bu uzun ve kapsamlı makalede Hasan, Siyonist varlığın silah ve teknolojik ilerlemeler açısından maddi üstünlüğüne rağmen, Direniş Ekseni'nin zafere ulaşmak için gerekli olan İnsan ruhu, ahlaki inanç ve stratejik derinlik konularında kritik avantajlara sahip olduğunu vurgulamaktadır.

Direniş Ekseni ile Siyonist-Amerikan-Atlantik koalisyonu arasında süregelen ve karmaşık bir hal alan çatışmanın ortasında, bazılarımız kesin sonuçlara varmakta aceleci davranıyor.

Öyle kalemler var ki, Direniş'in tüm gruplarını içine alabilecek yaklaşan bir yenilgiyi ilan ederken bir de uyarıda bulunmaya hevesliler; kaçınılmaz bir yenilgiyi bulaşıcı bir şekilde vaaz ediyorlar.

Bir başka kalemler de, hızlı ve tam bir zafer tablosu çizerek ABD'nin tüm Orta Doğu bölgesinden utanç içinde çekileceği ve Siyonist varlığın tasfiye olacağı bir senaryo öngörüyor; sanki bu sonuçlar kolayca elde edilebilirmiş ya da zaten elde ediliyormuş gibi.

Direniş Ekseni hızlı ve tam bir zafer tablosu çizmekte tereddüt ederken bu kalemler ağıt yakmakla, kendini kırbaçlamakla ve meydana gelen tüm yıkım, ölüm ve felaketlerden direniş karar merkezlerini sorumlu tutmakla yetiniyor.

Sanki Tel Aviv'in işlediği suçları ve katliamlarını normalleştirmek için bir gerekçeye ihtiyacı varmış gibi ya da sanki birbirini izleyen ABD yönetimleri, dünyayı ABD'nin çıkarlarına hizmet edecek şekilde eğip bükme gündemleriyle ve buna eşlik eden tüm karmaşıklıklarla uyumlu olmadığı sürece, insani değerlere ve uluslararası normlara gerçekten öncelik veriyormuş gibi.

Kısacası şu: Kısmi ve anlık bir vizyona dayanan hiçbir sonuç ya da analiz aklı ikna edemez, acıları dindirecek, kayıpları azaltacak, yararlanılabilecek ve üzerine fikir inşa edilebilecek vizyon ve öneriler sunamaz.

Okumalar, bakış açıları ve analitik vizyonlar, duygusal istek ve arzulara dayandıkları sürece - meşru olsalar bile - hedefe peşinen ulaşma yolundan saparlar; çünkü çatışmalar ve savaşlar tarihi, kronik savaşların sona yaklaştıkça etkilerinin daha şiddetli, acılarının daha büyük ve sonuçlarının daha kötü ve daha feci olduğuna dair kanıtlarla doludur. Bunlar savaşın doğasında olan şeyler... 

Tarih boyunca insanlık, uygarlığın doğuşundan bu yana, özellikle de ulus-devletin yükselişinden önce süregelen bir olgu olan savaşın yıkıcı etkilerine tanıklık etmiştir. Bu çatışmalar her zaman can kaybı, yıkım ve doğal düzenin bozulmasıyla sonuçlanmıştır.

Savaşın bedelini sadece bir tarafın ödemediğini, her iki tarafın da önemli zarar ve kayıplara uğradığını kabul etmek çok önemlidir. Bu çatışmalar ele alınmazsa, geçici çatışmalardan, yıllarca, hatta on yıllarca sürebilecek uzun süreli, kronik savaşlara dönüşme riski taşır.

Mutlak anlamda zafer ya da yenilgi tartışmaları genellikle sağlam bir temelden yoksun retoriklerden ibaret kalır. Bu tür tartışmalara anlamlı bir şekilde girmeden önce, savaşların sonuçlarını şekillendiren temel faktörleri ve göstergeleri dikkate almak gerekir. Son tahlilde, yoğunluğu veya karmaşıklığı ne olursa olsun her savaşın bir bitişi olur.

Merakın ve düşlerin, arzuların ve ümitlerin gerçekliğinden geleceğin bilinmeyen gerçekliğine geçmenin hazzı insanları çelişkili çatışmalara, vizyonlara ve analizlere açık hale getirdiğinden, herkes olası sonu zamanından önce bilmek için doğal bir istek duyar, bu isteği duyumsaması da isteğin kendisi gibi doğaldır. Belirlenen saatten önce sonuca bir göz atmak için gerçek bir arzu beslemek sadece insanidir. 

Bu bağlamda, ulusal entelektüellerin, kültürel figürlerin, siyasi liderlerin ve medyayı etkileyenlerin sorumluluğu çok önemli hale gelmektedir. Bu kişiler, karmaşık fikirler arasında köprü kurup bunları erişilebilir kılmada ve aynı zamanda gelişen gerçekliğin çeşitli boyutlarını aydınlatmada hayati bir rol oynamaktadır.

Onların içgörüleri, herhangi bir çatışmada nihai aşamanın özelliklerini şekillendiren sonuçları önemli ölçüde etkiler.

Herhangi bir okuyucu, görüşmeci veya sohbet ortağı ile başarı ve başarısızlığı belirleyen temel unsurlar konusunda karşılıklı bir anlayış oluşturmak çok önemlidir. Bir devletin veya kuruluşun genel gücünü değerlendiren özel akademik teorilerin ve karmaşık denklemlerin karmaşık ayrıntılarına girmek yerine, ilgili birincil faktörleri kısaca vurgulayabiliriz.

Bu faktörler iki ana boyutta kategorize edilebilir: maddi ve insani.

Maddi boyutlar şunları kapsar:

- Çeşitli kara, hava, deniz, elektronik silahlar vb. dahil olmak üzere mevcut silah ve mühimmat, bunların kalitesi ve tahrip gücü

- Teknik ve enformasyonel ilerleme ve hem sivil hem de askeri yönleriyle siber savaşın yansımalarıyla başa çıkma yeteneği.

- Manevra güçleri ve araçları için coğrafi alan ve önemli stratejik derinlik.

- Diğer taraflarla askeri ittifaklar ve bu ittifakların etkinliği.

İnsani boyuta gelince, aşağıdaki hususlardan bahsedilebilir:

- Aktif ve yedek kuvvetlerin sayısı ve bunların muharebe operasyonlarına katılmadaki etkinliği.

- Hem sivil hem de askeri taraflar da dahil olmak üzere diğer tüm faktörler üzerinde doğrudan etkisi olan savaşma isteği ve moral.

- Beklenmedik durumlar da dahil olmak üzere çeşitli türlerde ve olası koşullarda muharebe operasyonlarına katılırken edinilen muharebe deneyimleri ve kişisel beceriler.

- Silahlı kuvvetleri destekleyen ortam ve silahlı kuvvetlerin uyum derecesi ve savaşın maliyetine katlanma kabiliyeti ve açık savaş koşullarıyla bir arada bulunabilecekleri süre.

- Yetkin liderlik ve bu liderliğin kronik savaş koşullarında ülkeyi yönetme konusundaki liderlik ve stratejik becerileri.

- Askeri ve siyasi performansın uyumu ve entegrasyonu ve ne kadar karmaşık ve dramatik olursa olsun savaş koşullarının dayattığı değişkenlerle başa çıkma becerisi.

- Potansiyel kayıpların, özellikle de insan kayıplarının telafi edilebilme düzeyi.

- Psikolojik dayanıklılık ve duygusal istikrar ile askeri ve sivil personelin ölüm ve yaşam felsefesine bakışı.

Kes-ayır-sınıfla masası

Yukarıda bahsedilen faktörlerle bir şekilde örtüşen başka faktörler de olabilir, ancak bahsedilenlerle yetinirsek ve tüm bu faktörleri inceleme ve analiz için masaya yatırırsak, nihai sonuç şunu gösterir:

Siyonist düşman ve destekçileri maddi faktörlerin çoğunda üstündür. Silah, mühimmat ve her birinin tahrip gücünün niteliği ve niceliği açısından üstündür.

Ancak Direniş Ekseni taraflarının eli boş değildir, kendilerini ve varoluşlarını savunmak için kullanabilecekleri şeylere sahiptirler ve aradaki büyük nicelik ve nitelik farkına bakmaksızın bunları düşmana zarar vermek için kullanabilirler.

Düşman lehine olan temel üstünlük hava gücü ve teknolojik üstünlükle ilgilidir. Hava üstünlüğünün tek başına zafere ulaştırmadığı kabul edilmektedir. Belirleyici faktör insan unsurudur ve zafer bayrağı F-35 uçakları veya diğerleri tarafından değil, insanların avuçlarıyla yükseltilir.

İnternet ya da ''www.'' aracılığıyla değil, önce toprakta yükseltilir ve sonra diğer alanlara taşınır. 

Siber savaş ve teknik ve teknolojik ilerlemeye gelince, düşmanın avantajına rağmen İran İslam Cumhuriyeti bu alanda önemli adımlar atmıştır.

Direniş Ekseni'nin tarafları arasında, her biri aradaki farkın kapanmasına mütevazı da olsa katkıda bulunabilecek ve gün geçtikçe aradaki farkı kapatabilecek çok sayıda nitelikli beyin var. Tahran'ın sahip olduğu şey, Direniş Ekseni'nin sahip olduğudur yani Direniş'in yararına kullanılmaya hazırdır.

Eğer düşmanlar bugün bizim sahip olmadığımız bir şeye sahipse, yakın gelecekte biz de sahip olabiliriz.

Gelgelelim düşmanların bugün, yakın veya uzak gelecekte sahip olmadığı/olamayacağı şeye biz halihazırda sahibiz; bu da ahlaki ve manevi yönümüz, haklı olduğumuza ve bunun için fedakarlık yapmaya hazır olduğumuza dair mutlak inancımız ve zafere ulaşacağımızın mutlak kesinliğidir; çünkü direniş savaşçıları bunun bileşenlerini ve gerekliliklerini hazırlamıştır ve ne kadar yüksek olursa olsun diyetini ve vergisini ödemeye hazırlardır. Zaferi müminlere bahşetmek Allah'ın hakkıdır.

Coğrafi alan ve stratejik derinlik açısından ise denge Direniş Ekseni'ndeki taraflar lehine bozulmuş durumda.

Burada, on yıllardır kuşatma altında olan ve yüzölçümü 365 km'yi geçmeyen Gazze Şeridi'nin işgal ordusuna ve onu destekleyenlere karşı koyabildiğini ve varlığın gerekli stratejik derinliğe sahip olmamasına dayanarak acı puanlar toplayabildiğini hatırlamak önemlidir.

Trump'ı seçim kampanyasında İsrail bölgesinin küçük olduğunu ve başkan seçilmesi halinde bu haritanın sınırlarını genişletmek için çalışacağını söyleyerek kendi telinden çalmaya iten de buydu.

Coğrafi bölge ve stratejik derinlikle ilgili diğer husus, ister bağımsız ister toplu hareket etsin, Direniş Ekseni'nin üyelerini, varlığın askeri üstünlüğünün yarattığı önemli boşluğu kapatmak için güçlendiren mevcut durumla ilgilidir.

İsrail'in derinlerine yönelik saldırıların yoğunluğu ne kadar azalırsa azalsın, düşman gerekli stratejik derinlikten yoksun olduğu için bunun etkileri açıktır. 

İttifaklar ve dış destek dinamikleri şu anda düşmanın lehinedir; ancak bu konudaki bazı önemli eksiklikler, Direniş stratejisinin birleşik arenalar ve entegre cepheler ilkesine bağlılığı ile hafifletilmektedir. 

İlgili insani faktörleri incelediğimizde, dengeyi Direniş Ekseni lehine değiştiren çok sayıda gösterge ortaya çıkmaktadır; öyle ki, kuvvetler ve kaynaklar açısından maddi üstünlük, devam eden bu çatışmanın nihai sonucu üzerinde belirleyici olmayan bir faktör haline gelmektedir.

Aşağıdaki hususlar not edilebilir:

-İsrailli yerleşimcilerin çoğunluğunun silah taşımasına ve tüm erkek ve kadınların zorunlu askerlik ve yedeklik çağrılarına tabi olmasına rağmen, savaşa atılabilecek sayı, Direniş Ekseni'nin sahip olduğundan çok daha azdır.

İsrail kendisindeki bu kusura karşılık olarak, her bir cepheyi izole etmek için çaba harcıyor. Harcayıp durduğu ilk çabası, yaklaşık bir yıl boyunca Gazze'deki direnişi ortadan kaldırmaya çalışmaktı ve bu noktada, Aksa Tufanı'nın ertesi gününden, yani 8 Ekim 2024'ten günümüze kadar bunun bir parçası olan Hizbullah başta olmak üzere, operasyon sahasına giren destek cephelerinin önemi ortaya çıkıyor.

İşgal güçlerinin bir yıl boyunca işlediği ve işlemeye devam ettiği suçların boyutu ne olursa olsun, İsrail ordusunun neredeyse üçte birinin kuzey cephesiyle, yani güney Lübnan'la ilgilenmeye tahsis edilmesinin Gazze üzerindeki baskıyı büyük ölçüde hafiflettiğine şüphe yok.

- Ayrıca operasyon güçlerinin etkinliği meselesi var. Gerçek şu ki İsrail ordusu Temmuz-Ağustos 2006 savaşının sona ermesinden bu yana gerçek bir muharebe operasyonuna girişmedi.

Ordunun rolü daha ziyade ülke içinde Filistinlileri hedef almak, baskınlar düzenlemek, tutuklamalar yapmak ve kayda değer bir maliyeti olmayan sistematik cinayetler işlemekle sınırlı kaldı.

Başka bir deyişle, ordusunun kazandığı ve siciline eklediği gerçek savaş becerileri neredeyse sıfırdır. Aksine, Hizbullah mensupları Mart 2011'den bu yana Suriye'ye dayatılan terörist tekfirci savaşın önemli ve etkili bir parçası oldukları yılların ardından bugün benzersiz bir saha ve savaş deneyimiyle savaşıyor.

Hizbullah savaşçılarının sahip olduğu savaş uzmanlığı ve deneyimi, onlara hem bugün hem de gelecek yıllarda değişmez önemli ve doğal bir avantaj sağlamaktadır.

-Savaşma iradesi ve morale gelince, büyük bir kesinlikle söylenebilir ki, İsrail ordusunun her türlü imkanına, silahına ve sınırsız desteğine sahip olan bir ordu, Gazze'de geçirdiği koca bir yılın ardından, ilan edilen temel hedeflerden hiçbirine ulaşamıyorsa, bu ordu savaşma iradesinden yoksundur ve büyük bir moral sorunu vardır.

Tahrip gücü ne kadar büyük olursa olsun, sahada ölümcül silah değil, moral savaşır ve tankını bırakıp kaçan asker, gerçek bir savaş operasyonuna katılacak nitelikte olmayan bir askerdir.

-Silahlı kuvvetleri destekleyen çevreye gelince, İsrail'in içi, insanlık tarihindeki tüm ırkçılığı aşan saldırganlığına ve ırkçılığına rağmen, ezici kanıtlar kırılgan olduğunu ve artık ordunun kendisini koruma yeteneğine güvenmediğini kanıtlamaktadır.

Kim ordusuna olan güvenini kaybederse, o orduyu desteklemek için uygun bir ortam olamaz. Yerleşimcilerin çığlıklarını duyanlar varsa ve bunların siren sesi duyunca hissettikleri korkuyu görenler varsa, yerleşimcilerin derinliklerinde yatan iç yenilginin boyutunu fark edebilirler.

Aynı şey Netanyahu rejiminin devrilmesini talep eden gösterilerde atılan sloganlar ve haykırışlar ya da yerleşim yerlerinden kaçan ve güvenli koşullar dışında geri dönmeyi reddeden yerleşimciler tarafından yapılan açıklamalar için de geçerlidir.

Bu, Netanyahu'nun, güçlerinin ve işgal ordusu ile diğer yetkililerinin sahip olduğu öldürme, yıkma ve kan dökme makinesinin kapasitesini aşan toplumsal bir gerçekliktir.

- İsrail medyasında yayınlananları, sosyal medya sayfalarında, haber ve topluluk sitelerinde dolaşanları takip eden herkes, bir yandan askeri liderlik ile astları arasında, diğer yandan askeri ve siyasi liderlik arasında, üçüncü olarak da yerleşimciler ile siyasi ve askeri liderlik arasında giderek açılan uçurumun boyutlarını fark eder.

İhtiyat çağrılarını uygulamayı reddetmek bir fenomene dönüştüğünde ve göç tırmanan bir olguya dönüştüğünde, gerçeği okumak isteyen herkes için İsrail içindeki parçalanmış, bölünmüş ve krizlerle dolu durumun tehlikesinin boyutu apaçık hale gelir.

-Siyasi liderliğe ve onun savaşı ve etkilerini yönetmedeki etkinliğine olan güven meselesine gelince, İsrail içinde, Aksa Tufanı'nın ilk dalgasının patlak vermesinden bu yana yaşanan tüm başarısızlıklardan ve giderek büyüyen felaketten mevcut liderliğin doğrudan sorumlu olduğu konusunda neredeyse bir fikir birliği var.

Birçok resmi şahsiyet, entelektüel, siyasi ve toplumsal elitler ile mevcut ve eski yetkililer Netanyahu'nun, tüm ekibinin ve askeri liderliğin Aksa Tufanı'ndan sonra istifa etmesi gerektiğini söyleyip yazmaktadır.

İsrail medyası, aralarında eski başbakanlar, bakanlar, genelkurmay başkanları, generaller güvenlik birimlerinin de bulunduğu üst düzey isimlerin Netanyahu'nun varlığı uçuruma sürüklediği ve üçüncü yıkıma ulaşma süresini kısalttığı konusunda hemfikir olan çağrılarıyla doludur.

Herkes Netanyahu'nun kişisel çıkarlarını ve ekibinin çıkarlarını varlığın çıkarlarının önüne koyduğunu ve bunun da zaman geçtikçe yığılan ve büyüyen varoluşsal tehlikeler yarattığını teyit ediyor.

İsrail'deki genel vizyona bakınca, korku, endişe ve huzursuzluk durumunu, güvenliğin yokluğunu ve şimdiki zamana ve geleceğe olan güven kaybını görüyoruz. Bu kendi başına, Direniş Ekseni'nin taraflarının sahip olduğu gücü ve kararlılığı artırıyor.

Ölümün bir son olduğundan emin olduğu için ondan kaçan ve dünyanın tadını çıkarmak, arzularını, şeytani heves ve hayallerini tatmin etmek isteyen biriyle, ölümle korkusuzca yüzleşen ve şehitlikte peygamberler, elçiler, şehitler ve salih insanlarla birlikte cennet bahçelerine sonsuzluğa uzanan bir merdiven gören biri arasında büyük bir fark vardır. Onlar ne asil yol arkadaşlarıdır.

Sonuç

Devam eden ve şiddetlenen savaşın ürettiği ya da üretebileceği her türlü etki dengeli bir şekilde yargılanmalı. Bu tür sert ve karmaşık savaşlar günlük değişkenleriyle değil nihayeti itibarıyla ölçülür. Yine de birçok gösterge günlük değişkenlerin de Direniş Ekseni'nin lehine olduğunu göstermektedir. Bu, kayıpların büyüklüğünü küçültmez.

Evrenin tiranlarına ve kanserli gayrimeşru çocukları olan İsrail'e ve tiranların şeytani destekçilerine karşı durmanın yüksek ve pahalı maliyetini de azaltmaz. Savaşların ve çeşitli biçim ve türlerde arkalarında bıraktıkları felaketlerin, musibetlerin ve krizlerin doğasında bu vardır.

Savaşların nihai sonucu iradeye bağlı kalmaktadır. Allah'ın ve insanlığın düşmanları, yapabilecekleri her şeyi yaparak irade kırılması yaşatmak istediler zira savaş iradelerin ezilmesidir. Ancak, Allah'ın ve insanlığın düşmanlarının Direniş'e ve destekçilerine daha fazla zarar verecek hiçbir şeyleri kalmamıştır.

Öte yandan, Direniş Ekseni'nin Tel Aviv'e vereceği daha çok zararı vardır.

Dahası, direniş aşıklarının savaşların felaketlerine dayanma ve bunlarla bir arada yaşama kabiliyeti, düşman eksenin kabiliyetinden kat kat fazladır.

Tüm veriler, Lübnan'da çağrı cihazları katliamları ve ardından Lübnan'ın birçok bölgesinde insanlığın yüz karası suçların işlenmesinden bu yana açık savaşın geri dönüşü olmayan bir aşamaya girdiğini göstermektedir ki bunların en şiddetlisi güney banliyösünde yaşanmış ve direnişin lideri ve dönemin şehitlerinin efendisi Seyyid Hasan Nasrullah, Allah ondan razı olsun, şehit edilmiştir. 

Sınır boylarındaki kara çatışmalarının seyrini ve işgal ordusunun günün her saati acımasız bombardımanına rağmen karadan ilerleme kaydedemediğini takip eden herkes şunu anlayacaktır: Güneyin toprağında, kayalarında ve ağaçların köklerinde sadakat ekilidir. Bu sadakat Allah'ın adamlarının zaferinin sancaklarına bağlılıktır. 

Eğer Seyyid Hazretlerinin ve direniş liderlerinden bazılarının şehadetinin Hizbullah'ı zayıflatacağından şüphelenen biri varsa, 
şüpheleri çıldırmış bir kuşkuculuktur. Direniş savaşçılarının düşmana ve onu destekleyenlere karşı nefreti onlarca kat artmıştır. 

Şehitlerin kanı herkesin üstünde bir emanettir, öyleyse emaneti yerine getiren, mesajı koruyan, ahdi ve vaadi yerine getirene ne demeli? 

Allah ondan razı olsun Şehit Lider Nasrullah Hazretlerinin ruhaniyetine hitaben yazdıkları mesajda, Direniş savaşçılarının hali söze dökülmüştür:

“Bize her zaman zafer vaat ettiğin gibi, biz de sana tekrar zafer vaat ediyoruz.”

Çeviri: YDH