25 Mayıs 2000’de İsrail'in Lübnan'dan çekilmesiyle kazanılan zafer, Gazze’deki Aksa Tufanı gibi olaylarla birlikte Arap-İsrail normalleşmesini bozmuş, bölgesel direnişin seyrini kökten değiştirmiştir.

Julia Kasım, el-Meyadin’de yayımlanan makalesinde, Lübnan’ın 2000 yılındaki kurtuluşundan Gazze’deki Aksa Tufanı’na kadar doğrudan bir çizgi çizerken, her iki olayın da normalleşme çabalarını paramparça ettiğini ve bölgesel direnişin seyrini yeniden tanımladığını savunuyor.
YDH- Hizbullah ile Siyonist varlık arasındaki ateşkesten kısa bir süre sonra, Genel Sekreter Şeyh Naim Kasım, Hizbullah’ın zaferini 2006’dakinden bile büyük olarak tanımladı. 66 gün boyunca başarısız kara işgali girişimlerine rağmen İsrail’in Lübnan’a girememesi, Hizbullah’ın karşılaştığı benzeri görülmemiş darbeler ve zorluklara rağmen kazanılan bir zaferdi. İsrail, son 25 yılını ihanetini en üst düzeye çıkararak geçirmişti.
25 yıl önce, Batı’nın tüm kaynaklarını arkasına almış işgalci bir güç karşısında süren 18 yıllık işgal ve direnişin ardından Siyonist varlık, ilk kez Lübnan topraklarından kovulmuştu.
Siyonist rejim, 1978’den bu yana Güney Lübnan’ı işgal sınırlarına dahil etmeyi ve Beyrut’a kadar uzanacak bir “tampon bölge” oluşturarak, direnişin tarihi kalelerini –Güney Lübnan ve Filistin’i– işgal etmeyi ve geri kalan Lübnan’ı ABD’nin çıkarlarına hizmet eden, 1953 Bağdat Paktı benzeri bir blokun parçası hâline getirmeyi hedefliyordu.
Ancak ertesi yıl, İran’daki İslam Devrimi bu ikili dünya düzenini altüst etti. 2000 yılında Lübnan’daki İslami Direniş, Arap ve Müslüman bir hareketin bölgenin fiziksel kaderini belirleyebileceğini kanıtlarken; bu ruhi ve fikrî direnişi yıllar önce İmam Humeyni şekillendirmişti: örgütlü mücadele, ideolojik dayanışma ve halkına güven ilkeleriyle.
Bu, Seyyid Hasan Nasrullah’ın son konuşmalarından birinde kastettiği şeydi: 1978 hedeflerini 2024’te yeniden canlandırmaya çalışan bir İsrail ile alay ediyordu. Oysa işgal altındaki kuzey Filistin’deki yerleşimciler kaçıyor, Hizbullah yerleşimleri ateşe veriyor, Siyonist medya ve yetkililer “İsrail’in yeni kuzey sınırı” için feryat ediyordu.
Seyyid Nasrullah, bu sürecin bir devamı ve tarihsel zirvesiydi. 1985’te başlayan işgalin geri çevrilme süreci, 2000’deki kurtuluşla ete kemiğe büründü.
Şeyh Naim Kasım’ın Direniş ve Kurtuluş Günü’nün ilk yıl dönümünde belirttiği üzere, direnişin operasyonları “İsrail’in” sınırdan %11’lik bir çekilmesine neden olmuştu.
1980’lerin başında yeşeren direniş, 17 Mayıs 1983’teki, ABD ve İsrail destekli Cemayel hükümetleriyle yapılan ve Beyrut’tan kısmi çekilme karşılığında normalleşme öngören anlaşmayı boşa çıkardı. Aksa Tufanı’nın da benzer şekilde, Arap hükümetlerinin İsrail ile normalleşme sürecini kıran tarihî bir dönüm noktası olduğu vurgulanıyor.
Bu, 25 Mayıs 2000’den bu yana kutlanan ilk Direniş ve Kurtuluş Günü ki bu kez onu başlatan lider, yani şehit Seyyid Nasrullah (yaklaşık 8 ay önce şehit olmuştu), artık yok. Onun bu yıl geleneksel konuşmasını yapamayacak olması, bir dönemin kapanışını simgeliyor.
Ancak 2000’deki zaferin mirası, Aksa Tufanı sonrasında hâlâ etkisini sürdürüyor. 7 Ekim 2023’teki operasyon, Filistin Direnişi’nin bölgenin sınırlarını İsrail’in değil, kendi elinde tuttuğunu hatırlattı. Tıpkı Hizbullah’ın, İsrail’in gizli sınırlarını zorladığı gibi, Gazze direnişi de İsrail işgalinin kırılgan yapısını ortaya çıkardı.
Mayıs 2000, 7 Ekim 2023’ün zeminini oluşturdu. Kara sınırları yeniden çizildi; denizde ise Ensarullah sayesinde yeni bir cephe oluştu. Bu ilk kurtuluş günü, İsrail’in art arda gelen yenilgiler serisinin başlangıcı oldu; 2006’da hem Lübnan hem Gazze’de tekrarlandı. Filistinliler artık kurtuluşun yakınlığını hissediyor ve 2000’deki Lübnan örneğini bir model olarak görüyor.
Seyyid Hasan Nasrullah 2000’de, İsrail’in Lübnan’daki ajanlarını ve iş birlikçilerini nasıl terk ettiğini vurgulamıştı; bu, Filistin Yönetimi’nin ve diğer iş birlikçilerin bekleyen kaderine işaret ediyor.
Kurtuluştan iki gün önce, güney Lübnan’daki en ünlü cezaevi olan Kiyam Hapishanesi’nin demir kapıları direnişçiler tarafından kırılarak esirler serbest bırakıldı. Bu hapishane, Fransızlardan kalan bir üs iken, Güney Lübnan Ordusu (İsrail’in yerel iş birlikçisi) tarafından bir işkence merkezine dönüştürülmüştü.
Bugün İsrail’in Filistinli tutuklulara yönelik Sde Teiman gibi yerlerde uyguladığı işkenceler, Kiyam’da yaşananların bir tekrarıdır: uykusuz bırakma, aç bırakma, tavuk kafeslerinde tutma, elektrik verme, kablolarla darp etme, uzuv kırma gibi insanlık dışı muameleler belgelenmiştir.
2000’de bir İsrail yetkilisi bu hapishane için şöyle demişti: “İşgal altındaki topraklardaki hapishaneleri beş yıldızlı otel gibi gösteriyor.”
Ancak 15 yıl süren direnişin ardından, 23 Mayıs 2000’de bu hapishane özgürleştirildi. Bu olay, İsrail işkence merkezlerinin bir gün Filistin’de de çökeceği umudunu doğurdu. Nitekim 2021’de Aksa Tufanı’ndan iki yıl önce, aralarında ünlü Zekariyya Zubeydi’nin de bulunduğu altı direnişçi, Gilboa Hapishanesi’nden bir kaşıkla tünel kazarak kaçmayı başarmıştı.
Bu tür olaylar, Siyonist yapının aslında “örümcek ağı kadar zayıf” olduğunu gösteriyor. Seyyid Nasrullah’ın zafer konuşmasında ifade ettiği gibi, bir örümcek tehdit edildiğinde zehir saçar ve ısırır. Ama gerçek şu ki, Aksa Tufanı sonrası en büyük bedeller ödenmiş, en büyük şehitler verilmiş olsa da Lübnan ve Filistin cephelerinin kaderi hem tarihsel olarak hem de kaderde birbirine bağlıdır. Ve bu kurtuluş yolculuğu, onlarca yıllık zaferler çağını aşıp Filistin’in nihai özgürlüğüne doğru ilerlemektedir.
Çeviri: YDH