Sykes-Picot, Davutoğlu’nun düzen kuruculuğu ve IŞİD

Hedeflerinin aksine sonuçlar doğuran planlarıyla ünlü Davutoğlu, tasarladığı bölge düzeni ile tıpkı AB’de olduğu gibi sırları kaldırmayı başaramadı; ancak izlediği politikalar IŞİD’in Irak-Suriye sınırını ortadan kaldırabilecek kadar güçlenmesine eşsiz katkılar sundu.

IŞİD’in Musul’u ele geçirip ‘İslam Devleti’ ilan etmesinden sonra yaşanan gelişmeler, bölgenin son yüz yıllık siyasi haritasını belirleyen Sykes-Picot anlaşmasının ‘işlevini yitirmesinin bir sonucu’ veya ‘yeniden güncellenmesi’ olarak okunuyor.

Sykes-Picot’nun işlevini yitirdiği düşüncesi ile güncellenmekte olduğu tezleri, şu an paralel gibi gözükse de aslında bunlar ‘Arap Baharı’na dair iki zıt okuma biçimini ve politik tutumu yansıtıyordu.

Arap Baharı ile Sykes-Picot’yu doğrudan ilişkilendiren bu iki tezden ilkine göre yabancıların çıkar paylaşımına dayanan yüz yıllık bölge düzeni doğal ömrünü tamamlamıştı.

2011’den beri bölgede yaşananlar, “Sykes-Picot bölünmesinin” ve “Soğuk Savaş yıllarının statik iki kutuplu bölünmesinin” sona ermesinden ibaretti.[1]

Arap isyanları, bölge halklarının kendi iradesiyle yeni bir bölgesel düzen kurma talebinin bir sonucuydu. Dolayısıyla bu değişim sürecinin bir parçası olmamak “tarihin akışında kendine doğru bir yer biçememek”ti.[2]

Arap Baharı ile Sykes-Pico’nun yeniden güncellenmekte olduğunu savunanların tezi ise özetle şöyle:

“1. Bölgede olup-biten dış güçlerin bölge dizaynı ile ilgilidir ve aslında söz konusu olan ‘Yeni Sykes-Picot’dur. 

2. Türkiye, ‘yeni Sykes-Picot’da Batılı güçlerin yanında yer almaktadır; Araplar, Osmanlı hâkimiyetinin yeni Türkiye üzerinden bölgeye yayılmasına karşıdırlar. Türkiye lider falan değildir, öyle olması Araplar tarafından istenmemektedir.”[3]

Arap isyanlarıyla bölgeye AB projesi ithal etmek

2010 yılının aralık ayında Tunus’ta başlayıp 2014 yılının haziran ayında Irak ve Suriye’de hilafet devletinin kurulmasına kadar yaşanan gelişmeler, birbiriyle doğrudan veya dolaylı sebep-sonuç ilişkisine sahip bulunuyor.

Tüm bu gelişmeler, Sykes-Pico ile ilişkilendirilerek okunduğunda ise ikinci tezi haklı çıkaran sonuçlar doğurmasına rağmen, bunların tamamında birinci teze dayalı politik kararların etkili olduğu görülüyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Sykes-Picot’ya atıfla Türkiye’nin birinci teze göre belirlediği resmi bölge politikasının vizyonunu şöyle açıklıyor:

“Sınırlara saygı gösteren, o sınırları, uluslararası hukuki sınırlar olarak hiçbir şekilde değiştirme düşüncesi veya parçalama düşüncesi olmayan ama aynen Avrupa’da olduğu gibi o sınırları anlamsız kılarak Orta Doğu halklarını buluşturan bir anlayışın takipçisiyiz. Ancak böyle Orta Doğu’da barış sağlanır.”[4]

Özetle Türkiye’nin “Düzen kurucu”[5] rolü, bölgeyi Avrupalıların dayattığı Sykes-Picot’ düzeninden kurtarıp onun yerine bölgede Avrupa Birliği tecrübesine dayalı yeni bir düzen kurmayı öngörüyordu ve Davutoğlu’na göre bu, “tarihi akışın içinde o süreci yöneterek tarihi akışın aktörü konumunda olmak”[6] bakımından bir zaruretti.

Arabuluculuktan düzen kuruculuğa

Türkiye, ‘komşularla sıfır sorun’ sloganının geçerli olduğu dönemde bölgenin ihtiyaçları ile bölge dışının taleplerini buluşturan bir ‘arabulucu’ rolüne sahipti.

Türkiye, 30 Ocak 2005’teki boykot kararından pişman olan Iraklı Sünnilerin siyasi sürece katılım seremonisine ve İsrail’le Suriye arasındaki dolaylı görüşmelere ev sahipliği yaparak ve İran’ı nükleer yakıt takasına ikna etmek için devreye girerek ihtiyaçları olan bölgenin de talepleri olan bölge dışının da güvenini kazanmıştı.

Ancak Türkiye, tüm taraflara güven veren bu ‘arabulucu’ rolünü, 2011’den itibaren ‘düzen kurucu’ role dönüştürmeye başladı.

Davutoğlu’nun açıklamaları Türkiye’nin dış politikasındaki değişimin şu sebeplere dayandığını gösteriyor:

1- ‘Arap isyanlarının Sykes-Picot ile ilişkilendirilerek okunması: Bu okuma biçimiyle isyanların yaşandığı ülkelerdeki yönetim değişikliklerinin doğal olarak bölgesel düzeni de değiştireceği varsayıldı.

2- Bölgesel düzen tasarımı: İslamcı sloganların öne çıktığı ‘Arap devrimlerinin’ Batı’yla mesafeli olacağı varsayımıyla bölgede mevcut sınırları anlamsızlaştıran ve entegrasyonu güçlendiren bir bölgesel düzen öngörüldü.

3- Yeni Osmanlıcılık ve liderlik motivasyonu: Hem Batı’yla hem de bölgesiyle ilişkilere atıf yapılarak Türkiye’nin doğal bir liderliğe sahip olduğu varsayıldı. Türkiye’nin Osmanlı tarihsel coğrafyası olarak görülen bölgedeki ‘düzen kurucu’ rolü, “tarihinin ve coğrafyasının gerekliliği”[7] olarak tanımlandı.

Bölgede ‘AB düzeni’ kurmak için Körfez’le müttefik olmak

Türkiye’yi ‘düzen kurucu’ role teşvik eden en önemli faktörlerden biri Irak’tan çekilen ve bölge meselelerinde müttefiklerine geniş bir inisiyatif alanı açan Obama yönetimi oldu.

İsrail’in kendine özgü durumu, Mısır’ın ‘Arap Baharı’nın bizzat muhatabı olması ve Suudi Arabistan’ın her türlü değişime kapalı ‘muhafazakar’ yapısı, ABD’nin bölgesel müttefikleri arasında Türkiye ve Katar için benzersiz fırsatlar yaratmıştı.

Türkiye’nin ‘düzen kurucu’ rolü çerçevesinde kendisiyle benzer bölgesel hedeflere ve ilişkilere sahip olan Katar’la ‘stratejik ittifakı’ şu argümana dayanıyordu:

Diktatörlüklerin hakim olduğu bölge ülkelerinde en örgütlü topluluk, İhvan (Müslüman Kardeşler) cemaatidir. Bu sebeple de rejimler devrildikten sonra yapılacak tüm serbest seçimleri de İhvan kazanacaktır.

Tunus ve Mısır seçimleri bu argümanın temelsiz olmadığını göstermiş oldu; ancak iktidarı ele geçirecek toplumsal desteğe sahip olmak ile iktidarı sürdürülebilir kılabilecek siyasi akla ve öngörüye sahip olmanın ne kadar farklı şeyler olduğu 3 Temmuz 2013’te Mursi yönetiminin devrilmesiyle görüldü.

Türkiye ve Katar’ın ‘düzen kurucu’ rolünün tabutuna son çivi 3 Temmuz’da çakılmış olsa da bu rolle birlikte tüm bölgeyi sancılı bir hastalığa mahkum eden gelişmeler Suriye sebebiyle yaşandı.

8 Ağustos 2011’e kadar Türkiye, Kasım 2011’den 4 Ocak 2012’ye kadar Arap Birliği’ne başkanlık eden Katar, 4 Ocak’ta ise Avrupa ve Arap Birliği Suriye’de sırasıyla Mısır, Tunus, Yemen ve Libya modeline dayalı bir devrim için çalıştı.

Şubat 2012’de kurulan Dostlar Grubu, Suriye için Bush’un Irak müdahalesi modelini üretemeyince, 18 Temmuz 2012’de Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın teşvik ve desteği, ABD’nin de liderliği ile vekalet savaşı başladı.

‘Düzen kurucu’luktan ‘düzen bozucu’luğa

Dünya’da bir tür Soğuk Savaş dengesi yaratan Suriye’deki vekalet savaşı, liderlik başarısızlıklarından dolayı Türkiye’nin ‘düzen kurucu’ rolüne son vermekle kalmadı, Katar’la birlikte oyundan alınmasına da neden oldu.

2012 yılının kasım ayından itibaren Suriye dosyasını Türkiye ve Katar’dan devralan eski Suudi İstihbarat Şefi Bender bin Sultan suçlansa da Musul’dan Arsel’e kadar tüm bölgenin ateşe verilmesinde Dostlar Grubu’nun düzen bozucu rolünün etkisi görülüyor.

Yeni bölgesel düzen kurmak adına Suriye’de 2012’den beri desteklenen ‘kurtarılmış bölge’ stratejisi, artık Irak ve Lübnan’da hatta Libya’da da meyvelerini veriyor.

Bölgede artık merkezi devletlerden ve ordulardan değil, ülkenin bir bölümünün kontrolünü kaybetmiş zayıf ve çalkantılı siyasi iktidarlardan ve kontrol edebildiği yerleri milis desteğiyle korumaya çalışan resmi silahlı güçlerden söz edilebiliyor.

900 kilometrelik sınırıyla Suriye’deki vekalet savaşına en güçlü desteği veren Türkiye, Irak politikasını, Kürt ve Sünni bölgelerini “merkezi hükümeti dengeleyici ağırlık unsuru” olarak gören bir perspektifle belirliyor.

Erbil’le Bağdat arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatarak Kürdistan Bölgesi’ni bağımsızlığa, Iraklı Sünni müttefiklerini federal bölge kurmaya teşvik ediyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’de desteklediği silahlı gruplarla çatışan IŞİD’in Suriye yönetimiyle çalıştığını[8] belirtirken Irak’taki IŞİD’i, Sünnilerin dışlanmışlıktan kaynaklanan öfke ve reaksiyonu olarak tanımlıyor.[9]

'Davutoğlu düzeni'nin sonuçları

IŞİD’e yönelik bu açıklamalarda Musul konsolosluk personelini IŞİD’e rehin bırakmış bir dışişleri bakanı temkinliliği bulunabilir. Ancak 2005’ten beri Irak’ta ulusal uzlaşma hükümetlerinin bulunduğunu, cumhurbaşkanı ve başbakan yardımcısı ile meclis başkanını Sünni olduğunu bilmesine rağmen IŞİD’in gücünü ‘Sünnilerin siyasetten dışlanmasıyla’ izah eden Davutoğlu, aslında bölge politikasına dair perspektifini açığa vurmuş oluyor.

Beşşar Esed’in devrilmesi için tüm Suriye’nin ateşe verilmesini, Nuri Maliki’nin yeniden başbakan olmaması için Irak’ın parçalanmasını göze aldığı anlaşılan bu perspektif, IŞİD’in hilafet devletini Türkiye ile sadece Suriye’de değil, Irak’ta da komşu haline getirebilecek potansiyeller taşıyor.

Davutoğlu’nun Iraklı Kürt ve Sünni müttefikleri için ise durum daha vahim. Zira merkezi hükümete karşı Sünni federal bölge mevzisi kazanmak için yola çıkan Usame Nuceyfi, IŞİD’in hilafet devletine kaptırdığı kentlerini geri alabilmek için silahlı grup oluşturmakla meşgul.

Irak ordusunun çekildiği tartışmalı bölgelere peşmerge gönderip bağımsızlık ilan etmeyi düşleyen Mesud Barzani ise 2005’ten beri Şii-Sünni çatışmalarından uzak tuttuğu fanus içindeki Kürdistan Bölgesi’ni savaşın en ileri hattı haline getirmiş oldu.

Suriye konusunda dört aşamalı bir stratejik plan izlediklerini açıklayan Davutoğlu, planının ilk iki aşamasını “kan dökülmesini ve dış müdahaleyi önleme” hedefine dayandırmıştı; ancak daha sonra Suriye’de savaşı ve dış müdahaleyi en çok destekleyen taraf oldu.

Hedeflerinin aksine sonuçlar doğuran planlarıyla ünlü Davutoğlu, tasarladığı bölge düzeni ile tıpkı AB’de olduğu gibi sınırları kaldırmayı başaramadı; ancak Arap müttefikleriyle izlediği politikalar IŞİD’in Irak-Suriye sınırını ortadan kaldırabilecek kadar güçlenmesine eşsiz katkılar sundu.

 



[1] Dışişleri Bakanlığı sitesi. 6 Kasım 2012. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Yaptığı Konuşma, 6 Kasım 2012, Ankara http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-davutoglu_nun-tbmm-plan-ve-butce-komisyonunda.tr.mfa

[2] Dışişleri Bakanlığı sitesi. 23 Aralık 2011. Dışişleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu’nun IV. Büyükelçiler Konferansı Açış Konuşması, 23 Aralık 2011 http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sn_-ahmet-davutoglu_nun-iv_-buyukelciler-konferansi-acis-konusmasi_-23-aralik-2011.tr.mfa

[3] Cengiz Çandar. Radikal, 6 Aralık 2011. Türkiye’ye karşı, Suriye’den yana http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/turkiyeye_karsi_suriyeden_yana-1071654

[4] Davutoğlu’nun TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı 6 Kasım 2012 tarihli konuşması.

[5] Dışişleri Bakanlığı sitesi. 3 Ocak 2011. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun 3. Büyükelçiler Konferansı'nın Açılışında Yaptığı Konuşma, 03 Ocak 2011 http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sayin-ahmet-davutoglu_nun-3_-buyukelciler-konferansi_nin-acilisinda-yaptigi-konusma_-03-ocak-2011.tr.mfa

[6] Davutoğlu’nun TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı 6 Kasım 2012 tarihli konuşması.

[7] Yeni Şafak. 10 Nisan 2011. Eksenimiz kaymadı bunlar tarihi görevimiz http://yenisafak.com.tr:999/politika-haber/eksenimiz-kaymadi-bunlar-tarihi-gorevimiz-10.04.2011-313010

[8] Dünyabülteni. 15 Şubat 2014. Davutoğlu: IŞİD Esad rejimiyle çalışan bir yapılanma http://www.dunyabulteni.net/politika/289668/davutoglu-isid-esad-rejimiyle-calisan-bir-yapilanma

[9] NTVMSNBC. 7 Ağustos 2014. Davutoğlu: Bunu söyleyenler haindir. http://www.ntvmsnbc.com/id/25530199/  



Makaleler

Güncel