Şehitler Günü: Lübnan İslami Direnişi'nin kutsal mührü

img
Şehitler Günü: Lübnan İslami Direnişi'nin kutsal mührü YDH

‘’'Hizbullah Şehitleri Günü’nde, varoluşun monotonluğundan hayatın enginliğine, yanılsamaların bayağılığından vizyon ve eylemin gerçekçiliğine, umutların yüceliğine ve bunların temellerinin samimiyetine doğru derin bir yolculuğa çıkıyoruz. Bir şeyin büyük bir yanılsama olduğu herkes tarafından anlaşılmıştır: Lübnan’da Hizbullah’ı sona erdirmek.’’




YDH- Lübnan Parlamentosu'ndan Direnişe Vefa İttifakı Başkanı Muhammed Raad, Hizbullah Şehitleri Günü vesilesiyle kaleme aldığı ve el-Ahbar'da yer bulan yazısında, şehitlik kavramını ve şehitlerin ideallerini, bunun varoluşsal anlamı ile direnişin tarihîni ve güncel konumunu derinlemesine ele aldı. Raad, tarihsel perspektifte şehitlerin zaferlerin liderleri olduğunu, direnişin düşmanın tam zaferine izin vermediği sürece muzaffer olduğunu vurguladı.

Hizbullah Şehitleri Günü’nde, varoluşun monotonluğundan hayatın enginliğine, yanılsamaların bayağılığından vizyon ve eylemin gerçekçiliğine, umutların yüceliğine ve bunların temellerinin samimiyetine doğru derin bir yolculuğa çıkıyoruz.

İnancımıza göre şehit, ne bir peygamber ne de masum bir imamdır; o, yaşam ve varoluş bilincinde, hayata gerçek anlamını veren değerlere olan bağlılığındaki samimiyette seçkin bir insandır.

Kendisine, toplumuna ve ister mahalle, ister kasaba, ister ulus, ister bölge, ister kıta ya da dünya olsun, korunmasına, ıslahına ve gelişimine katkıda bulunabileceğine inandığı her alana karşı insani ve inançsal sorumluluğunu taşıma ciddiyetinde öncü bir şahsiyettir.

Katkı, ister kısmi ister tam olsun, asıl olan insanı; onun konumunu, rolünü ve varlıkla ilişkisini Yaratıcısından başlayarak tüm unsur, olgu ve bileşenlere, özellikle insan, şahıs, grup, toplum ve milletler dünyasına kadar uzanan bir perspektifle ele almak, onları özgürleştirme, koşullarını iyileştirme, faaliyetlerini ve ilişkilerini düzenleme ve gelişimlerini sağlama yükünü taşıyan bir bakış açısıyla yönetmektir.

Bu inanca göre şehit, bencillikten ve yozlaşmadan uzak; açgözlülük, nefret, kötülük ve başkalarını aşağılama gibi olumsuz insani vasıflardan arınmış; öncü, vizyon sahibi, aktif ve dinamik bir bireydir. En önemlisi, özgür iradeye, kararlılığa ve sarsılmaz bir azme sahiptir.

Dolayısıyla şehidin kan bağı ya da akrabalık bağıyla değil; bağlılık ve inanç yoluyla peygamber soyundan geldiği düşüncesi, toplumların genel algısına yerleşmiştir. Bu nedenle, özellikle İslam toplumlarında, şehit örnek alınacak, saygı duyulacak bir konumdadır.

Şehit, başkalarına duyduğu sevgi ve onların refahı ile geleceği için tüm varlığını feda etmiş; onları savunmak, vatanlarını korumak, haklarını muhafaza etmek ve çıkarlarını güvence altına almak için en değerli varlıklarını sunmuş biri olarak nasıl yüce olmaz ki?

Bu cömertliğe olan hazır oluş, uygulamada samimiyetle birleştiğinde, şehide ileriye dönük bir vizyon kazandırır; düşmanlar arasındaki adaletsizlik, zorbalık, saldırganlık, dışlayıcı eğilimler ile ırkçı ve kibirli davranışların tüm göstergelerine karşı keskin bir duyarlılık oluşturur. Oysa bu düşmanlar, şehitlerin niteliklerinin, değerlerinin, güdülerinin ve özlemlerinin tam tersini temsil ederler.

Dinimizin, Allah ile kullar arasındaki kutsal bağı esas alarak, şehidin dünyadaki konumunu ve ahiretteki ödüllerini, bunun yol açtığı motivasyonları ve sonuçları en iyi şekilde ifade ettiğine inanıyoruz.

Üyelerine karşı en gelişmiş, en dürüst ve en saygılı; ilişkilerinde en etkili, en güvenli, en istikrarlı, psikolojik olarak en rahat; fikir ve davranışları gerçekçi ve ölçülü, sarsılmadan, meydan okumadan etkileşime açık; değerleri ve varoluşu en sıkı kenetlenmiş, birlik olmuş, güçlü, savunmaya ve korumaya hazır bir toplum, hiç kuşkusuz şehitlerin ideallerini evlatları ve üyeleri arasında biriktirmiş toplumdur.

Zalimlerin zulüm ve baskılarını sürdürmek için yaygın olarak kullandıkları en tehlikeli caydırıcı yöntemlerden biri, halkın ruhundan ayağa kalkma, özgürleşme ve onurlu olma iradesini söküp atmaktır. Onları statükoyu kabullenmeye, onu değiştiremeyeceklerine inanarak yozlaşmış despotlara dalkavukluk etmeye; onların gözünde değerli olmaya ve projelerine ortak olmaya mecbur bırakmaktır.

Şehitler, yabancı işgalinin ya da düşmanca tahakkümün temel dayanağını oluşturan bu yenilgici tavra karşı toplumun en dirençli unsurlarıdır. Aynı zamanda asil insanlığın sesidirler; gerçeği değiştirme gerekliliği ve olasılığı konusunda uyarır, aşağılanmış bir yaşamı reddeder, zor ve terörle tiranlığın mantığına boyun eğmez ve kötülük yapanların, adaletsizliğin, tekelleşmenin, iğrenç bencil ve ırkçı tiranlık güçlerinin iradesine teslim olmazlar.

Yüce şehit, Seyyid Hasan Nasrullah Hazretleri ve Seyyid Haşim Safiyüddin Hazretleri ile Siyonist düşmanın Lübnan’a karşı saldırganlık savaşı ve Filistin, Gazze’ye yönelik soykırım karşısında şehit düşen tüm liderler ve savaşçılar; İslami Direniş’in cihad yolunda şehit düşenler; Ahmed Kesir’den başlayarak sayısız şehitlik ve niteliksel operasyon gerçekleştiren tüm meslektaşları; çatışma, baskın ve pusu şehitleri; kurucu neslin öncüleri, Şehitler Şeyhi Ragıp Harb ile Direniş Şehitlerinin Efendisi Seyyid Abbas el-Musevi, eşi ve çocuğu; Lübnan’ı ve tüm bileşenlerini savunmak için fedakarlık yapan asil, dirençli, destekleyici, fedakar ve sabırlı halkımızın tüm şehitleri… Hepsi birer destandır.

Bu mübarek kervan, İslam Direnişi için kayıpların sayısını değil; misyonlarını sürdürmek, görevlerini yerine getirmek ve tedbir almak için hidayet, motivasyon ve istikamet rezervlerini biriktirmektedir. En kötü ihtimallere karşı, kesin zaferin vakti gelinceye dek, düşmanların Allah’ın emrinden başka koruyucu bulamayacağı güne kadar.

Aksa Tufanı Operasyonu'nun uygulanmasının hemen ardından ortaya çıkan göstergeler ve gerçekler, Siyonist düşmanın ve onun gaspçı yapısının Amerikan ve Batılı sponsorlarının, bu operasyonla kendisine ve bölgemizdeki kibirli Batı’nın çıkarlarına yönelik varoluşsal bir tehdit olarak karşı karşıya kalacağını gösteriyordu. Yanıt ise yalnızca operasyonu gerçekleştiren cepheyi hedeflemekle sınırlı kalmayacak; Filistin ve çevresindeki tüm direniş hareketlerini kapsayacaktı.

Bu hareketlerin ön saflarında kesinlikle Lübnan’daki İslami Direniş yer alacaktı. Zira bir yandan bölgedeki tüm direniş hareketlerini yeniden canlandıracak bir güç olarak temsil ediyordu; diğer yandan düşmanın 2000 ve 2006’da aldığı yenilgiden beri hazırlıklarını sürdürmekte, işgal altındaki varlığının kuzeyinde kendisine saha baskısı kurmayı amaçlayan kabiliyetlerini ve hazırlıklarını güçlendirmekteydi.

Böylece İslami Direniş’in, ister önce Gazze’ye ardından Lübnan’a saldırmaya karar versin, ister başka bir öncelik benimsetsin, Siyonist düşmanın planlarına karşı hazırlıklı ve tetikte olduğunu göstermekten başka seçeneği yoktu. Sonuç olarak, bazı Lübnanlı grupların İslami Direniş’in Siyonist düşmana karşı savaş başlatma kararı aldığı iddialarının yersiz olduğu ortaya çıktı. Çünkü düşman ve uluslararası destekçileri, Aksa Tufanı ve sonrasındaki gelişmeleri, bölgedeki tüm direniş varlığını ortadan kaldırmak için kullanma niyetini açıkça gizlememiştir.

Ancak İslami Direniş, düşmana karşı tam kapsamlı bir savaş başlatmadan onu Lübnan cephesinde meşgul tutmayı tercih etti. Böyle bir savaşın kendisi ve Lübnan için bir yararının olmayacağını biliyordu. Tatmin edici ve kesin bir sonuç beklentisini engelleyecek pek çok faktörün farkındaydı.

O dönemde İslami Direniş’in kararının gerçekçiliğini kabul eden çok kişi vardı; fakat bazıları da bu gerçekçiliği kabul etmekle birlikte, Direniş’in o zamanki performansı ve siyasi söylemlerinin İsrailli düşmana, Direniş’in tam ölçekli savaştan kaçınma kararlılığı konusunda güvence verdiğine inanıyordu.

Bu konuyu ilerleyen zamanlarda tartışmak için geniş fırsatımız olacaktır. Ancak işler yavaş yavaş düşmanın Hizbullah’ın varlığını sona erdirmek istediği, Genel Sekreter’i, onun hemen yerine geçeni ve bir grup kilit lideri hedef alan; çağrı cihazları ve telsiz haberleşme araçlarının katledilmesi ve sahadaki katılımların sekteye uğramasıyla sonuçlanan bir sürecin içine girdiği açıktır.

Ardından, Litani Nehri’nin güneyinde direniş gruplarını ortadan kaldırmayı amaçlayan ve çatışmanın ilerleyişine göre değerlendirilebilecek –Avali Nehri Köprüsü’ne ve belki de ötesine kadar uzanan– kara harekâtı manevrası uygulamaya konuldu.

Ancak direnişçilerin cephede gösterdiği kahramanca direnç ve cesaret, düşmanı ve onun Amerikalı destekçilerini büyük hayal kırıklığına uğrattı.

Hizbullah, Amerikalıların tavsiyesine yanıt vermek ve ateşkes ilanını kabul etmek zorunda kaldı. Bu durum, Hizbullah’ın birkaç gün önce yayınladığı açık mektupta detaylıca ele alınmış; mektupta, düşmanın düşmanlığını durdurmadan önce direnişin silahsızlandırılması talebinde bulunmadığı net şekilde teyit edilmişti.

Düşmanın askeri olarak sahada başaramadığı şey, yani Hizbullah’ı yok etmek, uluslararası destekçileri, bölgesel işbirlikçileri ve yerel fırsatçıların direnişe, Lübnan devletine ve hükümetine uyguladığı siyasi baskıyla sağlanmaya çalışıldı. Bu kapsamda hükümet 5 Ağustos’ta felaket getiren kararını açıkladı; ardından 7 Ağustos’ta bir başka karar daha alarak, düşmana, Lübnan halkına ve ülkelerine yönelik ihlal ve saldırılarını durdurması için direnişin silahsızlandırılmasını talep etme bahanesi sundu.

Öte yandan, Lübnan’da Hizbullah’ı sona erdirmenin büyük bir yanılsama ve imkânsız bir görev olduğu; bu konuda ısrarcı olmanın Lübnan’ın, halkının ve bölgenin istikrarı için ciddi bir tehdit oluşturduğu herkes tarafından anlaşılmıştır.

Yine de inatçılar denemeye devam ederken, gerçekler onları yalanlıyor. Başarısızlıkları kesin ve kaçınılmazdır; çünkü bugün direniş, liderlikten yoksun, destekleyici ve halktan yoksun bir yapı ya da şahıslar topluluğu değil; bilgeliği ve cesaretiyle Genel Sekreter tarafından yönetilen, yolculuğundaki sadık kardeşlerce desteklenen, uyumlu, sadık ve kararlı bir güçtür.

Bu güç, azim, kararlılık, sabır ve fedakarlığın simgesi olan gururlu ve büyük bir halk tarafından kucaklanmaktadır. Ve hepsinin önünde, direnişin ve halkının en büyük vasiyetini ve Siyonist düşmanın ve ortaklarının hedeflerini boşa çıkarmak için sağlam bir metodolojinin kanıtı olan erdemli şehitlerin her daim hazır varlığı durmaktadır.

Tarih, şehitlerin özünde zaferlerin liderleri olduğunu; düşmanın tam bir zafer elde edemediği sürece yenildiğini, direnişin ise düşmanın hedeflerine ulaşmasını engellediği sürece muzaffer olduğunu açıkça gösterir.

Çeviri: YDH

İlgili Haberler