‘’Savaş ne askeri ne de siyasi cephede henüz sona ermiş değildir. Tahran, değerlendirmelerini sürdürmekte, stratejik ayarlamalar yapmakta ve çok yönlü hesaplarını ilerletmektedir.’’

YDH- Harvard Üniversitesi Ortadoğu meseleleri kıdemli uzmanı Hasan Ahmediyan, İsrail’in İran’a karşı resmî savaş ilanı olmadan gerçekleştirdiği hedefli askeri saldırıları ve bu saldırılara İran’ın verdiği askerî, diplomatik ve stratejik yanıtları detaylı şekilde analiz ediyor. İran'ın, balistik ve hipersonik füze saldırılarıyla sahada karşılık vererek, İsrail’in ve destekçilerinin hesaplarını zorlaştırdığına dikkat çeken Ahmediyan, İsrail’in “İran’ın çaresizliği” şeklindeki anlatısının aldatıcı bir propaganda olduğunu vurguluyor.
İsrail, savaş ilan etmeksizin İranlı askeri komutanlara, nükleer bilim insanlarına ve kritik tesislere yönelik saldırılar başlattı; hatta yerleşim alanlarını dahi hedef aldı. Amerika Birleşik Devletleri ise bu operasyona diplomatik koruma sağlayarak belirleyici bir rol üstlendi.
Tahran, saldırıların ardından komuta yapısını hızla yeniden inşa etti, füze saldırılarıyla karşılık verdi, müzakereleri geçici olarak askıya aldı ve diplomatik çıkmazın sorumluluğunu Washington’a yükleyerek "korku dengesini" yeniden kurmaya çalıştı.
ABD İsrail saldırılarını gizledi
Operasyonun ilk saatlerinde İsrail, İran’ın üst düzey askeri komutanları ve nükleer bilim insanlarına suikast düzenleyerek doğrudan ülkenin askeri yapısını hedef aldı; saldırılar aynı zamanda onlarca sivilin hayatını kaybetmesine yol açtı. Hedef alınan tesislerin tam olarak ne ölçüde zarar gördüğü ve sonuçlarının ne olacağı hâlâ netleşmiş değil. Ancak operasyonun şiddeti, birçok İranlı açısından hem sarsıcı hem de beklenmedikti.
İran, nükleer programına ilişkin diplomatik müzakereleri sürdürürken; özellikle Washington’la yaşanan önceki tecrübeler, Tahran’daki stratejik çevrelerde ABD’nin İsrail’in eylemlerine sınır koyabileceğine ve kırmızı çizgiler çekebileceğine dair inancı pekiştirmişti. Bu durum, 2015’te imzalanan nükleer anlaşmaya giden süreçte de gözlemlenmişti.
İranlı analistler, Tahran ile Washington arasındaki müzakere kanalları açık kaldığı sürece, ABD’nin İsrail’in tek taraflı ve kışkırtıcı eylemlerini engellemeye çalışacağına inanıyordu. Çatışma ihtimali tümüyle dışlanmasa da genel kanaat; Washington’un önceliğinin diplomasi olduğu yönündeydi.
Ancak eldeki veriler, ABD’nin müzakere sürecini bir taktiksel perde olarak kullanarak İsrail saldırılarına zemin hazırladığına işaret ediyor. ABD’nin, saldırıların başlamasından yalnızca üç gün sonra, Ummanlı arabulucudan 15 Haziran'da İran’la altıncı tur müzakereler için ortam oluşturmasını istemesi bu durumu güçlendiriyor.
Her ne kadar ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Washington’un bu operasyonda rolü olmadığını ileri sürse de, Donald Trump sosyal medyada yaptığı bir paylaşımda saldırının, İran’a verilen iki aylık sürenin sona ermesinin ardından gerçekleştiğini kabul etti. Trump ayrıca Tahran’ın bir anlaşma fırsatını kaçırdığını öne sürdü ki bu açıklamalar, iki taraf arasında üst düzeyde bir koordinasyon ve ön bilgilendirme olduğuna işaret ediyor.
Bu ifadeler Tahran’a açık bir mesaj veriyor: Amerikan perspektifine göre son saldırı, müzakere süreci içinde İran’a yönelik hesaplı bir baskı aracıdır; Tahran’ı daha önce reddettiği tavizleri vermeye zorlamayı amaçlamaktadır.
Ancak İsrail, bu eylemleri tamamen farklı bir çerçevede değerlendirmekte; bu saldırıların diplomasiye hizmet etmekten çok, İran’ın askeri ve stratejik kapasitesini zayıflatmayı hedeflediğini düşünmektedir. Tel Aviv ile Washington arasındaki bu yaklaşım farkı, Tahran’ın geliştireceği karşı stratejilerde kuşkusuz belirleyici bir unsur olacaktır.
İran’ın üç aşamalı yanıtı
İsrail’in gerçekleştirdiği askeri saldırının ardından Tahran, yeni duruma hızla uyum sağlamak üzere stratejik planlarını yeniden yapılandırmaya başladı. Ancak İran’ın yanıtının yalnızca askeri alana ya da saldırının doğrudan gerekçesine odaklanmayacağı anlaşılıyor. Tahran’ın, hem Washington ile yürüttüğü karmaşık müzakerelerin hem de nükleer dosya kapsamında üç Avrupa ülkesiyle süregelen siyasi gerilimlerin ortasında, doğrudan İsrail saldırılarının hedefi hâline gelmesi; verilecek cevabın üç temel stratejik eksende şekilleneceğini gösteriyor:
1. Komuta boşluğunu doldurma ve komuta-kontrol sisteminin yeniden tesisi
İsrail saldırılarının başlamasının ve üst düzey askeri komutanların suikasta uğramasının ardından yalnızca birkaç saat içinde, İran İslam Cumhuriyeti’nin en yüksek makamı hızla harekete geçerek yeni atamalar gerçekleştirdi ve saldırılara verilecek yanıtın sorumluluğunu bu yeni isimlere devretti.
Aynı anda İsrail’e yönelik karşı saldırıların başlamasıyla birlikte, İran silahlı kuvvetlerinin komuta-kontrol sisteminin ilk şoku olağanüstü bir hızla atlattığı ve yeniden operasyonel hâle geldiği görüldü.
Bu hızlı ve kararlı atamalar, İran liderliğinin toplumu yatıştırmak ve ulusal güveni yeniden tesis etmek amacıyla verdiği güçlü bir mesaj niteliğindeydi. Bu mesaj, Gerçek Vaat-3 Operasyonu’nun icrasıyla eş zamanlı olarak yayımlanan İran İslam Cumhuriyeti Lideri’nin televizyon konuşmasında da yankı buldu.
Komuta yapısındaki değişimlerin hızla gerçekleştirilmesi ve taarruzların kesintisiz devam etmesi, İran’ın krizin en şiddetli anında dahi inisiyatifi elinde tutabildiğini ve bilinçli bir karşılık verebildiğini açıkça ortaya koydu.
B – Füze saldırıları ve korku dengesinin tesis edilmesi
İran, savunma konumundan hızla çıkarak doğrudan eylem aşamasına geçti ve aynı akşam üç dalga hâlinde Tel Aviv’i balistik ve hipersonik füzelerle hedef aldı. Gelen haberlere göre bu saldırılar can kayıplarına neden oldu; bazı yerleşimciler öldü, yüzlercesi de yaralandı.
İran’ın füze kapasitesine odaklanması, doğrudan karşılık vererek korku dengesini yeniden kurmayı hedeflediğini gösteriyor. Bu strateji, İsrail’in saldırıları sona erene dek Tahran’ın caydırıcı hamlelerini sürdüreceğine işaret ediyor.
İran, gerçek gücünü ortaya koyarak, İsrail’in İran’ın savunma altyapısını çökerttiği yönündeki algıyı yıkmayı ve caydırıcılığını yeniden tesis etmeyi amaçlıyor.
Tel Aviv, Washington’u Tahran’ın yapısal zafiyetine ikna etmiş ve Trump’tan operasyon için onay almış olsa da İran sahada verdiği net ve doğrudan askeri yanıtla bu algıyı sarsmayı hedefliyor.
Verilen mesaj açık: İsrail’in “İran’ın çaresizliği” anlatısı aldatıcı bir propagandadır; sahadaki gerçeklik ise farklı bir güç dengesi sergilemektedir.
C – Nükleer tepki ve stratejik belirsizlik
İran, askeri karşılıklar ve komuta yapısının yeniden inşası ile yeni şartlara hızla uyum sağlarken, cevabı hâlâ muğlak olan temel bir soru gündemdeki yerini koruyor: İran’ın nükleer programının geleceği ne olacak?
İran İslam Cumhuriyeti’nden üst düzey yetkililer, ülke topraklarına yönelik saldırılar ve oluşan varoluşsal tehditler karşısında, nükleer doktrinin gözden geçirilebileceğini ifade ediyor. Bu çerçevede, yanıt bekleyen temel soru şudur: Son İsrail saldırıları, Tahran’ın doktrininde bir değişiklik gerektirecek düzeyde mi? Yoksa İran’ı asıl endişelendiren, ilerleyen süreçte ABD’nin doğrudan müdahalesi ihtimali midir?
Tahran, bu aşamada stratejik kararlarını bilinçli biçimde belirsizlik içinde tutmayı tercih ediyor. Bu stratejik belirsizlik ise muhtemelen geçici bir caydırıcılık politikası işlevi görüyor.
İran, İsrail’e karşı korku dengesini yeniden tanımlamaya odaklanırken, karar alıcılarının önünde çok daha geniş bir stratejik hesap zemini oluşmuş durumda. Washington’un İsrail’in son saldırılarına açık biçimde destek vermesi, bu aşamada ABD ile müzakere sürecinin devamını pek mümkün kılmıyor. Esas mesele ise şu: Askeri çatışmalar sona erdiğinde Tahran, diplomasiye yeniden dönecek mi?
Bu çerçevede Tahran’ın önünde iki temel seçenek bulunuyor: İlki, son saldırılarda bazı nükleer tesislerinin zarar gördüğünü ilan ederek, müzakerelerin yeniden başlamasını bu durumun yeniden değerlendirilmesi şartına bağlamak. Bu senaryo, İran’a “nükleer belirsizlik” durumu yaratma ve bunu gelecekteki pazarlıklarda koz olarak kullanma imkânı sağlar. İkinci ve daha radikal seçenek ise, bölgedeki nükleer denklemleri tamamen değiştirecek bir yola girerek, güç dengesini yeni boyutlarla yeniden tanımlamak olabilir.
Tahran’ın diğer bir seçeneği de, İran’ın çıkarlarına ve tesislerine yönelik saldırıların durdurulmasını, diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması için ön şart hâline getirmek; aynı zamanda müzakere masasına dönüş olasılığını, ABD ile İsrail arasında büyüyen çatlağı derinleştirmek için bir baskı aracı olarak kullanmaktır.
ABD henüz doğrudan bir çatışmaya dahil olmamışken ve İran yaptırımların kaldırılmasını hâlâ diplomatik yollardan elde etmeye çalışıyorken, bu senaryonun gerçekleşme ihtimali daha yüksek görünmektedir.
Sonuç olarak, kesin olan bir şey varsa o da şudur: Savaş, ne askeri ne de siyasi cephede henüz sona ermiş değildir. Tahran, değerlendirmelerini sürdürmekte, stratejik ayarlamalar yapmakta ve çok yönlü hesaplarını ilerletmektedir.
İran - İsrail Savaşı
Bu eşi benzeri görülmemiş savaşın ortasında İran, Tel Aviv’e yönelik acı verici ve hesaplı saldırılarını sürdürerek, İsrail’in artık geçmişte kaldığını düşündüğü korku dengesini yeniden kurmaya çalışıyor. İran İslam Cumhuriyeti Lideri’nin ifadesiyle, bu rejim cezasız kalmamalıdır — bu açık mesaj yalnızca Tel Aviv’e değil, aynı zamanda onun destekçilerine de yöneliktir. İran, bir yandan askeri baskıyı artırarak Tel Aviv’i geri adım atmaya zorlamaya çalışırken, diğer yandan caydırıcı mesajlarını doğrudan Washington’a da iletmektedir.
Bu çerçevede, İran’ın Birleşmiş Milletler Temsilcisi, İran İslam Cumhuriyeti’nin saldırıya karşılık verme yönündeki meşru hakkını kullanacağını ve bu hakkı kullanmaktan çekinmeyeceğini vurgulamıştır.
Askerî tedbirlerin yanı sıra, Tahran aynı zamanda saldırının gerçek doğasını uluslararası kamuoyuna açıklayarak ve diğer ülkeleri saldırgan tarafı kınamaya zorlayarak yanıtının meşruiyetini güçlendirmek amacıyla bölgesel ve küresel diplomatik kanalları da devreye sokmuştur.
Müzakere sürecinden geçici olarak çekilmek suretiyle İran, aslında diplomasi masasının tıkanmasından ABD’yi sorumlu tutmakta ve Washington üzerinde, İsrail’in saldırgan hedeflerinden uzak durması yönünde ilave baskı oluşturmaya çalışmaktadır — bu da eşi benzeri görülmemiş bir kriz ortamında uzun süredir müttefik olan ABD ile İsrail arasındaki ayrışmayı derinleştirme stratejisi olarak okunabilir.
Bugün Tahran’da, savaşın sesinden daha gür çıkan başka hiçbir ses yok. Bu bağlamda gündemin merkezinde İran’ın nükleer meselesi yer alıyor. Bu çerçevede iki temel soru öne çıkıyor: Birincisi, İran’ın nükleer programına yönelik saldırıların yol açtığı hasarın boyutu nedir? İkincisi ise, yeni koşullar altında İranlı karar alıcıların bu meseleye ilişkin muhtemel seçenekleri nelerdir? Önümüzdeki günler, bu soruların yanıtlarını ve beraberinde şekillenecek stratejik hesapları netleştirecektir.
Çeviri: YDH