İran ve İsrail arasında yeni bir savaş kapıda mı?

img
İran ve İsrail arasında yeni bir savaş kapıda mı? YDH

Washington ve Tel Aviv’i iki olasılık bekliyor: Ya İran halihazırda nükleer bomba yapabilecek kapasitede ve sadece siyasi karar bekliyor; ya da çok kısa sürede bu kapasiteyi yeniden kazanacak.




YDH- İstanbul Uluslararası Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi direktörü Memduh el-Münir, el-Cezire sitesinde yaptığı açıklamalarında, ABD ve İsrail'in İran'ın nükleer tesislerine yönelik yüksek profilli saldırısının iddiaların aksine başarısız olduğunu ve Tahran'ın nükleer ve füze programını daha da güçlendirerek sürdürdüğünü öne sürdü.

22 Haziran 2025'in erken saatlerinde, ABD Başkanı Donald Trump, İran'ın üç büyük nükleer tesisine “çok başarılı bir saldırı” düzenlendiğini duyurdu ve tesislerin tamamen yok edildiğini ve İran'ın nükleer programının yıllarca geriye atıldığını iddia etti.

Bunun ardından İran, Katar'daki el-Udeyd üssüne koordineli bir saldırı düzenledi, ardından ABD'nin arabuluculuğuyla Tahran ve Tel Aviv arasında ateşkes sağlandı ve her iki taraf da birbirine karşı zafer kazandığını iddia etti.

Ancak bu yüksek profilli açıklamanın sadece bir hafta sonra, ABD istihbaratından sızan bilgiler tamamen farklı bir gerçeği ortaya çıkardı: Saldırı stratejik hedeflerine ulaşamamıştı ve Washington ve Tel Aviv'in iddialarının aksine İran'ın nükleer programı yok edilmemişti.

 

Münir: İnkâr edemeyecekleri gerçekler var

Münir, Trump ve yönetiminin sorgulamaya çalıştığı ifşaatların doğruluğu bir yana, aşağıdakiler de dahil olmak üzere, gerçek olarak inkâr edilemez bilgilerin olduğunu kaydetti.

İran'ın elinde şu anda saflığı yüzde 60 oranında olan yaklaşık 408 kilogram zenginleştirilmiş uranyum bulunduğunu belirten uzman, bu uranyumun zenginleştirme seviyesinin yüzde 90’a çıkarılması halinde ortaya çıkacak miktarın yaklaşık 12 nükleer bomba üretimine yeteceğini ifade ediyor.

İran’ın uranyumu kısa sürede silah kalitesine yükseltme kapasitesi de bir diğer kritik unsur olarak öne çıkıyor.

Tahran yönetimi, zenginleştirme sürecini sadece birkaç hafta içinde tamamlayabilecek on binlerce santrifüje sahip.

Tamamı İran’da üretilen bu santrifüjler, nükleer programın hızla ilerletilmesine olanak tanıyor.

Öte yandan İran, aylardır zenginleştirme ve nükleer yakıt üretimi amacıyla sekiz yeni tesisin inşasını sürdürüyor.

Çeşitli aşamalarda tamamlanmak üzere olan bu tesislerin yerleri resmi makamlar tarafından kasıtlı olarak gizli tutuluyor.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan (UAEA) bir yetkili, aylar önce Fordo'daki tesisin 800 metre altına inşa edilen gizli bir bölgeye götürüldüklerini açıkladı.

Söz konusu yeraltı kompleksinin çok sayıda tünele sahip olması nedeniyle denetçilerin tesisin kesin konumunu tespit edemediği aktarıldı.

Münir’in bu açıklamaları, ‘’Midnight Hammer’’ operasyonunda atılan Amerikan bombalarının neredeyse hiçbirinin reaktör çekirdeği üzerinde önemli bir etkisi olmadığı, en iyi ihtimalle yüzey girişlerini veya bazı koruyucu katmanları tahrip ettiği, ancak reaktör çekirdeğine veya yerin yaklaşık bir kilometre altında bulunan ve uranyum malzemeleri, santrifüjler veya diğer hayati ekipmanların büyük olasılıkla taşındığı bölümlere herhangi bir zarar vermediği anlamına geliyor.

Son olarak, İran'ın füze kapasitesi, en düşük istihbarat tahminlerine göre yaklaşık üç bin balistik füzeyi içeriyor ve en yüksek tahminlere göre ise çeşitli türlerde on binlerce füzeye ulaşıyor.

İsrail ordusunun resmî açıklamasına göre, İran işgal altındaki topraklara yaklaşık 400 füze ateşledi, bu da füze kapasitesinin hala en yüksek verimlilik seviyesinde olduğunu gösteriyor.

ABD ve İsrail’in yakından bildiği bu ifşaatlar, ortak operasyonun başarısı konusundaki şüpheleri dünya genelinde bilimsel, siyasi ve askeri çevrelerde artırdı.

Analistler, Trump yönetimi ve ekibinin bu gerçekleri inkâr edemediğini, ancak dikkatleri başka yönlere çekmeye ya da istihbarat kaynaklarını sorgulamaya çalışarak yenilgiyi kabul etmekten kaçındığını vurguluyor.

Münir bu noktada şu soruyu soruyor:

‘’İran'ın da bu savaşta bazı zararlar gördüğü ve nükleer programının şüphesiz bazı aksaklıklar yaşadığı açıktır, ancak Amerikalıların ve “İsraillilerin” bu savaşta belirttikleri hedeflerine ulaşılamamıştır; bu, herkesin bildiği bir gerçektir. ABD-İsrail hedeflerine ulaşamamışsa neden ateşkes ilan ettiler?’’

İsrail’in ABD’ye ateşkes ilanı için ısrar etmesinin ardındaki en önemli neden, füze savunma sisteminin rezervlerinin tükenmek üzere olmasıydı. Bu durum, İran’ın işgal altındaki topraklardaki hava üstünlüğünü yakında sağlaması anlamına geliyordu; tıpkı İsrail’in savaş uçaklarıyla İran semalarını kontrol ettiği gibi. Ayrıca, İsrail’in iç cephesinin ardı ardına gerçekleşen İran saldırılarına karşı dayanma kapasitesi giderek zayıflıyordu.

Savaşın başlarında yapılan anketlerde, işgal altındaki topraklarda halkın yüzde 70 ila 85’i saldırıyı desteklerken, savaşın ilerleyen günlerinde artan can kayıpları ve ekonomik zararlarla birlikte bu destek yüzde 65’e geriledi ve çoğunluk savaşa son verilmesini istedi.

Bugün gelinen noktada ise İsrail’in Demir Kubbe savunma sisteminin tamamen başarısız olması ve gökyüzünün İran füzelerine karşı savunmasız kalması halinde ortaya çıkacak tabloyu hayal etmek zor değil. Böyle bir senaryoda, İran’ın nükleer bomba yapma kapasitesine hâlâ sahip olduğu ve İsrail’in bu füzeler ya da nükleer tehditle karşı karşıya bulunduğu gerçeğiyle yüzleşilecektir.

 

Netanyahu’nun mahkeme krizi, İsrail iç siyasetinde deprem yarattı

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Rafael Grossi ile Netanyahu hükümetindeki üst düzey bakanlar ve Amerikalı yetkililer de İran’ın nükleer programını önümüzdeki birkaç ay içinde yeniden kuracağına dair açıklamalarda bulundu.

Washington ve Tel Aviv’i iki olasılık bekliyor: Ya İran halihazırda nükleer bomba yapabilecek kapasitede ve sadece siyasi karar bekliyor; ya da çok kısa sürede bu kapasiteyi yeniden kazanacak.

Her iki durumda da ABD ve İsrail’in ulusal güvenlik hesaplamaları, İran’dan kaynaklanan gerçek ve varoluşsal tehdidin devam ettiğini gösteriyor.

Tüm bu gelişmeler, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun siyasi kariyerini tehdit eden büyük bir hukuki krizle çakışıyor. Netanyahu, rüşvet, güveni kötüye kullanma ve dolandırıcılık suçlamalarıyla yargılanıyor ve mahkemede ifade veriyor.

27 Haziran’da İsrail Merkez Mahkemesi, duruşmayı erteleme talebini reddetmiş, ancak 29 Haziran’da yapılan başvuru üzerine 30 Haziran ve 2 Temmuz duruşmaları iptal edilmişti.

Bu süreçte, eski ABD Başkanı Donald Trump da defalarca Netanyahu’nun davasının iptal edilmesi veya affedilmesi gerektiğini savundu.

Trump, “ABD, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanmasına izin vermeyecektir” tehdidinde bulunarak, İsrail’in yargı sistemi üzerinde benzeri görülmemiş bir kamuoyu baskısı oluşturdu.

Bu durum, Netanyahu’nun yargılanmasının Gazze, Lübnan ve İran’daki savaşın seyri üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.

Bir diğer kritik gelişme ise, son savaş sırasında İran’daki İsrail casus ağının ortaya çıkarılması oldu. İsrail’in uzun yıllardır kurduğu bu ağ, İran güvenlik güçleri tarafından takip edilmekte ve Tel Aviv’in nükleer programı hedef almadan önce bu casus ağı tamamen yok edilebilir.

İsrail, elindeki bu istihbarat avantajını kaybetmeden görevini tamamlamak için zamana karşı yarışıyor. Bu casuslar, İsrail’e savaşın başında önemli bir üstünlük sağlamıştı.

 

Savaş kaçınılmaz mı?

Buna göre, İsrail ve ABD'nin ulusal güvenliği İran'dan ciddi bir tehdit altında. Dahası, Netanyahu'nun savaşı sürdürmek için kişisel nedenleri çok güçlü, çünkü çatışmanın devam etmesi ona davayı ertelemek ve “güvenlik öncelikleri”ne odaklanmaya devam etmek için bir bahane sağlıyor. Netanyahu, yakın zamanda yaptığı açıklamada, “Önemli olaylar yakında gerçekleşecek” dedi.

Savaş, koalisyon hükümetini bir arada tutmasına yardımcı oluyor, çünkü savaş sona ererse koalisyon çökebilir ve Netanyahu'nun muhtemelen kaybedeceği erken seçimlere yol açabilir.

En önemlisi, savaş Netanyahu'ya kendisini İsrail'i varoluşsal tehditlere karşı savunacak bir “savaş lideri” olarak gösterme fırsatı veriyor.

Bu, İsrail halkının sempatisini kazanmasını ve yolsuzluk davalarının olumsuz etkisini azaltmasını sağlayabilir.

“Bayrak Etrafında Toplanma Etkisi” olarak bilinen bu siyasi taktik, Netanyahu tarafından daha önce de başarıyla kullanılmıştı.

Münir analizini şöyle sürdürüyor:

‘’Yukarıda belirtilen verilere dayanarak, İran ile İsrail arasında yeni bir savaş senaryosu, önümüzdeki aylarda, hatta belki bu yaz, en olası ve yakın senaryodur. Tüm uluslararası hukuk ve geleneklere aykırı olarak, BM üye devletine yasadışı bir saldırı düzenleyen ve hiçbir tepkiyle karşılaşmayan, hatta ABD'den destek gören İsrail, şimdi başka bir savaşa girme özgürlüğüne sahiptir. Çünkü cezadan muaf olan kişi pervasızca hareket eder.’’

Söz konusu olası savaşın önceki turda olduğu gibi başlamayabileceğini, aksine İsrail tarafından gizli operasyonlar olarak yürütülen, İran'ın hassas bölgelerinde bir dizi suikast, bombalama veya sabotajlar ile başlayabileceğini öne süren Münir, İran'ın bu saldırganlığa vereceği tepkinin, gerilimin seviyesini ve krizin tırmanma derecesini belirleyeceğini ve bu durumun ‘hızla çığ gibi büyüyerek bölgeyi ateşe verebileceğini’ kaydetti.

Daha fazla okuyun: İran'ın stratejik sabrı ABD'yi zora sokuyor

Daha fazla okuyun: El-Udeyd saldırısı ABD’ye ne mesaj verdi?

Daha fazla okuyun: İran, İsrail'in yenilmezlik yanılsamasını nasıl paramparça etti?

Daha fazla okuyun: Devrim Muhafızları: ABD’ye tarihî bir ders vermekten çekinmeyiz

Daha fazla okuyun:  Trump'ın, dünyanın İran'ın nükleer programının yok edildiğine inanmasına ihtiyacı var



Makaleler

Güncel