Suriye işgal altındadır

img
Suriye işgal altındadır YDH

Mezhepçi teröristler 2011 başlarında “Hıristiyanlar Beyrut'a, Aleviler mezara” sloganları atarken, Aralık 2024'te Colani yanlısı kalabalık “Humus Sünnilerin, Aleviler defolsun” sloganları attı. Esed'in düşüşünü kutlayan ve safça “Özgür Suriye” sloganlarını paylaşan yabancılar, İsrailliler için büyük bir zaferi ve ABD'nin Filistin ve Lübnan Direnişi'nin ana tedarik hattını çökertme stratejisini alkışladıklarını idrak etmeli.




YDH- Hegemonya Karşıtı Çalışmalar Merkezi Direktörü Tim Anderson’ın el-Meyadin için kaleme aldığı ‘’The Syrian nation is occupied’’ başlıklı yazısı, Suriye ordusuna yönelik abartılı iddiaların, HTŞ (IŞİD) tarafından işlenen ve iyi belgelenmiş mezhepsel vahşeti gölgelemek için nasıl kullanıldığını özetliyor, Washington'un Suriye'de HTŞ'yi meşrulaştırma konusundaki jeopolitik cambazlığını inceliyor, çalkantılı ortamdaki mevcut olumsuzluklara rağmen, ulusun diğer küresel bağlamlara da yansıyan direncinin bir umut ışığı olmaya devam etmesini kutluyor. Anderson, bağımsız bir Suriye devletinin yeniden kurulmasını engellemeyi amaçlayan iki senaryoyu öne sürdüğü yazısında, yalan suçlamalar, mezhepsel zulümler ve jeopolitik manevralar zemininde bir Suriye’nin hırpalanmış olsa da kırılmadığını vurguluyor.

Suriye ölmedi, işgal edildi. NATO'nun en büyük iki ordusu, İsrailliler ve onların el-Kaideci terörist vekilleri 8 Aralık 2024'ten önce ülkenin üçte birini işgal etmişti, şimdiyse Suriye'nin yüzde yüzü işgal altındadır.

BMGK listesindeki teröristlerin liderliğindeki “geçiş” hükümetinin yerel ya da uluslararası onay alması için önünde uzun bir yol var; silahlı ve sivil direniş ise çoktan ortaya çıktı.

HTŞ (Nusra Cephesi, el-Kaide) rejiminin devrimci ya da demokratik bir yetkisi yok ve sponsorları onu (HTŞ hala BMGK tarafından yasaklı bir terör örgütü olarak listeleniyor) demokratik ve kapsayıcı olarak yeniden markalaştırmak için çabalıyor. Hiç şüphe yok ki kendilerine göstermelik işbirlikçiler bulacaklardır.

Pek çok Suriyeli hayatta kalabilmek ve yeni rejimde bir rol bulabilmek için kendilerini yeniden tasarlamaya ve tanımlamaya başladı. Ancak UNHCR'ye göre, HTŞ'nin saldırısının ardından bir milyon kişi daha “yeni yerinden edildi” ve kirli savaştan kaçanların çok azı geri dönüyor. 

Yine de el-Kaide'nin yönetimi ele geçirmesi trajedisi karşısında Suriye değerlerinin yeniden canlanması söz konusudur ki bu olgu ne Anglo-Amerikan medyası ne de onun Türkiye ve Katar'daki medya müttefikleri tarafından haberleştirilmektedir.

İsrail'in Gazze'de işlediği suçlarda olduğu gibi, el- Kaide rejiminin işlediği suçlar, yabancı işgalini meşrulaştırmak için değişen [Beşşar] Esed hükümetine karşı kullanılan çok sahte ve abartılı propaganda ve işgale karşı yükselen sivil ve askeri direnişin ayrıntılarını bulmak için sosyal medyaya başvurmamız gerekiyor. İşte tam da bu direniş bize Suriye ulusunun hala hayatta olduğunu söylüyor.

Esed gitti ve geri dönmesi de düşünülemez. Ona yakın olan pek çok kişi, hızlı bir şekilde çekip gitmesinden dolayı acı çekmeye devam ediyor.

Hangi koşullar altında teslim olduğunu hala bilmediğimiz Esed, yabancı işgalcilerin hızla harekete geçtiği bir boşluk bıraktı. Suriye Ordusu askerlerinin iradesinde olmasa da başkomutanı da dahil olmak üzere Suriye Ordusu komutasında bir başarısızlık olduğu açık. Suriyeli askerlerden oluşan bazı gruplar mezhepçi teröristlere karşı gerilla tarzı saldırılar düzenlemeye başladı bile. Bu cesur askerleri sadece hükümet ya da Esed “yandaşları” olarak yaftalamak düpedüz cehalettir. Onlar bağımsız ve kapsayıcı bir Suriye'yi ve şu anda ciddi tehdit altında olan anayasasını savunuyorlar.

Esed hükümetinin çöküşünde Rusya ve İran'ın rolü hakkında pek çok spekülasyon yapıldı. Bazı aklı başında analistler Putin'in Esed'ı “arkadan bıçakladığından” bahsediyor. Rusya'nın Suriye Ordusu'nun vekil ordulara karşı mücadelesine verdiği desteğin her zaman İsrail ya da Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelmemek gibi bir sınırı olması dışında böyle bir ihanete dair kanıt göremiyorum. İran'ın Esed hükümetinin çöküşüne ilişkin açıklamaları da bu doğrultuda ilerliyor: İran, Eylül ayından bu yana Şam'ı tehdit konusunda uyardı ve doğrudan yardım teklif etti ancak Esed, İran'la arasına mesafe koymak ve Fars Körfezi'ndeki Arap monarşileriyle bir tür ekonomik atılım yapmak isteyerek bu yardımı reddetti. Yanlış vaatlerle yanıltılmış olabilir ama her halükârda İran'dan yardım istemedi.

Bu koşullar altında, davet edilmemişken, İran Suriye Ordusu'nun yerine savaşamazdı.

Suriye Ordusu'na yakın kaynaklar bana Esed'in üst düzey komutanlarda açıklanamaz bazı değişiklikler yaptığını ve daha yetenekli bazı generalleri saf dışı bıraktığını söyledi. Kuşkusuz Suriye muazzam bir ekonomik baskı altındaydı ve bu durum direnme kapasitesini zayıflatmış olmalı. Ancak sonuçta Suriye komuta kademesinin başarısızlığı Esed'in teslim olmasına yol açtı. Aynı mantıkla, Rusya ile ilgili olarak, Helena Cobban'ın önerdiği ilk açıklamaya katılma eğilimindeyim:

“Putin, Esed hükümeti kendini kurtaramazsa onu da kurtaramayacağına karar verdi.”

Suriyeliler şimdi HTŞ yönetimi altında hayatta kalmaya adapte olurken, birçoğu hayatlarının “özgür” olacağını veya normal şekilde devam edeceğini umuyor. Başlarına büyük bir belâ geldiğine hiç şüphe yoktur.

Esed'e karşı sürdürülen propaganda savaşı bir yana, yağmacı yabancı güçler tarafından desteklenen el-Kaide liderliğindeki bir rejim, Suriye halkı için tüm sonuçların en kötüsüdür. Gazze ve Lübnan'da hırpalanan İsrailliler, Suriye'de bir “serbest vuruş” yaparak güneyin büyük bölümünü işgal ettiler ve ülkenin tüm önemli savunma altyapısını bombaladılar.

Esed hükümetinin düşmesi, Filistin ve Lübnan Direnişinin tek gerçek müttefiki olan Direniş Ekseni için de büyük bir gerileme oldu.

İlk birkaç gün içinde Batı medyası mezhepsel şiddetin “korkulandan daha az yoğun” olduğunu bildirirken, Suriye genelinde düzinelerce mezhepsel cinayet işlendi. Colani ve yandaşları sponsorları için imajlarını düzeltmeye çalışırken HTŞ rejiminin işlediği suçlar sistematik olmaktan ziyade düzensiz bir şekilde başladı. Ancak HTŞ'nin mezhepçi karakteri değişmemişti. Mezhepçi teröristler 2011 başlarında “Hıristiyanlar Beyrut'a, Aleviler mezara” sloganları atarken, Aralık 2024'te Colani yanlısı kalabalık “Humus Sünnilerin, Aleviler defolsun” sloganları attı.

Washington merkezli CSIS gibi Batılı düşünce kuruluşları 2023 yılında “HTŞ'nin terörist grup statüsü ... giderek karmaşıklaşıyor” diyerek yeniden markalaşmanın zeminini hazırladı. Şam'ın düşmesinden sonra France 24, “Batı’nın BMGK listesindeki terörist grupla ’normalleşme” arayışında olduğunu, zira grubun daha “ılımlı” hale geldiğini gözlemledi. Teröristler, kuşkusuz, bağımsız Esed hükümetinin devrilmesine yardım ederek ABD, Türkiye ve İsraillilerin çıkarlarına hizmet ediyordu.

Suriyeliler, kanlı geçmişine rağmen HTŞ rejiminin azınlıklar ve kadınlar için “hoşgörü” sözü verdiğini iddia eden yeni söylemde biraz umut aradı.

Pek çok Suriyeli yeni bayrağı bir tür koruma olarak dalgalandırırken, eski Suriyeli askerler misilleme korkusuyla yeni rejimden af talep etmeye koştu. Pek çoğu tutuklandı ve hapse atıldı.

Ancak HTŞ'nin “Nusayri [Alevi] domuzları” olarak adlandırılan iki askerin mezhepçi bir şekilde öldürülmesi gibi suçları kameraya alındı ve yayınlandı. Artık HTŞ rejiminin suçlarını belgeleyen sosyal medya hesapları ve direniş eylemlerini belgeleyen başka sosyal medya hesapları var.

Yine de Suriye ulusu varlığını sürdürüyor çünkü sivil ve silahlı direniş var.

Cable ve Lazkiye arasındaki sahilde (14 Aralık), Şam kırsalındaki Telfita'da (20 Aralık) ve Tartus'ta (25 Aralık) eski askerler tarafından kurulan ve 14 kişinin ölümüne ve 10 HTŞ savaşçısının yaralanmasına neden olan bir başka pusuda HTŞ güçlerine yönelik silahlı gerilla tarzı saldırılar gerçekleşirken, Dera'da halk işgalci İsraillileri taşladı ve cesur kalabalıklar Şam'daki Emevi Meydanı'nda seçimler, kadın hakları ve mezhepçi saldırıların sona ermesi talebiyle gösteriler düzenledi. Reuters bu şiddeti normalleştirme çabasıyla Suriye “polisinin” “huzursuzluğun ardından” sokağa çıkma yasağı getirdiğini bildirdi.

Humus'ta, Halep'te, Şam'ın Hıristiyan bölgelerindeki Hıristiyanlar tarafından ve Tartus'ta mezhepçi politika ve uygulamalara karşı benzer gösteriler düzenlendi. Tartus'ta Esed'e bağlılık yemini eden eski slogan (“kanımızla canımızla”) tüm dini mezheplerden insanların Suriye'ye bağlılık yemini haline geldi.

Tartus'taki Noel saldırılarının ardından, Sünnilerin Şii, Alevi ve Hıristiyan protestoculara katılarak yabancı savaşçıların ülkeden çıkarılmasını talep ettiği haberlerinin ortasında, HTŞ'nin büyük takviye güçlerinin kıyı kentlerine doğru hareket ettiği görüldü.

Colani bu yabancı savaşçılara Suriye vatandaşlığı verilebileceğini öne sürdü. Oysa Suriye'de NATO destekli HTŞ koalisyonu saflarında binlerce yabancı aşırılık yanlısı (Çeçenler, Uygurlar, Özbekler, Afganlar, Arnavutlar, Avrupalılar) bulunuyor.

Batı medyası, HTŞ çetelerinin tarihini ve suçlarını örtbas etmek ve İsrail'in Gazze, Lübnan ve Suriye'ye karşı işlediği suçlardan dikkatleri başka yöne çekmek için Esed hükümetinin sözde suçlarını yeniden gündeme getirme çabasına girdi. Bu iddiaların birçoğunu 2016 tarihli Suriye'ye Karşı Kirli Savaş kitabımda ele aldım.

Özetle, 'sahte bayrak' katliamları 2012'de Suriye'ye ekonomik abluka uygulamak için kullanıldı; çeşitli kimyasal silah iddialarının (2013-2018) hepsi de sahte bayraktı: ABD destekli silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen saldırılar, daha sonra yanlışlıkla Suriye Arap Ordusu'nun üzerine yıkıldı. Suiistimal suçlamalarının çoğu, Batı medyasının “siyasi muhalefet” olarak adlandırdığı, yakalanan ya da yaralanan terörist savaşçılarla ilgiliydi. “Toplu mezarlar” söz konusu olduğunda, Gazze'de İsrailliler tarafından öldürülen siviller ve doktorlar için oluşturulanların aksine, Suriye'deki toplu mezarlar büyük çaplı operasyonlarda öldürülen teröristler içindi.

Şam morgunda çalışan ve 2014 yılında elinde ceset fotoğraflarıyla Katar'a iltica eden “Sezar’ın meşhur vakasında, bu savaş zamanı morgundaki tüm cesetlerin işkenceyle öldürülen ’muhalif” mahkumlara ait olduğu iddia edilmişti. Oysa kirli savaş sırasında Suriye'ye karşı sürekli yalan propaganda yürüten ABD merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü bile fotoğrafların yarısından fazlasının “saldırı, patlama ya da suikast girişimlerinde öldürülen hükümet askerleri, diğer silahlı savaşçılar ya da sivillere” ait olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı.

Kısacası, Suriye ordusuna yönelik abartılı iddialar, IŞİD ve HTŞ çetelerinin çok daha kötü ve daha iyi belgelenmiş mezhepçi vahşetlerini örtbas etmek için kullanıldı; bu suçlar Nusra Cephesi, HTŞ ve IŞİD'in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terörist gruplar listesine alınmasına neden oldu.

Bunun HTŞ liderliğindeki bir Suriye'nin tanınması için ne anlama geldiği ilginçtir. Elbette Washington Suriye'deki muzaffer vekilini meşrulaştırmak istiyor ancak bunu yapmak zaten kırılgan olan birden fazla ülkede “terörle mücadele” iddiasını zayıflatacaktır; bu nedenle HTŞ ve HTŞ işbirlikçilerinden, azınlıklardan ve eski hükümetten seçilen kişilerden oluşan zayıf bir koalisyon kurulmasını tercih edebilir.

BMGK düzeyinde HTŞ'ye yönelik yasağın kaldırılması için konseyin oybirliğiyle karar alması gerekiyor, aksi takdirde her ülkeden mal varlıklarının dondurulması, seyahat yasakları ve silah ambargosu bekleniyor.

Genel olarak Washington'un Suriye'de istediği şey, İran'la ittifak yapmasını ve Filistin ve Lübnan Direnişini desteklemesini sağlayan bağımsız iradenin yok edilmesidir. Bu görev şimdilik başarılmıştır.

Bundan sonra ne olacağı ABD ve ileri üssü İsrail için daha az önemli olmakla birlikte, Kaddafi'nin devrilmesinden sonra Libya'da olduğu gibi uzun süreli mezhep çatışmaları ya da devletin Irak tarzı zayıf, mezhepçi bir federal sisteme parçalanması anlamına gelebilir. Her iki durumda da amaç, bağımsız siyasi iradeye sahip bir devletin yeniden kurulmasını engellemektir.

Suriye'nin bölünmesine yönelik daha önce de hem Fransız sömürge rejiminden hem de ABD'nin 'Yeni Ortadoğu' projesiyle bağlantılı olarak ortaya atılan çeşitli seçeneklerden kaynaklanan planlar vardı. Bu planlar genellikle kıyıda bir Alevi devletçiği, güneyde bir tür Dürzi himayesi, belki kuzey doğuda bir Kürt bölgesi ve Selefi aşırıcılar tarafından yönetilen “Sünni” bir merkez bölgeyi içeriyordu. Ancak böyle bir bölünme şu anda birkaç kısıtlamaya tabi: Birincisi, Esed sonrası birleşik bir Suriye direnişinin HTŞ ve yabancı aşırılık yanlılarından oluşan parçalı koalisyonun yönetimini ne ölçüde zayıflatabileceği; ikincisi, Erdoğan'ın kuzeyin bazı kısımları üzerindeki iddiaları ve Suriye'deki herhangi bir Kürt bölgesini Türkiye'deki ayrılıkçılar için bir sıçrama tahtası olarak kullanacak Kürt ayrılıkçıları ortadan kaldırma talebi; üçüncüsü ise İsraillilerin güneyin bazı kısımlarını ve Suriye ile Lübnan arasındaki dağları ne ölçüde ilhak etmeye çalışacağı.

HTŞ rejiminin İsraillilerin ya da Nusra/IŞİD/ HTŞ'ye büyük destek veren Erdoğan'ın güçlerinin emellerine karşı çıkacağına dair hiçbir belirti yok.

Dördüncü bir kısıtlama ise Washington ve yardakçılarının Esed'e karşı kullandığı ancak şimdi HTŞ rejimi için bir engel haline gelebilecek olan 2015 tarihli 2254 sayılı BMGK kararı: Karar Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasını, “güvenilir, kapsayıcı ve mezhepçi olmayan bir yönetim”, yeni bir anayasa ve ardından “özgür ve adil seçimler” talep ediyor.

Rusya ve Çin gibi bölgesel Arap ülkeleri de BMGK 2254'e az çok destek veriyor.

BM yetkilileri, HTŞ rejimini “umut ışığı” olarak nitelendirerek büyük güçlerin taleplerine boyun eğmekle ünlü olsalar da BMGK kararları uluslararası meşruiyeti kesinlikle etkileyecektir.

Şimdilik HTŞ rejimi ne devrimci ne de demokratik bir yetkiye sahip, dolayısıyla gerçek bir demokratik yetki ortaya çıkana kadar kendisini iktidara getiren yöntemlerle devrilebilir. Bu da Suriye Ulusuna ağır bir yük getirmektedir: NATO'nun en büyük iki ordusu ve ülkenin savunma altyapısının çoğunu zaten yok etmiş olan İsrailliler tarafından desteklenen mezhepçi bir işgal rejimine sivil ve gerilla savaşı yöntemleriyle direnebilir mi? Yine de diğer pek çok ülkede gördüğümüz gibi, büyük zorluklara rağmen, direniş olduğu sürece ulus hayatta kalır.

İran, Filistin ve Lübnan'ın en önemli destekçisi olan Direniş Ekseni'nin İsraillilere karşı stratejik ve ahlaki üstünlüğünü koruyacağına ve Şam'ın düşüşünün getirdiği zorluklara uyum sağlayacağına inanıyor.

İran Devrim Muhafızları eski komutanı Tümgeneral Muhsin Rezai'ye göre Suriye direnişi hızla yükselecek:

“Bir yıldan kısa bir süre içinde Suriyeliler ülkelerindeki direnişi farklı bir şekilde canlandıracak ve ABD, Siyonist rejim ve işbirlikçilerinin şeytani ve aldatıcı planlarını etkisiz hale getireceklerdir.”

Birçok Suriyelinin mevcut rejim altında hayatta kalmak için mümkün olan tüm seçenekleri denemekte olduklarını anlıyoruz, ancak Esed'in düşüşünü kutlayan ve safça “Özgür Suriye” sloganlarını paylaşan yabancılar, İsrailliler için büyük bir zaferi ve ABD'nin Filistin ve Lübnan Direnişi'nin ana tedarik hattını çökertme stratejisini alkışladıklarını idrak etmelidirler.

İran bu ikmal hattının yeniden inşa edilmesini sağlayacaktır.

Tıpkı Filistin ve Lübnan Direnişinin hırpalanmış ama dirençli olması gibi, işgal altındaki Suriye Ulusu da çökmüş ama yok olmamıştır.

Çeviri: YDH