«Fars Körfezi ülkeleri tarihsel olarak İslamcı hareketlerin yükselişinden derin endişe duymuş ve bu grupların şeyhliklerinin istikrarı üzerinde yaratabileceği etkilerden korkmuşlardır.Suriye'deki siyasi geçiş sürecinin Körfez çıkarlarıyla uyumlu bir yönde ilerlediğini söylemek için henüz çok erken.»
YDH- Fars Körfezi'nin kaygıları ve bölgesel güçlerin stratejik hesapları ışığında Suriye'de gelişen siyasi dinamiklerin derinlemesine bir tahlilini sunan The Cradle’daki analizin yazarı Mavadda İskender, BAE'nin yeni Suriye yönetimine yönelik temkinli yaklaşımını inceliyor ve tamamen taahhütte bulunma konusunda stratejik bir isteksizliğin altını çiziyor. Bu hesaplı itidalin, Suriye'nin geçiş sürecindeki belirsizlikleri ve potansiyel kaosu yönetirken Emirlik çıkarlarını ve güvenliğini korumayı amaçladığını öne süren İskender, Suriye’yi ele geçiren aşırılıkçı yönetimin iç vizyonu ile Fars Körfezi'nin dış öncelikleri arasındaki karmaşık etkileşime dair incelikli bir bakış açısı sunuyor.
***
Fars Körfezi ve diğer Arap devletleri Suriye'deki yeni yönetimi kucaklamak için acele ederken BAE, Şam ile ilişkilerini tamamen normalleştirmekten kaçınmayı tercih etti. Bu ne tesadüfi ne de tepkisel bir stratejidir; aksine BAE'nin çıkarlarını ve güvenliğini korumaya yönelik bilinçli bir hesaplamadır.
Abu Dabi, Suriye'nin korumaya çalıştığı güç dengesini tehdit edebilecek pek çok karmaşıklığının farkında.
BAE, temkinli angajmanı stratejik bir isteksizlikle dengeleyerek, ülke yeni bir siyasi sisteme uyum sağlarken kendisini belirsizliklerden ve potansiyel kaostan korumayı amaçlıyor.
Peki Abu Dabi'nin bu ihtiyatlı tavrının nedeni tam olarak nedir ve Suriye'deki gelişmeler neden Abu Dabi'nin uzun vadeli hedefleriyle çelişiyor olabilir?
Ölçülü bir yanıt
Suriyeli ‘’muhalifler’’ geçen ay hükümete karşı kontrolü ele geçirdiklerini ilan ettiklerinde, Fars Körfezi ülkeleri yeni liderlikle ilişki kurmak için hızla harekete geçerek destek açıklamaları yayınladı ve Suriye halkının seçimlerini tanıdı.
Bu değişim, birçok ülkenin eski Cumhurbaşkanı Beşşar Esed ile yıllarca süren izolasyonun ardından geliştirdiği kademeli ilişkilerle keskin bir tezat oluşturuyordu. Ancak Esed hükümetinin aniden çökmesiyle birlikte bu ülkeler, Türkiye ve Katar'ın avantaj elde ettiği Esed sonrası Suriye'deki nüfuzlarını korumak için hızla uyum sağlamak zorunda kaldılar.
Suriye savaşından sonra Esed'le yeniden ilişki kuran ilk Arap başkenti olan Abu Dabi, Aralık darbesine hesaplı bir itidal ile yaklaştı.
BAE, Şam'ın düşmesinin ardından yaptığı ilk resmi açıklamada “Suriye ulusal devletinin ve kurumlarının korunması ve kaos ve istikrarsızlığa sürüklenmesinin önlenmesi gerektiğini” vurguladı.
Bu endişe, BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed'in Suriye'nin birliğini korumanın ve terörizm ile dışlayıcı politikaları reddetmenin öneminden bahsettiği Riyad'daki Suriye konulu bakanlar toplantısında da yinelendi.
BAE Başkanı Muhammed bin Zayid'in (MbZ) diplomatik danışmanı Enver Gargaş, şu anda Suriye'yi yöneten aşırılık yanlısı grupların yarattığı riskler konusunda açıkça uyarıda bulunarak BAE'nin ihtiyatının altını çizdi.
BM tarafından terör örgütü olarak tanımlanan ve Müslüman Kardeşler ve el-Kaide ile bağlantıları olan yeni hükümetteki baskın muhalif güç Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) gibi grupları Suriye'nin istikrarı için süregelen bir tehlike olarak gösterdi.
Şüpheli bir ilk ziyaret
Çekincelerine rağmen Abu Dabi, Suriye'nin yeni yönetimiyle diyalog kapısını tamamen kapatmadı.
Esad el-Şeybani'nin HTŞ’nin dışişleri bakanı olarak atanmasından kısa bir süre sonra BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed ikili işbirliğini araştırmak üzere görüşmeler başlattı.
Bu görüşmeler, Şaibani'nin bu ayın başlarında BAE'ye yaptığı ziyaretle sonuçlandı ve Şeybani'nin Suudi Arabistan'a diplomat olarak yaptığı ilk ziyaretten bir hafta sonra, yeni yönetim altında HTŞ’li bir dışişleri bakanının ilk resmi ziyareti oldu.
Ziyaret, Suriye'nin Arap ülkeleriyle bağlarını güçlendirme çabalarının bir parçası olarak çerçevelenirken, kısa sürede tartışmaların odak noktası haline geldi.
Sosyal medyadaki eleştirmenler, görüşmeler sırasında yeni Suriye bayrağının olmamasına dikkat çekerek bunu Şeybani ve ekibine yönelik kasıtlı bir aşağılama olarak yorumladılar. Emirlik Dışişleri Bakanı'nın resmi kabul sırasında spor ayakkabı giymesi de diplomatik protokolün ihlali olarak değerlendirilerek spekülasyonları arttırdı.
Bu sembolik detaylar geniş çaplı tartışmalara yol açarken, birçok kişi BAE'nin gerçek niyetini ve yeni Suriye hükümetiyle ilişkisinin niteliğini sorguladı.
Gözlemciler, eski Cumhurbaşkanı Esed'in 2023'te Abu Dabi'ye yaptığı ziyaret sırasında devlet düzeyinde görkemli bir şekilde karşılanmasıyla karşılaştırmalar yapmakta gecikmedi.
Eylemler daha yüksek sesle konuşur
BAE'nin Suriye'nin yeni yönetimine yönelik kuşkusu, Şam'la tam bir uyum içinde olma konusundaki tereddütlerini vurgulayan bir dizi hamleyle daha da belirginleşti.
Bunlardan ilki, iki ülke arasındaki uçuşların aniden askıya alınması şeklinde geldi. Cham Wings Havayolları'nın Şam ve Şarika arasında günlük uçuşların yeniden başladığını duyurmasından sadece bir gün sonra Abu Dabi, detaylı bir açıklama yapmadan tüm hava trafiğini durduran bir emir yayınladı.
Resmi olarak bu karar Suriye havaalanlarının kötü durumuna bağlanırken, BAE güvenlik ve operasyonel standartları karşılamak için altyapı iyileştirmelerine ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
BAE Havacılık Otoritesi ayrıca Suriyeli yetkililere havalimanlarında kapsamlı bir inceleme yaptıktan sonra yeni bir lisans almaları çağrısında bulundu.
Eş zamanlı olarak BAE, Müslüman Kardeşler ile bağlarını gerekçe göstererek 19 kişi ve kuruluşu terörist izleme listesine dahil ettiğini duyurdu.
Bu hamle Abu Dabi'nin İslamcı gruplara karşı sıfır tolerans politikasının açık bir mesajı oldu ve güvenliğine ve nüfuzuna tehdit olarak gördüğü siyasi hareketlere karşı daha geniş çaplı muhalefetini pekiştirdi.
Lübnanlı gazeteci ve Fars Körfezi ilişkileri uzmanı Ali el-Murad'ın The Cradle'a söylediği gibi:
“BAE, anti-politik yönelimiyle Suriye'de Baas rejiminin düşmesine ve yeni-Osmanlı Türkiye'siyle ittifak halinde olan El-Kaide ve İhvan ideolojik geçmişine sahip İslamcıların yönetimi ele geçirmesine yol açan olayların hızlanmasına tehlikeyle baktı.”
Murad ayrıca BAE'nin Suriye'nin güneyindeki gruplara, hükümetin düşeceğinin anlaşıldığı 7 Aralık akşamı hızla Şam'a girmeleri talimatını verdiğini doğrulayan bilgileri de açıklıyor:
“Bu, Abu Dabi'nin Şam'da siyasi Sünni İslam tarafından yönetilen merkezi bir hükümetin kendisi ve Sünni hanedan monarşisinin çıkarları için korkunç sonuçlar doğuracağı yönündeki değerlendirmesinin erken bir göstergesiydi” diyen Murad, sözlerini şöyle sürdürüyor:
‘’Emirliklerin Şam'daki İslamcılarla ilişki kurma konusunda ilgisizliğine ve hevessizliğine tanık olduk.”
Emirlik destekli isyancılar
Suriye'nin fiili yöneticisi Colani, tüm silahlı grupları feshetme ve Savunma Bakanlığı'na entegre etme sözü vererek Fars Körfezi'nin endişelerini gidermeye çalıştı.
Bu hamle Körfez'in desteğini kazanmayı ve yaptırımları hafifletmeyi amaçlasa da önemli engellerle karşı karşıya.
Farklı bağlılıkları ve gündemleri olan silahlı grupların çoğalması, özellikle güney Suriye'de büyük bir zorluk teşkil ediyor.
Kayda değer bir örnek, Beşinci Kolordu bünyesindeki Sekizinci Tugay'a komuta eden ve BAE ile güçlü bağları olan Ahmed el-Avde liderliğindeki bir koalisyon olan “Güney Operasyonları Odası” (SOR).
Colani Avde ile birkaç görüşme yaptı ancak bu görüşmeler henüz sonuç vermedi. Avde'nin kendi grubu için garantiler ve ayrıcalıklar talep ettiği, bunun da merkezi bir askeri komuta altında birlik sağlama çabalarını zorlaştırdığı bildiriliyor.
Bu arada Abu Dabi, Avde'ye verdiği mali destek ve nüfuzlu Suriyeli iş adamı Halid el-Mahamid'le olan bağları sayesinde önemli bir kozu elinde tutuyor.
Analistler BAE'nin bu bağlantıları siyasi süreci etkilemek ve Suriye'ye yönelik vizyonuyla örtüşmeyen girişimleri potansiyel olarak raydan çıkarmak için kullanabileceğini öne sürüyor.
Murad'a göreyse:
“BAE diğerleri gibi Şam'a bir heyet göndermedi ve BAE medyasının yayınlarını izleyen ve okuyan herkes BAE'nin Şam'daki İslamcı otoriteyle bir arada yaşama fikrinden memnun olmadığı sonucunu çıkarabilir ama Washington ve Riyad yeni rejime açık olmaya karar verdiğine göre BAE'nin kamuoyu önüne çıkıp bu açıklığı kabul etmediğini ilan etme esnekliği yok.”
Abu Dabi'nin gelecekteki rotasına gelince, BAE'nin Şam'da HTŞ'nin otoritesini zayıflatmak için aktif olarak çalışmadan önce seçilmiş Başkan Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesini bekleyeceği tahmin ediliyor.
Bu strateji, Suriye'nin yeni liderliğini tanıma konusundaki isteksizlikleri göz önüne alındığında Cumhuriyetçilerin bakış açılarıyla uyumlu olacaktır.
Mısır'ın da bu yaklaşımı paylaştığı bildiriliyor ancak Suudi Arabistan'ı Suriye'de siyasal İslam'ın etkisini ortadan kaldırma çabalarını desteklemeye ikna etmek daha karmaşık bir görev olabilir.
BAE'yi neler bekliyor?
Fars Körfezi ülkeleri tarihsel olarak İslamcı hareketlerin yükselişinden derin endişe duymuş ve bu grupların şeyhliklerinin istikrarı üzerinde yaratabileceği etkilerden korkmuşlardır. Bu çerçevede, Suriye'deki siyasi geçiş sürecinin Körfez çıkarlarıyla uyumlu bir yönde ilerlediğini söylemek için henüz çok erken.
Suriye'nin iç vizyonu ile Fars Körfezi'nin dış öncelikleri arasındaki açık farklılıklar ülkedeki yönetimin gidişatını şekillendirmeye ve zaman zaman da karmaşıklaştırmaya devam ediyor. Bu bağlamda Murad şunları belirtiyor:
“İslamcılarla ilişki söz konusu olduğunda, hem BAE'nin hem de Suudi Arabistan'ın yaklaşımları farklıdır. Suudi Arabistan siyasal İslam hareketlerini kullanma konusunda net bir deneyime sahip ve bu hareketleri BAE kadar tehlikeli görmüyor. Libya'da yaşananlar bunun kanıtıdır.”
BAE, Türkiye'nin desteklediği İslamcı gruplara karşı Tobruk merkezli Libya Ulusal Ordusu (LUO) komutanı Halife Hafter'i desteklemede öncü bir rol üstlenirken Suudi Arabistan meseleyi ele alma konusunda daha az aciliyet sergiledi.
Benzer şekilde Yemen'de Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler'e bağlı bir grupla ortaklık kurarken BAE Güney Geçiş Konseyi güçleri aracılığıyla bu gruba karşı savaş açtı.
Bu ayrışma, iki Körfez gücünün İslamcı gruplara yönelik çelişkili politikalar izlediği Somali'ye kadar uzanıyor.
Ahmed el Avde gibi figürler, özellikle de Emirlik-Mısır desteğiyle, Suriye'nin geleceğinin şekillenmesinde hala önemli bir rol oynayabilir. Güneyli gruplara liderlik ettiği düşünüldüğünde Avde, Colani'nin otoritesini hem askeri hem de idari olarak zayıflatmada etkili olabilir.
Bu da Abu Dabi'nin Suriye'nin jeopolitik arenasında kilit bir etken olarak konumunu güçlendirecek ve onu Türkiye ve Katar'ın bölgedeki emellerine karşı bir denge unsuru olarak konumlandıracaktır.
Suriye, Arap dünyasına açılan önemli bir kapı ve Fars Körfezi ile önemli bir ticaret bağlantısı olmaya devam ediyor.
Abu Dabi'nin Dera bölgesini bir pazarlık kozu olarak kullanması, ekonomik ve güvenlik imtiyazları elde etmek için Avde ile olan ilişkisinden yararlanması muhtemel.
BAE'nin amacı bir yandan Şam'a baskı uygularken bir yandan da kendi çıkarlarına uygun bir siyasi katılım sağlamak olacaktır ki bu da kırılgan siyasi süreci bozma ve Suriye'yi daha fazla istikrarsızlığa sürükleme riski taşıyan bir yaklaşımdır.
Çeviri: YDH